Mehmet Ali Çakıroğlu
Ölümsüzleştiği tarih: 13 Temmuz 1993
1966 yılında Maraş’ın Elbistan ilçesinde orta halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Mehmet Ali Çakıroğlu, ekomomik nedenlerden dolayı ailesinin Mersin’e taşınmasının ardından aile bütçesine katkı sunmak için bir yandan çalışıp bir yandan okudu.
Devrimci düşünceler ve partimizin görüşleriyle üniversite eğitimi sırasında tanıştı ve ardından kısa sürede aktif devrimci mücadeleye katıldı. Bu arada devrimci bir basın kurumunun Ankara temsilciliği görevini de üstlendi. Bu süreçte düşman zindanları, işkencecileri ile tanışmıştı. Tavrı netti.
1988’de İstanbul gençlik faaliyetini yürütmekle görevlendirildiğinde, büyük fedakarlık, her zaman ağır yük ve sorumluluklar altına cesaretle girme ve sonuna kadar koşullarını zorlama özelliği sayesinde bu görevden de başarı ile çıkmıştır. 1991 Nisan’ında TMLGB-GK üyeliğine atanır. 1992 Mart’ında TKP-ML üyeliğine getirilir. Bu dönemde TMLGB-GK adına İstanbul İl Komitesi Sekreterliği görevini yürütür. TMLGB Kongresi’nde MK Üyesi seçilmesinden sonra TKP-ML 1. OPK’sına gençlik adına katılan delegeler arasında yer alır. Burada TMLGB Genel Sekreter yardımcılığına getirilir.
13 Temmuz 1993 tarihinde TKP-ML’nin 1. OPK’sını selamlamak ve duyurmak için planlanan eylemler için bomba imali sırasında bir kaza sonucu yaralanır. Kaldığı evde yalnızdır. Gelen polisler bir saatten fazla bekletirler onu.
Mehmet Ali Çakıroğlu yoldaş, daha sonra kaldırıldığı SSK Göztepe Hastanesi’nde tedavisinin geciktirilmesi nedeniyle ölümsüzleşti.
Mehmet Ali Çakıroğlu yoldaş, ölümsüzleştiğinde TKP-ML Üyesi, TMLGB Genel Sekreter Yardımcısıydı.
***
Mehmet Ali Çakıroğlu yoldaşla ilgili basında çıkan haber, yorum ve makale:
******
Muharrem Yiğitsoy yoldaşın kaleminden:
“Komsomol’un fedakar, başeğmez komünisti M.Ali ve yeni tarzın ölümsüzleşen gerillası doktor, Muzaffer’in anısına…
Onların çağrısına, onlar gibi yanıt verelim
Başkan Mao’nun “ölümler vardır Tay Dağı kadar yüce; ölümler vardır kuş tüyü kadar hafif” sözünün anlamının büyüklüğünü herbir canımızın, bir parçamızın toprağa serpilişinde iyi görmekteyiz. Bu yönelim Maoistlerin hepsinde aynıdır. Bugün Nepal Komünist Partisi’nden ve HKP (ML) Halk Savaşı’ndan üst düzey yöneticilerin egemenler tarafından katledilmesinden duyduğumuz etkileşim örnektir. Bu ölümler halk sevgisidir, Parti sevgisidir, altınçağa ulaşmanın yol açıcılarıdır.
Kendim örgütlülüğe gençlik saflarında başladığım bir dönemde Komsomol militanları Hasan Demir’lerin, ardından da Emre’nin şehit düşüşü bende derin bir etkileşim yaratmıştı. Bilinç düzeyindeki geriliğim ile bu etkileşimin duygusallık yönü ağır basıyordu. İnsan geliştikçe şehitlerin anlam ve önemini daha iyi kavrıyor, kendini sorgulama cesaretine girebiliyor. Sonra Komsomol’un kuruluşunda kat be kat emeği olan İsmail Oral’ımızın haince katledilişi ve sen ey yüce insan, Komsomol’un başeğmez savaşçısı M.Ali Çakıroğlu.
İnsanda, yoldaşlarımızdan şehit düşenleri içinde tanıdığımız olduğu zaman yoğunlaşma derecesi artıyor. Onlarla yaşadığın pratikler göz önüne geliyor. Gözlerin doluyor. Kahrediyorsun. Bu kahrediş çaresizlikten değildir, düşmana olan kindir. Yoldaşımıza, yoldaşlarımıza olan yüce sevgidir.
Temmuz sıcağı, her taraf sıcaktan kavruluyor. Televizyonlar efendilerine uşaklığı ile bas bas bağırarak haberi veriyor. “Fikirtepe’de bir evde bombanın patlamasıyla bir terörist öldü” diye. Ertesi gün öğreniyorum ki bu Komsomol’un ateşli komünisti M.Ali Çakıroğlu. Hani şu her alındığında Ankara’da, İstanbul’da işkencehanelerde taviz vermeyen, Komünist M.Ali Çakıroğlu. Ve bende yine bir kahrediş ve hesap sorma bilinci.
M.Ali ile ilk tanışmam sorumlu yoldaşın onunla bir evde tanıştırması ile olmuştu. Bizler hakkında bilgisi olduğu için hemen sarılıp, tanıştıktan sonra koyu sohbetlere dalmıştık. Ve sonraları bu fedakâr, alçakgönüllü, herkesi derinden etkileyen can yoldaşın verdiği randevu günlerini bekler olduk. Oturuşu, gülümseyişi, kısacası duruşu ile herkeste bir elektriklenme yaratıyordu. Bu durum sadece bende değil onu tanıyan herkeste oluyordu. Onun gelmesiyle büyük bir canlanma olmuştu. Hatırlıyorum da bir gün gençlerin Kızılırmak’ın konserinde slogan atalım mı, atmayalım mı tartışmasına denk gelmiştin. Okulu bitirmesine 1 yıl kalan birkaç kişi gözaltına alınırsak okul hayatımız biter anlayışını değişik boyutlarda dile getirerek slogan atmayalım diyorlarken, diğerleri parçalara göre anlamına uygun slogan atılabilir anlayışını savunuyordu. Biraz dinledikten sonra senin o etkileyici duruşunla, açıklayıcı bir konuşma yapmanla, okul kaygısı olanların renkleri nasıl değişmişti. Gençler sana hemen ısınmıştı. Can yoldaş biraz yaşlı gösteren görünümü ile herkesin ağabeyi olmuştu. Gençler hep soruyordu o abi kim, bir daha gelir mi diye. Randevularını hiç aksatmıyordu. Arasıra habersiz geldiğin de oluyordu. Her gelişinde hemen derin sohbetlere dalıp, sorular soruyorduk. Her konuşmanda tane tane anlatışın bizlerin uykusunu açmaya çalışman, çaba sarfetmen çok güzeldi.
Yine yoğun bir tartışmanın üzerine gelmiştin. Bu kezki tartışma konusu Milli Burjuvazi idi. Doktor Muzaffer inatçı tavrıyla bir tarafta, Sidar ve birkaç yoldaş bir tarafta. Doktor’a hayli yüklendikleri bir zamanda Doktor’u kurtarmıştın. Saatlerce süren tartışmada Doktor’un görüşleri doğruydu. Sabah saat 4:00 olmuştu. Senin ise 6:00’da gitmen gerekiyordu. İki saat uyuyup, 6:00’da kalkıp gitmen bizi hem şaşırtmış, hem de ilkeli bir yoldaşımızın bu tavrı sevindirmişti. Can yoldaşım o dönemlerde işiniz hayli yoğundu, her tarafa gidiyordunuz. Sizin çabalarınızla Komsomol gittikçe güçleniyordu. Güçlendikçe Partiye, Halk Ordusu’na kan taşıyordu. GB içindeki hizip sürecini hatırlıyorum da, hizipçilerin bizim alanda gereken cevabı aldıklarında gelen hizipçinin sürekli küfürbaz tarz konuşmasıyla ilgili olarak bir yürüyüşümüzde sana dert yanmıştım. Böyle insanları nasıl alıyorsunuz diye. Verdiğin yanıtla düşünüş tarzımın yanlışlığına vurgu yaparak beni yine susturmuştun. O dönemler ben de hep sitemkardım. Herşeyi eleştiriyordum. Zorlukların verdiği psikolojinin beni bu duruma ittiğini, zorluklardan kaçmanın yolu olduğunu sonradan kavrayarak anladım. Bu sitemlerin karşısında senin o sözlerin beni hayli etkilemişti. “Bu zorluklar ne ki sen mücadele içerisinde geliştikçe, Partinin üst konumlarına doğru geldikçe zorlukları daha iyi göreceksin, sitem etme, mücadeleye sıkı sarıl, gerileme” demiştin.
Halk Ordusu’nun, işkenceci Başkomiseri cezalandırması sonucu her tarafın çevrilip 2 erkek bir bayan aradıklarından sizin de tesadüfen taksi dolmuşta iki erkek bir bayan olmanızdan dolayı şüphelendiğinde, soğukkanlılıkla komiseri ikna edip, yola devam edişinizi nasıl o güzel gülümseyişinle anlatmıştın. Soğukkanlılığın önemi üzerine durmuştun. Son gidişin hayli uzun olmuştu. Gelmiyordun. Nerde kaldı diyorduk. Şehit oluşundan sonra öğrendik ki konferansa gitmişsin. Kırda kalmayı çok istiyordun. Partin seni yine şehirde görevlendirdi. Şehirde sana ihtiyaç vardı. Biz seni yanımıza beklerken ölüm haberini öğrendik. Senden sonra bizle ilişkiye geçen yoldaştan gelişmeler hakkında bilgi aldık. Onlar da senin konferansa gittiğini bildiği için, seni dört gözle beklediklerini, geldiğinde senle nasıl kucaklaştıklarını anlattı. İçlerinde sevgilin, çok sevdiğin bayan yoldaş da ordaymış. Gelişmeleri aktarıp hemen kalkıp gitmene biraz bayan yoldaş sitem etmiş. Ve gittikten sonra bombanın evde patlaması, senin işkencede yaralı iken katledilmen. Konferansı selamlayacaktın. Hesap soruculuğu patron-ağalara gösterecektin. Olmadı. Şehit oluşunun o yoldaşı da nasıl etkilediği, anlatışının derinliğinden belli oluyordu. Senden sonraki yoldaşa da çabuk ısındık. Seni çok seviyordu. Senle, Tombulla geçen anılarını anlatırdı.
Can yoldaşım dediğim gibi senden sonra hep o yoldaşla görüştük. Aramızda dökülenler olduğu gibi sınıf savaşımını boyutlandıranlar da çıktı. Dökülenlerden bahsetmeye gerek yok. Sınıf savaşımını boyutlandıranlardan biri de M.Ali, O, inatçı, soru sorulduğunda duraksayıp, geç cevap veren çocuksu Doktor Muzafferdir. Sizlerin emeği ile başka insanlarımız da çıktı bu alandan. Evet güzel insan, Doktor Muzaffer de 25 Nisan’da şehit düştü. Hatırlarsın bir gün paraya çok ihtiyacın vardı. Bizde olsa olsa Doktor’da olur diye oraya gitmiştik. Para lazım dediğimizde, yine duraksayıp şey 20 bin lira var demesi bizi ne kadar güldürmüştü. Sana çok para lazımdı. Durumu anlayınca gidip bankadan çekip vermişti. İşte Doktorumuz. Yeni tarz gerilla olarak şehit düştü. Artık birlik döneminde o kamp için gittiğinde gördüğün gerilla tarzı yok. Yeni tarzla, zorlu zirveleri hedefleyen yürüyüş gerçekleştiriliyor. Bunun en açık, sıcak pratiği Dersim’e tarihsel yürüyüşü gerçekleştiren yoldaşlarımızdan şehit düşen 7’sinin de gelişimi, duruşu, yürüyüşü örnektir. İçin rahat olsun güzel insan o güvendiğin, sımsıkı sarıldığın Partin, Partimiz darbeyle ilkeleri ayaklar altına alındıysa da ayağa doğruldu ve şimdi zirveleri hedefleyen zorlu yürüyüşteler.
O çocuksu Doktorumuzun gerilla saflarında gelişimi, ilerleyişi, 1 ay kadar düşmanla çatışma sonucu birliğinden, Partisi’nden ayrı kalmasına rağmen ısrarla, sebatla umudunu yitirmeden köylerle de ilişkiye geçip, sonradan birliği ile buluşmasını senin de görmeni isterdim. Can yoldaşım kavga sizlerle büyüyor, şehitlerimize verilmiş sözü unutmuyoruz. Ne seni liselilerin başkanı, bizlerin abisi, fedakâr, alçakgönüllü, sevecen halk savaşçısı can yoldaşımızı, ne de yeni tarzın Partileşen gerillası Doktor Muzaffer’i unutmayacağız.
And olsun ki sizlerin ve tüm Parti şehitlerinin kanı yerde kalmayacak. Savaş naralarımız Altınçağ mücadelesinde hiç susmayacak. Savaşıyoruz, savaştıkça hatalarımızı da görerek Halk Savaşını daha üst boyutlara sıçratıyoruz. Hoşçakal sevgi dolu insan, hoşçakal umudumuzun genç komünisti, hoşçakal Kürt halkının bağrından çıkmış yüce insan, hoşçakal, hoşçakal…
Bir kez daha seni ve tüm şehitlerimizi bu ölüm yıldönümünde anıyoruz.
Mehmet Zeki”
Kaynak: Yeni Demokrasi Yolunda Özgür Gelecek, 7-20 Temmuz 2000, Sayı 18”