TKP/ML MK-SB’den Şehitler Haftası Açıklaması: “ONLAR Kİ, ÖLÜMÜ HİÇE SAYARAK BİRER MEŞALE OLDULAR YOLUMUZ AYDINLATAN; ŞEHİTLER KERVANINA KATILMAYA ADIMIZI YAZDIRARAK, SÜRDÜRÜYORUZ KAVGALARINI !”

ONLAR Kİ,
ÖLÜMÜ HİÇE SAYARAK BİRER MEŞALE OLDULAR YOLUMUZ AYDINLATAN;
ŞEHİTLER KERVANINA KATILMAYA ADIMIZI YAZDIRARAK,
SÜRDÜRÜYORUZ KAVGALARINI !

“Yaşamlarından daha değerli şeyleri olmayan kişi ve toplumların yaşamlarının da değeri yoktur.”

                                                                                                                                                               J.G. Seume

Eksilip çoğalarak neslini sürdüren insanlığı sınıfsız topluma götürme ülküsünü misyon edinmiş uluslararası komünist hareketin Türkiye’deki temsilcisi olarak bizler de aynı eksilip çoğalma döngüsünü sınıf mücadelesi içerisinde yaşıyoruz. İdeolojimizden sonra bizi yaşama ve savaşıma tutunduran yanımızı, eksilen tarafımız, şehitlerimiz oluşturuyor. Bedeli, her türlü biçimde ama en üst düzeyde ve en ileri şekliyle can vererek ödüyoruz. Devrim uğruna nice devrimci ile birlikte yüzlerce yoldaşımızı ölümsüzlüğe uğurladık. Zafere ulaşmak için kat be kat fazlasını da bundan sonra şehit vermemiz gerektiğini biliyoruz.
Demokratik halk devrimini gerçekleştirecek, ardından sosyalizmi inşa edecek ve komünizme yöneleceğiz. Uzun bir yolculuğun neferleriyiz. Sınıf bilinçli öncülerinin yön verdiği proletaryanın önderliğindeki bu yolculuk yaklaşık 1.5 asır önce dünyanın çok çeşitli ülkelerinde başladı ve yine onlarca ülkede kıyasıya sürüp gidiyor. Geçen yüzyılda elde ettiği çok önemli deneyler ve birikimlerle yüklenerek bu asra taşındı. Emperyalist-kapitalist sistemle tarihi hesaplaşmanın kaçınılmaz aşamalarına doğru hızla ilerliyoruz.
İnsanlığın komünizme doğru bu büyük yürüyüşü olağanüstü kahramanlıklar, direnişler ve destanlarla yazılıyor. Nice yenilgiler, ihanetler, başarısızlıklar hiç ama hiç birisi bu gerçeklikleri silmeye, karartmaya güç yetiremiyor. Paris’ten Petrograd’a, Şangay’dan Saygon’a, Madrid’den Stalingrad’a, Ayakuço’dan Katmandu’ya, Zagros’lardan Munzur’lara, uzanan ve dünyayı çepeçevre kuşatan bir tarih örgüsü içinde şiarlarımız, bayraklarımız ve silahlarımız şehitlerin omzunda taşınmıştır ve taşınmaktadır. Sınıf mücadelesinde, kitlelerin gücünün somutlandığı bütün eylemlilikler; kalkışmalar, direnişler, isyanlar, muharebeler ve savaşlar sonuç itibarıyla can vererek bedellenmek durumundadırlar.
Şehit yoldaşlarımız halkın geleceğe inancını pekiştiren, umudunu artıran, cesaretini güçlendiren birer sembol oldular. Her birinin kattıkları emek, yürüttükleri mücadelenin yanı sıra, bizzat yaşamlarını bu yolda verişleri başlı başına sarsıcı bir etki yaratmıştır. Hiç tükenmeyen bir meşale haline gelişlerine bütün ülkelerin mücadele deneyleri tanıklık etmektedir. Şehitlerin tanındıkları bölgelerde ve çevrelerde kitleleri devrime bağlı kılmada nasıl güçlü bir enerji kaynağı olduğu herkesin bildiği bir gerçekliktir. İnancı ortaya koymanın, kararlılığı göstermenin en ileri düzeyde ispatı olarak yaşam bedeli mücadeleye atılmak ve nihayetinde canını vermiş olmak elbette ki halkımız tarafından böyle değerlendirilecek ve sahiplenilecektir.
Emperyalist-kapitalist sistemin dünyayı halklar için bir zulüm cenderesine sokması, sömürü, soygun ve talanı dizginsiz boyutlara ulaştırması, uyguladığı katliam ve işkencelerdeki pervasızlık ve vahşilik akıl almaz ölçülerde sürüyor. Cenneti kendisine cehennemi ezilen halklara ve uluslara yaşatma becerisini bu dünyada gösteren bir avuç emperyalist, faşist ve gericinin temsil ettiği burjuvazi; döktüğü kan, döktürdüğü gözyaşı ve sömürdüğü alınteri deryasında boğulmanın eşiğine geldiğini hissettikçe kudurmaya başlamıştır.
Kendi aralarındaki dünya egemenliği kapışmalarının, yeni talan politikalarının, işgal ve saldırıların özünde, tümünü besleyen sistemin derin açmazlarının sürüklediği krizler vardır. Bunlar artık geçmişe göre daha büyük boyutlu sarsıntılar yaratmaktadır. Sistem hepsini semirtecek, tümünü kanlandıracak, başka bir deyişle hepsini kaldıracak güçte değildir. Halkların çekilip alınacak ne kanı ne de iliği kalmıştır. Dünyanın ne yer altı ne de yerüstü zenginlikleri sömürücü zorbaların hırslarını doyuramamaktadır.
İnsanlığın kaderini eline almak misyonuyla tarih sahnesine çıkan işçi sınıfı bugün bu göreviyle her zamankinden daha fazla bağlı durumdadır. Karşı-devrim, eceli gelmiş misali hamle üstüne hamle yapmakta, sayrılık nöbetleri geçirmektedir. Ezilenlerin büyük huzursuzluğu, öfke ve tepkisi dağlara taşlara vurmakta ancak düşman kalelerinde yankılanmaktan gayrı etkide bulunmamaktadır. Sınırlı sayıda ülkelerdeki Marksist-Leninist-Maoistler önderliğindeki iktidar yürüyüşlerini yeterli ve çaplı kabul etmek iyimserliktir. Anti-emperyalist dalgaların zaman zaman dev boyutlar alması bu cephede yakalanması gereken halkayı göstermesi bakımından dikkate değer olmakla beraber, yanılsamalar da yaratmamalıdır.
Oysa, gelinen aşamada sınıf çelişkisi damarlarda durmayacak bir birikim yaratmış bulunmaktadır. Bu potansiyeli açığa çıkaracak, örgütleyerek harekete geçirecek ve iktidar hedefine yöneltecek önderliklere ihtiyaç bulunmaktadır. Bütün ülkelerdeki komünistlerin öncelikli görevi bu olmak durumundadır.
Bu görevi yerine getirmek mevcut sistemin öngördüğü, sunduğu ve dayattığının dışında bir yaşam biçimini gerektiriyor. Bu, her şeyden önce bütün kişisel çıkarlarını halkın ve devrimin çıkarlarına mal etmek anlamına geliyor. Daha yalın ifadesiyle yaşamın mücadeleye feda edilmesi anlamına gelen bu tercih, ölümle kol kola girilmesine yol açmaktadır. Yaşam, bir değerler bütünü haline gelince onun korunması öncekine göre sanıldığından daha güçlüdür. Esirgenen, artık halkın ve devrimin bir parçasıdır. Yaşamını sunmak ise öncekine göre daha cesurcadır; çünkü elde edilen bilinç, sağlanacak yararın halk ve devrim lehine sonuçlar doğuracağını kazandırmıştır.
Bu bilinçle mücadeleye atılan komünistler ve devrimcilerin dünyanın bir dizi ülkesinde olduğu üzere ülkemizde de şu veya bu biçimde yaşamını yitiren binlercesinden oluşan bir şehitler ordusu vardır. Bu gittikçe büyüyen şehitler ordumuz devrimimizin en büyük teminatı ve en büyük itici gücü olma özelliğine sahiptir. Devrim yolculuğunda köprüleri yakma, geri dönüşü imkansız kılma ve hızımızı sürekli artırma gibi fonksiyonları şehit yoldaşlarımıza borçluyuz. Onlar, yaşamla olan bağımızı daim, gittiğimiz yolu aydınlık, ulaşacağımız hedefi elle tutulur kıldılar.
Hesapsız ve çıkarsız bir biçimde mücadeleye atılarak sonuna kadar gittiler. Arkada bıraktıkları bizlere, en yalın mesajları, “siz de sonuna kadar gidin!” oldu. Biliyorlardı ki, herkes sonuna kadar gitme iradesi gösterirse başaramayacağımız hiçbir şey yoktur. Bir başka emin oldukları husus, bayrağın yoldaşları tarafından yere düşürülmeden taşınacağı ve mutlaka düşman burçlarına dikileceğiydi. Kişinin gözlerinin arkada kalmayacağı olgusu, ölümle yüzleşmeyi her zaman kolaylaştırmıştır. Mücadeleyi korkusuz ve tereddütsüz verebilmenin önkoşullarından birisi de budur!
Şehit yoldaşlarımız, kendilerinden öncekiler gibi onlardan sonra da aynı iradeyi, azmi ve cesareti ortaya koymaya hazır nicelerinin var olduğunu, doğanın mutlak bir yasası gibi bilince çıkarmışlardı. Aksi halde yürüttükleri mücadelede yaşamlarını sönmez bir meşale haline getirmeyi başaramazlardı. Devrim için özveriyi yaşam felsefesine içirmek, her şeyden önce mütevazı bir hareket şeklini, alçak gönüllü bir tarzı, karakterli bir duruşu gerektirir. Mücadelenin yaşam biçimi haline gelmesinin asgari koşulu budur. Sorun bunu başarabilmektir. Yaşamın bu uğurda feda edilmesi/tüketilmesi artık ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin kolaydır.

Proletarya partisi çeyrek asrı aşkın süredir yüzlerce kahraman evladının canını feda ederek omuzladığı mücadeleyi giderek artan bir azimle sürdürmeye devam ediyor. Her şehit düşen yoldaşımız, zafere olan inancımızı, ideallerimize olan bağlılığımızı ve verilmiş sözlerimizi toprağa kazıyorlar. Onlar, hepimize bölünerek çoğalıyor. Her mücadele neferi de o kadar şehit yoldaşının gücüyle yüklüdür artık. Bunun muazzam sorumluluğu ve gücü çağlayan bir potansiyel yaratıyor.
Her yılı, sınıfsal perspektifle şehitlerimizin bu müthiş gücünü yeniden ve yeniden en üst düzeyde duyumsayarak şanlı muharebelerin verileceği bir direniş ve savaş yılına çevirmek gerekiyor. Aktif mücadeleden eksilenlerimizi anmanın yegane biçiminin bu olduğunun, tekrarlanılmaktan bıkılmayacak bir doğru olması, ancak sınıf mücadelesine mahsus bir durumdur. Çünkü sınıf mücadelesi, kişisel bağlılığı, duygusallığı, göz yaşını, bireysel intikamcılığı bir yere kadar sırtında taşıyacak denli acımasızdır. Kavganın uzun soluklu kılınabilmesi, daha önemlisi sınıf savaşımına tabi hale getirilmesi için proletaryanın bilinciyle taçlandırılması gerekir.
Bu bilincin kuşanılması şehitlerimize karşı sorumluluklarımızı yerine getirmemizin önkoşuludur. Onların değerli hatıralarına karşı en büyük saygı; onların özlemlerini yerine getirmek üzere, onların adına da dövüşmek, onların adına da davranmayı bilmektir. Onları kavgamızda, beynimizde, yüreğimizde yaşatmak, ancak bu yaklaşım tarzıyla mümkündür.
Toprağa karışan yoldaşlarımızın adına sözümüz onların bayrağını devralanlara, silahlarını kuşananlaradır. Onların andını andı belleyenleredir! Hiç kuşkusuz ki devrim anı yaşanırken sadece onlar değil bugün hayatta olanların çoğu da o günden habersiz olacaktır. Devrim, kuşakların üzerinde yükselerek zafere ulaşan bir büyük alt üst oluştur. Büyük bir emek, büyük bir birikim, büyük bir inşa işidir. Asıl büyük özveri zaten semeresini alamayacağını bile bile taş üstüne taş koymaya çalışmak, büyüdüğünü göremeyeceğini bildiğin halde asırlık ağaçlar dikmektir.
Tarihin hiçbir evresinde haksızlığa ve zulme karşı verilen mücadele içinde yaşamını yitirenin ölümü boşuna sayılamaz. Tümü onurlu ve değerlidir! Hepsi bir birikim ve değer yaratmıştır. Bu durum komünizm ve devrim şehitleri için fazlasıyla böyledir. Ülkemizdeki süreç de Mustafa Suphi yoldaştan önderimiz İbrahim Kaypakkaya yoldaşa; Süleyman Cihan, Kazım Çelik ve Mehmet Demirdağ yoldaşlardan, Muharrem Yiğitsoy, Aşkın Günel ve Cafer Dere yoldaşlara; Mahir’ler, Deniz’ler, Sinan’lar ve Mazlum’lardan nice binlercesine kadar devrim şehitlerini kucaklayan bir çizgide serpilip gelişmiştir.
Hiçbir emeğin boşa gitmediğinin, hiçbir canın yok yere yitirilmediğinin iyi bilinmesi gerekmektedir. İyi bilinmesi gereken bir diğer husus, parti ve devrim şehitlerimizin kanlarını yerde bırakmayacağımızdır. Sınıf mücadelesi, intikam ya da öç alma mücadelesi değildir. Kan davası hiç değildir. Yoldaşlarımızın canına karşılık can almak, dökülen kanına karşılık kan dökmek gibi bir misilleme ile de savaş yürütmüyoruz. Ancak hesap sorma felsefesi devrim mücadelesinin temel perspektiflerindendir! Karşı-devrimci sınıflar devrimin doğrudan yönelimi, halk düşmanları da hedefidir. Bu, bir bütün olarak devrim süreci için geçerlidir. Dolayısıyla parti ve devrim şehitlerimizin hesaplarını bundan önce olduğu gibi-sonraya, büyük hesaplaşma anına bırakmadan- sormaya devam edeceğiz!
Şehitlerimiz bize ölümsüzlüğü öğrettiler! Ölümü yenebilmenin hiç de zor olmadığını art arda kanıtladılar! Yaşamlarını devrim mücadelesine armağan ederek sonsuz bir yolculuğa çıktılar. Onlardan aynı görevi başarıyla yerine getirme nöbetini devralmış bulunuyoruz. Bunun için onlara verdiğimiz sözü bir kere daha yüksek sesle haykırmak ve uğruna şehit düştükleri menzile ulaşmak için adımlarımızı hızlandırmak zorundayız. Biliyoruz ki o günü onlar da sağ kalanlarla birlikte duyumsayacaklar!

MARŞLARI SUSMAZ, NAMLULARI SOĞUMAZ, GERİLLALAR ÖLMEZ!
PARTİ VE DEVRİM ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR!
DEVRİM UĞRUNA ŞEHİT DÜŞENLERİN GÖZLERİ ARKADA KALMAYACAK!
ONLARLA BİRLİKTE YAŞIYOR, BİRLİKTE SAVAŞIYORUZ!
ŞEHİT YOLDAŞLARIMIZIN HESABINI MUTLAKA SORACAĞIZ!
KAHROLSUN EMPERYALİZM, FAŞİZM VE HER TÜRDEN GERİCİLİK!
YAŞASIN DEMOKRATİK HALK DEVRİMİ, YAŞASIN HALK SAVAŞI!
YAŞASIN PARTİMİZ TKP/ML VE ÖNDERLİĞİNDEKİ TİKKO, TMLGB!

TKP/ML MK-SB
Ocak 2005