ÇELİŞME, BAŞ ÇELİŞME, DÜŞMAN VE BAŞDÜŞMAN MESELESİ ÜZERİNE

Baş Düşman Sorunu

Baş Düşman Sorunu

Baş çelişme sorunu ile yakından ilgili bir mesele de, Baş düşman meselesidir. Bilindiği gibi, geçmişte, baş düşman konusunda çok çeşitli görüşler savunmuştur. Bu görüşlerin hemen hepsinin  ortak yönü, baş düşman kavramını taktik planda ele almamız, ve içinde bulunulan anda, öne çıkan düşmanı (ya da düşmanları) tespit etme anlamında kullanmamızda. Ancak, baş düşman tespiti yaptığımız halde, hiç bir dönemde, mesela Türkiye şartlarında komprador burjuva ve toprak ağalarının bir kesimi ile ittifaka yönelmedik. Mesela “3 dünya teorisi”ni savunduğumuz dönemde, “iki süper güç”ü dünya çapında baş düşman ilan ettiğimiz halde; bu güçlere karşı, diğer emperyalistlerle ittifakı savunmadık, böyle bir ittifaka yönelmedik; tam tersi böyle bir ittifaka yönelenleri eleştirdik. Bütün oportünistler bizim bu siyasetimize saldırdılar. Aslında onlar saldırılarında, kendi açılarından haklı idiler.  Biz baş düşman, tespiti yaptığımız halde, baş düşman tespit edilen düşmanlara karşı diğer düşmanlarla herhangi bir şekilde bir ittifaka yönelmediğimiz için yaptığımız tespit ile ters düşüyorduk.

Bizim bu tutarsızlığımız, bir yandan dünya Marksist-Leninist hareketi içinde kullanılan baş düşman kavramına sahip çıkmaktan; diğer yandan ise bu kavramın hizmet ettiği siyasetin yanlışlığını görüp; böyle bir siyaseti red etmemizden ileri geliyordu.

Aslında tavrımız oportünizm karşısında gerilemek; oportünist saldırılara göğüs görememek anlamını taşıyordu.

Son dönemde, bazı yoldaşlarımız, baş düşman kavramını “stratejik bir kavram” olduğu şeklinde yanlış görüşler geliştirdiler. Buna göre baş düşman, devrimin önündeki esas engelleri belirtmek için kullanılan, kullanılması gerekli olan bir kavramdı. Böylece, baş düşmanı deyince, mesela dünya çapında akla “emperyalizm, sosyal emperyalizm ve her türlü gericilik”, Türkiye’de ise “Komprador burjuvazi ve toprak ağaları” geliyordu. Böylece, hem baş düşman kavramı kullanılıyor ve hem de düşmanlar arasında bir ayrım yapılmıyor, düşmanların bir bölümü ile bir diğer bölümüne karşı ittifak sorunu diye bir şey ortaya çıkmıyordu. Baş düşman kavramına böyle yaklaşmak da, yine bir yandan baş düşman kavramını kullanmak; diğer yandan ise içinde bulunduğumuz dönemde, ne dünya çapında emperyalistlerin bir bölümü ile bir diğer bölümüne karşı ittifakın mümkün olmadığını, böyle bir siyasetin yanlış olduğunu görmekten kaynaklanıyordu.

Konferans baş düşman meselesini tartışarak açıklığa kavuşturdu.

Bu konuda 1. Konferans’ta alınan kararda şöyle deniyor:

 

“e) BAŞ DÜŞMAN

1/ Baş düşman tespiti taktik bir tespittir.

Baş düşman tespiti düşmanlar arasında ayrım yapmak, düşmanlar arasındaki çelişmelerden yararlanmak, baş düşman tespit edilen düşmanı en dar alana sıkıştırmak, tarafsızlaştırılabilecek düşmanları tarafsızlaştırmak, ona karşı birleştirilebilecek tüm düşmanları da birleştirmek amacıyla yapılır.” (*)

Görüldüğü gibi, burada önce baş düşman kavramının taktik bir tespiti içerdiği belirtiliyor. Gerçekten de baş düşman kavramı, stratejik olarak ele alınamaz. Meseleye böyle bir yaklaşım, yani baş düşman adı altında, tüm düşmanları adlandırmak, düşmanları baş düşman içinde bir bütün olarak ele almak; bizzat baş düşman kavramının mantığı ile çelişir.

Baş düşman kavramı düşmanlar arasında bir ayrım yapmayı, kendi içinde taşıyan bir kavramdır. Konferans bu konuyu açıklığa kavuşturmuştur.”

Konferans kararında devamla deniyor:

“2/Baş düşman tespiti yapmak, derhal baş düşman dışındaki düşmanlarla ittifak kurmak anlamına gelmez. Ama somut olarak böyle bir ittifakın ön hazırlığını gerektirir.” (**)

Baş düşman tespiti yapılınca bazı yoldaşlar, hemen ittifak kurulabileceğini sanıyorlar. Böyle bir anlayış yanlıştır. Baş düşman tespiti, hemen ittifak kurulması anlamına gelmez, ama böyle bir ittifakın ön hazırlıklarını yapmayı gerektirir.

Bazı yoldaşlar, baş düşman tespitinin düşmanlar içinde bir veya bir kaçını tecrit etmek, diğerleri ile ittifaka yönelmek demek olduğunu red ediyorlar. Baş düşman testipini, yalnızca ajitasyon-propaganda da daha çok teşhir edilmesi gerekeni belirtmek anlamında ele alıyorlar ki, kavrama böyle bir yaklaşım da doğru değildir. Böyle bir yaklaşımla, baş düşman tespiti akademik bir tespit olmaktan öteye gidemez; ayrıca oportünistlerin baş düşman kavramını nasıl kullandıkları da göz önüne alınırsa, yarardan çok zarar getirir.

Yukarıda baş düşman kavramının genel olarak açıklamasını yaptık. Şimdi kısaca bir de bu kavramın dünya komünist hareketi içinde nasıl kullanıldığına bir bakalım,

Marks, Engels ve Lenin baş düşman kavramını kullanmazlar. Onlar meselelere gayet somut yaklaşır, karmaşık durumları anlaşılır bir şekilde, ama şemalaştırmadan ve kavramları fetiş haline getirmeden ortaya koyarlar. Marks, Engels, Lenin ve Stalin’de aynı olayın çeşitli kavramlarla ifade edildiğine çokça rastlamak mümkündür. Stalin baş düşman kavramını yalnızca bir anlamda, dünya çapında savaşın esas kışkırtıcısı anlamında kullanmıştır. Komintern’de de baş düşman kavramı, savaşın esas kışkırtıcısı anlamında kullanılmakta; barışın baş düşmanları, savaşın esas kışkırtıcıları anlamında kullanılmaktadır.

Daha sonra SBKP XX. Parti Kongresi’nde, baş düşman kavramı kullanılmadan, Amerikan emperyalizminin emperyalizmle özdeşleştirilmesi eğilimi ortaya çıkmaktadır. 1957-1960 Deklarasyonlarında, Amerikan emperyalizmi insanlık tarihinin en büyük saldırganı, dünya halklarının en azılı düşmanı olarak adlandırılmaktadır.

1957-1960 Deklarasyonlarında, dünya halklarının “başta Amerikan emperyalizmi olmak üzere emperyalizme ve her türlü gericiliğe karşı” birleşmesi istenmektedir.

1963’deki polemik yazılarında; halkların “mızrağın sivri ucunu Amerikan emperyalizmine yöneltmeleri” istenmektedir. Burada, Amerikan emperyalizminin tüm olarak emperyalizmle özdeşleştirilmesi açık bir eğilim olarak ortaya çıkmaktadır.

Daha sonra Lin Biao “Yaşasın Halk Savaşının Zaferi” adlı broşüründe; baş düşman kavramını kullanmadan, Amerikan emperyalizmini baş düşman gören anlayışları savunmakta, “Amerikan emperyalizmi ve uşaklarına karşı bir cephe” kurulmasını önermektedir.

1969 ÇKP IX. Kongresinde Lin Biao’nun sunduğu raporda, “Amerikan emperyalizmi ve Sovyet revizyonizmi” halkların en azılı düşmanları ilan edilmektedir.

“Üç dünya teorisi”nin ortaya çıkması ile ise, “iki süper güç dünya halklarının baş düşmanı’ ilan edilmektedir.

Dünya komünist hareketi içinde, dünya çapında baş düşman kavramının kullanılmasının gelişmesini izlediğimizde görülen şudur:

XX. Parti Kongresi’ne kadar, baş düşman kavramı, yalnızca barışın baş düşmanı, savaşın esas kışkırtıcısı anlamında kullanılmıştır.

Bu kavramın kullanılmasının pratik yansıması şu şekilde olmuştur. Komintern 7. Kongresi ile birlikte, 1939’da emperyalist paylaşım savaşı başlayana kadar olan dönemde, üçlü faşist mihrak emperyalist savaşın baş kışkırtıcıları olarak görülmüş ve onlara karşı diğer emperyalist devletleri de içine alan bir Dünya Barış Cephesi kurma ve savaşı geciktirme politikası izlenmiştir. Bu politika 1939-41 arasındaki emperyalist paylaşım savaşı döneminde terk edildi. Çünkü proletarya emperyalistler arası bir dalaşmadan devrim için yararlanma; emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürme görevi ile karşı karşıya idi. Fakat Almanya’nın 1941’de tek sosyalist ülke durumunda olan Sovyetler Birliği’ne saldırması ile birlikte savaşın niteliği değişti. Savaş artık “Dünya Anti-faşist savaşı” haline gelmişti. Bu durumda bizzat savaş içinde iken, baş düşman haline gelen bir bölüm emperyalist devlete (faşist üçlü mihraka) karşı diğer emperyalist güçlerle geçici bir anti-faşist cephe kurmak mümkün ve zorunlu hale geldi. Dünya Barış Cephesi ve Anti-Faşist Cephesi sadece savaşa karşı ve savaş içinde kurulmuş bir cephedir. Kesinlikle Proleter Dünya Devrimini gerçekleştirmek için kurulmuş bir cephe değildir. Böyle bir siyaset doğru bir siyasettir. Komünistler emperyalistler arası çatlaklardan halklar lehine yararlanmışlardır.

XX. Parti Kongresi’nden itibaren, baş düşman konusunda, emperyalist savaş-proleter dünya devrimi şeklindeki ayrım terk edilmeye başlanmış; bir tek emperyalist gücün “dünya halklarının baş düşmanı” ilan edilmesi eğilimi belirmiştir.

“Üç dünya teorisi” ile, bu eğilim kesinlik kazınmış, “iki süper güç” adı verilen ABD emperyalistleri ve Rus sosyal emperyalizmi, dünya halklarının baş düşmanı ilan edilmiştir.

Böyle bir tespit yalnızca savaş konusunda değil, her konuda yapılmaktadır. Böylece, proletarya ezilen dünya halkları ve iki “süper güce karşı olan herkesin, cephe oluşturması siyaseti gündeme getirilmekte; devrimci güçlerle, karşı devrimci güçler arasında ayrım ortadan kaldırılmakta; emperyalistlerin bir bölümü, ve komprador burjuvazi ve toprak ağası sınıfları; proleter dünya devriminin itici güçleri arasında sayılmaktadır.

Bugün, “iki süper güç dünya halklarının baş düşmanıdır” tezini getirenler, bunun Komintern geleneğinin devamı olduğunu söylerken, dünya Komünist hareketinin tarihini çarpıtıyorlar. Komintern’deki baş düşman tespiti, emperyalist savaşla ilgili bir tespittir. Önerilen cephe, proleter dünya devrimi cephesi değil; savaşa karşı bir cephedir.

Bugün “üç dünya teorisi”ni savunanlar (kendi içlerinde de tutarlı davranarak) “iki süper güç dünya halkalarının baş düşmanıdır” tespitinin sonuçlarını siyasetlerine yansıtıyor ve “iki süper” güce karşı olan herkesin birleşmesi (!) yönünde bir siyaset izliyorlar.

“Üç dünya teorisi”ne bir yandan karşı çıkıp, diğer yandan “iki süper güç dünya halklarının baş düşmanıdır” deyip; iki süper güç (!)e karşı, diğer emperyalist güçlerle ittifaka yönelmeyenler ise tutarlı davranmıyorlar. Bunlar mutlaka siyasetlerini gözden geçirmeli ve “üç dünya teorisi”nin bu temel tezini özeleştiri ile terk etmelidir.

Neden dünya çapında, savaş etkenlerinin yükseldiği dönemlerde ve savaş dönemlerinde barışın baş düşmanı, savaşın esas kışkırtıcısı anlamında bir baş düşman tespiti yapmak doğrudur; ama şartlar ne olursa olsun proleter dünya devriminin baş düşmanı anlamında “halkların baş düşmanı” şeklinde bir tespit yanlıştır. (8)

Çünkü, dünya çapında savaş etmenlerinin hızlı yükseldiği şartlarda ve savaş şartlarında proleter dünya devriminin itici güçleri ile; proleter dünya devriminin hedefleri içinde yer alan; ama içinde bulunulan anda emperyalist savaşın çıkmasını (hazırlıksız olduğu için istemeyen) ve savaşın esas kışkırtıcısı olan emperyalist güçlere karşı olan bir bölüm emperyalist arasında ittifak mümkün hale gelir. Savaş içinde böyle bir ittifak kurulabilir. Savaş öncesinde ise, relatif barışı koruma konusunda, savaş içindeki gibi bir ittifak kurulması da proletarya savaşın esas kışkırtıcılarını tespit ederek, siyasetini savaş konusunda esas olarak bu güçlerin teşhiri ve ileriki bir ittifakın hazırlığı doğrultusunda yürütür.

Proleter dünya devrimi konusunda ise bir baş düşman tespiti yapılamaz. Çünkü proleter dünya devriminin hedefi bir bütün olarak emperyalizmi ve her türlü gericiliktir. Devrimin hedefleri arasında yer alan emperyalistlerin ve gericilerin bir bölümüne karşı, dünya çapında bir ittifak, çok özel, olağanüstü şartlar dışında imkansızdır. (Bu olağanüstü şartlar, dünya çapında emperyalist savaş şartlarında ortaya çıkar. Normal zamanda ve proleter dünya devrimi konusunda imkansız olan bu ittifak; savaş dönemlerinde, yalnızca bir konuda mümkün hale gelebilir.) Dünya çapında, şu veya bu emperyalist gücü, genel anlamda, yani proleter dünya devriminin baş düşmanı olma anlamında; baş düşman ilan etmek, halklara mümkün olmayanı mümkün gösterir; halkları baş düşman ilan edilen güce (güçlere) karşı, diğer emperyalistlerin kuyruğuna takmaya hizmet eder. Böyle bir tespit, baş düşman ilan edilen emperyalist güçle; proleter dünya devriminin düşmanlarının eşitlenmesi; emperyalizm, sosyal emperyalizm ve her türlü gericiliğin baş düşmanı ilan edilen güç(ler)e indirgenmesi demektir. Diğer düşmanları halkların devrim ateşi karşısında, ateş hattından çekmek; hatta bu güçleri devrimin itici güçleri arasında saymak demektir. Ayrıca, proleter dünya devrimi için bir baş düşman tespit etmek; bütün dünya halklarının devrim konusunda öncelikle bir veya birkaç gücü kendine hedef almasını istemek; dünya devrimci sürecinin tek tek ülkelerdeki devrim süreçlerinden ayrı ele alınmayacağını kavramayan, bir tespittir. Böyle bir tespitin sonuçları “Üç dünya teorisi”nin pratiğe yansımasında çok açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. (9)

Bugün ülkemizdeki, kendine Marksist-Leninist diyen tüm oportünist (küçük burjuvazinin “sol” siyasi akımları dışındaki) grupların, ortak özelliği, Üç dünya Teorisi’ne karşı çıktığını iddia eden HK, HY’nun bir bölümü, HB, DP, KAWA vs.de dahi olmak üzere hepsinin, dünya çapında “iki süper güç halkların baş düşmanıdır” tezini savunmalarıdır. Bu grupların tümünde temel şiarlarından biri; emperyalizmi ve gericiliği “Amerika ile Rusya”ya indirgeyen “Ne Amerika Ne Rusya, bağımsız demokratik Türkiye” şiarıdır. Böylece bu gruplar; kendilerinin de karşı devrime hizmet ettiğini tespit ettikleri (ama kavramadıkları) “üç dünya teorisi”ni yeni bir kılıf ile savunmaktadır.

Biz komünistlerin görevi, her konuda olduğu gibi, bu konuda da cesaretle bugün dünya Marksist-Leninist hareketi içinde iyice yayılmış olan bu oportünist teze karşı mücadele etmek; ilkeli bir biçimde cereyana göğüs germektir. Marksist-Leninist teori, dünya komünist hareketinin tecrübeleri ve bugünkü dünya durumu bizim haklı olduğumuzu göstermektir.