KBDH Genel Konseyi: “Birleşik Kadın Mücadelesini Büyütecek, Kadın Devrimine Yürüyeceğiz!”

Birleşik Kadın Mücadelesini Büyütecek, Kadın Devrimine Yürüyeceğiz!

Eşitlik ve Özgürlük için Yaşasın Kadın Devrimi

2022’yi geride bırakıp yeni bir mücadele yılına giriyoruz.

Başlarken bu dönem içinde devrimci mücadelede ölümsüzleşen Amara, Sara, Ruken, Helbest, Zeynep, Jiyan ve Nagihan Akarsel şahsında şehitlerimizi anıyor ve onları mücadelemizin kızıl karanfilleri olarak onurla taşıyacağımızın sözünü veriyoruz.

Patriyarkal kapitalist sistemde kadınlar karşısında adeta canavarlaşan ve katile dönüşen erkeklerin şiddetiyle hayatını kaybeden kadın ve ezilen cinsel kimliklerden arkadaşlarımızı anıyoruz. Ve hiçbir kadının çaresiz ve yalnızlığa mahkum olmadığını, acz içinde olanın erkekler ve erkek egemen sistem olduğunu bir kez daha tekrar pahasında da olsa hatırlatmak istiyoruz.

Tarihin akışı erkek egemen sömürü düzenine karşı kadın zaferine doğrudur. Bu zafer yürüyüşünde dağlarda, kentlerde ve dünyanın neresinde olursa olsun cinsel ve toplumsal özgürlük mücadelesinin en önünde yürüyen arkadaşlarımıza, bulundukları her yeri özgürlük mücadelesinin bir alanına dönüştüren hapishanelerdeki yoldaşlarımıza selamlarımızı iletiyoruz. Şimdiden yeni mücadele yılında her cepheden kadın arkadaşlarımıza başarılar diliyoruz.

Peki yeni bir yıla girerken politik askeri durum nedir?

Ataerkil-kapitalist emperyalist sistem ideolojik, siyasi ve ekonomik krizini aşamıyor.

Bugün büyük alt üst oluşların yaşandığı bir dünya durumuyla karşı karşıyayız.  Emperyalist kapitalist sistem, 2008’de patlak veren ekonomik krizin sarsıcı sonuçlarını yaşıyor. 2008 krizi, dünyanın birçok bölgesinde ekonomik olduğu kadar siyasi ve askeri olarak da mevcut statükoyu sarstı. Bu anlamda, 21. yüzyılın bu anında yaşanan kriz, kapsam ve etkisiyle 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan 1929 Büyük Buhranından daha derindir. Emperyalist devletler ’29 bunalımını sömürü, sömürge ve ilhak alanlarını yeniden dizayn etmek için bir olanağa dönüştürmek üzere harekete geçtiler, kıyıcı bir savaşa giriştiler. İşçiler, emekçiler, ezilen ve sömürge uluslar da bu süreçte emperyalist savaşların nesnesi olmayı bir kez daha reddettiler. Ekim devriminin ideolojik, politik gücünden de destek alarak devrimci-demokratik halkçı, anti-faşist devrimlere yöneldiler, zaferler kazandılar. Örneğin; Çin, Küba, Arnavutluk, Bulgaristan, Yugoslavya ve Mahabat’ta ezilenler kendi kaderlerini yazmaya başladılar. Halklar politik özgürlüklerini elde ettiler. Bu devrimlerin cins özgürlüğü bakımından da son derece önemli sonuçları oldu. Zaferlere yürüyen bu devrimsel süreçlerde kadınların kitlesel katılımının büyük bir rolü oldu. Ancak bu dönemde cins özgürlüğü için doğrudan bir mücadele ve devrim yaklaşımı geliştirilemedi. Kadınlar iktidarın eşit bir bileşeni olarak örgütlenemedi. Bu, hem devrimlerin erkek egemenliğini aşmak bakımından sınırını gösterir hem de devrimci kadının cins bilincinin düzeyine işaret eder. Elbette bu zayıflık devrimlerdeki geriye düşüş ve çözülmelerin temel nedenlerinden biri olmuştur.

Kapitalist Sistem Ve Krizinin Güncel Görünümü

Sürekli bunalım hali kapitalist toplumun tüm hücrelerine kadar işlemiştir. Kapitalizm, tam bir barbarlık sistemi olarak başta kadınlar olmak üzere tüm insanlığın başının belasıdır. Bugün yaşanan krizin ekonomik alt yapısı kadar aynı zamanda ataerkil erkek egemenliğin ve devletin krizi olarak da olgunlaşması onu ‘29 ve diğer krizlerden ayırmaktadır. Krizin çevrim aralığı diye bir olgu neredeyse tarih olurken, kriz mekaniği durmaksızın işlemektedir.

Bu aşamada kriz, ABD ve AB’yi vururken Çin ve Rusya’nın başını çektiği blok ise yüksek büyüme oranları ile krizi fırsata çevirerek konum ve güç kazandı. Ekonomik olanın siyasi ve askeri alanda karşılığını bulması tedrici de olsa bakidir. Bunun anlamı emperyalist kapitalist dünyanın hiyerarşik yapısının çatırdaması; gerileyen ve güç kazanan aktörlerin varlığıdır. Küresel hegemonya krizini oluşturan bu tablo, birçok bölgede vekalet savaşları olarak uç verirken, en son NATO’nun Ukrayna hamlesi sonrası Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısıyla patlak veren savaş doğrudan Rusya ile NATO’nun savaşı olarak yaşanıyor.

ABD’nin dünya ekonomisindeki baskın karakteri ve askeri olarak tartışmasız üstünlüğü sayesinde daha önce sağlamış olduğu dünya düzeni sarsılıyor. Bugün ekonomik, siyasal, sınıfsal, toplumsal, askeri çelişki ve çatışmaların oluşturduğu fay, küresel ölçekte aktifleşmiş durumda. 2008 sonrası dalgalar halinde yaşanan halk isyanları da emperyalistlerin Ortadoğu’da ve dünyanın birçok yerinde nüfuz sahalarını yeniden dizayn etme hamleleri de bunun en bariz göstergesidir.

Ukrayna savaşı, dünyada oluşan yeni dengelerin bir ifadesidir. ABD, Çin’i ve Rusya’yı düşman ilan etti, Ukrayna savaşı ile AB üzerinde zayıflayan etkisini yeniden tesis etme çabasına girdi. Beyin ölümünden bahsedilen NATO’da safları sıkılaştırdı. Ancak tüm bunlar ABD’nin yeniden Batı dünyasını güvenlik şemsiyesi altında topladığına işaret etse de bu oldukça kırılgan bir durumdur. Rusya’ya yönelik ambargo ve yaptırımlar karşısında AB ülkeleri içerisinde çatlaklar büyüyor, kışın bastırmasıyla iyice açığa çıkacak olan enerji krizi, daralan ekonomiler, artan enflasyon nedeniyle bu, tam olarak belirginlik kazanacaktır. Ayrıca bu kış, birçok Avrupa ülkesi, Ukrayna savaşının üzerine tüy diktiği ekonomik küçülme sonrası artan işsizlik ve hayat pahalılığı nedeniyle işçi sınıfı ve emekçilerin eylemleriyle ısınacak.

Emperyalist kapitalist dünyanın kurtlar sofrasında pay almaya çalışan emperyalist güçler, ekonomik olarak yükselen Çin’in; zengin doğal kaynakları, devasa büyüklüğü ve askeri gücüyle Rusya’nın; bu güç ve konumlarına denk bir pay istemeleri keza ABD’nin şemsiyesi altında toplanan emperyalist bloğun ise elindekileri paylaşmak istememesi eşyanın tabiatı gereğidir. Ve bu düğümü çözebilecek tek şey savaştır. Ukrayna ile kapısı aralanan savaş, burada durmayacak tüm dünyayı içine alacak savaşlar dizisini başlatacak, bir dünya savaşına gitme potansiyelini taşımaktadır. Tüm bunlar, kaos aralığına işaret ettiği gibi, daha önce yaşanan birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşlarında olduğu gibi dünyanın birçok yerinde toplumsal devrimleri tetikleyecektir.

Kriz ve savaş; kadınların iki kat daha ezilmesi, yoksullaşması, savaş politikalarının hedefi olması demektir. Militarizmin ve yeni faşist bir dalganın boy verdiği zamanlardayız. Konum kaybı yaşayan sınıf ve sınıf kesimleri içerisinde, devrimci bir alternatifin yokluğunda, sistem karşıtı argümanlarla güç kazanan faşist yapılanmaların kadın düşmanı karakteri bilinen bir gerçektir. Avrupa başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde neo-faşist hareketlerin güç kazanmasıyla, birçok ülkede ırkçı faşist partilerin iktidara gelmesiyle dünya, kadınlar için daha da zor olacaktır. Birçok ülkede sağcı-faşist hükümetlerin kurulmasıyla kürtaj karşıtı düzenlemelerin atbaşı gidiyor olması bunun en bariz göstergesidir.

Emperyalist/kapitalist savaşların en kirli yüzünü kadınlara dönük saldırılar oluşturmaktadır. Yerinden yurdundan edildikten sonra bir bilinmezliğe yolculuğun en ağırını mülteci kadınlar ve çocuklar yaşamaktadır. Göç yollarında cinsel saldırının, şiddetin, evlilik adı altında köle gibi alınıp satılmanın, açlığın ve sefaletin her türlüsüne karşı kadınlar savunmasızdır. İsrail devleti işgal ettiği Filistin topraklarını elde tutmak için sistematik biçimde saldırılarına devam etmektedir. Tüm dünya devletleri saldırılara karşı bu “İsrail’in normali” gibi yaklaşmakta ve bu yolla İsrail’in saldırılarına meşruiyet kazandırmaktadırlar. İsrail, açık ve hedef gözeterek kadınları katletmektedir. Savaşın düzeyini kaydetmeye çalışan bir kadın gazeteciyi öldürürken ona “sen suçlusun” diyecek bir burjuva hukuk sistemi dahi işlememektedir.

Yine savaşın taraflarından birinin eline esir düştüğünde veya katledildiğinde, tıpkı Ermeni kadın asker Anûş Ebîtyan’ın maruz kaldığı gibi bir vahşetle karşı karşıya kalmaktadır. İşgalci faşist Türk devleti tarafından Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşın kadınları nasıl hedef aldığının ise doğrudan tanığıyız.

Burada bir parantez açarak belirtmek isteriz ki; gelişen cins bilinci ve kadın hareketi, burjuva sınıfları bu gerçekliği absorbe etme ya da kendisi için bir dinamiğe dönüştürmek üzere harekete geçiriyor. Seçim alanlarında daha fazla kadınları görmeye başladık. Ancak bu her zaman kadının cinsten yana özneleşmesi anlamına gelmiyor. Sadece kadın olmak değil, hangi programın uygulayıcısı olduğu önemlidir ve esasta niteliği belirler. Örneğin Meral Akşener’in kadın olması, “erkeğe kafa tutması” onun niteliğini değiştirmiyor. O aynı zamanda burjuvadır, faşisttir, sömürgecidir ve de fobiktir.

Başbakanlık koltuklarına kadınların oturması ve kadınların, kadın düşmanı politikaların uygulayıcısı olması asla yanıltıcı olmamalıdır. Kadınlar yekpare bir kuvvet değildir. Kadınların genel olarak ezilmişliği doğrudur. Ancak burjuva kadınların burjuva erkek egemenliğiyle sınıf işbirliği içinde hareket eğilimi aynı zamanda sınıfsal bir pozisyon alıştır. Dolayısıyla erkek egemen kapitalist sistemin kadınları kadınlara karşı savaştırma stratejisinin bir ifadesidir. Şimdi parantezi kapatıp kaldığımız yerden devam edelim:

Kriz Ve Savaş Aralığında Türkiye

Son bir yılda Türkiye ekonomisi tepetaklak oldu. Neoliberal sermaye birikim modeli dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kriz üretir pozisyonda. Türkiye’de bir de rant-yağma düzenin sonucu olarak çok daha ağır bir tablo söz konusu. AKP iktidarı baştan beri, her şeyi sermaye birikimi için sonuna kadar burjuva sınıfın istekleri doğrultusunda dizayn etti. Bunun anlamı dizginsiz bir sömürü ve rant düzeninden başka bir şey değildir. İşçi ve emekçi kitleler en temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geldi. Emekçi kitlelerin büyük bir bölüğü artık ucuz ekmek kuyruğuna mahkum durumda. Yoksul semt pazarlarının çöplerinde atılmış sebze, meyveye talim ediliyor. Artık işsizlik, yoksulluk ve sefalet sürdürülebilir olmaktan çıktı. Asgari ücret zamlarının etkisi pansuman düzeyinde bile değil.

Türkiye, küresel hegemonya krizinin sonucu olarak, emperyalist güçler arasındaki çelişkilerden yararlanarak Suriye’de, Libya’da yayılmacı emelleri doğrultusunda hamleler yaptı. Rojava devrimini boğmak için konum aldı, işgale girişti. Bugün de AKP-MHP faşist iktidarı iflas noktasındaki ekonomiye rağmen Ukrayna Savaşı’nın oluşturduğu konjonktürden yararlanarak içinde bulunduğu darboğazı aşma çabasındadır. Ukrayna savaşının başından beri takındığı dengeci pozisyonunun ödülü olarak Rusya tarafından ekonomik olarak desteklenmektedir.

Faşist iktidar, işçi sınıfı ve emekçilerin, kadınların, ezilen cinsel kimliklerin, gençlerin, Kürt halkının, Alevilerin… ne ekonomik ne de demokratik taleplerini karşılayabilecek, toplumsal dinamikleri sisteme içererek rıza üretebilecek durumdadır. Zaten onun faşist karakterini belirleyen de budur. Tam da bu yüzden içerideki sıkışmışlığını ötelemek, kitle muhalefetini parçalayıp dağıtarak yeniden güç devşirebilmek için bölgede emperyal hayaller doğrultusunda yayılmacı bir politika gütmekte, şovenizmi köpürterek Kürt halkına karşı topyekün bir savaş yürütmektedir. Kitle tabanının toplumsal gerici kodlarına oynamanın yanı sıra aile kurumunun patriyarkal kapitalist sistemin kök hücresi olması nedeniyle yine kadın düşmanlığı üzerinden de kitlesini konsolide etme arayışındadır. En son gündemleştirdiği başörtüsü ve yine kadını, ezilen cinsel kimlikleri hedef tahtasına koyan ailenin güçlendirilmesiyle ilgili anayasa değişikliği hamlesi de salt Kılıçdaroğlu’nu köşeye sıkıştırmaktan çok gerici bir temelde toplumsal yarılmayı sağlamak ve kitleleri yedeklemek içindir. Faşist rejim, ırkçı şoven olduğu kadar kadın düşmanı ve heteroseksist karakterdedir.

8 Marttan 25 Kasım’a, Kadınlar Neredeyse Bütün Yılı Ayakta Geçirdi

Türkiye ve Kürdistan’da kadın özgürlük mücadelesinin öncü özneleri olan komünist, sosyalist, feminist, yurtsever, demokrat kadınlar öncülüğünde kadın kitleleri erkek egemen faşist şef Erdoğan’ın başında olduğu diktatörlük rejiminin yürüttüğü tüm saldırılara karşı İstanbul Sözleşmesinde ısrarını korudu. Özsavunma hakkını kullandığı için tutuklanan kadınları, erkek yargının azgın dişleri arasında ezilmemesi için süreklileşmiş bir mücadele hattı açığa çıkardı.   Eşit işe eşit ücret ve işten atmalara kadınlar grev silahına sarıldılar ve güçlü direnişler örgütlediler. Genç kadınlar yaşam ve barınma için bütün renkleriyle mücadeleye coşku ve heyecanlarıyla mücadelenin etkin bir öznesi oldular. Doğa katliamlarına karşı mücadelede kadınlar vardı. Cumartesi annelerinin, Şenyaşar ailesinin ve Suruç için adalet isteyenlerin en önde yürüdüğü adalet talepli mücadelelerin de yine en ön saflarında kadınlar yer aldı.

Kadın devrimcilere yönelik bir teslim alma biçimi olarak devreye sokulan gözaltında cinsel işkence karşısında kadınların boyun eğmez tutumları tüm direnen kadınlara cesaret ve kararlılık taşıdı.

Gerilla kadının özgür yaşam mücadelesindeki eylemleri kadın özgürlük mücadelesinin zirveleri oldu.

8 Mart’ta başlayan yeni yıl yürüyüşü 25 Kasım’la devam etti. Türkiye ve Kürdistan’ın birçok kentinden kadınlar sokaklarda erkek egemen devlete karşı öfkelerini bir kez daha ortaya koydu.

Faşist rejimin ataerkil, burjuva sömürü ve dinselleştirilmiş bir yaşam tarzı dayatmasına karşı emeği, kimliği ve bedeni üzerinde politika yapmasına izin vermeyeceğini yüksek sesle dile getirdi.

Ancak tüm bu direniş ve protestoların birleşik bir tarzda doğrudan bir iktidar mücadelesine odaklanmamış olmaması hareketin en önemli eksikliğidir. Daha militan ve gerçekten koparıp almaya yoğunlaşan bir tarzı eksen alan kadın özgürlük mücadelesi mutlaka kazanacaktır.

Tüm öznelere çağrımız, her alanda ve cephede birleşik mücadele hattını anti-faşist, anti- emperyalist, cins özgürlükçü bir perspektife bağlamaları ve erkek egemen sisteme yıkıcı darbeler vurmak üzere kendilerini konumlandırmak için bir an bile beklemeksizin harekete geçmeleridir.

Savaş ve işgale dur de!

Faşist iktidar, Kürdistan’daki savaşın yanı sıra tüm toplumsal muhalefet güçlerini bastırmak için ülkede adeta bir savaş halini örgütlüyor. Kürt özgürlük savaşçılarına savaş tünellerinde kimyasal gazla ölüm kusan devlet Bartın’da yerin yedi kat altındaki maden işçilerini ise metan gazıyla katlediyor. Zap’ta katledenle Bartın’da katleden aynı devlettir. Bugün yaşanmakta olan ekonomik, siyasal, toplumsal kriz sarmalının, Kürdistan’da yıllar yılı süren savaştan, Güney Kürdistan ve Rojava’da Kürt özgürlük güçlerine yönelen işgal savaşlarından kopuk olduğunu kimse iddia edemez.  Faşist Türk Devleti Kürt halkını bir bütün olarak hedefe koyuyor, ulusal kimlik ve taleplerini yok sayıyor. Bu uğurda elde silah özgürlük isyanını büyüten gerillayı katletmek fiili meşru mücadele yürüteni ise bastırıp susturmak için her türlü yola başvuruyor. Kürtlerin kazanımları nerede olursa olsun TC için beka sorunudur, işte bu yüzden Rojava’yı boğmak için işgal hamlesi üzerine işgal hamlesi yapıyor, Güney Kürdistan’da tüm askeri tekniği kullanarak, taktik nükleer silah ve kimyasal silahları kullanarak işgalini derinleştirmeyi hedefliyor. Ezcümle; TC dört parça Kürdistan’da Kürt halkının kazanımlarını yok etmeyi, ulusal özgürlük taleplerini bastırmayı hep birinci önceliği saydı, sayıyor. Onu ayakta tutan temel unsurlardan biri Kürt düşmanlığıdır. Türk Devleti, ırkçı-faşist karakteriyle Kürt düşmanı olmanın yanı sıra tekçiliğin diğer ayağı olan erkek egemenlikçi yapısıyla aynı zamanda kadın düşmanıdır. Sömürgeciliğin en kirli yüzüdür, kadına dönük cinsel saldırılar ve bunu Kürt halkına karşı yürütülen özel savaş konseptinin temel unsurlarından biri haline getirmiştir. İşgal ve sömürgecilik siyaseti kadının bedenini de ayakları altına almayı içerir. Hatta erkek egemenlikçi karakteriyle kadın bedeni şahsında bir halka tecavüz etmeyi esas alır.

Tüm tekniğine, kimyasal ve taktik nükleer silahlar da dahil tüm silah ve bombalarına, ikinci büyük NATO ordusuna, NATO’nun desteğine, KDP’nin ihanetçi çizgisine rağmen YJA-STAR ve HPG gerillalarının direncini kıramıyor, 17 Nisan’da başlattığı işgal hamlesini nihayete erdiremiyor. Arkasında bıraktığı asker cenazelerini bile toplayamayacak kadar aciz bir duruma düşüyor özgürlük gerillaları karşısında. Kimyasal silah kullanılmasına karşı ses çıkaran herkese azgınca saldırıyor. TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı kimyasal silah kullanılıp kullanılmadığının netleştirilmesi için bir heyetin inceleme yapması gerektiğini söylediği için önce linç edildi, sonra da tutuklandı. Tüm saldırılara rağmen başı dik bir biçimde süreci göğüsleyen bilim insanı, insan hakları savunucusu Şebnem Korur Fincancı’yı başta kadın hareketi olmak üzere her düzeyde savunmalı ve sahiplenmeliyiz. Erkek/devlet şiddetine karşı sokakları zapt eden, polis barikatının üzerine yürüyen kadından, özsavunma geliştiren kadına ve hak gaspına uğrayan kadına kadar herkese kadın yoldaşlığını gösteren kadın hareketi bir adım ileri çıkmalıdır. Yumuşak karnını oluşturan noktadan yüklenmeli; Kürt sorunu bağlamında devletle cepheleşmeyi göze almalıdır. Yanı başımızda Kürt kadınların işgalci ve tecavüzcü faşist devlet tarafından katledilmesine, cinsel saldırıya uğramasına karşı sessiz kalarak kadın yoldaşlaşmasını sağlayamayız. Kadın hareketi, ezen ulusun kadınları ile ezilen ulusun kadınlarını birbirinden kopartan şovenizmin her türlüsüyle hesaplaşarak, Kürt özgürlük mücadelesini yürüten kadın savaşçılarla yoldaşlaşma yolunda yürümelidir.

20 Kasım gecesi faşist Türk devleti bir kez daha Kuzey Doğu Suriye Özerk Demokratik alanlarını onlarca savaş uçağıyla havadan bombaladı. Sonraki günlerde hava saldırıları, karadan saldırılar, sızma girişimleriyle Şengal, Dêrik, Qamişlo, Dirbêsiyê, Zirgan, Til Temir, Ayn İsa, Kobanê, Til Rifat ve Şehba’ya saldırmaya devam etti. TC devleti ve onun şimdiki temsilcisi faşist şef Erdoğan Kürtlerin varlığını tarihten silmeyi devlet ajandasının ilk sırasında tutmaya devam ediyorlar. Sadece Bakur’da değil dört parça Kürdistan’ın herhangi bir yerinde Kürtlerin elde ettikleri en küçük hakkı “varlık-yokluk” denkleminde ele alıyor, tehdit olarak görüyor ve azgınca saldırıyorlar.

Rojava’da 2012 yılından itibaren ulusların eşit gönüllü birliği temelinde halkçı devrimci demokratik bir sistem inşa ediliyor. Ama bu kadar değil. Rojava aynı zamanda kadınların kurtuluşunun da kapısını aralıyor. Kadın devrimi olarak ilerliyor. Eş ve eşit temsiliyetle iktidarın ortağı. Hem Kürt ve hem de kadın olan Rojava devrimi, faşist Türk devletine karşı tehdit pozisyonunu güçlendirmiş oluyor. Dünyanın tüm emperyalistleri, faşistleri ve erkek egemen sistemlerin temsilcisi olarak dünyanın kadın devrimi öncüsüne karşı savaşıyor. Başta Türkiye, Ortadoğu ve dünyanın tüm kadınları Rojava devrimiyle içsel bir ilişki kurarak Türk devletine karşı ayağa kalkmalıdır. Onunla saf tutan AB, ABD bileşik askeri güçleri NATO ve Rusya’ya karşı mücadeleyi büyütmelidir. Rojava devrimi kadındır. Rojava devrimi kadınlarındır.

Faşist şeflik rejimi güçlü olduğu için değil, güç toplamak için saldırıyor. Kadın hareketi, kadın düşmanı Erdoğan diktatörlüğüne tam da bu zayıf halkasından yüklenmelidir. Bu sadece Rojava’yı savunmak için değil, faşist şef Erdoğan’ın yıkımını getirecek bir halka olduğu için yüklenmelidir. Rojava işgali karşısında istediği toplumsal desteği alamayan ve savaş politikası deşifre edilmiş bir Erdoğan için bu “Midyat’ta pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” olacaktır. Kürdistan ve Türkiye birleşik kadın hareketiyle bunu başarabiliriz. Sarayı Erdoğan’ın başına yıkabiliriz. Eğer karar verirsek bunu başarabiliriz.

İran’da Ve Dünyada Jin, Jiyan, Azadî/Kadın, Yaşam, Özgürlük

2017’den bugüne birçok kez İran’da isyanlar, direnişler oldu; her birisinde kadınlar hep vardı ve bu isyanlara özgürlük talepleriyle damgalarını vurdular. Ama bu seferki isyan farklı, çünkü doğrudan kadınlar tarafından başlatıldı ve sahiplenildi. İsyanın öne çıkan tüm karelerinde kadınlar türban-başörtüsünü çıkartıp attı veya yaktı. Ayaklanma doğrudan kadınların özgürlük talepleriyle başladığı gibi öyle de devam ediyor. Elbette rejimle karşıtlaşmaya neden olan tüm sorun ve çelişkiler de peşi sıra sökün etmektedir.

İran’da, örtünme kurallarına uymadığı için gözaltına alınıp katledilen Jîna Amini İran’daki halk ayaklanmasının, kadın isyanının fitilini ateşledi. Ulusal ve cinsel baskı ve ezilmişliğin bir sonucu olarak ilkin Rojhilat ayağa kalktı, “Jin, Jiyan, Azadî”yi temel mücadele sloganı haline getirerek Jina’nın katledilmesine karşı sokakları tutuşturdu. “Jin, Jiyan, Azadî” İran’ın diğer kentlerinde “Zen, Zendegi, Azadi” olarak yankılandı. Dünya halkları ve kadınların enternasyonal dayanışmasıyla her dilde yaygınlaştı.

Ayaklanma tüm baskılara, hedef gözeterek sıkılan kurşunlara, onca gözaltı terörüne, işkenceye, tutuklananların idam edileceği tehdidine rağmen durmak bilmiyor.

Ayaklanma Rojhilat’tan başlayarak tüm İran kentlerine, kadınlardan başlayarak tüm halk güçlerine yayıldı. Yetmedi dünyanın birçok yerinde kadınların enternasyonal dayanışmasıyla sarmalandı. 21. Yüzyılın kadın devrimleri yüzyılı olacağını bir kez daha gösterdi.

Kadınlar, yer küreyi sarsıyor. Her yerde bedeni, emeği ve kimliğine dönük saldırı ve tahakküm ilişkilerine karşı ayağa kalkıyor, yaşamı ve özgürlüğü için kavgaya giriyor. Jina Amini’nin katledilmesiyle fitili ateşlenen ayaklanmanın sloganı Jin, Jiyan, Azadî evrenselleşiyor. İran’a ses veren kadınlar, aynı zamanda kendi özgürlükleri için haykırıyor. Birleşik bir kadın hareketinin dili ve eylemi oluşuyor. İşte böyle bir dünyada, Türkiye ve Kürdistan devrimleri, bugün hiç olmadığı kadar kadın özgürlük çizgisinde gelişmek zorundadır.

Yeni bir yıla girerken

Hiçbir egemen güç sınıf/cins, tahakküm altına aldığı toplumsal kesimler üzerindeki erk’inden vazgeçmez. Bugün de olan budur. Toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretimine karşı koymaksızın, faşist devleti hedeflemeksizin kadın özgürlük mücadelesi yükseltilemez. Ki toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretimi, bütünlüklü bir hegemonya ve erk ilişkisidir; sınıfsal/toplumsal/ulusal/cinsel çelişki ve çatışmalar iç içe geçerek birbirini besler. Birine karşı topyekün mücadele, diğer tüm ezme ve sömürü ilişkilerine karşı mücadeleyle birlikte verilmelidir.

Bilinen bir şeydir, kapitalist sistemin rıza üretim mekanizmalarının daraldığı ve artık kitleleri kapsayamadığı koşullarda burjuvazi faşist iktidarlara yönelir. Kitlelerde rızayı baskı ve zorun önde olduğu bir yönetim anlayışıyla üretir. Burada şiddet doğrudan rıza üretim aracına dönüşmüştür.

Kadına dönük şiddeti hedef alan herkes bilir ki, bu şiddet mevcut toplumsal cinsiyet rollerinin sürmesi, patriyarkal kapitalist sistemin devamı içindir. Kendinde bir şiddet, bir erkeğin cinnet geçirmesi, psikopatlığı, geri ve feodal duygulara sahip olmuşluğu üzerinden gelişen bir şiddet değildir. Patriyarkal kapitalist sistemin bekası, faşist devletin devamlılığı içindir. Bugün Türkiye’de, ekonomik, siyasal, toplumsal, kültürel bir bütün olarak yaşanmakta olan krizin bir sonucu olarak, sistemin kadının artan özgürlük ihtiyacını rejimin sınırları içerisinde kapsama imkan ve olanağını daralmıştır. Bunun sonucu rıza üretimi olarak elinde kalmış tek enstrüman şiddettir. Bu anlamda kadına dönük şiddet, örgütlü ve politik bir şiddettir.  “Makbul” ve “makul” kadın düzlemini yeniden yeniden üretmenin aracıdır.

Oysa kadınlar bugün, kapitalist üretim ilişkilerinin nüfuz edilmedik hiçbir alan bırakmamış olmasının da etkisiyle sömürü ve ezilmişliğinin yanısıra artan özgürlük ihtiyacı ve özlemleri ile yanıp tutuşuyor. Kadınların bir araya gelme ve birlikte mücadele etme dinamikleri daha da gelişmiş durumda. Tam da bu koşullarda bedeni, emeği ve cinsel kimliğine dönük saldırılara karşı kendiliğinden bilincin yol verdiği çıkışları yapıyor. Artık birilerinin kendilerine çizdiği hayatı kader çizgisi diye kabullenmiyor. Kadın kitleleri henüz, faşist devletle karşıtlaşan devrimci bir çıkış olarak olmasa da çığlıklarının dört duvar arasında yankılanıp sönmesini istemiyor, birlikte mücadelenin yollarını arıyor.

Kadınlar, erkek-devlet şiddetine karşı olduğu kadar tam hak eşitliği için de sokakları, meydanları adımlıyor. Cinsel saldırı ve kadın katliamlarına karşı öfkesini haykırdığı gibi eşit işe eşit ücret sloganını da bayraklaştırıyor. Görünmeyen emeğini görünür kılmak, yeniden üretim yükünü tek başına omuzlamamak için de yürüyor. Patriyarkal kapitalist sistemin temel direği aile kurumuna hapsedilmeye karşı da isyan ediyor. Şimdi tüm bu sesleri, tüm bu yürüyüşleri Kürdistan ve Türkiye devriminin aynı zamanda birer kadın devrimi olarak gelişmesi için buluşturacak; sınıfsal-toplumsal-cinsel-ulusal kurtuluş mücadelelerini büyüteceğiz.

Kadınların Birleşik Devrim Hareketi olarak;

– İnkarcı, işgalci, tecavüzcü, kadın düşmanı faşist Türk devletini yıkmak için dağda ve şehirde eylemin dili ile konuşacak, devrimci şiddeti yükselteceğiz.

– AKP-MHP faşist iktidarının bölgesel yayılmacılık ve işgal saldırılarını durduracak, Kürt halkının özgürlük mücadelesine omuz verecek, patriyarkal kapitalist sistemi yıkacağız.

– Direnen, itiraz eden, reddeden, hayır diyen, özsavunma hakkını kullanan her kadının yanında olacak, kadın özgürlük mücadelesi vermek isteyen her kadınla buluşacağız.

– Beden ve emek sömürüsüne karşı örgütlenip savaşacağız!

– Hapishaneleri özgürlük mücadelesinin bir alanına dönüştüren başta kadın tutsakların direnişlerin,

– İran’da yükselen kadın isyanının sesi olacak, Jin, Jiyan, Azadî sloganıyla birleşik kadın mücadelesini büyüteceğiz!

– Kadın devrimleri yüzyılında perdeyi ilk açan Rojava devrimini savunacağız.!

-Faşizmi ve Erkek Egemenliğini Yıkacağız, Özgürlüğümüzü Kazanacağız!

KBDH Genel Konseyi