Murat Bileydi

Murat Bileydi

Ölümsüzleştiği tarih: Haziran 1980

Antalya doğumlu olan Murat Bileydi, 13 Haziran 1980’de Gebze’de sıkıyönetim döneminde yoldaşlarıyla bir randevuya giderken kaçırılmış ve kendisinden bir daha haber alınamamıştır. Yapılan araştırmanın sonucunda Murat Bileydi yoldaşın düşman tarafından gözaltına alınarak katledildiği sonucuna varılmıştır.

Yoldaşları tarafından sevilen, zeki, politik olarak gelişkin, militan ve yaratıcı bir kişiliğe sahip olan Murat Bileydi yoldaşla ilgili TKP-ML Örgütlenme Komitesi,  Ocak 2018 yılında yaptığı yazılı açıklamada; “bundan sonra partimizin bir onur nişanesi olarak hak ettiği yeri alacaktır” ifadelerini kullanarak Murat Bileydi yoldaşı sahiplenmiştir.

Parti adı “Haydar” olan Murat Bileydi yoldaş TKP-ML militanıydı.

****

Murat Bileydi yoldaş ile ilgili basında çıkan haber, makale ve yorum:

Murat Bileydi yoldaş için gazetede verilen kayıp ilanı

****

SÖYLEŞİ | Ali Türker Ertuncay: “Tarihsel belleği olmayan tarihi tekrar yaşamak zorundadır”

İzmir: “Bir TKP/ML Sanığının Günlükleri: Görülememiştir” isimli kitabın yazarı Ali Türker Ertuncay ile hem kendisi hem kitabı hem de geçtiğimiz günlerde Proletarya Partisi şehidi olarak sahiplenilen Haydar parti isimli Murat Bileydi’ye dair konuştuk.

Lise yıllarından beri yazı yazmakla arasının iyi olduğunu söyleyen Ertuncay’a ilk olarak bu kitabı yazmaya onu iten nedenleri sorduk. Ertuncay kitabın macerasını şöyle anlattı:

“Görülememiştir’in üzerine oturduğu günlükler Sultanahmet Cezaevi’nde tutuklu olduğum dönemlerde tuttuğum günlüklerdi. Günlükleri kâğıt mendilin ince yapraklarına yazdığım için okumak çok zor oluyordu. Günlükleri ilk toparlama denememde mendillere yazdığım notları okumakta çok zorlandım. Sağlık sorunları girdi araya, vazgeçtim. En kötü ihtimalle geleceğe yönelik arşiv olarak, kayıt olarak bir kenarda durur diye düşünmeye başladım. Daha sonraları günlüklerden bağımsız olarak geçmişimi yazmaya başladım. Geçmişimi yazmaya başlamamla beraber çevrem ve arkadaşlarım günlüklerden de faydalanmam gerektiğini ve yardımcı olabileceklerini söylediler. Günlüklerin fotoğrafları çekildi. Arkadaşlarımın yardımı ile günlüklerimi okumak daha kolay bir hale geldi. Çalışma tamamlandığı zaman çalışmam Görülememiştir kitabına dönüştü.”

“Kitabınızı yazdıktan sonra okuyanların tepkileri ne oldu?” sorusuna “Kitabı ilk okuyanlar kendi yakın çevrem oldu. Bu kayıtların tutulup, kitaba dönüştürülmüş olması güzeldi. Bu sebeple aldığım tepkilerin olumlu olduğunu söyleyebilirim” diyen Ertuncay’a kitapla ilgili sorularımız bitmemişti. Merakla ve art arda sorduk:

“Tarihsel belleği olmayan tarihi tekrar yaşamak zorundadır”

– Kitabı yazmaya başladığınız dönem herhangi bir hedefiniz var mıydı? Varsa hedeflerinize ulaşabildiğinizi düşünüyor musunuz?

– Geleceğe yönelik hedeflerim vardı. Ben bu kitabı tarih kayıt altına alınsın, araştırmacılar için belge olsun, genç nesiller geçmişimizi öğrenmek isterlerse onlar da öğrensinler diye yazdım. Eğer bizler kendi yaşadıklarımızı anlatmasaydık bizim adımıza bunları başkaları yazacaktı. Bizim çevremizde kitap yazma veya anıları yazma alışkanlıkları pek yok. Yanılmıyorsam 2 kitap var Görülememiştir’den önce yayınlanan. Yıllarımızı verdiğimiz ve önemli bedeller ödenen bir sürecin kalıcı olarak belgelenmesini önemli görüyorum.

– Kitabın olay örgüsünü ve dilini nasıl belirlediniz?

– Anımsadığım kadarıyla doğduğum tarihten kısa özetler vererek politikleştiğim dönemlere kadar hızlı bir aktarım yaptım. Kitabın dili için ise özel bir çaba sarf ettiğimi söyleyemem. Bir şeyler yazarken oturttuğum bir dildi. Muhtemelen yazmaya başladığım dönemden bu yana bende oluşan yazma diliydi. Cezaevinde tuttuğum günlüklerde ve uzun mektuplarda da aynı dili kullandığım görülebilir.

– Son olarak kitabınız ile ilgili ne söylemek istersiniz?

– Belki kitabımdan hareketle bellek konusuna biraz değinmek gerek. Tarihe nasıl bakmamız gerektiğini düşünmemiz gerek. Geçmiş süreci anımsıyorum, geriye dönük olarak ya romanlar yazıldı ya da mahkeme dosyaları, iddianameler yazıldı. Kişisel anı kitapları 12 Eylül sürecinde de pek yaygın değildi. Çeşitli siyasal çevrelerden arkadaşlar bu işleri yaptılar. Yapmakta da iyi ettiler. Bu yazılan anı kitapları neden yazılıyor konusuna tekrar dönmekte yarar var. Şöyle düşünüyorum, tarihsel belleği olmayan tarihi tekrar yaşamak zorundadır. Buradan hareketle ortaya dökmemiz gerekiyor bu bellekleri. Bazı anı kitapları var örneğin, geçmişe dönüp “askerlik hatıralarını” anlatıyor tabiri caizse. Bu çok da yararlı bir şey değil. Herkesin kendine göre anıları vardır. Bunlar, aynı dönemi, aynı yılları yaşamış insanların yazdıklarını okuyup geri dönüp gülüp ağlayabilecekleri belgeler olabilir. Ama bununla sınırlı kalır. Bir başka şey de, o yıllarda savunduğumuz tezler var. O yıllarda yapılanlar var. Tutarlılık tartışması yürütmek. Geçmişte savunulanlar ile yapılanların muhasebesini yapmak gerek yani. Sonuç olarak, geçmişi geleceğe taşımak gibi bir kaygı varsa, o geçmişte kalmış bir dönemi açığa çıkarmak doğrultusunda işe yarar. Söylemek istediğim son nokta ise, o dönemlerde savunduğumuz tezler vardı. O tezler hayatla ne kadar örtüşüyordu? O gün savunduğumuz tezler bugünün dünyasında ve Türkiye’sinde hâlâ yaşamla örtüşüyor mu? Bu belki, geçmişi geleceğe taşıma dediğim meselenin sonuç noktasıdır. Bunlara; anılara ve anlatılanlara böyle bakmak gerek.

Örnek vermek istiyorum: 1 Mayıs 77’deki Taksim katliamı. Bunu şöyle anlatabilirsiniz. Türkiye’nin her yerinden toplandık, her şey çok güzelken birden kurşunlar patladı. Şu arkadaşım yaralandı vs. Diğer anlatım tarzı ise o gün orada ne olduğunu anlatırsınız ve yaşanan olayın politik yanını irdelersiniz. O gün orada olan bitenin politik yanına bakmazsanız, burada bizim ne eksikliğimiz var, katliamın amacı neydi gibi sorularını irdelemezseniz, bugünkü nesillere pek bir şey bırakmazsınız. Yazdıklarınızın aynısı zaten internette bulunabilen şeyler. İnternette bulamayacağınız şeyleri, cevabı verilmemiş soruların cevaplanması gerek. Anıları anlatmak için beni dürten esas mesele budur. Bazı anı kitapları okudum, çok şey yazmışlar ama okura pek bir şey verdiğini söyleyemem. Bugün bizim yaşımız 60’ı aştı. Bu yaşlarda ve bu tecrübelerdeki insanların yeni nesillere veya araştırmacılara sunacakları veriler olması lazım. Aksi takdirde çok işe yaramaz.

 

“Kadıköy Maarif Koleji’nden Cemil Oka, Murat Bileydi çıktı”

– Faaliyet yürüttüğünüz dönemde devlet eliyle katledilen ve şimdiye kadar isimleri veya mezarlarının nerede olduğu bilinmeyen isimler var mı?

– Benim faaliyet yürüttüğüm dönemlerdeki cinayetler pek faili meçhul sayılmaz. Yasal boyutu ile katiller bulunamasa bile genelde failler belli idi. Sivil faşist güçlerce de katledildik. Yahut çatışmalarda kaybettiğimiz isimler oldu. 90’lı yıllarda yaşanan faili meçhullerden farklıydı bizimkiler. Bizdekilerde failler belliydi. Öyle bir şansımız(!) vardı.

– Son olarak, geleneğimiz her Ocak ayının son haftasını devrim ve komünizm şehitleri haftası olarak kabul eder ve bu bağlamda anma etkinlikleri gerçekleştirir. İçerde ve dışarda zorlu bir süreç yaşadığımızı da düşünürsek devrim şehitleri ile ilgili ne söylemek istersiniz?

Öncelikle şehit kavramından bahsetmek istiyorum. “Şehit” sözcüğüne kendi inançları doğrultusunda mücadele edip bu inançlar doğrultusunda kaybettiğimiz arkadaşlarımız olarak bakıyorum. Elimizde iyi yaşamak için olanaklarımız bulunduğu halde halk için bir şeyler yapmak için mücadele ettik. Bu uğurda çok bedeller ödendi ve ödenmeye de devam ediyor. Örneğin ben, Kadıköy Maarif Koleji’nde okudum. O okuldan çıktıktan sonra iyi bir yaşamı elde etmek için çok fazla çaba sarf etmenize gerek yoktu. O okuldan Cemil Oka, Murat Bileydi çıktı. Murat Bileydi tam anlamıyla bir faili meçhuldü. Murat’ın bedenini bile bulamadık. Yine 1 Mayıs Mahallesi’nde ölen 9 kişi vardı. Orada sadece o mahalleden insanlar yoktu. Keza hayatını kaybedenler arasında mahalle halkından olmayan insanlar vardı. Yani başka insanlar için uğraşan, didinen ve bu nedenlerle hayatını kaybeden insanlar vardı. Bu ciddi bir emek ve can bedeli verilen bir mücadeledir. Kaybettiğimiz bütün arkadaşlarımızın önünde saygıyla eğilmek gerekiyor.

Murat Bileydi yoldaş sağda okul arkadaşıyla birlikte

“Gebze’nin bir karanlık köşesinde kaybettik güzel Murat’ımızı”

– Murat Bileydi için tam bir faili meçhuldü dediniz. Bize Murat Bileydi’nin kendisini anlatır mısınız?

– 18 Mayıs 1978 günü Murat’la beraber müzik odasına girip herkes dersteyken yaklaşık beş dakika İbrahim Kaypakkaya’yı anlatan bir anons yaptık. Murat kapıyı tutarken ben mikrofonda konuşuyordum. Okul sessizlik içinde beni dinlemişti. Sonra bizi disipline verdiler. “İkimiz de sevdiğimiz biriydi. İşkencede öldürüldü. Herkes bilsin istedik’’ gibi siyasi bir savunu verdik. Murat da benim arkamdan okulu bırakmıştı. İdare çaresizdi. Okulu bırakmıştık ama kayıtlarda öğrenciydik. Sonunda kendilerini hep iyilikleri ile hatırlayacağımız Erdoğan ve Atagün hocaların girişimiyle, “suçunu itiraf etme” gibi hafifletici bir sebep bulunarak bir hafta uzaklaştırma cezası vermekle yetinmişlerdi.

Eylemi birlikte yapıp okuldan beraber uzaklaştırıldığım Murat Bileydi arkadaşımız 1980 yılından beri kayıp. Başka türlüsü mümkün görünmediğinden, öldürüldüğünü düşünüyoruz. Murat da benim gibi kısa bir zaman aralığında kaybolmuştur. Nasıl benim için “Öldürülüp bir çukura atılmıştır’’ rahatlığı sergilenmişse, aynı şekilde Murat içinde o rahatlık sergilenmiştir. Üstelik Murat için daha da fazlası yapılmış ve olay “Burjuva babasının yanına gitmiştir” tarzı sözlerle geçiştirilmeye çalışılmıştı.

Adını koyalım Murat, ailesinin maddi olanaklarına karşılık önce devrimci olmuş sonra ise parti saflarında mücadeleyi tercih etmiştir. Devrimciliği yoksulluktan ve zorunluluktan kaynaklı değil tamamen iradi bir tercihti. Bu tavır alkışlanacağına, burjuva denerek küçümseme yoluna gidilmiştir. Murat kaçırılarak öldürülmüş yine de kendisini partiye kabul ettirememiştir. Çünkü partinin yitirdiklerimiz listesinde ne adı anılmakta ne olaydan bahsedilmektedir. Doğrudur, bir umutla hep ölmediğini umduk biz Maarifliler. Ama üzerinden yıllar geçti. Doluya koyduk olmadı boşa koyduk dolmadı. Ne yazık ki Murat yok… Murat’ın kaçırılıp öldürüldüğüne dair en ufak bir şüphem bile kalmadı. Bunca yıla rağmen Parti belgelerinde de bir militan olarak kaçırıldığı veya öldürüldüğünün kaydı yok.

Murat Gebze örgütünde çalışıyordu. Ben ise o yıllarda tutukluydum. İtiraf etmeliyim ki, ilk duyduğum andan itibaren “acaba” kuşkum ve umudum hep varolageldi. Ama artık eminim. Maarifte yetişmiş ve göğe kanatlanmışların içinde Murat da var. Gebze’nin bir karanlık köşesinde kaybettik güzel Murat’ımızı.

Kaynak: ÖG, 26 Ocak 2018

*****

“Hoşgeldin yoldaş, bizi onurlandırdın!”

Adını ilk defa Ali Türker Ertuncay’ın “Görülmemiştir” isimli kitabında okudum. Kadıköy’de güzel havanın tadını çıkarırken her zamanki gibi Mepisto’ya uğramadan edememiş ve kitapları karıştırmaya başlamıştım. Özellikle son çıkan kitaplar ilgimi çekmişti. “Görülmemiştir” de bunların arasındaydı. Kitabın sayfalarını karıştırırken bir bölümde adını okudum ilk olarak, bir de fotoğrafını gördüm. Evet, ilk defa orada tanıdım seni. İnce uzun boyunla, siyah beyaz çekilen fotoğrafta epey de yakışıklı duruyordun.

Hani 70’lerin deyimiyle adeta bir jön gibiydin. Sonrasında ilk fırsatta seni yoldaşlara sorduğumu hatırlıyorum. Böylece senin, insanı sarsan, ağır öykünü öğrenmiş oldum. “Görülememiştir” kitabından okuduğum bölümün ve eleştirilerin haklı olduğunu da yoldaşlarla yaptığım sohbetten öğrenmiştim.

Hikayen herkesinkinden farklıydı. 1980’de aniden ortadan kaybolmuş ve geçen süre içinde senden bir daha haber alınamamıştı… 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası koşullarında yoğun gözaltı ve tutuklama operasyonlarını takip eden günlerde senin durumun bilinmezliğini korumuş… Anlatılanlar böyle…38 yıldır sesini ve kimliğini, adresini arayan bir çığlık senin ki. 38 yıldır ödenmesi gereken, zaman geçtikçe büyüyen, büyüdükçe daha sancılı ve yakıcı hale gelen bir acı.

Sana dair yeni şeyler duydukça, toprağın altından usulca seslenişini, unutulmaya karşı öfkeni duyar gibi oluyordum. Evet yoldaş, artık idealleri için dövüşüp toprağa düştüğün evindesin. Gönüllü disiplini altında, yüreğini, bilicini ve ömrünü verdiğin partine kavuştun ya da partin 38 yıl aradan sonra sana olan vefa borcunu ödedi. Bundan sonra ismin saklı kalmayacak, ödediğin bedeller zamanın yapraklarıyla rüzgârda savrulup gitmeyecek, solmayacak. Çünkü sen şimdi 38 yıl aradan sonra bir kez daha ideallerini büyüten, bugünlere taşıyan yüzlerce şehit yoldaşının yanında hak ettiğin yerdesin.

Evet yoldaş, bundan böyle ilham ve güç kaynağımız, zaferimizin teminatı şehitler ordumuzun bir sıra neferi olarak yaşayacaksın. Yarattığın değerlerle anılacak, bu değerler genç kuşaklara birer deneyim olarak aktarılacak, seni aramızdan alan cellatlara inat bugün bizde yaşayacak, yoldaşlarının gözbebeği olacaksın. Direnişin ve yaşamınla yoldaşlarını onurlandırdın, bize düşen sana olan vefa borcumuzu ödemektir.

Bu yazıyı sana dair bulabildiğim bölük pörçük bilgileri paylaşmak, seni herkese anlatmak için yazıyorum. Kuşkum yok ki hak ettiğin yerde, gökyüzündeki zafer anıtı arasındaki yerini almanla sana dair anlatımlar, yaşamının derinliklerine dair bilgilerde daha fazla paylaşılacaktır.

Maarif Koleji’nden Gebze işçi mahallesine…

Murat yoldaş, dedim ya son derece yakışıklıdır. Belki de uzaktan ilk göze çarpan özelliği budur. Belki onu tarif ederken, “şöyle uzun boylu yakışıklı bir genç görünüz mü?” sorusu yetecek kadardır.

Sadece yakışıklı değil aynı zamanda güler yüzlüdür. Kadıköy’de bulunan Maarif Koleji’nde (bugünkü Kadıköy Anadolu Lisesi) tanışır devrimci fikirler ve de Kaypakkaya ile. Dönemin atmosferi içinde için de hızlıca gelişir, politikleşir ve aktif mücadeleye katılır. Okulda ve aynı sınıfta kendisi gibi pek çok devrimci vardır, birçok da yoldaşı.

Murat bir süre burada faaliyet yürütür sonrasında yeni görev yerine geçer. Burası fabrikaları yoğun ancak hala köy havasında olan ufak bir yerdir. Gebze Murat’ın yeni faaliyet bölgesidir. Burada halkla yoğun ilişkiler kurar. Genel olarak sevilen, kitle ile ilişkilerinde başarılı bir devrimcidir. Diğer yandan son derece kararlı ve militan bir yapısı vardır.

Oldukça varlıklı bir ailenin çocuğu olmasına ve onların baskı ve ısrarlarına rağmen devrimci mücadeleden kopmaz. Hatta bu yüzden ailesiyle ilişkisi de oldukça zayıftır. Bir dönem tavır almıştır onlara. Gebze’de illegal yayın dağıtımı, fabrika ve semt çalışması, gece yazılamaları, devlet güçlerinin ve sivil faşistlerin cezalandırılması, kamulaştırma vb. eylemlerin içinde yer alır. Partinin örgütlü bir militanı olarak gece gündüz demeden koşturandır.

Murat (Haydar) politikaya son derece ilgilidir, analiz yönü gelişkindir. Sözgelimi, bir gün yoldaşları kamulaştırma için bir istihbaratla gelirler. İstihbaratını topladıkları yer varlıklı bir doktorun yeridir. Yoldaşları doktorun durumunun iyi olduğunu bu yüzden muayenenin kamulaştırılabileceğini söylerler. Murat ise bu duruma karşı çıkar. Sorunu doktorunun ekonomik durumundan öte sınıfsal konumuyla açıklar. Doktor, devrimimizin müttefiki olabilecek bir sınıfa mensuptur. Onunla bu şekilde ilişki kurmayı denemek varken kamulaştırma yapmayı genel devrim perspektifine uygun bulmaz. Böylece bölgede faaliyet yürüten militanların birçoğunun baskısına rağmen bu kararı iptal ettirir.

Murat politik olduğu kadar eylemlerde militan bir duruş sergiler. Parti bölge örgütü halka yönelik bir ajitasyon/propaganda faaliyeti planlar. Bu kapsamda bölgedeki kahvehaneler girilerek ajitasyonlar yapılır. Bir grup içerde ajitasyon yaparken başka bir grupta dışarıda silahlı bir şekilde güvenliği sağlar. Ajitasyonu çeken Murat’tır. Kahvede yapılan ajitasyon oldukça ilgi çeker. Konuşma bittikten sonra TİKKO militanları dışarı çıkar.

Bu arada kahvedekilerden biri yetişerek kahve sahibinin devrimcilerin arkasından küfrettiğini, hakaretler yağdırdığını söyler. Bunun üzerine militanlar geri dönmeye karar verirler. Murat’ın önderliğinde yeniden kahveye silahlarla girerler. Küfreden ve devrimcilere hakaret eden kahve sahibini bulurlar ve yaptığının hesabını herkesin gözü önünde sorarlar. Bu durumu gören iki polis militanların silahlarını görünce ortadan kaybolur. Bu polisler 12 Eylül’den sonra bu eylemdeki tutumlarından dolayı sürgün edilecektir.

Başka bir gün ise 18 Mayıs vesilesiyle, Gebze merkezde gündüz silahlarla yapılan bir eylemden sonra en işlek caddeye TKP/ML TİKKO imzalı pankart asılır. Bu ve buna benzer çok sayıda örnek vardır. Özellikle halka zulmeden polis ve sivil faşistlere yönelik cezalandırmalarla işçilerin ve bölge halkının partiye daha fazla yakınlaşması sağlanır.

Sözünü ettiğim kahvehane sahibinin cezalandırılmasından sonra -ki Murat burada öne çıkmıştır- Murat üzerinde illegal bildiriler olduğu halde bir yoldaşıyla görüşmek üzere randevuya gider. İşte bu onu yoldaşlarının son görüşüdür. Bir yoldaşı ailesini arar. Birlikte karakola giderler. Ancak buradan bir şey öğrenemezler. Ne var ki karakol önce yakın zamanda bulunan birinden söz eder gibi olur ancak sonra bu beyanını reddederek, “bilgimiz yok” söylemine sığınır.

Murat’ın sıkıyönetim koşullarında bölgede eylemlerin sürdüğü özellikle de sivil faşist unsurun cezalandırıldığı olaydan hemen sonra hem de üzerinde illegal bildirilerle randevuya giderken ortadan kaybolması aslında faili hakkında da yeterli ipucu veriyor. Zira Murat’ın mücadeleye dair duruşu net ve yoldaşlarına bağlılığı bilinen bir gerçektir.

12 Eylül cuntası olunca yaşanan gözaltı ve tutuklamalarla bölge örgütlülüğü dağılınca Murat’ın durumunu sistematik bir şekilde araştırma şansı da ortadan kalkar. Ne var ki 80’lerin sonlarına doğru faaliyetin yeniden gelişmesiyle birlikte Murat yeniden gündeme gelir ama akıbeti yoğun iş temposuna kurban olur. Nihayetinde 90’ların ortasında aile bir kayıp ilanı yayımlar. Böylece Murat’ın hayatta olmadığı resmiyet kazanmış oldur. Murat, 12 Eylül AFC’siyle gelişen ve özellikle de 90’larla birlikte sistematik bir hal alan gözaltında kaybetme politikasının belki de ilk kurbanlarından olmuştur. Açık ki devlet, Murat’tan istediğini alamamış, devrimci bir iradenin duvarına toslamış çareyi de onu katletmekte bulmuştur. Murat Bileydi yoldaş, partisinin de ifade ettiği gibi geçte olsa şehitler kervanımızdaki yerini almıştır.

Murat yoldaş nasıl demeli bilemiyorum?

Yoldaşlarının arasında hak ettiğin yerdesin artık…

Hoş geldin yoldaş, bizi onurlandırdın!

(Bir yoldaşın)

Kaynak: ÖG, 2 Şubat 2018