DİN SORUNU, YABANCILAŞMA POST-MODERNİZM!

Giriş

Sunu

Yoldaşlar,

Bu sayımızda, verilen görev üzerine parti komitelerimiz tarafından hazırlanan üç ayrı araştırma yazısına yer veriyoruz. Yazılarda ele alınan ana sorunlar birbirleriyle doğrudan ilgili değilse de dönemin ihtiyaçlarını kapsamaları itibarıyla belli bağlantılar içermekte ve sürecin genel sorunları bağlamında belli bir zeminde buluşmaktadır.

Yazıların ilki din sorunu ile ilgilidir. “Din sorunu üzerine araştırma ve tartışma” başlıklı yazıda, konuya ilişkin tarihsel kökleri ve kavramsal inceleme boyutuyla ayrıntılı bir araştırma yapılmış, dosyanın belli başlı hususlarına yönelik açılım getirilmeye ve tartışma yürütülmeye çalışılmıştır. Bu başlıklardan birisi, MLM ideolojinin din sorununa genel olarak yaklaşımı ve devrim mücadelesinde konuyla ilgili tutumdur. Bir diğeri, ülkemiz özgülündeki durum ve özel olarak “İslam”a ait değerlendirmelerdir.

Bunun doğal devamı ülkemiz tarihinde egemen sınıfların din ile ilişkilenmesi ve onu kullanma pratiği de bir başka konu başlığıdır. Bir diğer tartışılması gereken husus, ulusal kurtuluş mücadeleleri ve ulusal direniş hareketleri çerçevesinde, “politik İslam”ın değerlendirilmesidir. Bu konuda Türkiye’deki Hizbullah, El Kaide, vd. ile Lübnan’daki Hizbullah, Filistin’deki Hamas, Filipinler’deki Moro Kurtuluş Cephesi ve Afrika’daki benzer örgütlerin aynı kefeye konulamayacağı açıktır.

Önce RP, 28 Şubat’ın ardından ABD’nin “ılımlı İslam” projesi çerçevesinde ondan yontularak şekillendirilen AKP; merkezi ve yerel yönetimlerde “iktidar” sahibi olmakla kalmadı, ciddi bir örgütlenme (kadro birikimi) sağladı ve 10 yıla ulaşan bir zaman dilimi içerisinde geniş bir taban üzerinde kendine önemli bir alan açtı. Bunda “yeşil” diye kodlanan yandaş sermayenin güçlendirilmesi ve “Fethullah” önde gelmek üzere belli başlı tarikat örgütlenmelerinin yine başta ABD olmak üzere palazlandırılmasının büyük bir rolü olduğu bilinmektedir.

Bu süreçte kullanılan en önemli argüman İslami değerlerdi. Buna toplumun hatırı sayılır bir kesiminden olumlu yanıtlar alınması dikkat çekiciydi. 1980 öncesi MSP geleneğinin sabitlenmiş potansiyeli yüzde 5’leri geçmezken bugün/günümüzde İslami referanslarla önce 20-25 sonra yüzde 47’lere tırmanılması, “tehdit” ve “tehlike” bağlamında İran, Mısır ve Malezya tartışmalarını beraberinde getirdi. Ancak diğer yandan hatırı sayılır bir kesimin de emperyalist lobilerden aldıkları destekle, “Müslüman demokrat”lıktan dem vurduğu noktada, “din sorunu”na yaklaşımın daha kapsamlı üzerinde durulması gerektiği ortaya çıkıyordu.

Engels’in deyimiyle, “insanların beyinlerinde bir zihinsel süreç yolculuğu” olan dinin bu sürecini, “maddi yaşam koşulları” belirlemektedir. (K. Marx- F. Engels, Din Üzerine, sf: 298, İnter yay.) Öyleyse, sorunun çözümü de bu koşullara son vermekten geçmektedir. Aydınlanma faaliyeti hiç kuşkusuz gerekli ve önemlidir ama ne öncelikli ne de çözücüdür. Kemalist ve laikçi sahtekârların ikiyüzlü politikaları, devrimci saflarda tam da bu noktada ciddi bir kafa karışıklığı yaratmaktadır. Konunun “Alevi sorunu”na ilişkin yaklaşım bozukluğu ile kesiştiği noktada, sapma ve hata payımızın büyüyeceğine hiç kuşku yoktur.

Din, kayıtsız kalmamız mümkün olamayacak öneme sahip olmakla beraber son derece hassas dengeler taşımaktadır. Marks’ın din için “hem gerçek sefaletin ifadesi hem de sefalete karşı protestodur” (age, sf: 87) demesinden anlaşılacağı gibi, dinle sarmalanmış yoksulları bu zincirlerden kurtarmanın yolu esas sömürü çarklarından kurtuluş adına çıkış yapabilmektir. Bunun için harekât tarzına dair Lenin şunları söylemektedir:

“İnsanlığın üzerindeki din boyunduruğunun, toplumdaki ekonomik boyunduruğun bir sonucu ve yansıması olduğunu açığa çıkarmak burjuva dar görüşlülüğünden başka bir şey değildir. Proletarya kapitalizmin karanlık güçlerine karşı kendi mücadelesiyle aydınlanmadıkça ne kadar bildiri dağıtılırsa dağıtılsın, ne kadar söz söylenirse söylensin proletaryayı aydınlatmak olanaksızdır. (…) İşte bu nedenle Programımızda ateist olduğumuzu belirtmiyoruz ve böyle davranmak zorundayız. İşte bu nedenle, eski önyargılarını sürdüren proleterlerin partimize katılmalarını engellemiyoruz ve engellememek zorundayız.-03.12.1905-” (Din Üzerine, sf: 14, Ekim Yay.)

İkinci yazının konusu “yabancılaşma”dır. “Yabancılaşma ve proleter devrimci saflara yansımaları üzerine” başlıklı yazı, 8. Parti Konferansımızda saptanan yönelim doğrultusundaki çalışmaların devamı niteliğindedir. Daha önce Komünist 61’de yayınlanan iki adet “kültürel dejenerasyon” yazısı üzerinden açılan dosya kapsamında, “yabancılaşma” kavramı ile belli bir derinlik sağlanmaya çalışılmaktadır.

Bildiğimiz üzere “yabancılaşma”, Marks’ın kullandığı anlamda; bir kişi, grup ya da toplumun, bir eylem veya içinde bulunulan durum aracılığıyla kendi özgün etkinliğinin sonuçlarına ya da ürünlerine ve/veya içinde yaşadığı doğaya ve/veya diğer insanlara, aynı zamanda da kendisine yabancı duruma gelmesidir. Bunda belirleyici rolü hiç kuşkusuz toplumların geçirdikleri evrim süreçleri oynamaktadır. Ancak çok uzun zaman dilimlerine yayılan bu süreçler kendi içerisinde bir dizi aşamalar barındırır ki yabancılaşmanın işte yukarıda açmaya çalıştığımız özelliği, toplumdaki çeşitli aktörlerin cisimleştirdiği bir olguya hayatiyet kazandırır. Bu aktörlerin bizi ilgilendiren en önemlisi elbette ki Proletarya Partisi’dir.

Proletarya Partisi bakımından yabancılaşma her şeyden önce sınıfsal özünden kopma, kendi kimliğine aykırı bir pozisyona savrulma halidir. Bunun en açık göstergesi olarak, çizgisine, stratejik hattına uygun olmayan bir politik-pratik tutum içerisinde bulunması kabul edilmelidir. Örgütsel yapıda bozulma, ileri kitlelerden kopma, devrim hedefinden uzaklaşma gibi zincirleme olarak bütün yıkımların yaşanacağı bu sürecin Proletarya Partisi’ni ağır bir yenilgiye uğratması kaçınılmazdır. Yabancılaşmanın en hafifinden yol açacağı sonuçlardan birisi budur…

Üçüncü yazının konu başlığı post-modernizmdir. “Yerellik-merkezilik ilişkisi bağlamında anarşizm ve post-modernizm üzerine” başlıklı yazıda; özellikle 90’lı yıllardan sonra emperyalist-kapitalist sistemin geliştirmiş olduğu çok yönlü ideolojik saldırıların ürünü olarak esen tasfiyecilik ve halk saflarında yankısı bulan her türden küçük burjuva ideolojisinin bir tezahürü bağlamında post-modernizm işlenmektedir. Değişik ülke örnekleri ve farklı boyutlarıyla çok kapsamlı bir konu olan bu ideolojik saldırılar aslında daha geniş bir dosyada ele alınıp tartışılmalıdır.

“Post-modernizm” başlığı altına birçok konu girmektedir. Burada öne çıkarılan bir bakıma yerellik-merkezilik boyutu olmaktadır. Konunun, STK’larının rolü, merkezi iktidarın hedef alınmaması, devrimlerin fonksiyon kaybettiği tezleriyle birlikte tartışılması hedeflenmiştir. Burada dikkat çekici olan, Zapatist hareketten Chavez’e, Öcalan’dan bilumum “komünist” eskisine kadar sivil toplumcu, “iktidar” düşmanı, “devrimsiz”, yerellerden merkeze ya da yalnızca yerellerle yetinmek suretiyle bir “hidayete erme” formülünde buluşma halidir.

Anarşizmle pek çok biçimde çakışan, sosyal forumları adeta platform belleyen, “sınıf”, “silahlı mücadele” gibi kavramları rafa kaldıran bu ideolojik kumpanya grubunu post-modernizm diye kategorik bir başlık altında toplamak hiç de yanlış olmasa gerektir.

Yoldaşlar,

Her üç yazı da partimizin bütün komitelerinde okunmalı, tartışılmalı ve değerlendirilmelidir. Bütün komitelerden kasıt, sempatizan örgütlenmelerini de içine alan kapsamdaki bütün parti birimleridir. Bu konularda parti içerisinde özel olarak tartışma açılması söz konusu değildir. Ancak her üç konuya ilişkin gerek komite düzeyinde gerekse de tek tek eleştiri, değerlendirme ve katkıda bulunulması, daha önemlisi benzer kapsamda çalışma(lar) yapılması (yazı hazırlanması) çok yararlı olacaktır.

Önceki Komünist’lerde yayınladığımız yazı ve raporlara ilişkin değerlendirme ve tartışma yazıları konusunda eleştiriye tabi tuttuğumuz atalet giderilebilmiş değildir. Bunun için bu aşamada daha fazla söz sarf etmenin yararı olduğunu düşünmüyoruz. Öyle anlaşılmaktadır ki sorun süreç içerisinde aşılabilecektir. Ne var ki bu durum dönemlik görevlerin hatırlatılmasına engel değildir.

Uluslararası Komünist Hareket’in ciddi anlamda ideolojik ve politik sorunlar yaşadığı ve başta DEH olmak üzere iç çekişme ve tartışmaların kamuoyuna döküldüğü günümüzde, sürece katkı sunmak ve etkili olabilmek için politik seviyesi yüksek bir konum elde etmek zorundayız. Bunun için hem kendi içimizde ve hem de kardeş partilerle kurduğumuz ilişkiler çapında yoğun bir ideolojik-politik gelişim çizgisi yakalamamız gerektiği açıktır.

Komünist’in bu konuda etkili bir platform haline gelebilmesi için önümüzdeki dönem gelişmelerin partiye aktarılmasıyla beraber parti kadrolarının sürece aktif biçimde katılması için çağrıda bulunacaktır. Ancak bu görev hali hazırda da geçerlidir. Yayınlanmakta olan belgeler belli yönleriyle konuya temas ettiği gibi, kimi belgeler gerek diğer yayınlar gerekse başka vasıtalarla kamuoyuna sunulmaktadır. Yoldaşlar yapacakları çalışmaları, araştırma ve değerlendirmeleri MK-SB ile paylaşmalıdır.

Temmuz 2009

         MK-SB

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

GİRİŞ

A-DİN NEDİR?

Dinin tanımlanmasında idealist kampın yaklaşımları

Dinin Ortaya Çıkışı

Dinin Eleştirisi

B-DİN VE DEVLETİN EVRİMİ

  1. İlkel-Komünal Toplumda Din
  2. Köleci Toplumda Din ve Devlet

a-)Tanrı ile Kralın Özdeşleşmesi

b-)Çok Tanrılı Dinlerin ve Köleci Devletin Evrimi

c-)Tanrısız Dinlerin Devletle Özdeşleşmesi

  1. Feodal Toplumda Din ve Devlet

a-)Hıristiyanlık Avrupa’sında Din ve Devlet

b-)İslam Dünyasında Din ve Devlet

c-)Hindistan Örneği: Hinduizm

  1. Kapitalist Toplumda Din ve Devlet
  2. Sosyalizmde Din ve Devlet

C-DİN İLE DEVLETİN ÖZDEŞLİĞİNİN YARATTIĞI BAZI KUTSAL ÖRTÜLER

1-) Tanrılı Dinlerin ve Teokratik Devletin Bazı Kutsal Örtüleri

Kulluk ve Biat Kültürü

Günah ve Şeytan

Cennet ve Cehennem

Kader

2-) Tanrısız Dinlerin Bazı Kutsal Örtüleri

Kulluk ve Biat

Reenkarnasyon

Çilecilik ve Kader

Kıt kanaatçilik ve Çalışmanın İbadet Oluşu

D-DİN VE SİYASAL MÜCADELELER

Hıristiyanlık Dünyasında Siyasal Mücadeleler ve Din

İslam Dünyasında Siyasal Mücadeleler ve Din

Hindistan’da Siyasal Mücadeleler ve Din

Devletle Özdeşleşmemiş Bazı Dinlerin Uzlaştırıcı Nitelikleri

Din, Irkçılık ve Milliyetçilik

E- TÜRKİYE VE TÜRKİYE KİRDİSTANI’NDA DİN

1-) Osmanlı Devleti’nde Din

2-) TC’nin Kuruluşu ve Kemalizm’in İnşasında Din ve Laikliğin Rolü

3-) Laikliğin TC’de Algılanışı ve Hâkim Sınıflar Arasındaki Dalaştaki Rolü

4-) Laiklik TC’nin Ilımlı İslam’ı

F-PROLETARYA PARTİSİ’NİN LAİKLİK VE DİNE YAKLAŞIMI

Laiklik Tartışmalarına Yaklaşım

Dine Yaklaşım

G-SONUÇ

      GİRİŞ

Dinin tanımı ve eleştirisi, ideolojik yaklaşıma göre biçim alır. İnsan türünün, ağaçlarda başlayan dinsel düşüncesi, evrimleşerek günümüze kadar gelmiştir. Kapitalist topluma kadar, din, devlet ve siyasetle özdeşleşmiş haldeydi. Bu nedenle tarih, rahatlıkla dinler ve kültürler tarihi olarak gösterilebilmektedir. Kapitalist sistemde, bu özdeşlik bozulduysa da, din, gücünden ve etkisinden çok fazla bir şey kaybetmemiştir. Bu nedenle dinin eleştirisi, insanlık tarihinin eleştirisidir ve sınıf savaşımının kopmaz bir parçasıdır.

Günümüzde de tüm devletlerin bir resmi dini olmuştur. Dinin devletten ayrışmış olması, dinin etkin bir araç olmasının önünde engel değildir. Burjuvazinin varlığı sömürüye dayandığı için, din gibi etkin bir manipüle aracını kullanmamazlık edemez. Emperyalist burjuvazinin de hem sömürgelerinde hem de yarı-sömürgelerinde egemenliğini meşrulaştırmak ve sömürüyü yoğunlaştırmak için, kullandığı en etkin araçlardan birisi din olmuştur. Dolayısıyla kapitalist toplumda, “bilim, modernlik, bilgi çağı, demokrasi” vb. retorikler, dinin etkisini değil, biçimini değiştirmiştir.

90’larla birlikte dinin, sosyal ve siyasal yaşamdaki etkisi artmıştır. Kitleler, sosyalizmin itibar kaybetmesiyle birlikte, kimlik arayışlarını din veya milliyetçilik kulvarında aramaya ağırlık vermişlerdir. Bu durum, emperyalizmin temel ideolojik saldırıları için geniş zemin yaratmıştır. Emperyalizmin, son yüzyılın en büyük ideolojik saldırısı olan “küreselleşme, yeni dünya düzeni” ve bu temelde inşa edilen “medeniyetler çatışması” ile “ılımlı İslam projesi”, sınıfları ve sınıf savaşımını inkâr temelinde, liberalizmi kutsamak amacıyla geliştirilmiştir. Bu saldırılarda kullanılan en etkin araçlardan birisi din olmuştur.

Dine karşı mücadele sadece bilinen klasik haline karşı değil, günümüzde “yeni ruhçuluk ve yeni mistisizm” şeklindeki dinlerin savunusu olan post-modernizmin, belirsizlik ve kaos felsefeleri ile temellendirdikleri idealizme karşı da mücadeleyi içerir. Post-modernizmin, nesnel bilgiyi yadsıması, gerçekliği özne (birey) ile sınırlayıp, ötesini bilinmeze bırakması, elbette dinsel düşünceyi, mistisizmi doğurur.

Yanı sıra, “bilgi çağı, uzay çağı, elektronik-teknoloji çağı vs.” denen bu dönemde, bilginin en fazla bulunduğu ve bilgiye en hızlı ulaşabildiği emperyalist-kapitalist ülkelerde, mistisizme doğaüstü olaylara ve burçların, yıldızların konumlarının, hayatı belirlediğine inananların sayısı, anketlere göre, neredeyse nüfusun yarısını oluşturuyor. Dolayısı ile dine karşı mücadele sadece klasik dinlere ve uzantılarına değil post-modernizmin kuantum fiziği temelli “bilimsel dini”ne karşı da idealist mistik düşüncelere karşı mücadeleyi içerir ve akli bilimi öne alan düşünüşü yaratmaya çalışır.

Dünyada ve Anadolu’da dinin yoğun bir etkisinin bulunması ve bu etkinin sömürücü-egemen sınıflarca, sömürüyü yoğunlaştırmak için kullanılması, dinin incelenmesinin zorunluluğunu yaratıyor. 21. yy.’a girilirken, emperyalizmin dini, ideolojik saldırılarının merkezine oturtması bu zorunluluğu artırıyor. Egemen işbirlikçi sınıflar ile emperyalizm, dini kitleleri kendi peşlerine sürüklemek ve kitlelerin sınıfsal çıkarlarına yönelik bilinçlerini dumura uğratmak için etkili bir silah olarak kullanmaktadırlar.

Dine yeni biçimler vererek (ılımlı İslam veya Papa’nın “Tanrı’nın temsilcisi olmaktan vazgeçmesi” gibi) dini, kendi çıkarlarına göre uyarlamaktadırlar. Böylece kitleler, yaşadıkları sıkıntılara, acılara, baskılara… dinsel örtü sayesinde, sınıfsal olarak yaklaşamamaktadırlar. Ulus, mezhep-din, cinsiyet vb. kimlikler etrafında toplanan kitleler, hâkim sınıfların peşine rahatlıkla takılabilmektedirler. Böylece kitleler “medeniyetler ve kültürler savaşı” kulvarında oyalanırken, emperyalistler ve yerli işbirlikçileri kârlarını katlayabilmektedirler.

Din, emekçilerin ve ezilenlerin sınıfsal çıkarlarını, bilincini dumura uğratan en etkin araçtır. Doğa ve topluma nesnel yaklaşımı tamamen idealist ve ters bilinçle yönlendiren din, toplumsal yaşamın tüm kılcal damarlarında etkin olarak var olabilmektedir. Dinin bu geniş etkisi, egemen sömürücü sınıflar için büyük bir avantaj yaratmaktadır. Egemenler, dine karşı savaşıyormuş gibi göründükleri zamanlar bile, yeni dini biçimlerle kitleleri peşlerine takabilmektedirler.

Dolayısıyla kitleleri daha iyi anlayabilmek, onları örgütleyebilmek ve sömürücü sınıfların politikalarını bertaraf edebilmek için, dinin, tarihsel olarak incelenmesinin ve eleştirisinin, MLM tarzda yapılması zorunludur. Dine yaklaşımda sağ ve sol oportünizme ve burjuva dar kafalılığa düşmemek için MLM’lerin dine yaklaşımındaki bilinci berrak olmalıdır. Bu berraklığın sağlanabilmesinin iki temel koşulu, Marksizm’in dine yaklaşımını özümsemek ve dinin tarihsel olarak incelenmesini diyalektik materyalist bir temelde yaparak günümüzle bağını kurabilmektir.

Dolayısıyla KP’nin dine yaklaşımı bu temellerde yükselir. Dine yaklaşımda KP’nin tavrının ne olması gerektiğini en özlü biçimde Lenin’de görüyoruz. Lenin, “din halkın afyonudur” veciz sözünün, Marksizm’in dine yaklaşımındaki köşe taşı olduğunu belirtir. Ancak bu belirlemenin, burjuva ateizmindeki dar kafalılık şeklinde ele alınmasının tehlikelerini de göz önüne serer. Burjuva materyalizmi ve sol oportünizm, dine karşı cepheden mücadele ederek dinin hemen ortadan kaldırılmasını ister. Sağ oportünizm ise “kitleleri ürkütmemek” adına dinle uzlaşmayı salık verir. Lenin, bu iki uç yaklaşımın KP’yi kitlelerden koparacağını belirtir. Lenin, KP’nin dine yaklaşımındaki ikili niteliğe vurgu yapar; KP, dinin devlet karşısında özel bir mesele olmasını talep eder; fakat dini, parti karşısında kesinlikle özel bir mesele olarak ele almaz. (Lenin, Din Üzerine, Sf: 8, İnter Yayınları)

Devletin, siyasal evriminin tamamlanabilmesi için devletin dinle bir ilgisinin olmaması gerekmektedir. Devlet, dindarlara veya ateistlere herhangi bir ayrıcalık tanımaz; tanıyamaz. Bu açıdan gerek Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’nda gerekse diğer ülkelerde, dinin, devletten daha fazla ayrışmasına yönelik politikalar üretilmeli; desteklenmelidir. KP’nin, dini, özel bir mesele olarak ele almamasının esas nedeni, dinin, sosyal ve siyasal etkisidir. Eğer KP, propagandasında dini, devletin karşısında olduğu gibi özel bir mesele olarak ele alırsa, liberalizmle aynı kulvarda yürünülür. Dolayısıyla KP, bu ikili ayrımı kesinlikle gözetir.

KP, dini özel bir mesele olarak değil, sosyal-siyasal olarak ele alır dedik. Ama, bunun sınırları ne olacaktır. Sol oportünistler, ateizmin parti programına konulmasında ısrar eder. Lenin ise, KP’nin propagandasının ateizmi mutlaka kapsaması gerektiğini; ancak ateizmin parti programında yer alamayacağını belirtir. Çünkü dine karşı mücadelenin, burjuva dar kafalılığı ve radikalizminden ayrıştırılması gerekir. Marksizm, dinin, hemen şimdi ortadan kaldırılamayacağını, dinin sönümlenerek yok olabileceğini ortaya koyar. Bu sönümlenme ise dinin kökenlerinin yaşam suyunu aldığı kapitalist sistemin, yıkılması ile mümkün olabilecektir. Lenin, dinin ortadan kaldırılması ile ekonomik-siyasal mücadelenin bağını kuramayanlara dinin kökenini ve hala varlığını sürdürebilmesinin nedenlerini şöyle açıklar:

“Dine karşı mücadele, soyut ideolojik bir vaazla sınırlandırılmamalıdır; böyle bir vaazla aynı kapıya çıkmasına izin verilmemelidir. Bu mücadele, dinin sosyal kökenlerinin ortadan kaldırılmasına yönelik sınıf hareketinin somut pratiğiyle bağlantılandırılmalıdır. Din, neden kent proletaryasının geri katmanları içinde, yarı-proletaryanın geniş katmanları içinde ve köylü kitlesi içinde tutunuyor? Halkın cahilliğinden, diye yanıt verir, burjuva ilerlemeci, radikal ve burjuva materyalist. O halde: Kahrolsun din, yaşasın ateizm, ateist görüşlerin yayılması bizim temel görevimizdir.  Marksist ise şöyle der: Bu yanlıştır. Böyle bir anlayış, yüzeysel, burjuva dar kafalı bir kültür taşıyıcılığıdır. Böyle bir anlayış dinin köklerine yeterince özenli, materyalistçe değil, idealistçe açıklıyor. Modern kapitalist ülkelerde bu kökler esas olarak sosyal niteliklidir. Emekçi kitlelerin sosyal ezilmişliği, çalışan sıradan insana her gün ve her saat, savaş, deprem vs. gibi bütün olağanüstü olaylardan bin kez daha çok en korkunç sıkıntıları ve dehşetli acıları yaşatan kapitalizmin, kör gözüm hareket eden güçleri karşısında onun görünürdeki acizliği; bugün dinin en derin kökleri burada aranmalıdır.” (Lenin, age, Sf: 17, İnter Yayınları)

Marks; “(D)ini yabancılaşma yalnızca bilinçlilik alanında, insanın iç hayatındadır; oysa iktisadi yabancılaşma gerçek hayattaki yabancılaşmadır, aşılması da dolayısı ile iki görünümü kapsar.” Demiştir (Marks, 1844 El Yazmaları, Sf:112) Dolayısıyla gerek Marks’ın gerekse Lenin’in ifade ettiği gibi, dinin varlığını sürdürebilmesi özel mülkiyet ve kapitalist sistemin varlığı ile mümkündür. Dinin ortadan kaldırılması da dolayısıyla, özel mülkiyet ve kapitalist sisteme karşı verilecek ekonomik-siyasal mücadeleler sonucu mümkün olabilir. Bu temelde, işçilerin ve diğer emekçilerin, dinin uyuşturucu etkisine karşı bilimsel düşünceyle donatılması zorunlu iken, diğer taraftan da kitlelerin dini inanışlarına göre bölünmesine yönelik her türlü anlayışa karşı mücadele edilmelidir. Tüm siyasi-ekonomik faaliyetler/mücadeleler, kitlelerin, dini inançları değil, sınıfsal çıkarları temelinde şekillenmelidir.

Din, Marks’ın ifadesiyle, insanın kendisini doğa ve toplum yasalarından soyutlayarak, dünyayı ters bir bilinçle görmesidir. Bu ters bilinç, kitlelerin giderek artan acılarına-sefaletine katlanma yolu olarak, dini sürekli var eder. Din, “ruhsuz dünyayı” katlanabilecek hale sokar. Din, doğa güçleri karşısındaki çaresiz insanın, doğayı anlamlandırma biçimi olarak çıkmışsa da, evrimsel tarihi içinde giderek kaynağını, doğadan değil de, toplumsal yasalardan almaya başlar. İnsanın doğaya hâkimiyeti arttıkça, sınıfsal çelişkileri de artmıştır. Bu sınıfsal çelişkiler de dine yeni biçimler vermiştir. Dolayısıyla sınıflı toplumlar tarihinde, dinlere, esasta sınıf savaşımı biçim vermiştir.

Kapitalizm ise, bu gerçekliğin sadece biçimini değiştirmiştir. Çünkü kapitalizm de diğer sınıflı sistemler gibi sömürü ve baskı üzerinde yaşam bulur. Dinin kökleri de, kapitalist toplumda buradan beslenir. Burjuvazi, laiklik adı altında yeni dinler yaratarak kitlelerin, toplumsal yasaları-sınıf savaşımını kavramasını ve bu temelde mücadele edilmesini önlemeye çalışmaktadır. Laiklik, her ne kadar “din ile devlet işlerinin ayrışması” şeklinde tarif edilse de, dinsel düşüncenin özüyle aynı paralelde, kitlerin doğa ve toplum yasalarına göre yaşamasını, bilinçlenmesini engeller.

Laiklik, dinin devletle özdeşliğini kaldırdığı halde ne devletin resmi bir dini olmasını ne de din ile kitlelerin uyuşturulmasını engelleyebilmiştir. Tersine, burjuvazinin “böl-parçala-yönet” şeklindeki geleneksel politikasına uygun olarak, emekçilerin daha fazla bölünmesi için kullanılmıştır. Dinin, inanç ve vicdan özgürlüğü olarak tanımlanmasıyla, bireyi kutsayan liberalizmin alanı genişlemiştir. Böylece, “laiklik, modernlik” vb. retorikleri, esasta, emekçileri daha fazla bölmek için kullanılmıştır.

Emperyalizm ve proleter devrimler çağında, dinin güçlenmeye devam etmesi ve egemen sınıfları güçlendirici bir etkiye sahip olması, dine karşı mücadeleyi, sınıf savaşımının kopmaz bir parçası haline getirmektedir. Anadolu gibi dinler mozaiği olan ve dinin etkisinin, binlerce yıldır olduğu gibi, günümüzde de oldukça fazla olduğu bir coğrafyada dinin MLM tahlili, devrimci görevler arasında yer almaktadır.

Dinin tahlili ve eleştirisi, ne kadar geniş ve bilimsel temelde yapılırsa, din konusundaki berraklık da o kadar artacaktır. Bu nedenle, öncelikle dinin eleştirisi ve tahlilindeki çıkış noktalarına değinmek faydalı olacaktır.