“Bir gül dalıydı, dokunsam kırılacak, dokunmasam kuruyacak…” O ZAMAN DOKUNALIM!

“Bir gül dalıydı, dokunsam kırılacak, dokunmasam kuruyacak…”

O ZAMAN DOKUNALIM!

İnsan bir çelişki yumağıdır. Tanrılara kafa tutar ama sıra kendi içindeki tanrıya kafa tutmaya gelince aynı cesareti gösteremez. Alışkanlıklarıyla ve yaşamının bütün geri yanlarıyla tam anlamıyla bir hesaplaşma içine giremez, belki de girmek istemez. Neden mi? Çünkü bu o kadar kolay değildir. Büyük yıkımlar, alt üst oluşlar gerektirir. Düşman karşısında gözünü karartır ama içindeki düşmana “kıyamaz”. Tutuk kalır ve her fırsatta daha çok cesareti kırılır.

Dönem dönem insanın içinde fırtınalar kopar ve bir kıvılcım başlatır. Bu fırtına kasıp kavurur. Ya ona yön verir ve bir eşiği aşarsın ya da bu fırtına seni bambaşka bir sonuca götürür. İşte esas meselede burada! Bu fırtınaya yön vermekte! İnsan öyle tek başına başa çıkamaz bu fırtınayla. Aslında bu bir değişim sancısıdır. Kendini, bu fırtınanın değiştiren yanına bırakman, bütün kaygılarını ve endişelerini bir kenara bırakıp o fırtınaya kulak vermen gerekir. Sorarsın kendine “Nedir benden beklenen, neresindeyim ben bu beklentilerin, ne kadar parçasıyım bu davanın ve ne kadar amaca bağlıyım?” Bu sorularını cesurca cevaplandırmalıyız!

Doğru soruları sorduğumuz taktirde, doğru yanıtları alabileceğimizi bilmeliyiz. “Nedir bu değişimin gerçekleşmesini engelleyen?” “Nedir bu öfkelenmenin kaynağı!” “Eğer düşmana öfkeleniyorsak eyvallah, yoldaşlarımıza, etrafımıza öfkeleniyorsak, bu bencillik değil midir?

Hesaplaşma zamanı!

Kendini açacaksın yoldaşlarına ve kolektife. Zulanda ne varsa hem de öyle kendini bastırarak, saklayarak da değil. Eğer değişeceksen “dürüst” olacaksın ve zaaflarının üzerine gideceksin. Bunu gerçekten ve kalpten isteyeceksin. Kabul etmeyeceksin mevcut halini. Bırakmayacaksın kimsenin seni olduğun gibi kabul etmesini ve uzlaşmasını seninle. Dayatmayacaksın kendi doğrularını ve bencilliklerini.

Değişmek zorundasın. Hem de her gün. Kendi içinde kavgalar vermelisin ve acımasız davranmalısın kendine. Yok öyle gelen eleştirilere burun kıvırmak ve seçici davranmak. Savaşmak isteyeceksin, devrim isteyeceksin ama bunun için değişmeyi göze almayacaksın! Ne kadar tutarlı olur bu?

Gerçekten yoldaşlar ve örgüt olmadan hiçbir eşiği aşmak mümkün değil. İçinde kopan fırtına alır ve savurur seni. Tek başına yol bulmak imkansızdır. Kolkola girdiğin insanlar, yoldaşların var, bırakmazlar. Fırtına alıp savursun seni, yeter ki sen kendini teslim et.

Aslolan yürekteki dönüşümü sağlamak!

Saflara katılan herkes kendi özellikleri ve çelişkileri ile katılır. Kiminin pratik yönelimi, kiminin teorik-politik yönelimi ona alan açar ve yerinde bir müdahale olmazsa bu böyle yerleşir, şekillenir gider. Yoldaş şahsında ya da kolektif şahsında işler gibi görünse de işlemeyen bir şey vardır orada. İşte bazen bunların arkasında gizlenirsin. Kendi pratik alanında ya da teorik alanında küçük şatolar yaratır, kimsenin dokunmasına izin vermezsin.

Biz genelde uzlaşırız bu durumlarla, ikiyi bir etmeye çalışırız. Örneğin hiçbir yoldaşın “ben teorik konulara ve politikaya ilgi duymuyorum” deme hakkı yoktur. Aynı şekilde yoldaşların sadece pratiğe ilgi duyması gibi bir hakkı da yoktur. Daha doğrusu kendimize örgüt içinde “özel haklar” iddia etme gibi bir hakkımız da yoktur. Ya da “sevmiyorum” deyip yapmama hakkı yoktur. Örneğin “kalabalığı sevmiyorum ben gitmesem daha iyi, ben konuşamıyorum konuşmasam iyi olur!” İşte burada “olur yoldaş” demek o yoldaşa “isteklerini dayatabilirsin yoldaş” demektir. Bu hataya düşemeyiz, uzlaşamayız.

Eşiği aşmak için özeleştiriyi kavramak, kem küm etmeden, teklemeden ve terlemeden, kelimelerle oynamadan net olmak gerekir. Gerçekten bunu yapmak gerekir!

İşte bu meziyet istiyor. Mevcut şekillenişe kafa tutmak için özeleştiride derinleşmek aslolandır. Olabilir; terlemeden özeleştiri verebiliriz, akıcı konuşabiliriz de… Bunlar tek başına bir şey değil aslında. Gelen eleştirilere açık olmak, üzerinde yoğunlaşmak ve bunun adımlarını atmak değerlidir.

Yıllarca aynı eleştiriye muhatap oluyorsak biraz “utanmak” gerekir. Yaslandığımız alışkanlıklardan, statükodan, sığındığımız şatolardan “utanmak” gerekir. “Bir gül dalıydı, dokunsam kırılacak, dokunmasam kuruyacak’’ halinden çıkmak gerekiyor. Çünkü yetmiyor mevcut halimiz değiştirmeye ve dönüştürmeye.

Tabii bir de bütün bunları bilerek, değişmeye ve yenilenmeye ayak direyen, adım atmayan, atamayan bir anlayış var. Değişim denilince kaybedeceklerini saymaya başlayan bir anlayış… Ya da “kişisel özelliklerim” deyip bunun arkasına sığınan anlayış. “Böyle şekillendim, değişmem imkansız!” Diyalektiğin “ruhuna Fatiha!”

İşte bu yüzden vaat ettiğimiz dünyanın insanı olmak için adım atmak zorundayız. Savunduğumuz yenilenmenin bekleyeni mi olmak yoksa öne atılanı mı olmak istiyoruz? Şatolarımızı yıkıp kolektifle, yoldaşlarla ve halkla bütünleşmek! Bunun adımlarını atmak! Ne kadar zor olursa olsun bu ilk adımı atmak!

Eminim ki her yoldaşın ortaklaşacağı yanlar çıkacaktır. Sancı çekmeden değişim olmuyor maalesef. Zaten değişime istekliysen sancı bir hiç olur. Seninle yürüyen yoldaşlar acını da paylaşır, değişimini de. Değiştirmek istiyorsan bunun için değişmek zorundasın!

Bir TKP-ML TİKKO Gerillası