Armenak Bakır

Armenak Bakır

Ölümsüzleştiği tarih: 13 Mayıs 1980

Ermeni milliyetine mensup 1953 doğumlu olan Armenak Bakır, 13 Mayıs 1980’de Elazığ Karakoçan’da polisle girdiği silahlı çatışmada ölümsüzleşti.

TKP-ML üyesi ve kadrolarındandı. Armenak Bakır; bir eylem için gittiği İzmir’de yine polisle çatışarak düşmanın eline geçmişti. Ağır işkenceler sonunda Buca Hapishanesi’ne götürüldü. Hapishanede kaldığı iki yıl boyunca da kararlılığını, azmini, partiye ve devrime olan inancını asla yitirmedi.

Böylesine değerli bir komünisti zindanlarda bırakmamaya karar veren TKP-ML TİKKO gerillaları, diş çektirme bahanesiyle jandarma denetiminde hastaneye götürülen Armenak Bakır’ı başarılı bir şekilde hastaneden kaçırdı.

Yoldaşları tarafından kaçırılışı sırasında ellerinin zincirle kelepçelenmiş olmasına karşın jandarmalardan birisinin silahını kaparak etkisiz hale getirmesi Armenak Bakır’ın en zor anda bile eylemci duyarlılığı ve ısrarcılığına küçük bir örnektir.

Firardan sonra partinin çeşitli alanlarında ve çeşitli yönetim kademelerinde görev aldı. Büyük yankı uyandıran firar eyleminde fazlaca teşhir olmasından kaynaklı bölgeden ayrılarak T. Kürdistanı’nda faaliyete başladı.

İdam cezasıyla her yerde aranırken 13 Mayıs 1980’de İbrahim Kaypakkaya’nın ölüm yıldönümünde parti kararı gereği cezalandırılması gereken bir polis komiserini cezalandırmak için gittiği Elazığ’ın Karakoçan kazasında köyden dönüşte kurulan pusuda polisle girdiği çatışmada silah elde toprağa düştü.

Armenak Bakır yoldaş ölümsüzleştiğinde TKP-ML Üyesi ve TİKKO Komutanıydı.

*******

Armenak Bakır yoldaşın tutsak düştüğü İzmir’de, II. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na yönelik yaptığı savunma

[Kaynak: Bolşevik Partizan, 1 Ekim 2023, Sayı: 192, sayfa:6-36]

Armenak Bakır yoldaşın savunmasını pdf formatında okumak ve indirmek için görselin üzerini tıklayınız

****

Armenak Bakır yoldaşla ilgili basında çıkan haber, yorum ve makaleler:

 

Armenak Bakır’ın katledilmesine dair TKP-ML Merkez Komite Açıklaması

İŞÇİ KÖYLÜ KURTULUŞU, 15 MAYIS 1980 (Sayı:12)

NE BASKI VE İŞKENCELER NE KATLİAMLAR NE DE SAHTE PROPAGANDALAR; HALK DEMOKRASİSİ VE BAĞIMSIZLIK MÜCADELEMİZİ ENGELLEYEMEZ,

 İŞÇİ-KÖYLÜ KURTULUŞU, [NOS], Mayıs 1980

[Armenak Bakır (Orhan Bakır) yoldaşın ölümsüzleşmesi üzerine 30 Mayıs 1980 tarihli ve TKP/ML Bölge Komitesi imzalı bir bildiri]

İŞÇİ KÖYLÜ KURTULUŞU, Haziran 1980, Sayı: 14

Orhan Bakır yoldaş hakkında <a href=httpstkpmlmediatkpmlcomwp contentuploads20230626133300ikk sayi 39 Mayis 1982pdf>isci koylu kurtulusu sayi 39 Mayis 1982 Sayfa 8<a>

*****

“Parti Şehitlerini Anma Haftasında,

DHD ve Sınıfsız Toplum Yaratma

 Mücadelemizde Şehit Düşen

Yoldaşlarımızı Anıyoruz!”

[Ocak 1984 Numarasız Özel İşçi-Köylü Kurtuluşu sayısı]

*****

Armenak Bakır yoldaş hakkında kısa bir makale; “Demokratik Halk Devrimi ve Sınıfsız toplum yaratma mücadelemizde Şehit Düşen Yoldaşlarımızı Anıyoruz!”, ikk-sayı-56_Mayıs-1984, Sayfa, 14

 

<a href=httptkpmlcomnubar yalimswcfpc=1>Nubar Yalımyan <a>yoldaşın çıkardığı Baykar dergisinde Armenak Bakır yoldaşla ilgili bir yazı

 

<a href=httptkpmlcomnubar yalimswcfpc=1>Nubar Yalım<a> yoldaşın editörlüğünde Ermenice yayın yapan Baykar Mücadele dergisinde Armenak Bakır ve Hayrabet Honca ile ilgili yazının görseli
Armenak Bakır yoldaşla ilgili <a href=httptkpmlcomnubar yalimswcfpc=1>Nubar Yalım<a> yoldaşın editörlüğünde Ermenice yayın yapan Baykar Mücadele dergisinde Armenak Bakır yoldaşla ilgili bir yazı

(ՊԱՅՔԱՐ/BAYKAR)

(Aylık MÜCADELE Dergisi’nin Ağustos 28-29. sayısından çevirisi yapılmıştır.)

 

ARMENAK BAKIR

Eğer bir gün annem beni sorarsa,

Halk için dağlara çıktı deyin,

Eğer peşime düşer beni ararsa

Dersim dağlarında gerilla deyin….

Ermeni halkının sevgili evladı, çeşitli milliyetlerden Türkiye proletaryasının öncüsü TKP-ML ve önderliğinde TİKKO’nun ölümsüz önderlerinden, komprador patron-ağa devletinin korkulu rüyası Armenak-Orhan- Bakır 1954 yılında, korkunç 1915 Ermeni Soykırımı’ndan arda kalan yetim bir ailenin evladı olarak Diyarbakır’da dünyaya geldi. Henüz ilkokulu bitirmeden, bütün çevresi tarafından çok sevilen demirci babası, bugün dahi henüz sebebi belli olmayan nedenlerden dolayı kaybolmuştur. Babasının kaybolmasından sonra yedi kişilik bütün ailenin yükü şanssız annesinin omuzlarında kaldı. Hiç tereddüt etmeden iş hayatına atılarak çok zor koşullarda bütün çocuklarını yetiştirir.

Türk olmayan herhangi bir unsur gibi, Armenak da ufak yaştan itibaren üzerinde ulusal baskı hissetmeye başladı. Ermeniler iki hem Türk burjuvazisi yönetici sınıflar hem de Kürt feodal ağaları tarafından baskı altında kalmışlardır. En acımasız olanı ise zorunlu olarak ismini Armenak’tan Orhan’a değiştirmesi oldu.

Armenak 1966 yılında Ermeni katliamlarından kurtulan ve atalarının topraklarında yaşayan Ermeni ailelerinin çocuklarının uğrak yeri olan Surp Haç Tıbrevank okuluna gönderildi.

1977 yılında liseden mezun olduktan sonra “12 Mart Darbesi kanunları ile yönetilen en gerici, en şoven, en acımasız, emperyalizmin en inatçı faşist kuşatma şartlarında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne” girdi. Bu dönemde Marksist-Leninist fikirleri inceleyerek çok geçmeden bu parlak yolun kurtuluşun tek çıkış yolu olduğunu ve Türkiye’nin koşullarına doğru uygulanmasıyla, çeşitli milliyetlerden halkın özgürleşeceği sonucuna vardı.

“Ağustos 1975’te yani üniversitenin 4. sınıfında gayri resmi olarak Özgür ve Bağımsız bir Türkiye yaratma mücadelesinde halkımızın verdiği mücadeleye bütün gücümle aktif olarak yer almak için ayrıldım.” 

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkı emperyalizme komprador kapitalizme, feodalizme karşı mücadele eder. Türkiye halkının vermiş olduğu bütün şehitler bunun içindir. Bütün bu gençlerin ölümü baskı-soygun ve zulmün olmadığı bir toplum içindir.

Bir yandan emperyalistler, komprador kapitalistler, toprak ağaları, öbür tarafta ise bizim halkımız. Bir tarafta devrim öbür tarafta karşı-devrim, bir tarafta baskı ve zulüm öbür tarafta özgürlük. İşte bunlar birbirlerinin uzlaşmaz karşıtlarıdır.

Devrim sorumluluğundan ve halkından kaçmak istemeyen bir kişi taraflardan birine dahil olmak zorundadır. Çünkü gerçek hayat içinde seyirci kalamazsınız. İşte uzlaşmaz bu karşıtlar içerisinde insan eninde sonunda bir tarafı tutmak zorundadır. Çünkü uluslararası proletaryanın eşsiz öğretmeni Marks’ın dediği gibi “insanın sosyal yaşantısı onun düşüncelerini” belirler.

“Ben halkımın tarafını seçtim. Devrim tarafını seçtim. 40 lira karşılığında, 10 kişiye bakan bizim işçilerimiz, 1000 lira ile bir sene yaşamak zorunda bırakılan köylülerimiz, soğuk kış günlerinde evini ısıtamayan, ışığı yanmayan, yarı aç yarı tok yaşayan halkımızın hayatı ile kendi hayatını birleştiren, onun özgürlüğü için hayatını armağan eden, feda eden, ilerlemiş yaşına rağmen hapishanelerde uzun yıllar tutuklu mahpusların tarafını seçtim ben. Kısa ve öz olarak yarı-sömürge, yarı-feodal sosyal ekonomik yapıya sahip olan ülkemizde, özgür – demokratik bir Türkiye yaratmak için mücadele eden Türkiye halkının öncüsü TKP-ML’ye katıldım tüm gücümle TİKKO’nun bir gerillası olmaya çalıştım.”

O, TİKKO saflarına katılarak kısa zaman içerisinde Türk hakim sınıflarınca düşman, ama öbür tarafta çeşitli milliyetlerden halkın en sevilen simalarından biri oldu. Faşist Türk basını günlerce sayfalar dolusu yalan haberler yayınlayarak onu “bir anarşist”, “bölücü bir Ermeni” olarak tanıttılar.

O, bu zor mücadele içerisinde faşist Türk devletinin eline düştü. Her çeşit baskı ve işkencelerine maruz kaldı. Ama o yenilmedi. İşkencehanelerde direnişin en iyi örneklerini sergiledi. Faşist mahkemeler onu “ölüm”e mahkum etmesine rağmen, O cezaevinden firar ederek tekrardan TKP-ML saflarına katıldı. Marksist-Leninist düşünceler ile donanarak, enternasyonalist ruh ile işçi sınıfının mücadelesinde önemli görev ve sorumluluklar üstlendi işçilerin, köylülerin, gençlerin örgütlenmesine katıldı ve yöneticilik yaptı.

Fakat Türk hakim sınıfları da bu ara hiç boş durmadı. Her yerde, peşinden aylarca kovalamalardan sonra izine rastlandı. 13 Mayıs 1980 yılında Elazığ-Erzincan-Karakoçan ilçesinde, faşist polislerin baskını sonucunda çıkan çatışmada vahşice öldürüldü.

Onun üzücü haberini TKP-ML Merkez Komitesi, 15 Mayıs’ta yayınladığı bir bildiri ile çeşitli milliyetlerden Türkiye halkını öfkelendiren haberi duyurdu.

Ama hakim sınıflar onu fiziki olarak ortadan kaldırmayı başardılar. Fakat onun bizlere bıraktığı mücadelesi her zaman tazedir. Şimdi onun mücadelesi sınıf nefretine dönüşerek devam edecek. Onun mücadelesi fabrikalarda, köylerde, okullarda komprador patron-ağa devletine karşı bir kıvılcım olacak.

Henüz ölümsüzleşmesinin üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen halk onun adına şimdiden Türkçe, Kürtçe marşlar düzenlemiştir.

 

******

Armenak Bakır Yoldaşla ilgili ilerici demokrat basında çıkan çeşitli makaleler.

 

***

Armenak’ın Kemikleri Artık Üşümesin…. “Orhan Bakır’ın anısına”.

ARMENAK’IN KEMİKLERI ÜŞÜMESİN

Belge Yayınevi’nden çıkan Murat Kahraman’ın “Çığlık” adlı romanını okudunuz mu?

Kitapta adı geçen Orhan Bakır, Hayrettin Bakış ve Metin Kaya gibi kişiler, değişik tarihlerde çıkan çatışmalarda yaşamlarını yitirdiler. Ama üzerimizde bıraktıkları iz asla silinmedi.

Hele Orhan Bakır’ın anlatıldığı yerde, ağlamayı beceremeyen biri olan ben, yüksek sesle çocuklarımın içinde ağladım.

Orhan’la ilgili bölümde etkilenmemin en önemli nedeni, birincisi benim de Dersimde yaşayan Ermeni oluşum, ikincisi ise, Orhan’ın bölgeye gelmesiyle kendi gerçek kimliğimi buluşum ve “son anda” öğrenişim.

Bilemiyorum bu satırdan sonra nereden baslıyayım. Kitap tanıtımı yaparken, galiba bir de istemeden kendi öykümü anlatacağım. Çünkü birinin anlaşılabilmesi için diğerinin de bilinmesi gerekir.

“AZAD EVİNİZE KAÇAKLAR GELDİ”

Mayıs ayıydı, Dersim o yıl çetin bir kışın ardından bağrını delirircesine çılgın bahara bırakmıştı. O gün sürüyü eve geç getirmiştik. Köye döndüğümüzde köy sanki başkaydı. Köyün içine girdiğimizde, köyümüzün en meraklı kadını yanaşarak, “Azad evinize kaçaklar geldi” dedi, hızla eve doğru yürüdüm.
Devletin adını “eşkıya, terörist” yöre halkının ise “devrimci” dediği, ikisi kız dört kişiydiler.

Kamburu çıkmış hasta ve yaslı babam ise en az davetsiz misafirlerimiz kadar tuhaftı.
Normal zamanlarda zar zor kalkan babam, misafirlere “servis” yapıyordu. O yıl erken doğum yapan bir keçimizin oğlağını misafirlerine kesmiş, kendi temizlemiş ve kendi yöntemleriyle pişirmişti. Fakat misafirlerin ve ablamların tüm ısrarlarına rağmen bırakın yemek yemeyi, sofraya bile oturmuyordu.
Bir çocuğun sevinç dolu ifadesiyle durmadan közün üzerine et atıp pişiriyor, servis yapıyor ve konukların daha nelere ihtiyacı olduğunu soruyor, bizlere de yiyecek olarak ne varsa getirmemizi söylüyordu. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, bir de gurubun lideri olan gencin başını okşuyordu.

“BABAMA NE OLMUŞTU?

Yemekler yenildi, çaylar içildi. Ev bir düğün evine dönüverdi. Sohbetler, tartışmalar, meraklar ve ilginç sorular birbirini kovalayıp gitti.

Grubun liderinin yüzü yabancı gelmiyordu, bir yerde görmüş gibiydim. Babam, onu kolundan çekerek yan odaya çağırdı

Aklımda onlarda kalmıştı. Ama kapı, arkadan babamın bastonuyla desteklenmişti… İçerde ses yoktu. Sadece ağlamaya benzer bir inleme vardı. Paniğe kapılarak var gücümle yaslandım. Paldır küldür içeri daldım
Babam, onu dizlerinin üzerine yatırmış, bir taraftan okşuyor, bir taraftan ağlıyordu.
Bu manzara karsısında adeta sok oldum. Babama ne olmuştu? Bu adam kimdi?

En önemlisi nerden tanıyordu?..

O anın stresi ve korkusuyla “Ne oluyor baba?” diye bağırdım. Babam beni tanımıyor gibiydi, yabancılaşmıştı.

“Burada ne oluyor baba? Bana bir şey açıklamayacak mısın?” diye tekrar bağırdım. Babam hiç kızmadı, tepkide vermedi. Gözyaşlarını sildi. Sigarasından bir yudum aldı. El işaretiyle beni yanına çağırdı, “Oğlum Azad bu genç Orhan Bakır’dır” dedi.

ORHAN DİYE BİR GENÇ

Orhan, 1978’de İzmir Buca Cezaevi’ndeyken, diş çektirme bahanesiyle Ege Üniversitesine sevk edilmiş, orda örgüt arkadaşları tarafından kaçırılmıştı. Firar eylemi esnasında Orhan’a direnen bir asker ölmüştü; Olayın ardından basın Orhan’ın boy boy resimlerini yayınlayarak, “Ne kadar kan dökücü” olduğundan, “Azılı Ermeni terörist”liğinden bahsediyor, hakkında ölüm kararı veriliyordu.
Orhan her yerde “infaz emriyle” fellik fellik aranıyordu.

Evet gazetelerde çıkan resminden onu tanıyordum.

Yine de babamın niçin ağladığını çözememiştim.

Orhan’ın işaretiyle hazırlanan grup köylülerden müsaade istedi. Her şey için teşekkür ederek, tek tek tokalaştılar. Babamın elini öpen, Orhan, başını zar zor
babamın koynundan kurtardı. Babam, kimsenin anlamadığı bir dilde mırıldanıyor, sanki dua ediyordu.

BU DİL KİMİNDİ?

Babamla uzun süre konuşmadan oturduk. Elindeki odunla ateşi kurcalarken, yine o garip dille “Bingöl” türküsünü söyledi.

O an babam tanıdığım babam değildi, güzeldi, olağanüstüydü ama en önemlisi de ilk kez bir türkü söylüyordu. Ben ise onun 29 yaşına gelmiş oğlu, o türküyü ve türkünün sözcüklerini ilk kez duyuyordum.

Daha fazla dayanamadım. Babamın türküsünü kestim:

“Baba, Allah aşkına ne oluyor? Haydi hiçbir soruma cevap vermedin, ama bu kullandığın dil kimin dili? Bari bunu söyle!”

Babam, türküsünü bitirdi. Dönüp bana baktı. Sanki gözyaşları gözlerini yıkamıştı. Öyle güzel ve içten bir bakış fırlattı ki, o anı hiçbir zaman unutmadım. Dudakları belli belirsiz gülümsedi: “Oğlum bu bizim dilimiz!” diye cevap verdi. Sonra yine yüzü acıya gömülür gibi oldu ve sustu.
Tüm ısrarlarıma rağmen, ve hatta kızmama rağmen bir şey söylemedi. Sadece yerinden doğrulurken, yüzüme doğru eğildi: “Azadım,” dedi. “Bir gün sana her şeyi anlatacağım, o gün mutlaka gelecek!” deyip yatağına doğru yürüdü…
Aradan epey zaman geçti. Bahar yaza, yaz güze döndü. Babam, bir daha benimle sohbet etmedi. Her akşam, Halvorı’ye doğru giderek, yıkık kilisenin tam kenarında oturuyordu. Sürekli birilerinin gelişini bekler gibiydi.
Bense babamın, “Bir gün bana mutlaka söyleyeceği” sözün ne olduğunu merak ediyor ve o anı bekliyordum. Neydi o sır?

Daha sonra ögreneceğim bu acı ve çıplak gerçek “Gizli Hristiyanlık”, “Gizli Ermenilik”ti.
Anadolu denen bu coğrafyada o utanç ve trajedi yetmiyormuş gibi, bir de ardında bıraktığı kahredici bir gerçeklik kalmıştı. Babamın Orhan’ı dizlerine yatırması tam da bu gerçeklik içinde kendi anlamını ve cevabını buluyordu.
İşte Murat Kahraman, “Çığlık” adlı romanında “Gizli Hristiyanlık” denen utancı, daha doğrusu o utancı yaratanların, insanları nasıl her gün öldürdüğünü anlatıyor.

PAPAZ OLAN KÖY İMAMI

Babamdan bağımsız olarak Orhan’ın Elazığlı Cami imamı, ama aslında papaz olan yaslı Ermeni’yle olan diyalog ve yaşamını konu alan bölümleri gerçekten insanı derin bir ızdırapla yüzleştiriyor.

Kitabın içindeki yaşlı köy imamının durumu bu açıdan tam bir ibret vakasıdır.
Kırımda ailesinin tümünü kaybeden, bu vahşete küçük yasta tanık olan ve yaralı kurtulan papazın, yaşlı bir Yezidi tarafından kurtarılması, büyütülmesi ve eğitimini tamamlayarak sonunda imam olması öykünün satır basları. Anadolu’da bunun örnekleri o kadar çok ki…

Kitapta Orhan Bakır ile bu cami imamı arasındaki ilişki efsanevi bir dille işlenmiş. Yaşlı imam, Orhan’ı evinin alt katında gizlice inşa ettiği kilisesinde ağırlar. İlişkileri inanılmaz bir sıcaklıktadır.

Nihayetinde Orhan, Karakoçan’da pusuya düşer ve çatışarak orada ölür. İmam ise yolunu gözlediği Orhan’ın ölümünden habersiz günlerce ve aylarca bekler. Bekleme kendisinde bir sıkıntıya dönüsünce, Arapkir’de yine gizli Hristiyanlığı yaşayan Arapkirli Hüseyin’in yanına gider. Orhan’ın ölüm haberini Hüseyin’in politikayla uğraşan oğlundan duyar.

Gayrı onun halini anlatmak imkânsızdır. Gerisin geri yola koyulur, doğruca evine varır. Papaz elbiselerini giyerek siyahlara bürünür. Haçını boynuna asar.
Önce evini benzinler. Tek canlı varlık olan kedisin dışarı çıkarır. Evini ateşe verdikten sonra bir ömür boyunca büyük bir ızdırapla taşıdığı ve adeta kendisini gizlemenin kılıfı çember sakalını tıraş ederek alevlerin içine atar…Ardından da Orhan’ın vasiyeti üzerine gömülü olduğu Dersim Mazgirt İlçesi Faraç Köyü’ne doğru yola koyulur.

“BENİM İÇİN TÜRKÜLER SÖYLE ARMENAK”

Yol boyunca Orhan’la yaptığı tartışmaları düşünür. Gerçeği görüp kendi kimliğine dönmesini isteyen Orhan’a bağrışını, azarlayışını, “kendi dünyasına” dokunmamasını isteyişini anımsar. Son görüşmeleri ve ayrılışları böyledir.
Mezara yaklaştığında saçlarını tarar ve ‘Ahçık’ türküsünü söyler. Şiir okur:

“Benim için türküler söyle Armenak!

Karanlıklar ezginle erisin

Dağ sesinle uyansın

Seninle yürüsün hayat…”

Şiirde geçen Armenak, Orhan Bakır’ın gerçek adıdır.

Epey yürüdükten sonra askerin engeline denk gelir. Kendisine durması ve ilerlememesi çağrısı yapılır. 70-80 yıl boyunca kendisini gizleyen yaşlı adam, “teslim ol” çağrısına yanıt vermez. “Teslim ol” ısrarları sürünce; “Tam yetmiş yıldır teslim oluyorum, yetmedi mi?” diye haykırır…

Bundan sonrası kitapta söyle anlatılır: “Daha söylediğini tamamlamadan, geceyi bölen silah tıkırtılarıyla yere devrildi. Bağrından aldığı yaraya aldırmadan tekrar ayağa kalktı. Yürümeye devam etmeye çalıştı. Silah sesleri çoğalınca, inleyerek yere kapaklandı. Boynundaki haçı avcuna aldı. Öpmek istedi. Yapamadı. Kolları toprağın serin yüzeyine serildi.”

‘BENİ ONUN YANINA GÖTÜR’

Babama gelince…

Orhan’ın ölümünü radyodan dinledik. Şok olmuş ve benzi solmuştu, beni yanına çağırdı. “Azadım” dedi. Yutkunuyor, ağlıyor ve konuşamıyordu. Tüm hücreleriyle acı çekiyordu.

“Orhan gitti, beni onun yanına götür”

Araba yoktu. Babamı sırtlayıp Karakoçan denen lanet diyara nasıl gidecektim?

Üstelik Orhan’ın naaşı verilmemiş ve “Azılı Ermeni terörist” diye radyo ve televizyonlarda verilen anonsların ardından polis tarafından kaçırılarak gömülmüştü.
Tabi, Orhan’ın hayatta iken vasiyet ettiği, “Ölürsem beni Faraç’ın bu tepesine gömün” dediği yere getirilmesi gerekiyordu.

Arkadaşları Orhan’ın bu vasiyetini yerine getirmekte asla tereddüt etmediler. Naaşı polisin gömdüğü topraktan kaçırılarak vasiyet ettiği Faraç’a getirildi.
Cenaze töreni için bize haber verildiğinde babam zar zor nefes alıyordu. “Azad’ım” diye inledi elimi güçsüz elleri arasına aldı. “Yavrum, biz de Ermeni’yiz. Git kardeşini son yolculuğuna uğurla ve dön!” Binlerce kişi Orhan’ın mezarının basındaydık. Kadınlar ağıtlarıyla erkeklerin gür sloganları yarışıyordu.
Dönüşümde babamın baş ucuna vardığımda ağlamaktan bitkin düşmüştü. Ağrılarından mı yoksa Orhan’ın acısından mı bilemiyorduk feci ve ızdırap veren bir acıyla kıvranıyor, kesik kesik konuşuyordu. Ve zavallı babam, bu haliyle ancak dört gün daha dayandı. Bir sabah kalktığımızda ölmüştü. Ölümü de kendisi gibi güzel olmuştu…

Babamın ardından kendimi toparlamakta güçlendim. Sürekli gerçek kimliğimi sorgular oldum. Neydi, Neden olmuştu? Babam niye kendini gizlemişti, bugüne kadar yaşamıştı ve neden şimdi bunları bana söylemişti? …

Sorularımın yanıtını babamın yaşıtı arkadaşlarından ögrenmeye başladım. Yaşanan o acı günleri anlattılar. Kırım döneminde Dersime sığınan 25-40 bin Ermeni kurtarılmıştı. Bazı Dersimli aşiretler de onlara zulüm yapmıştı ama birçoğu da iyilik etmişti. Babam gibileri çoktu ve onlar Dersimliler’e minnet ve şükran duyuyorlardı. Çünkü kırım anında, Dersimli ve Dersim kökenli olup da Sivas Zara’ya kadar yayılan Alevi toplulukların fedakarca kendilerini koruduklarını görmüşlerdi.

NAÇİZANE BİR ÇAĞRI

Gizlenen, tabu ve yasak olan gerçeklikleri yazacak birileri elbette çıkacaktır. Nitekim çıkıyor da işte. Benim karnımı zorla doyurmaya çalışan biri olarak, ne yazık ki elimden bir şey gelmiyor ama buradan naçizane bir çağrım olacak.
Varsa yetenekli ve gerçekten yaşamın gerçeklerine duyarlı bir sinemacı, bu romanı mutlaka okumalı ve bu kutsal yasamı beyaz perdeye aktararak, milyonlara mal etmelidir.

Yaşadığımız acıların bir daha tekrarlanmaması için bu şart!..
En azından biz yaşadık ama başka insanlar, topluluklar, halklar ve milletler yaşamasın…

Not: Bu yazı İstanbul’da Türkçe ve Ermenice haftalık yayınlanan, 27 Mayıs 2005 tarihli (sayı 478, 12 sayfa) AGOS gazetesinden alınmıştır.

****

Kejesi Olmayan Bir Eşkıyaydı

Tuncay OPÇİN

Dağlara kaçan bir Ermeni’ni Portresi: Orhan Bakır ya da Armenak Bakırcıyan.

Orhan Bakır’ın asıl adı Armenak Bakırcıyan’dı. Okumak için geldiği İstanbul’da TİKKO’ya katıldı. Örgüte girmeden önce Armenak olan adını mahkeme kararıyla Orhan yaptı.
Halkına ve örgüte zarar gelsin istemiyordu. Örgüte girmeden önce Anadolu’daki Ermeniler’i bulmakla görevlendirilen bir papazın yardımcısıydı. Tutuklandı, firar etti ve 1978′de Elazığ – Karakoçan’da öldürüldü. Cesedi arkadaşları tarafından kaçırılarak Tunceli’ye götürüldü.
Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan isimlerine bir üçüncüyü ekle deseniz, bu isim hiç şüphesiz Orhan Bakır olurdu. 12 Eylül 1980 öncesinin, gazete manşetlerine kadar çıkmış, yakalanması, tutuklanması, firarı günlerce konuşulmuştu Orhan Bakır’ın. İllegal sol hareketler içerisinde de hatırı sayılır bir sempatizanı vardı.

TİKKO’nun Merkez Komite üyeliğine kadar yükselmiş, karar alma mekanizmasındaki en önemli isim olmuştu. Elazığ – Karakoçan’da vurulduğunda henüz yirmili yaşlarındaydı. Orhan Bakır’ın asıl adı Armenak Bakırcıyan’dı. Diyarbakırlı bir Ermeni idi. İki arkadaşıyla birlikte, isimlerini değiştirerek TİKKO’ya katılmışlardı.

Örgüt içerisinde ele avuca sığmaz kişiliğiyle kısa sürede sivrilince İzmir’de tutuklandı, Buca Cezaevi’ne kondu. Hastaneye götürülürken firar edince artık onun mekanı şehirler değil, dağlar olmuştu. Elazığ – Erzincan – Tunceli kırsalındaydı. Halk onu Ali Ağa olarak tanıyordu. O ise kaybolmuş Ermeniler’i arayıp buluyordu…

EYLEM İÇİN ÖĞRETMEN DÖVDÜ

Diyarbakır’da, Gavur Mahallesi’nde, kalabalık bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Henüz küçücük bir çocukken babası kayboldu. Diyarbakır’dan İstanbul’a giden babasından bir daha haber alınamamıştı. Ne gören vardı, ne duyan… Yıllarca yapılan araştırmalar sonuç vermedi. Artık Armenak yetim bir çocuktu.

Bağlı oldukları Diyarbakır Ermeni Kilisesi’nin papazı Der Giragos’un tavsiyeleriyle okudu. Önce Diyarbakır’da ilkokulu bitirdi. Ardından da ortaokul ve liseye gidebilmek için İstanbul – Üsküdar’a geldi. Surp Haç Tıbrevank Ermeni Lisesi’nin yatılı öğrencisiydi Armenak Bakırcıyan.

Delikanlılığa adımını attığı yıllar, Türkiye sokaklarının en hareketli olduğu yıllardı. 68′de Paris’te atılan kıvılcım tüm dünyayı sarmış, Türkiye’yi de yoğun şekilde etkilemeye başlamıştı. “Halklara özgürlük, İş – emek – hürriyet, Deniz – Mahir – Ulaş, Kurtuluşa kadar savaş” sloganları ile yüzbinler harekete geçmişti.

Sokakların bu hareketliliği üniversitelileri olduğu kadar, liselileri de cezbediyordu. İşte başında kavak yelleri esmesi gereken bir dönemde, Armenak da bu sloganların çekiciliğine kapılmıştı. Lisedeki tüm arkadaşları gibi sıkı bir solcu olmuştu. Surp Haç Lisesi’ndeki o günleri “Yatılı olduğumuz için ülkenin bütün sorunlarını tartışırdık. Tüm sol literatürü de en ince detayına kadar okumuştuk” sözleriyle anlatıyor Hırant Dink. Dink, Armenak Bakırcıyan’ı en iyi bilen, tanıyan isim. İkili hem okul, hem de yatakhane arkadaşı.

Dink ve Bakırcıyan’ın arkadaşlıkları gece yatakhane sohbetlerinde başladı. Armenak lise üçüncü sınıftaydı tanıştıklarında, Hırant ise ikinci sınıfta. Sohbetlerin dozu giderek şiddete kayıyordu. Artık okulda eylem yapma zamanı gelmişti. Solcu öğrenciler öğretmenleri, ezen sınıfın temsilcileri olarak görüyordu. Bu yüzden birilerinin bu gidişe bir son vermesi gerekiyordu.

Öğrenciler tepkilerini öğretmenler içerisinde özellikle İngilizce öğretmenine odaklamıştı. Öğretmen derste okulun dağıttığı kitaptan ders işlemiyordu. Bunun yerine yurtdışından getirtilmiş bir kitabı kullanıyordu. Surp Haç’a gelen öğrencilerin çoğu Anadolu’nun yoksul ailelerine mensuptu. Öğretmenin kullandığı kitabı almaları, hatta o günün Türkiye’sinde bulmaları bile mümkün değildi.

İşte okuldaki ilk ve son eylem İngilizce öğretmenine yönelikti. İkinci sınıfların İngilizce dersi vardı. Öğretmen derse yeni girmişti ki bir anda sınıfın kapısı gürültüyle açıldı. Başını Armenak’ın çektiği kalabalık bir öğrenci grubu sınıfı basmıştı. Hazırladıkları sopalarla İngilizce öğretmenini dövmeye başladılar. O sırada ikinci sınıfta okuyan Hırant Dink, dayak yemek pahasına öğretmenini koridora atmayı başardı.

Diğer öğretmen ve öğrencilerin araya girmesiyle facianın eşiğinden döndü Surp Haç Lisesi. Ancak bu olay Armenak için bir dönüm noktası oldu. Hırant Dink ve Armenak Bakırcıyan, öğretmenin başvurusu üzerine disipline verildi. Sene sonunda da her iki ismin okulla ilişiği kesildi.

Birisi üçüncü, diğeri ikinci sınıfta iki genç yapayalnız ve parasız kalmıştı İstanbul’da. Surp Haç Lisesi’nden Yetişenler Derneği’nin, Şişli’deki lokalinde yatıp kalkıyorlardı. Bu arada Şişli Lisesi’ne kayıt yaptırdı ikisi de. Bir süre sonra Balat’ta bir Ermeni okulunun yatılı öğrenciler için belletmen aradığını duydular.

Okulda hem yatılı, hem de gündüzlü öğrenci vardı. Aynı zamanda kız – erkek karışık eğitim veriliyordu. İstanbul dışından gelen öğrenciler için, yatakhane işlevi görmek üzere iki ev tutulmuştu. Birisinde kız öğrenciler, diğerinde de erkek öğrenciler kalacaktı. Okul yönetimi evlerin başına “ağabey, belletmen” arıyordu. Hem Hırant Dink, hem de Armenak Bakırcıyan bu iş için başvurdu okula.

Ancak bir kişiye iş verilebiliyordu. Dink ve Bakırcıyan ise tek maaşa razıydı. Yatacak yer verildiği taktirde yedikleri, içtikleri ayrı gitmeyen iki arkadaş seve seve belletmenlik yapacaktı. Okul yönetiminin kabulünden sonra iki arkadaşın meskeni Balat’taki bu küçük öğrenci evi olmuştu.

O sene Hırant Dink, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ni, Armenak Bakırcıyan ise aynı üniversitenin Edebiyat Fakültesi’ni kazanmıştı. Fakülte yılları her ikisinin de daha fazla politikleştikleri yıllardı: “Sempatizan noktasını aşmış durumdaydım. Artık bir yol ayrımındaydım. Ya dağa gidecektim, ya da İstanbul’da kalacaktım. Armenak ilkini seçti. Ben o sırada bir aşk yaşıyordum. O bunu bildiği için benim İstanbul’da kalmam gerektiğini söylüyordu. Burada da insana ihtiyaç vardı.”

KÜRTÇE KONUŞAN ERMENİLER

İşte önlerindeki tüm setlerin devrildiği, hızla olayların akışına kapıldıkları günlerde Armenak Bakırcıyan bir kararını açıkladı arkadaşlarına; isim değiştireceklerdi. O günlerde sağın en büyük gazetesi Tercüman’dı. Tercüman hergün sol örgütlerin içerisinde Ermeniler’in olduğunu, Türkiye’yi terör bataklığına Ermeniler’in çektiğini, Türkiye’yi bölmek istediklerini yazıp çiziyordu. Armenak bu “sarı” propagandanın etkisinde kalmıştı.

Aslında Ermeni olmak, illegal sol örgütlerde bile sorun çıkartıyordu: “Mesela bir sendikada yönetime girmek için mücadele ediyorsun. Alttan alta senin Ermeni olduğun dillendirilirdi. Bazı insanlar bel altından vururdu. Armenak da bunu farkındaydı.” Armenak’ın asıl korkusu, kendisi yüzünden halkının hedef haline getirilmesiydi.

Bunun üzerine üç arkadaş, Hırant, Armenak ve Stefan mahkemeye başvurdu. Bu kararı hangi şartlar altında aldıklarını sadece dernekteki Sarkis ağabeyleri biliyordu. Mahkemede birbirlerine şahitlik yaptı üç isim. Artık Hırant, Fırat; Armenak, Orhan; Stefan ise Murat oldu. “Böylece sol hareketin içine daha özgürce katıldık” diyor Hırant Dink isim değiştirme olayı için.

Hırant Dink ve Armenak Bakırcıyan, örgütsel çalışmaların yanı sıra cemaat faaliyetlerine de katılıyordu. Anadolu’nun dört bir yanına dağılmış Ermeniler vardı. Bu Ermeniler’in yeni nesilleri Ermenice’yi unutmuştu. Özellikle Doğu ve Güneydoğu’da Kürtçe konuşan Ermeni köyleri ortaya çıkmıştı. “İşte biz bu köylere gider, öğrenci bulur, Üsküdar Surp Haç Lisesi’ne getirirdik” diyor Hırant Dink.

Bunun için Mardin – Midyat’a gitmişlerdi. Çadırlarda kalan köylülerle konuşmuşlar, çevre köylerdeki Ermeniler’i bulmuşlardı. Bu çalışmalarda en büyük yardımı Diyarbakırlı papaz Der Grigos’tan görüyorlardı. O tüm Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu at sırtında dolaşmış, 1915′ten kalan Ermeniler’e ulaşmaya çalışmıştı. Arjantin’den Türkiye’ye gelen Ermeni Patriği Karakin Haçaduryan da bu çalışmaların en büyük destekçisiydi. Hatta Arjantin’den Türkiye’ye gelmek için bu araştırma faaliyetinin başlamasını şart koşmuştu. İşte hem Hırant Dink, hem de Armenak Bakırcıyan, Der Grigos’un baş yardımcısı olmuştu. Kısıtlı imkânlarla halklarının asimile edilmesine direniyorlardı.

Hırant Dink, Armenak’ın tavsiyesine uyarak İstanbul’da kaldı. Bir müddet sonra da okul yıllarındaki büyük aşkı ile evlendi. Armenak ise dağa çıkmıştı. Ancak bu ayrılışın üzerinden çok geçmeden Armenak’ın İzmir’de yakalandığı haberi geldi. Polisin yaptığı bir operasyon sonucu TİKKO’nun (Türkiye İşçi – Köylü Kurtuluş Ordusu) bir hücresi çökertilmişti. Hücredekilerden birisi Armenak Bakırcıyan’ın da adını vermişti. Armenak, örgüt üyesi suçlamasıyla hakim karşısına çıkarıldı. Tutuklandı ve İzmir – Buca Cezaevi’ne sevk edildi.

Armenak’ın çok sürmeyecek tutukluluk günlerinden hem Hırant Dink, hem de Bakırcıyan ailesi sık sık ziyarete gitti İzmir’e. Bu sırada “örgüt”, Armenak’ı “tutsaklıktan” kurtarma kararı aldı. Bunun için de en uygun yer hastane idi. Armenak, dişlerinden rahatsızlığını bahane ederek, hastaneye sevk istedi. Bu haberi bekleyen örgüt üyeleri, Armenak’ı hastaneden kaçırdı. Tarih 18 Ekim 1977′yi gösteriyordu. Ama bu sırada iki jandarma erini öldürdü TİKKO’cular.

Armenak bu olay sonrasında tüm gazetelerin manşetlerindeydi. İstanbul’daydı ve tanıdıklarının yanında saklanıyordu. İstanbul’da olduğunu hem polis, hem de örgüt arkadaşları biliyordu. Firarından iki hafta sonra ise İstanbul’da Kızlarağası Hanı soygunu gerçekleştirildi. Basın ve polis bunu da Armenak’ın yaptığını düşünüyordu.

Artık Armenak için İstanbul’da saklanma imkânı kalmamıştı. Bir şekilde “kırsal”a çıkacaktı. Nitekim, kısa bir süre sonra adı Tunceli – Elazığ – Erzincan üçgeninde duyulmaya başladı. Kod Ali Ağa, aslında Armenak’tan başkası değildi. Dağlarda o çok istediği özgürlüğüne kavuşmuştu. Hem ailesiyle, hem de arkadaşlarıyla örgüt üzerinden haberleşiyordu. Dağlarda isimleri “Firari” idi. Birbirlerine ise “kirvem” diye hitap ediyorlardı.

CENAZESİ KAÇIRILDI

Bu dönemde arkadaşı Hırant Dink’le de haberleşmesi kesilmişti. Ancak dağlarda yaptıkları ve yaşadıkları yine de tanıksız değildi. Murat Kahraman’ın kaleme aldığı “Çığlık” romanının tanıtım yazısının ardından haftalık Ermenice ve Türkçe yayın yapan Agos gazetesine bir e-mail geldi. Azad Demir imzasıyla gönderilen e-mail Agos’ta, 27 Mayıs 2005′te yayınlandı. 25 yıllık suskunluğun ardından, yaşananlara tanıklığını anlattı Demir yazısında.

Ölümünden kısa bir süre önce Tunceli’de bir dağ köyüne gelmişti firariler. Mevsim bahardı. Köylüler “konukları”na canı gönülden hizmet ediyorlardı. Bunlar içerisinde en ilgi çekeni ise Azad Demir’in babasıydı. Yetmişini çoktan geride bırakmış yaşlı adam, vargücüyle çalışıyordu. Hatta misafirler için yeni doğmuş oğlaklardan birini bile kendi elleriyle kesmiş ve pişirmişti. Bu ilgi ve Orhan Bakır ile babasının ilişkisi Azad Demir’in dikkatini çekmişti.

Yaşlı adam, misafirleri giderken de Azad Demir’in anlamadığı bir dilde Orhan Bakır’a bir şeyler söylemişti. Sonra da garip bir hüzün basmıştı Azad Demir’in babasını. Ancak Demir’i asıl şaşırtan gelişme Orhan Bakır’ın ölüm haberinden sonra gerçekleşti. Babası neredeyse evladını kaybetmiş kadar üzgündü.

Gerisini Azad Demir’in kaleminden takip edelim;

“Orhan’ın ölümünü radyodan dinledik. Babam şok olmuş ve benzi solmuştu, beni yanına çağırdı. ‘Azadım’ dedi. Yutkunuyor, ağlıyor ve konuşamıyordu. Tüm hücreleriyle acı çekiyordu.

‘Orhan gitti, beni onun yanına götür.’ Araba yoktu. Babamı sırtlayıp ta Karakoçan denen lanet diyara nasıl gidecektim? Üstelik Orhan’ın naşı verilmemiş ve ‘Azılı Ermeni terörist’ diye radyo ve televizyonlarda verilen anonsların ardından polis tarafından kaçırılarak gömülmüştü.

Tabii, Orhan’ın hayatta iken vasiyet ettiği, ‘Ölürsem beni Faraç’ın bu tepesine gömün!’ dediği yere getirilmesi gerekiyordu. Arkadaşları Orhan’ın bu vasiyetini yerine getirmekte asla tereddüt etmediler. Naaşı polisin gömdüğü topraktan kaçırılarak vasiyet ettiği Faraç’a getirildi.

Cenaze töreni için bize haber verildiğinde babam zar zor nefes alıyordu. ‘Azad’ım diye inledi elimi güçsüz elleri arasına aldı.

‘Yavrum, biz de Ermeniyiz. Git kardeşini son yolculuğuna uğurla ve dön!’ Binlerce kişi Orhan’ın mezarının başındaydık. Kadınların ağıtlarıyla erkeklerin gür sloganları yarışıyordu. Bu olaydan birkaç gün sonra da babamı kaybettim. Babamın ardından kendimi toparlamakta güçlük çektim. Sürekli gerçek kimliğimi sorgular oldum. Neydi, neden olmuştu? Babam niye kendini gizlemişti, bugüne kadar yaşamıştı ve neden şimdi bunları bana söylemişti?…

Sorularımın yanıtını babamın yaşıtı arkadaşlarından öğrenmeye başladım. Yaşanan o acı günleri anlattılar. Kırım döneminde Dersim’e sığınan 25 – 40 bin Ermeni kurtarılmıştı. Bazı Dersimli aşiretler de onlara zulüm yapmıştı ama birçoğu iyilik etmişti. Babam gibiler çoktu ve onlar Dersimliler’e şükran duyuyorlardı. Çünkü kırım anında, Dersimli ve Dersim kökenli olup da Sivas – Zara’ya kadar yayılan Alevi toplulukların fedakârca kendilerini koruduklarını görmüşlerdi.”

Bakır’ı anlatan yazısında Azad Demir aslında kendi trajedisini dillendiriyordu. Burası Anadolu’ydu ve üzerinden neredeyse 90 yıl geçmiş olmasına rağmen, yaşanan trajedi yeni yeni kendisini gün yüzüne vuruyordu…

Opçin T., “Kejesi Olmayan Bir Eşkıyaydı”, Chronicle, İstanbul, 2005, sayı 2

*****

Armenak Bakır yoldaşın mezarına yönelik faşist saldırganlığa dair, İşçi-Köylü Kurtuluşu, Sayı 46, Aralık 1982’de yayınlanan bir haber:

Armenak Bakır yoldaşın Ermeni Soykırımının 100. yıldönümünde yapılan mezarı ve anıt

Ermeni soykırımının 100. yılında Dersim’in Nazımiye ilçesi Xarik Köyü’nde yapılan Armenak Bakır yoldaşın mezar anıtı ve devrimci basında çıkan bir haber.

Armenak Bakır yoldaşın mezarının yeniden yapılması haberi; Agos Gazetesi, 28.04.2015

****

Armenak Bakır yoldaşın mezarına yönelik burjuva basında çıkan karşı devrimci saldırılar:

 

Saygı Öztürk: “Askerlerimizi başka bir örgüt şehit etti.”, Sözcü Gazetesi, 2 Aralık 2016

(“Burjuva basında yer alan bir makale. Makale de ifade edilen “Nazimiye ilçesindeki anıt” Armenak Bakır yoldaş için yapılmıştır. Makale yazarı, bu konuda spekülasyon yapmakta, gerçekleri çarpıtmaktadır. Tek doğru ifade düşmanı Armenak Bakır yoldaşın mezarı başında yapılan anıta yönelik saldırısıdır.

Makalede ayrıca 28 Kasım 2016’da, Aşkın parti isimli  Hasan Karakoç, Bakış parti isimli Samet Tosun ve Hakan parti isimli Ersin Erel yoldaşların gerçekleştirdiği eyleme dair bilgiler vardır. Makalede “yoldaşlarımızın bir mağarada kıstırıldığı” ifadesi elbette doğru değildir. Yoldaşlarımız düşmanın üzerine gitmiş ve iki düşmanı savaş dışı bırakmış, diğer düşman gücünü yaralamıştır. Düşman bu eylem sonrasında Aliboğazı’nda binlerce askerlik gücünü apar topar çekmiştir.”)

“Tunceli’deki Sözde Ermeni soykırımı anıtı yıkılıyor.” Sözcü Gazetesi, 30 Kasım 2016

Armenak Bakır yoldaşla ilgili devrimci basında yayınlanan bir makale. Aynı kaynakta, 15 Mayıs 2003’te Tokat’ta ölümsüzleşen Emel Kılınç yoldaşla ilgili bir makale. (Kaynak: İşçi Köylü Gazetesi, Sayı-16, Yıl 4, 2-15 Mayıs 2008)