Halil Türker

Halil Türker

Ölümsüzleştiği tarih: 26 Eylül 1999

1973 doğumlu olan Halil Türker, ekonomik sıkıntılardan kaynaklı ortaokuldan ayrılmak zorunda kalmış ve küçük yaşta çalışmaya başlamıştır.

1992 yılında çalıştığı Tokat Devlet Hastanesi’nde hastane yöneticilerinin faşist uygulamalarına karşı sendikal örgütlenme çalışmaları yürütmüştür.

1993 yılında Partimiz ile tanışan Halil Türker, çok yeni olmasına karşın disiplinli oluşu, çalışkanlığı, fedakarlığı ve militanlığı ile kısa sürede gelişmiştir. 1994 yılında bir süre örgütsüz kalmış, 1996 sonlarında tekrar bağlantı kurarak yerel faaliyete büyük katkı sunmuştur.

Dilek Konuk, Zeynel Çalpar, Kemal Tutuş gibi birçok yoldaşımızı “umudun adı” dediği Partimiz ile tanıştırmıştır.

1997 yılında Özgür Kemal Karabulut’un ölümsüzleşmesinin ardından gerçekleştirilen bir eylemde gözaltına alınan Halil Türker, iki yıla yakın kaldığı Ulucanlar Hapishanesi’nde tutsak kaldı. Bu süreçte Parti bilincini daha da yükseltti. Ulucanlar’daki partimizin temsilcilik görevini 26 Eylül 1999’daki Ulucanlar katliamına kadar layıkıyla yerine getirdi.

Ulucanlar katliamının o karanlık vahşetinde devrimci ve komünist değerleri can bedeline koruyan Halil Türker yoldaş, başından aldığı kurşunla 9 devrimci dostuyla birlikte ölümsüzleşti.

Halil Türker yoldaş ölümsüzleştiğinde TKP-ML İleri Militanıydı.

 

*********

 

26 Eylül 1999 Ulucanlar Hapishane Katliamında Katledilen devrimcilerin isimleri:

Ümit Altıntaş (TKİP)
Abuzer Çat (MLKP)
Zafer Kırbıyık (TİKB)
Halil Türker (TKP-ML)
Habip Gül (TKİP)
İsmet Kavaklıoğlu (DHKP/C)
Önder Gençarslan (TKP/ML)
Aziz Dönmez (DHKP/C)
Ahmet Savran (DHKP/C)
Mahir Emsalsiz (TKP/ML)

Ulucanlar Hapishanesi katliamında katlledilen devrimciler
Ulucanlar Katliamına dair bir çizim

 

Dönemin burjuva basınında Ulucanlar Katliamı’na dair bir haber küpürü
Burjuva basın doğrudan faşist devletin talimatıyla Ulucanlar Hapishane katliamının “tam sayfa gerekçesini” üretti. Katliam saldırısının psikolojik savaş ayağını katliamdan hemen sonra burjuva basında yer alan haberlerle gerçekleştirildi. “Cezaevlerini terör örgütleri yönetiyordu” Ancak fotoğrafların başka bir hapishanede çekildiği ve 5 yıl öncesine ait olduğu ortaya çıktı. Haber küpürü: 28 Eylül 1999. Hürriyet Gazetesi

********

Ulucanlar Ölümsüzü Halil Türker’in anısına…

“26 Eylül 1999, Ulucanlar Hapishanesi’nde devrimci tutsakların direnişinin adı olarak tarihe geçti. 10 devrimci tutsağın ölümsüzleştiği direnişe dair Nisan Yayımcılık’tan yayımlanan “Ulucanlar’dan Günümüze Miras” isimli kitaptan” Halil Türker yoldaşın ölümsüzleştiği sürece dair kısa bir anlatı.”

Erkeklerin olduğu koğuşlarda yaşananlar…

(…)

5. Koğuştakilerin bir kısmı, özellikle de temsilcilerin bulunduğu bir grup her iki çatışma alanının durumuna bakmak için 5. Koğuş’un çiçekliğinden geçip oradaki 4.5 (dört buçuk) Koğuş denilen gardiyanlıktan 4. Koğuş’un çiçekliğine gidiyorlardı. Bu esnada hem 7. Koğuş tarafından hem de 4. Koğuş tarafından çok yoğun bir tarama yapıldı. Çeşitli silahlarla peşpeşe ateş açılmıştı. Av tüfeği, G3, Keleş, tabanca hepsi kullanılmıştı. Direniş başlayalı daha 15-20 dakika olmamıştı ki bu tarama gelmiş ve hedef gözetilerek yapılan bu tarama sonucunda birçok tutsak vurulmuştu. Abuzer, Halil, Ümit, Zafer, Önder şehit düşmelerine neden olan yaraları bu tarama ile almışlardı. (…)

Tüm vurulanlar geri çekilip 5. Koğuş’un, kulelerinin göremeyeceği yere duvar dibine yatırıldılar. Ümit’in atardamarından vurulduğu belli oluyordu. Kan fışkırarak çıkıyordu. Hemen kanı kesmek için turnike yapıldı. Bir kemerle yaralı yerin biraz üzerinden sıkılmaya çalışıldı. Yine de bunun yetersiz olacağı biliniyordu. “Arkadaşlar, saldırıyı püskürtebiliriz!” derken vurulmuştu Ümit. Abuzer’in kalbinden vurulduğu düşünüldü. Dışarıdan bakılınca bu kanıya varılmıştı (…) Halil kafasından, muhtemelen G3 ya da keleş gibi bir silahla vurulmuştu. Mermi büyüktü ve parçalayarak çıkmıştı. Bu da bir tüfek yaralanmasında olurdu. Erhan yaralıydı, ama Halil’in kafasına tampon yapmakla meşguldü. Halil’in de bilinci kapalıydı. Zafer ensesinden, kulak arkasından boynuna doğru bir yerden yaralanmıştı (…) Zafer’in bilinci açıktı. “Nasılsın?” diye soran herkese zafer işareti yapıyor, konuşamıyor ya da acı verdiğinden konuşmayı tercih etmiyor. Bir kişiyi olsun direnişten alıkoymamak, kendisiyle meşgul etmemek için yarasına konulan tamponu kendisi tutmaya başlıyor.

(…) Eylem komitesi hızlıca, belirlenen bu duruma uygun olarak 4. Koğuş’a çekilme talimatı verdi. Talimat herkese seslenerek iletildi.

– 4. Koğuş’a çekiliyoruz. Yaralıları alıp 4. Koğuş’a çekileceğiz…

Fakat 4. Koğuş’a yaralılarla birlikte çekilmek hiç de kolay olmayacaktı. Çünkü 5. Koğuş havalandırmasından çıktıktan sonra, gardiyanlığa girmek gerekiyordu. Buradan geçip, 4. Koğuş tarafındaki kapısından çıkıp çiçekliği hızlıca geçip 4. Koğuş havalandırmasına girmek gerekiyordu. 7. Koğuş’un işgali için açılan kapı, bir duvarda açılmış dikdörtgen bir boşluk-delikten başka bir şey değildi. Üstelik burası gardiyanlık kapısının tam karşısına geliyordu. Bu nedenle 7. Koğuş havalandırmasındaki askerlerin yapacağı bir saldırı veya silahla ateş açma durumunda yaralılar nedeniyle yavaş hareket edileceği için direnişçiler kolay hedef haline gelebileceklerdi. Neyse ki gardiyanlığın bu kısmında bir de bir pencere vardı. Ve orası kapının aksine 7. Koğuş’taki askerin tam karşısına denk gelmiyordu. Hemen camları kırıldı. Kırık camlardan zarar gören olmaması için birkaç kez katlanarak bir battaniye pervazın üzerine atıldı. Önce yaralıların hepsi gardiyanlık binasının içine taşındı. Bu taşıma işlemi yapılırken direnişçilerden bir kısmı da askerlerin 7. Koğuş havalandırmasında kalması, ilerlememesi için açılan kapının önünde onlarla çatışıyordu.

(…) Gardiyanlığa alınan yaralılar, 4. Koğuş çiçekliğine açılan kapının yanına, yan yana dizildiler. Kapıdan hızlıca çıkıp koşarak 4. Koğuş havalandırmasına geçmek gerekiyordu (…) Yaralıların ikinci bir yara almaması için henüz vurulmayanlar silahlara kendi bedenlerini siper ediyorlardı. Bir kişi kapıdan, anlık bakışlarla Şeftali Sokaktakileri kolluyor, en uygun anda hazır bekleyenlere çıkmalarını söylüyor, onlar da mümkün olan en hızlı şekilde kendilerini 4. Koğuş havalandırmasına atıyorlardı. İkişer kişi Halil ve Abuzer’i 4. Koğuş’a taşıdı. Kapıdan ateş açan asker rahat ateş açmasın diye 4. Koğuş kapısında iki sapancı sürekli onlara kuş lastiği denilen sapanlarla taş atıyorlardı. Geçenlerin büyük çoğunluğu bu sayede vurulmadan geçebildiler. (…)

Ümit kendisini taşırken kimsenin yaralanmasını istemiyordu. Gözcüye “ben kendi başıma geçecek durumdayım” dedi. En uygun anın işaretini bekledi. İşaret verilince bir çırpıda 4. Koğuş havalandırmasına geçti. Gözcü her baktığında sapancılar askere peşpeşe taş atıyordu. Ümit’ten sonra Cafer geçti. Önder de geçti ama tekrar bir yara daha aldı.

(…)

Yaralılar müşadiye duvarının altına yan yana dizilmişlerdi. Bilinci açık olanlar yaralı oldukları yere göre duvara yaslanmışlar. Daha ağır yaralı, uzanması gerekenler hafif yaralıların dizlerini yastık yapıp uzanmışlardı. Abuzer, Halil yan yana yatıyordu. Kafalarının altında yaralı dostlarının, yoldaşlarının dizleri. Abuzer’in başı Zafer’in dizlerinde. Zafer bir eliyle kendi yarasına, eline tutuşturulmuş bir fanilayı kullanarak kocaman bir tampon yapmış, onu tutuyor. Beyaz fanila kıpkırmızı olmuş, ıslanmayan birkaç yerden beyazları görünüyor sadece. Diğer eliyle bir çocuğu sever gibi Abuzer’in saçlarını okşuyor. Abuzer’le Halil’in her an ölebileceğini tüm direnişçiler biliyor. Ama yine de gözler sağlıkçılarda. Yaralara turnike yapıp, tampon koymaktan başka hiçbir teknik olanağı olmayan, ellerinden bir şey gelmediğinden çaresizce çırpınıyorlar. İncitmemek için, gidişlerini geciktirebilmek için, pek mümkün olmasa da bilinçleri yerine gelir de yoldaşlarına, partilerine, dostlarına söyleyecekleri son sözlerini duyabilmek için…

(…) Abuzer’de ölüm belirtileri başlamıştı. Henüz çok az da olsa nabız vardı. Çok zayıf nefes alışverişi oluyordu. Fakat vücudu seğirmeye başlamıştı. Sağlıkçılar bunun anlamını biliyor, fakat kitleye durumu son ana kadar söylemek istemiyorlardı.

(…)

Sağlıkçılar temsilcilere baktı. Abuzer yaralanmasının üzerinden kırk dakika ile bir saat arasında bir zaman geçmişken şehit düşmüştü.

“Abuzer Çat yoldaş ölümsüzdür!”

“Devrim şehitleri ölümsüzdür!”

Sloganlar peşpeşe atıldı. Sloganlar atılmaya başlanınca ne denildiğini anlamak için devlet güçleri de bir süreliğine sessizleşiyordu.

(…)

Abuzer’den beş-on dakika sonra Halil şehit düştü. Abuzer de Halil de kendi örgütlerinin Ulucanlar’daki temsilcileriydi. Devlet güçlerinin hedef göstererek ateş açtığı Cafer’le birlikte üç temsilcinin ciddi bir şekilde yaralanmasından ve ikisinin daha direnişin ilk saati içinde şehit düşmesinden ortaya çıkıyordu.

“Halil Türker yoldaş ölümsüzdür!”

“Devrim şehitleri ölümsüzdür!”