Cengiz İçli

Cengiz İçli

Ölümsüzleştiği tarih: 21 Ekim 2015

Cengiz İçli yoldaş, 1 Ocak 1982 doğumludur. Aslen Kayserili olan Cengiz İçli, Mersin’de doğup büyümüştür. Ailesi Türk-Sünni kökenlidir.

1999 yılında lisede okurken Komsomol saflarında örgütlenen yoldaş, 2010 yılında TMLGB’ye yapılan bir operasyonda gözaltına alınıp tutuklanmıştır. Hapishaneden çıktıktan sonra mücadelesine kaldığı yerden devam etmiştir. Uzun süre TMLGB MK üyeliği yapan yoldaş, partinin çeşitli komitelerinde de görev almıştır.

Ceniz İçli yoldaş TMLGB’nin çağrısıyla 4 Eylül 2013 tarihinde gerillaya katılmıştır.

21 Ekim 2015 akşamı devrimci bir görev için Ovacık Mercan’a bağlı Şahverdi Köyüne giden TKP-ML TİKKO gerillaları görev sonrası köyden çıkıp Mercan Vadisi’ne doğru ilerlerken düşman pususuna takılırlar. Düşmanın ateşi karşısında çatışarak pusudan çıkmaya çalışırlarken Cengiz İçli yoldaş Hakan Çakır yoldaşla birlikte ölümsüzleşirken, Özgüç Yalçın yoldaş ise yaralı olarak esir düşmüş ve işkence edilerek katledilmiştir.

Parti ismi Ünal olan Cengiz içli yoldaş, ölümsüzleştiğinde TKP-ML üyesi, TİKKO savaşçısıydı.

*****

 

*****

Cengiz İçli yoldaşla ilgili basında yer alan haber, açıklama ve makale:

TKP/ML MK’dan Açıklama: “ŞAHVERDİ ŞEHİTLERİNİN SAFLARI PARTİ, ÇAĞRILARI SAVAŞ, SEVDALARI DEVRİMDİR! “

TKP/ML TİKKO Rojava Komutanlığı: “Yurdal, Sefkan, Ünal yoldaşlar özgürlük idealimizdir.”

“Bayrağınız Yere Düşmeyecek, Mevzileriniz Boş Kalmayacak”

TKP-ML TİKKO Gerillaları’dan Şahverdi Şehitleri için sinevizyon

TİKKO Müzik Topluluğu: Üç Partizan’a

*****

“Örgütçü kafası olan bir insandı. Okuyan, araştıran sakin bir şekilde düşünen bir tarzı vardı.”

 -Ekim 2015’te Ovacık Şahverdi Köyü‘nde Özgüç Yalçın (Sefkan) ve Hakan Çakır’la (Yurdal) birlikte çatışmada ölümsüzleşen Cengiz İçli (Ünal) dair biraz konuşalım…

-Cengiz’le ilk temasımız Çukurova’da oldu. Gençlik çalışması ve diğer alanlar, işçi çalışması, semt çalışması iç içeydik. O dönemlerde Cengiz gençlik içerisinde merkezi düzeyde görev alan arkadaşlardan değildi. Çukurova bölgesinde çalışmayı yürüten bir yoldaştı.

Sorumlulukları ağırlıklı olarak bu düzeydeydi. Bir süre sonra bırakmalar ve tutuklanmalar olunca Cengiz doğal olarak bir ikilemle karşı karşıya kaldı.

Genel anlamda Cengiz’in hayatına baktığımızda hep böyle ikilemler olduğunu görüyoruz. Bir tercihte bulunacak, ya karşılaştığı zorluklarla yüzleşmemeyi tercih edecek, geri düşecek ya da üzerine gidecek. Mesela bu ilk ikileminde Cengiz ikincisini tercih etti.

Geri çekilmek yerine yüzleşmeyi tercih etti. Çok deneyimsiz, çok tecrübesiz olmasına rağmen mücadelede ısrar etmeyi seçti ve bunun neticesinde kendisinden daha deneyimli insanların boşluğunu da dolduran bir karakter kazandı.

Cengiz’in şöyle bir özelliği var, annesinin dizinin dibinden ayırmadığı, kendisinin aç olduğunu söylemeden annesinin gelip ağzına yemek tıktığı, sobanın yanından ayırmadığı, dışarıda koşturduğu zaman terlemiştir diye koşarak annesinin aşağı inip üstündeki teri sildiği bir insan.

Şöyle bir şey var ben denk gelmedim ama çok yoğun muhabbeti yapılır anlatılırdı. Cengiz Mersin’deki 1 Mayıs’ta kortej sorumlusu, slogan attıracak annesi de geliyor eyleme katılıyor. Annesi, Cengiz gözaltına alınırsa onu almasınlar diye olayı garantilemek için onu korumak için yürüyüşe gelmiş yürüyor orada. Arada da korteji bozuyor. Cengiz de sinirleniyor, bağırıyor; “anne korteji bozma” diye. Annesini korteje sokuyor, annesi de sinirleniyor. Herkesin ortasında oğluna bağırıyor. Öyle komik bir görüntü.

Yani el bebek, gül bebek yetişmiş bir çocuk aslında çok da böyle devrimciliğe yatkın bir toplumsal ortam değil gibi görünüyor ama aynı zamanda bu ortamın içerisinde bir gıdayı da almış, ahlaki açıdan, “çelik aldığı suyu unutmadı” diyoruz ya. Bir damar var ailenin içerisinde. Baba tarafından.  Devrimci kültürle bir temas söz konusu.

Muzaffer Oruçoğlu Niğde Hapishanesi’ne götürüldüğü zaman, biliyorsunuz Süleyman Cihan onu kurtarmak için o dönemlerde, yoğun bir efor sarf ediyor, hatta çeşitli girişimleri oluyor.

-Hapishaneden kaçırmak için…

-Kaçırmak için. Süleyman Cihan’ların 80 öncesinde Niğde’ye gittiği zaman yanında kaldığı aileler ilişkilerden bir kısmı Cengiz’in baba tarafından. Kaypakkaya geleneğinin Partizan hareketinin o aile, çevre çeper ilişkilerinde yarattığı etkiler, bir şekilde belki birinci kuşakta değil ama ikinci kuşakta karşılığını Cengiz’de bulmuş.

Cengiz’in devrimci olması da enteresan. Mersin’de büyümüşler ama ailesi aslen Niğdeli. Yani geleneksel egemen kodlar ağırlıkta. Türk, Sünni aynı zamanda da el bebek gül bebek büyümüş, toplumsal cinsiyet olarak baktığımızda erkek, bütün imkanlar önüne serilmiş ama buna rağmen Cengiz devrimciliği seçiyor, çok enteresan

-Ama böyle bir sürü insan da var…

-Tabi ki var. Bu gerçek şunu gösteriyor aslında, savunduğu ideolojinin bilimsel yanını gerçekten özümsediğini, kendisiyle de ilişkisi üzerine çok kafa yorduğunu, çok düşündüğünü gösteriyor.

Örnek veriyorum, o dönemlerde özellikle 2006, 2007, 2008’den sonra mesela hareketin Kürt sorununa dair yoğun tartışmaları vardı. “Kürt sorununa dair kendi sorumluluklarımızda ne durumdayız? başlığıyla. Tartışmalarının ilk kez başladığı yer gençlik çalışmasıydı. Bu çalışmaya en hızlı tepki veren ve bu çalışmaya en hevesli olanlarımızdan biri Cengiz’di.

O dönemde milliyet anlamında Kürt olan ya da inanç anlamında Alevi olan Kürt-Alevi olan, Kürt-Sünni olan başka pek çok arkadaşımız vardı. Meseleyi bilimsel temelde tartışıp bunun gerekliliklerini, ayakları yere basan bir şekilde ortaya koyanlardan biri Cengiz’di. Bu, anlamda da çok enteresan, özgün, farklı ve kıymetli.

“Cengiz çok eleştirel bakan bir insandı.”

Tipoloji anlamında çok enteresan ve değişimi de çarpıcıdır. Bizim tarihimizde böyle örnekler var, Cemil Oka vardır. Babası General Nazif Oka. Babası general kendisi silahlı mücadele yürüten bir örgüte dahil olup ön saflardayken yaşamını yitiriyor.

Cengiz, belki de o 70 kuşağının ya da 80’lerdeki bu örneklerin günümüzdeki versiyonu diyebiliriz.

Örgütçü kafası olan bir insandı. Okuyan, araştıran sakin bir şekilde düşünen bir tarzı vardı. Bunu da planlayan bir insandı. Sırt çantasında Lenin’in ciltleri olurdu. Mao’nun ciltleri olurdu. 2 aylık kendine okuma programı çıkartırdı. Günde en az 2 saat ya da 3 saat okuyacak şekilde kendine bir planlama çıkarırdı.

Bu yanıyla uzun vadeli plan yapma, kafa yorma, bir şeyi planlarken bütün yönleriyle düşünme anlamında ayakları yere basan, önüne somut planlar koyma anlamında da sistematik çalışan bir kafası vardı Cengiz’in. Bu anlamda öne çıkan bir özelliğinin bu olduğunu söyleyebiliriz.

Bir de bazı problemlerle karşı karşıya kaldığında bunları araştırdıktan sonra bu konuları çok tartışırdı. Politik bir mevzu olabilir ya da bir insanın davranışı ile ilgili bir şey olabilir. Otururdu “ya bu böyle söylendi ya da böyle tartışılıyor ama gerçekten doğru mu?” Oradan “acaba sorusu” ile başlayan, saatler süren “hakikaten bunun bizimle ilişkisi ne biz ne yaptık, ne yapıyoruz, doğru mu yapıyoruz? bulunduğumuz şeye uygun bir hareket tarzımız var mı, yok mu?” diyen bir noktadan, bir zemin üzerinden yürüyen bir tartışma şekli vardı.

Az önce bahsettiğim aile, ailenin içindeki yetişme tarzı vs.den dolayı emekle kurduğu ilişki çok zayıftı. Bunu da söylemek lazım. Fiziksel emek efor anlamında dinamik bir yapısı yoktu.

Emekli kurduğu ilişki hayatı yetişme tarzından dolayı çok zayıftı ama başkalarına nazaran şöyle bir farkı vardı. Onunla oturup bunu tartışabiliyorsun, “bak şöyle şöyle yapıyorsun” diye söyleyebiliyorsun.

-Tartışmaya ve eleştiriye açık kendi içinde de hesaplaşıyor…

-Evet, en önemlisi de o işte.  Cengiz’in o ikilemle karşı karşıya kaldığında, yüzleşme meselesi burada da devreye giriyor.

“Bu özelliklerin iyi değil ya da seni gerileten özellikler” diye sakin bir şekilde Cengiz’le saatlerce tartışabilirdin ve o bunu “sen bana nasıl bir şey böyle bir şey söylersin, bana nasıl böyle bir tutum takınırsın böyle bir eleştiri getirirsin” diye tartışmazdı.

Cengiz ile ilgili söylenebilecek çok fazla şey var. Mesela Cengiz’in, bir operasyondan dolayı arandığı, il il gezdiği tesadüfen, kılpayı arama noktalarından geçtiği yakalanmadığı, yakalanmamak için işte Otogarda yattığı, otogarda kaldığı.

-Dışarda yattığı da olmuş herhalde…

– Buna benzer çok örnek var. En son ben onu gördüğümde gençliğin özgün bir çalışmasındaydık. Orada gideceğini açıklamıştı. Şöyle bir şey söyledi “ben gidiyorum ama kalan arkadaşlarımın çalışmayı yürüteceğine dar benim bir endişem yok” demişti. O çok etkileyici bir sözdü.

Cengiz çok eleştirel bakan bir insandı. Genel anlamda hareketin düşündükleriyle yaptıkları arasındaki uyumsuzluk diyebileceğimiz çelişkilere dair çok yoğun kafa yoran biriydi.

Cengiz’de şöyle bir şey yok, bir şey söylenmiş farz edelim, ülkenin sosyo-ekonomik yapısı budur. Bu tartışılmaz, genel mücadele hattımız budur. Bu tartışılmaz. Cengiz’de her şey tartışılabilir. Bir şey ortaya konulmuş. Bütün on yıllar boyunca mutlaka bu şekilde devam etmek zorunda değil olmayabilir gibi bakıyordu ki doğrusu budur. O anlamda bilimsel bir kafa yoruşa sahipti. Ciddi bir eleştirel bakışa sahipti.

Genel anlamda bizim çalışmalarımızdaki eksikliklerimiz ve hatalarımızla yüzleşme, toplamın, hareketin eksiklikleriyle yüzleşme anlamında da belki de o dönem içerisinde bize göre daha keskin bir eleştirel tutumu vardı.

Özellikle değişim ve dönüşüm konusunda, hareketin tıkanıklıklarında daha çok bilimsel bakışı olan bir yoldaştı. Genel anlamda eksik yanlış, hatalı bulduğu birçok tutum, politika ve yaklaşıma rağmen bir ikilemle karşı karşıya geldi. Ya yeni bir yol açacaktı kendine oraya, gerillaya katılacaktı ya da başka bir tercihte bulunacaktı.

Kendisinin perspektifinden, hareketin eksikliklerinden, hatalarından ve politik olarak birçok sorundaki eksik olarak tanımladığı yaklaşımlara rağmen örgütlü kalmayı ve bunları pratik süreç içerisinde tartışarak, mücadele içerisinde kalarak aşma noktasında bir tutum sergiledi ve özgür alanlara gitti.

Fiziksel olarak buna çok uygun bir insan değildi. Belli bir hantal yapısı vardı. Çok hareketli, dinamik, öyle atletik bir insan değildi. Kimi fiziksel rahatsızlıkları vardı ama buna rağmen yani bulunduğu alan açısından bulunduğu bölge açısından kendi sorumluluklarından doğru üzerine düşeni yapmaktan geri durmadığını biliyorum o dönem açısından.

Nihayetinde Hakan veÖzgüç ’le beraber yaşamını yitirdi.

-Son olarak ne söylemek istersiniz?

Birçok insanla ilgili tabii ki çok fazla şey anlatılabilir. Ama bugün kaybettiğimiz yoldaşları konuşuyor oluşumuz yani bu kadar zaman geçmesine rağmen Kaypakkaya’yı konuşuyor olmamız, 1970’lerden, 80’lerden, 90’lardan, 2000’lerden onlarca, yüzlerce yaşamını yitiren yoldaşı hala konuşuyor olmamız onların fikirlerinin yaşıyor olmasındandır.

Onların deneyimlerinden öğrenme, onların mücadelede karşılaştıkları sorunlarla nasıl yüzleştikleri, nasıl hesaplaştıkları konusunda bize öğrettiklerini anlamak açısından onları anmak, anlamak çok önemli.

“Ölümsüzler” dediğimizde ya da “yaşamını yitiren yoldaşlar hala bizimle” dediğimizde aslında onların açığa çıkardığı değerlerden söz ediyoruz. Bu değerleri, yaşamımızda, mücadele içerisinde ya da kendimizde nasıl somutluyoruz ya da nasıl dersler çıkarıyoruz perspektifiyle yaklaştığımızda bu gerçek daha da somutluk kazanıyor.

Kötü bir dönem yaşıyoruz. Düşmanın çok üstün olduğu ama karşısındaki devrimci ve yurtsever güçlerin, en radikal mücadeleden demokratik mücadeleye kadar olabildiğince zayıfladığı bir dönemi yaşıyoruz.

Ama işte yoldaşlarımız bir ikilemle karşı karşıya kaldığı zaman hep zorda olsa toplumsal olanı tercih etmiş. Cengiz, Derya, Çiğdem… Kişisel anlamda, bireysel düzeyde çok ciddi sorunlar yaşamasına rağmen geriye dönüp o yaşamı değil de yoldaşlarının olduğu yeri seçip oradan özgür alanlara gitmeleri çok değerli öğretici kıymetli, yol gösterici.

Dağ ne kadar yüce olursa olsun mutlaka zirveye çıkan bir yol vardır. Bu yaklaşımın bugün bizim açımızdan da geçerli olması gerektiğini düşünüyorum.

-Teşekkür ederiz.

*****