HERKESİ YAĞMUR DAMLASI OLMAYA ÇAĞIRIYORUZ!
TKP-ML ve ona bağlı TİKKO savaşçıları, Kobane direnişinde işgalcilerin adım adım kovulduğu ve bölgede yaşayan çeşitli milliyetlerden halkların özgürleştirildiği direniş hamlelerinin doğrudan bir parçası olarak 5 yıllık bir deneyim biriktirmiş ve TC devletinin 9 Ekim işgali ile başlayan Rojava Devrimi’ni boğma çabasına karşı devrimin savunulması ve yaşatılmasında safını belirleyerek hareket etmeye devam ediyorlar.
TKP-ML TİKKO Rojava Komutanlığı’na bağlı savaşçılar, EÖT (Enternasyonal Özgürlük Taburu) bünyesinde savaşın ve direnişin bir parçası olarak Rojava Devrimi’ni ve Rojava halklarının yaşadığı toprakların her karışını savunarak bu toprakların işgalcilerin postalları altında kirlenmesine izin vermiyor. Her köy, her kasaba, her şehir Rojava Devrimi’nin, Rojava Kadın Devrimi’nin savunulduğu bir cephe hattı olarak ele alınıyor.
DAHA YÜKSEĞE SIÇRAMAK, DAHA İLERİ ADIMLAR ATMAK!
– Kendinizi tanıtır mısınız?
– Adım Arnos Andok, TKP-ML TİKKO Rojava Komutanlığı Siyasi Komiseriyim. 5 yıldır Rojava’daki devrimsel hamlelerin tümünde yer aldım. Şimdi de Serakaniye başta olmak üzere devam eden Til Temir direnişi içerisinde yer alıyorum.
– Devrim inşası ile faşist TC devletinin 9 Ekim tarihinde başlattığı işgal saldırısı arasında nasıl bir bağ kurulabilir?
– Dün olduğu gibi bugün de yine aynı “güçler”; barbar, soykırımcı, talancı, cinsiyetçi, insanlık düşmanı TC ve çetelerden özgürleştirilen bu topraklara tekrar saldırdı. Ortadoğu’nun başına bela olan soykırımcı, işgalci ve yağmacı bu “güç” gelip topraklarımızı işgal ediyor. Özgür iradenin, kadın devriminin, inançların özgürce ifade edildiği ve herkesin kendini bulduğu bir yaşamın inşa edilmeye çalışıldığı bu topraklara dönük bir saldırı ve işgal söz konusu.
TC faşizmi yeniden kendi gerici emellerine itaat ettirmek istiyorlar halkları. Onur ve devrimle yaratılan irade, parçalanmak isteniyor. Dün Kobane sürecinde de “düştü düşecek” denilerek istenilen amaç buydu, bugün yine devam ediyorlar. Çünkü hem dünyadaki emperyalist güçler hem de Ortadoğu’daki bölge gerici faşist devletleri, bu toprakların özgürlüğünü istemiyorlar. Emperyalist kapitalist sistemin hegemonyasında olmayan, ona biat etmeyen, onun çıkarlarına hizmet etmeyen bir yaşama tahammülleri yok ve müsaade etmek istemiyorlar.
Bununla birlikte esas olarak Kürt halkının özgürleşmesine de tahammül edemiyorlar. Kürtlerin özgürleşmesini sadece emperyalistler engellemek istemiyor. Aynı zamanda bölgedeki en büyük Osmanlıcı zihniyeti, Pantürkist, Panislamist zihniyeti taşıyan ve İttihatçı geleneği sürdürmek isteyen Kemalist iktidar da engellemek istiyor. Bakmayın siz Tayyip’in yalanlarına! O şimdiki durumda en “iyi”, en “makbul” M. Kemal’dir, Enver’dir, Talat’tır!
Kürt halkının bölgede en ufak bir hak kazanmasının, soykırımcı-faşist devletleri için bir “beka sorunu” olduğunu defalarca dile getirdiler. Dün Ermenilere, Pontus Rumlarına ve Süryanilere yaptıkları soykırımı, bugün başta Kürtler olmak üzere bölge halklarına yeniden dayatıyorlar. Dün İttihatçılar, Kemalistler bugün ise AKP-MHP başta olmak üzere işgale onay veren bütün partiler bunu hayata geçiriyorlar.
Bunlar da bugün, bu topraklarda Kürt halkının özgürce yaşama hakkını yok sayıyor, kendi iradeleri ile yaşamalarına müsaade etmek istemiyorlar. Öncesinde DAİŞ’in uyguladığı yağma, hırsızlık, talan, katliam bugün TC destekli çetelerle aynı şekilde devam ediyor.
Bu savaşta bir yanda en büyük pay için savaşan iki büyük emperyalist güç ve diğer yanda halkın eşyalarına, malına mülküne göz diken çeteler var. Hem bu toprakları köleleştirmek hem de burada yaratılan değerleri ellerine geçirmek istiyorlar. Bu yağmacı-talancı ve halklara kan kusturan baskıcı-soykırımcı gelenek yüzyıllardır sürüyor. İttihat Terakki’den günümüze kadar yüzlerce pratiği olan bu zihniyet, 104 yıl önce bu topraklarda, yine Serekaniye’de çeteler aracılığıyla Ermeni halkına yönelik bir soykırım gerçekleştirdi. Soykırımda insanların üzerinde olan eşyalar da dahil olmak üzere her şeyi yağmaladılar. Bugün aynı zihniyet, bu coğrafyada yaşayan Kürtlere, Araplara, Süryanilere, Asurilere, Ermenilere ve Ezidilere saldırıyor.
Tarih ve zaman farkına rağmen yine aynı güçler tarafından bir işgal gerçekleştiriliyor. Her şeyden önce yaşamın kendisi işgal edilmek isteniyor. Bu topraklara ait olmayan insanlar, zorla buralara sahip olmaya çalışıyor. Bu toprakların buğdayını ekmeyenler, zeytin ağaçlarını dikmeyenler gelip bütün nimetlerine el koymak istiyorlar. Tarihine, kültürüne, diline zorla Türkleştirme zihniyeti ile saldırıyorlar. Bu işgal sadece toprakların işgali değildir. Aynı zamanda inançların, halkların iradesinin, geleceklerinin işgal edilmek istenmesi ve ipotek altına alınmasıdır. Dolayısıyla korkunç bir köleleştirme, soykırım politikası devam etmektedir.
Bu anlamda işgale ve halklara saldırının karşısında olmak demek özgürlüğün sahibi olmak demektir. Eğer bu saldırılara karşı durmaz ve direnmezsek özgürlükten ya da gelecekten bahsedemeyiz. Özgür ve onurlu bir yaşamdan bahsediyorsak, mutlaka direnişten yana olmalı ve hatta direnişin sahibi ve de öncüsü olmalıyız. Dolayısıyla devrim sonrası ile işgal ile başlayan bu süreç arasında çok büyük bir fark vardır. Devrimde yeni bir yaşam inşa ediliyordu ancak şu an koskocaman bir yıkım, zorbalık, göç, korku, yağmayı egemen kılmaya çalışıyorlar.
ORTADOĞULULAŞMAK SOMUTTUR, GERÇEKTİR, PRATİKTİR VE SİLAHLIDIR!
– Partinizin Ortadoğululaşma perspektifini Rojava alanında ve direnişte nasıl konumlandırıyorsunuz?
– Dünyanın haydutları ve hırsızları başta olmak üzere irili ufaklı tüm bu yağmacıların işgali karşısında yapılacak tek şey, silahlı bir direniş geliştirmektir. Ezen ile ezilen, işgalci ile direnişçi arasındaki bir savaşta biz proleter devrimcilerin, komünistlerin safı ezilenlerin safıdır. Konumlanacağımız yer silahlı direniş safıdır. Ya silahlı direnişten yanasınız ya da karşısındasınızdır. Bunun ortası yoktur.
Bugün bu savaşta direnişten yana olmak devrimcileşmek, Ortadoğululaşmaktır. Partimizin 1. Kongresinde belirlemiş olduğu “Ortadoğululaşmak” yöneliminin ifadesi de burada hayat bulmaktadır. Direnişten yana olarak işgalcilere karşı somut, pratik ve kararlı bir duruşla mevzilenmektir. Bu devrim bizimdir, bu direniş de bizimdir. Ortadoğululaşmak demek zaten devrimin öznesi olmak demektir.
Partimiz 1. Kongre kararlarını açıkladığında henüz işgal saldırısı başlamamıştı. Ama başta Türk faşizmi olmak üzere, emperyalistlerin ve bölge gericiliğinin Rojava’ya yönelik tehditleri söz konusu idi ve saldırı da öngörülemeyecek bir şey değildi. Partimiz açısından aldığımız kararlar şimdi bizzat direnişle birlikte somutlanmakta, pratikleşmekte ve şekillenmektedir. Ortadoğululaşmanın ne anlama geldiği tartışmalarına verilen en somut yanıt da bu pratiktir. Bugün Ortadoğululaşmak işgale karşı direnişle somutlanmıştır. Kongremizin bu isabetli kararı Rojava’da konumlanarak, işgale karşı mevzilenerek, direnişin parçası olarak somutlanmış ve daha anlaşılır olmuştur.
Rojava Devrimi’nin başından itibaren Partimizin güçleri devrimden ve direnişten yana oldu. Şimdi de işgale karşı silahlı direnişten yana olarak Partimizin amaç ve ideallerini yaşatıyoruz.
Ortadoğululaşmak soyut, hayali, anlamsız ve anlaşılması zor bir yönelim değildir. Tamamen somuttur, gerçektir, pratiktir ve silahlıdır. Bu yönelimi hayata geçirmek daha çok devrimcileşip ezilen halklarla birlikte daha fazla anti-emperyalist bir karşı koyuşla pozisyon almaktır. Faşist diktatörlüğe karşı açık bir direniş ve mücadele tarafı olmaktır. Safların ve durumun açık bir çelişki halinde yaşandığı durumda biz elbette bir tarafız ve özneyiz. Ve bu özneliğimizi Ortadoğululaşmak yönelimi ile ifade ediyoruz. Bunu sadece gazete sayfalarında, internet sitelerinde ya da sosyal mecralarda değil somut adımları ile yapıyoruz. İşgale karşı çıkarak ve direnerek yapıyoruz.
Bu direniş, bu devrim sadece sloganvari anlamda değil gerçekten ülkemiz devrimi etle tırnak gibi iç içe geçmiştir. Burada yaptığımız her eylem, ortaya koyduğumuz irade aynı zamanda ülkemiz demokratik halk devrimine dolaysız hizmettir. Ve bugün hem ülkemiz topraklarının hem de bu coğrafyanın düşmanı ortaktır. Burada vurduğumuz her darbe aynı zamanda ülkede emekçilere, ezilenlere, işçilere, kadınlara, LGBTİ+’lara baskı uygulayanlara darbe vurmak anlamına gelmektedir. Belki dün bu kadar somut, anlaşılır değildi ancak bugün daha anlaşılır, daha somut hale gelmiştir.
Ortadoğululaşmayı bir anlamda devrimcileşmek olarak, Ortadoğu halklarıyla birlikte silahlı ve kararlı bir irade olarak anlamak gerekir. Ortadoğululaşmayı Türkiyeli devrimci örgütlerle birlikte-ortak mücadele yürütmek, devrimci dayanışmayı yükseltmek olarak anlamak gerekir. Ortadoğululaşmayı ezilen halklarla, ezilenin ezileni kadınlarla, inançlarla kaynaşmak olarak anlamak gerekir. Ortadoğululaşmak soyut değil somuttur, pratiktir ve gerçektir. Bizi yani tüm ezilenleri birleştirmektir. Bugün Partimizin mütevazi bir bölüğü buradadır. Ve bu gücü ile direnişin her cephesinde yerini almıştır ve almaya da devam edecektir.
Bir de şunu vurgulamak isterim; Geçmişten beridir Türkiye halkına Ortadoğu halkları “gerici” olarak propaganda edildi ve halen de ediliyor. Kemalist faşizmin “Batılılaşma ülküsü” bunda etkili oldu. Sanki Türkiye halkıyla Ortadoğu halkları arasında çok derin bir uçurum, bir farklılık varmış gibi propaganda edildi. Oysa “coğrafya kaderdir” sözü bir gerçeğe işaret etmektedir. Bu anlamıyla bölgedeki bütün halklar aslında benzerdir. Şairin deyimiyle “tavukları birbirine karışmış”tır. Asıl sorun yönetimlerdir, iktidarlardır. TC faşizminin başta Kürt ulusu olmak üzere Türkiye halkına reva gördüğü “hizmet”ler ortadır. Şimdi de bunun üzerini örtmek için Kürdistan’ı fethe çıkmış durumdadır.
Faşizm Rojava’ya saldırıp Kürde bombayı reva görürken içerde de Türk halkına siyanürü reva görmektedir. Bugün Türkiye sınırları içinde ekonomik koşullardan, yoksulluktan ya da borçlarından dolayı insanlar toplu halde intiharı seçiyorsa, bu düzenin bir gün bile ayakta kalamaması gerekir. İşte bu noktada, bizim burada işgale karşı savaşımız aynı zamanda faşizme bir darbe daha vurmak anlamına gelmektedir. Yani dünyanın gözleri önünde işgalci, soykırımcı bir hırsız ve katil olan Recep Tayyip ve şürekâsının gidişi, bizim buradaki direnişimize de bağlıdır.
EÖT, HALKLAR ARASINDAKİ ÖN YARGIYI-ÇİTLERİ ORTADAN KALDIRAN BİR İRADEDİR!
– Devrimci dayanışma ve faşizme karşı ortak mücadeleyi esas alan Proletarya Partisi Enternasyonal Özgürlük Taburu içerisinde de aktif çalışmalara katılıyor. Bize biraz bu çalışmalardan bahseder misiniz?
– Devrim sürecinde ve işgalin başından itibaren direnişte EÖT somut ve pratik bir pozisyon aldı. Devrimin örgütlenmesi ve sürdürülmesi sürecinde de durum aynıydı. Bugün bu işgal ve ilhak karşısında da en önde olmaya çalışıyor. EÖT; devrimci olanların reformistlerden, pasifistlerden, sosyal şovenlerden ayrıldığı bir mevzidir. EÖT; sadece askeri bir tabur değil “ideolojik” bir taburdur aynı zamanda! Reformistlerden, şovenistlerden ve sahte solculardan kendisini ayıran bir hatta durmaktadır. Devrimcidir ve sosyal şovenizme karşı açık bir bayraktır. Hem Türkiye devrimindeki bir saflaşmayı hem de gerçek ve sahteyi açığa çıkaran bir ayrım çizgisidir. Aynı zamanda birçok ülkeden katılım yapan ya da Avrupa’da dayanışma eylemleri gerçekleştiren enternasyonallerin, burada bir arada-ortak bir çatı altındaki mücadele iradesidir.
Hem ülke devrimimizin rengini hem de enternasyonal karakteri birarada taşıması anlamında önemlidir. Halkları birleştiren, halklar arasındaki ön yargıyı-çitleri ortadan kaldıran bir iradedir. Halkların kaynaşmasına, inançların ve ulusların devrimci temelde kaynaşmasına hizmet eden devrimci bir mevzidir.
Çalışma tarzı açısından söylersem; komuta kademesinin aldığı kararlar elbette ki merkeziyetçi bir şekilde uygulanıyor. Tek tek örgüt ya da birey düşüncesi de kararlara görüş olarak yansıyor. Demokrasi yanı daha geniş olan ancak askeri kararların uygulandığı bir iradedir. Kendi dışındaki eğilim ve ifadelere açıktır. EÖT, bugün ülke topraklarımızda ve burada, Rojava topraklarındaki mücadelede çok değerli bir yerde durmaktadır. Partimiz de devrimci dayanışmayı ve faşizme karşı ortak mücadeleyi önemseyen bir anlayışa sahip olduğu için ayrıca önem vermektedir.
Enternasyonal Özgürlük Taburu, TİKKO olarak bizim de bileşeni olduğumuz bir taburdur. Türkiyeli devrimci örgütlerin oluşturduğu bir çatı örgütlenmesi yani siyasi çizgisini belirleyen bir komite yapısının yanı sıra bir de askeri çizgisini, hamlelerini, hareket tarzını ve konumlanmasını belirleyen komutanlığı ile hareket etmektedir. EÖT’nin düşünceleri ekseninde EÖT Komutanlığı, QSD ile çeşitli branşlarla birlikte cephede ve cephe gerisinde ihtiyaca göre pozisyon almaktadır.
– Son olarak söyleşiyi okuyan taraftarlarınıza, halkımıza bir çağrınız var mı?
– Emekçilerin, ezilenlerin toprakları, sokakları, evleri işgal altındadır. Kanlı, zalim eller devrimi boğmak, özgürlüğü katletmek istiyor. Özgürlükten ve onurdan yana olanların bugün her zamankinden daha fazla direniş saflarında yer almak gibi bir görev ve sorumluluğu vardır. Bugün her zamandan daha fazla direnişçi olma zamanıdır.
Bu temelde Partimize gönül vermiş bütün taraftarlarımızın Rojava Devrimi’ni savunmak ve faşizmin işgal saldırısına karşı yapılan eylemlere, protesto gösterilerine, etkinliklere katılımını önemsiyor ve çok değerli buluyoruz. Bu dayanışma eylemlerinin devam etmesi gerekir. Aynı zamanda başta parti militanlarımız olmak üzere durumu ve koşulu uygun olan herkesi “savaş, savaş içinde öğrenilir” yaklaşımımızdan hareketle direnişe, devrimci savaşa katılmaya çağırıyoruz. Ki 1. Kongremizin bir başka kararı da budur.
Çağrımız herkese özellikle de genç yoldaşlaradır. Daha fazla devrimcileşmek için devrim saflarına, halk ordusuna katılalım.
Bugün yağmur olup özgürlüğümüzün topraklarına akma zamanıdır. Herkesi yağmur damlaları olmaya çağırıyoruz.
– Teşekkür ederiz…
– Ben teşekkür ederim…