8 Mart Vesilesiyle TKP-ML KKB’li Savaşçılarla Söyleşi: “Erkek Egemen Faşist TC Devleti ve Onun Çetelerine Öldürücü Darbeyi Vuracağız!”

“EYLEMLERİ DÖNÜŞTÜRME, SÜREKLİLEŞTİRME, GELİŞTİRME VE YAYGINLAŞTIRMA GÖREVİMİZ VAR!”

– Kadınların ve LGBTİ+ların kazanılmış haklarının gaspedilmeye çalışıldığı bir süreçten geçiyoruz. Aynı zamanda kadın ve LGBTİ+ hareketlerinin kitlesel eylemlere imza attığı bir dönem. Genelde dünyadaki özelde Türkiye’deki bu gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz?

Çiğdem Vartinik (KBDH Konsey üyesi): Gerçekten de dünyanın her yerinde payriyarkal sistem ve bu sistemin temsilcileri, son bir yıldır özellikle pandemiyi bahane ederek kadın ve LGBTİ+lar açısından kazanılmış ne kadar hak varsa gasp etmeye çalışmaktır. Açıkçası dünyada kadın ve LGBTİ+ özgürlük mücadelesi, egemenlerin, ataerkinin tekerine çomak sokmaktadır. Heteroseksist ataerkil devletlerin yürürlüğe koymak istedikleri hemen hemen tüm yasalar kadınların direniş duvarına çarpıp yine kendilerine dönüyor. Dikkat edelim, bu devletlerin uygulamaya çalıştığı sindirme ve baskı politikaları, kadın ve LGBTİ+ların direnişleriyle paçavraya dönüşüyor. Kadınların “Umutsuzluğa kapılırsan bu kalabalığı hatırla” sözünü doğrulayacak çok güzel direniş örnekleri ortaya çıkıyor. Görkemli kalabalıklar, direnişlerle her gün kendini hatırlatıyor. Arjantin, Şili, Amerika, Polonya, Belarus, Meksika, Hindistan, Türkiye, Kürdistan…

Dünya genelinde patriarka kendini yeniden tesis etmeye çalışırken, bunu kadınların en temel hakkı olan yaşam hakkına göz dikmeye, kadına yönelik şiddeti meşrulaştırmaya, kürtaj hakkına, siyaset hakkına ve daha bir dizi hakkımıza yönelik saldırı politikalarıyla yapmaya çalışıyor. Kadın ve LGBTİ+lar yalnızca kendi cinsine, cinsel yönelimine dönük saldırılar söz konusu olunca sokağa dökülmüyor. Bir bütün muhalif kesimlere yönelik saldırılarda da yoksullaşma ve emek sömürüsü gibi çokça nedenle de sokaklarda en önde yerlerini almayı sürdürüyorlar.

Farklı ülkelerden kadın ve LGBTİ+ hareketleri, birbirini etkileme ve birbirinden öğrenme halkasını yakalamış durumda. O açıdan çoktan evlerimizin dışına taşmış olan “kadın sorunu” artık ülkelerin de dışına taşan bir niteliğe kavuşmaktadır.

Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’na göz attığımızda, kadına yönelik şiddetin had safhaya ulaştığını görüyoruz. Arkasına erkek adaleti almış olan erkekler, vahşice kadınları katletmeye devam ediyor. Kadınlar üzerinde vahşetin bu kadar arttığı bir dönemde kadınların özsavunma yaparak erkeği cezalandırma eylemleri, kadınların yüreklerine su serpiyor, ciddi bir umut yaratıyor. İşte bu umut ve cesaret yaratan eylemleri bir örgütlülüğe dönüştürme, sürekliliğe kavuşturma, geliştirme ve yaygınlaştırmaya yönelik esas görev, biz komünist kadınlara düşüyor.

Sırf propaganda yapmak için söylemiyorum, gerçekten de örgütlenmeye, bu zulüm çarkını durdurmaya hazır ve buna ihtiyaç duyan çok geniş bir kadın ve LGBTİ+ kitlesi var. Ama yaptığımız işleri de küçümsemeden belirtmek isterim ki, henüz bu mücadeleyi örgütlemeye, büyütmeye tam olarak hazır değiliz. Biz hazırlığa “Güçlenelim de öyle harekete geçelim, ancak o zaman eylem yapabiliriz” diye bakmıyoruz elbette. Kitlelere gittikçe, kadın ve LGBTİ+lara dair özgün politikalar ürettikçe, patriarkaya ve faşizme vurdukça hazırlığımızı sürdüreceğiz kuşkusuz. Yeter ki, bu yaklaşımımıza uygun bir yönelime girelim.

Faşist TC devleti, bugün bir bütün Kürt halkının kazanımlarına doğal olarak da kadınların kazanımlarına dönük saldırılarını hız kesmeden sürdürüyor. Rojava Devrimi’nde açığa çıkan özgür eşit yaşam iradesini yok etmeye çalışan TC devleti, bunu Afrin ve Serekaniye’yi işgal ederek yapmaya çalıştı. Hala da Rojava’ya Şengal’e yönelik işgal tehditlerini sürdürüyor. Medya Savunma Alanları’nda Haftanin’e ve Garê’ye işgal girişimleri oldu. Gerillanın çok ciddi direnişiyle karşılaştı. Garê’deki gerillanın direnişi, tüm ezilenlere örnek olması açısından çok önemli bir yerde duruyor. TC uzun süredir askeri açıdan böylesi bir hezimete uğramamıştı. Bu direniş, TC ordusunun askeri olarak tüm teknik ve teknolojik gelişmişliğine rağmen, gerilla savaşıyla nasıl yenilgiye uğratılabileceğinin mesajını da veriyor. Bu mesajı doğru okumak lazım. Yani TC devleti, yasal düzenlemeleriyle, belediyelere üniversitelere yönelik kayyum atamalarıyla, İstanbul Sözleşmesi gibi kadınlar için çok önemli kazanılmış hakları gasp etme çalışmalarıyla özgürlüğümüzü ve alanlarımızı “kansız” işgal ederken, Kürdistan’da askeri operasyonlarıyla Kürt halkının, Kürt kadınlarının yaşadığı özgür alanları “kanlı” şekilde işgal ediyor. Ama her iki türlü de tüm işgal ve saldırılara karşı esas olan direniştir. Faşizme ve patriyarkaya karşı mücadele yöntemlerimizi geliştirmeli, düşmanımızın ortak olduğu ve dolasıyla mücadelemizi de ortaklaştırmamız gerektiğinin propagandasını yapmalıyız. Ve olabildiğince en geniş kadın ve LGBTİ+ kitlelerini faşizme ve patiryarkaya karşı mücadele saflarında bir araya getirmeliyiz.

– Aynı zamanda KBDH Konsey üyesisiniz. KBDH’de olmanın sizin için anlamı nedir? KBDH’nin başlattığı kampanya hakkında neler söylemek istersiniz?

Çiğdem: Öncelikle 8 Mart 2017’de kuruluşunu ilan eden ve dördüncü yılını dolduran Kadınların Birleşik Devrim Hareketi (KBDH)’mizin kuruluş yıldönümünü selamlıyorum. KBDH, kadınların birliğini sağlamanın ve ortak mücadele etmemizin önemli bir aracıdır. Bu mücadele yöntemi de esasta patriarkayı ve faşizmi yok etmeyi hedefleyen politik-askeri bir örgütlenmedir. Türkiye Devrimci Hareketi tarihinde ilk defa böylesi bir örgütlenme yaratılmıştır. Kadın özgürlük mücadelesi açısından da tarihsel ve önemli bir yerde durmaktadır. Bizler de devrimci ve komünist kadın hareketleri olarak, şimdiye kadar biriktirdiğimiz muazzam bir deneyim ve gücü ortaya çıkarıp, birleştirdiğimiz oranda patriyarkaya ve faşizme karşı ciddi darbeler vuracağız. KBDH bu mücadelemizi ortaklaştıracak ciddi bir olanak ve zemin yaratmıştır. KBDH’nin gelişimi ve kadın özgürlük mücadelesinde yaratacağı öncülük misyonunu ne kadar yerine getirip getirmeyeceği, biz bileşeni olan hareketlerin üzerimize düşen görevlerimizi ne kadar başarıyla yapacağımızla alakalıdır, ki biz TKP-ML’ye bağlı Komünist Kadınlar Birliği olarak bu iddianın sahibi ve sürdürücüsüyüz.

HBDH’nin başlatmış olduğu “Faşizmi Yıkacağız, Özgürlüğümüzü Kazanacağız” hamlesine paralel biz de KBDH olarak “Kadın Özgürlük Mücadelesiyle Kazanacak, Faşizmi Yıkacağız” şiarıyla bir politik-askeri hamle başlattık. Başlattığımız bu hamle öncesi açık ki, genel olarak güncel politik gelişmelere karşı, savaş pratiğimizde ciddi bir yetersizlik söz konusuydu. Yani KBDH olarak var olan potansiyelimizi yeterince açığa çıkartmakta hem subjektif hem de objektif durumlardan kaynaklı belli bir zorlanma oldu. Ancak başlattığımız hamle ile, milis eylemlerimizdeki artış, hamlenin kadın ve LGBTİ+ militanlarımızca sahiplenilme düzeyini göstermesi açısından önemlidir. Mütevazi, küçük ancak hep ileriye doğru adımlar atan bir gelişim seyri yakaladığımızı söylemek mümkün.

AKP-MHP faşist iktidarına bağlı kurum ve kişilere yönelik, çocuk tecavüzleriyle gündeme gelen Ensar Vakfı’na yönelik milis eylemlerimiz anlamlı ve değerli eylemler olmuştur. Henüz yaptıklarımızın, kendi gücümüzün altında bir seyir gösterdiğini söylesek abartı olmaz. Çünkü biz yaptıklarımızdan çok daha fazlasını yapacak tecrübede, güçte ve yeterlilikteyiz. Sorunumuzun tek başına kadın hareketlerimizin pratiğe geçmesi değil, tüm devrimci ve komünist partilerin bu mücadeleyi bir bütün gündemine alması ve harekete geçmesi sorunu olduğunu da söylemek gerekir. KBDH hamlesi, harekete geçmeyenleri hareket ettirme, hareket edenleri daha ileride bir pratik sergileme, herhangi bir şekilde milis eylemlerine hiç katılmamış kadınların ve LGBTİ+ların eyleme geçmesi açısından önemli bir olanaktır. Bu olanağın hepimiz açısından iyi değerlendirilmesi gerekmektedir.

– 8 Mart’la ilgili bir mesajınız var mı?

Çiğdem: Öncelikle tüm kadınların 8 Mart’ını tüm devrimci coşkumuz ve heyecanımızla selamlıyorum. 8 Mart’a giderken, sokağa çıkan ve sokağa çıkmayı bekleyen tüm kadınları ve LGBTİ+ları selamlıyorum. Dağlarda, savaş cephelerinde savaşan, hapishanelerde ağır tecrit koşullarında olan ve açlık grevleri eylemlerini sürdüren başta kadın tutsaklar olmak üzere tüm devrimci tutsakları selamlıyorum. Her yıl 8 Mart bir öncekinden daha coşkulu ve direngen geçiyor, kadın ve LGBTİ+ mücadelesi, her gün direnişin sayfalarına bir yenisini ekliyor. Bu 8 Mart’ı daha güçlü ve daha militanca karşılama, hepimizin önünde bir görev olarak duruyor. Meksika’da adalet sarayını yakanların eylemi biz Türkiye ve Kürdistanlı kadın ve LGBTİ+lara örnek olmalıdır. Şimdiye kadar belki de milyonlarca kez deneyimlediğimiz gibi, hiçbir erkek devlet mahkemeleri bizim için adalet getirmeyecektir. Bize adalet getirmeyen tam tersine bizi yargılayan erkek adalete karşı gerçek adaleti biz gösterelim. Tecavüzcüleri, katilleri, tacizcileri biz yargılayalım, kadın adaletini tüm kadın düşmanlarına gösterelim. Son olarak bu röportaj vesilesiyle ulaşabildiğimiz tüm kadın ve LGBTİ+lara, partimiz TKP-ML’ye bağlı KKB saflarında örgütlenmeye, KBDH’nin başlatmış olduğu hamleyi sahiplenmeye, eylemleri çoğaltmaya ve direnişimizi büyütmeye çağırıyorum.

 

“KİTLELERDEN ÖĞRENEN VE ONLARDAN ALDIĞI GÜÇLE İLERLEYEN BİR BİRLİĞİZ!”

– Öncelikle örgütünüzü tanıyalım, Komünist Kadınlar Birliği nasıl bir sürecin ihtiyacı olarak doğdu?

Defne Güneş: Partiyle daha sağlam bir şekilde yürüme, daha fazla Partilileşme noktasında önemli adımlar attığımız bir sürecin sonucudur birliğimiz. Uzun yıllar KP içerisinde MK’ya bağlı olarak faaliyet yürüten Kadın Komitemizin bir adım daha ileriye çıktığı, kadın ve LGBTİ+ politikalarında daha cüretli adımlar attığı bir çalışma olarak 1. Kongremizin sonucunda kuruldu. Aslında Parti içerisinde Parti kadar eski bir tarihe sahiptir demeyi abartılı bulmuyorum. Meral Yakar’dan Barbara Anna Kistler’e, Ayfer Celep’ten, Beşlere, oradan Güzel Anamıza uzanan bir yolun yolcularıyız ve bu yolu da zafere ulaştıracağız. Kadınların Parti içerisinde kendi öz örgütlülüklerini oluşturması Partimizin 1. Konferansı’nda kurulması için karar alınan TMLKB’den KKB’ye kadar uzanıyor. Parti içerisindeki ataerkil düşüncelere karşı tek başına varlığıyla değil aktif bir biçimde ideolojik-politik olarak savaşarak direnen komünist kadınların kazanımları LGBTİ+ların da örgütlenebildiği ataerkiye ve heteroseksizm karşı savaşan bir birliğe dönüştü. Kitlelerden öğrenen ve onlardan aldığı güçle ilerleyen bir birliktir birliğimiz.

– KKB’nin LGBTİ+ların da örgütlenebileceği bir alan olduğunu söylüyorsunuz. Peki LGBTİ+ politikalarına dair ne söylemek istersiniz?

Defne: Örgütümüz LGBTİ+ meselesine tek başına eşcinsel ve trans kadınların varlığı meselesi üzerinden yaklaşmıyor. Bir kadın örgütünün zaten bu gerçekliği görmeden hareket etmesi imkansızdır. Gezi İsyanı’na kadar Kadın Komitemiz LGBTİ+ meselesinde tartışmalar yürütmüş, kısıtlı da olsa yazılar yazmıştır. Gezi İsyanı’nın az öncesinde ve hemen sonrasında birçok kadın örgütü LGBTİ+ sorununu tartışıyordu. Bizi burada diğerlerinden farklı kılan şey, homo/transfobiyi daha doğrusu bir bütün LGBTİ+ların uğradığı şiddeti ve ayrımcılığı sistemsel görmemizdir. Burada heteroseksizm ortaya çıkmaktadır. Mesele tek başına “öldürülüyorlar, yaşamak onların da hakkı” olarak algılanamaz. Özel mülkiyet sistemi ortaya çıkışı itibariyle sınıflar yaratmıştır. Bu sınıflar nasıl ki ilk olarak kadın emeğinin erkek emeğinden değersiz görülmeye başlaması ve miras hukuku dahil herşeyin buna uygun yeniden inşa edilmesiyle ortaya çıkmışsa arkasından da bugün LGBTİ+ diye tanımladığımız cinsel çeşitlilik tarih içinde yavaş yavaş kriminalize edilmiştir. Bir cinsiyetin diğerinden daha üstün olmasıyla cinsiyetler arası akışkanlık ya da geçiş ihtimali sırasıyla günah, suç ve hastalık ilan edilmiştir. Erkeğin “ailenin reisi” olmasıyla ve çekirdek aileye geçişle birlikte kadın cinselliği ve üremenin olmadığı eşcinsel ilişkiler kriminalize edilmiştir. Bu haliyle bir iç içe geçmişlik söz konusudur. Bu nedenle de heteroseksizm, tıpkı ataerki gibi bu sistemle kopmaz bağları olan bir sistemdir. Bu nedenle diyoruz ki; sistem yıkılmadan gökkuşağı açmaz, gökkuşağı açmadan bu sistem yıkılmaz.

Böylesi bir durumda burjuva-feodal düzene ve ataerkiye karşı yürüttüğümüz mücadelede LGBTİ+larla birlikte yürümek, bunun yollarını açmak, örgütümüz içinde buna dair tartışmalar yürütmek, LGBTİ+ öz örgütlenmesi kurulana kadar LGBTİ+ komutan ve savaşçılar için KKB bir zemin olmaktadır. Henüz mütevazi ama kararlı adımlar atıyor olsak da adımlarımız çoğalacak ve büyüyecektir.

– Ülkedeki yoksulluk pandemi ile birlikte daha da yükseldi. Bu süreç kadınları ve LGBTİ+ları nasıl etkiledi?

Defne: Pandemi ile birlikte emperyalist-kapitalist sistem ve burjuva feodal ülkeler karakterlerinin bir gereği olarak kendi çıkarlarına uygun politikalar düzenlediler. Bu süreçte küçük esnaf dükkan kapatmak zorundayken büyük fabrikalar çalışmaya devam etti. Dünyada milyonlarca işçi bu kâr hırsı ile büyük üretim merkezlerinde riske atıldı. Hastalananlar kuralsızca işten atıldılar. Tüm bunlar yaşanırken kadınlar sürecin yükünü en ağır çekenler oldu. Sokağa çıkma yasakları ile birlikte ev içi şiddet daha da artarken görünmez hale de geldi. Her gün kadınların katledildiğini görüyoruz duyuyoruz. Kadın ve LGBTİ+ cinayetlerinde üst sıralarda yer alan TC devleti ve onun bugünkü temsilcisi AKP/MHP faşist ittifakı, bu süreçte kadın ve LGBTİ+lara şiddet uygulayan faillerin hapishanelerden salınması, İstanbul Sözleşmesi’nin iptali, COVID-19 salgınının sorumlusunu LGBTİ+lar ilan etme gibi bir dizi girişimle süreci daha da zorlu hale getirdi.

Ancak bunun karşısında da cüretle artan bir direniş söz konusu oldu. Boğaziçi Direnişi’nde bunu gördük; SİNBO, Bimeks ve Migros’taki direnişlerde bunu gördük; İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline karşı sokağa çıkan kadın ve LGBTİ+ların faşist ittifaka geri adım attırmasında bunu gördük; 8 Mart’ta alanları hınca hınç dolduracak kadın ve LGBTİ+ların olacağını şimdiden yapılan eylemleri kısıtlama girişimlerinde görüyoruz. Yine bu sürecin LGBTİ+lar açısından aile evlerine dönmek zorunda olmak, zar zor bulunan işlerin kaybedilmesi, seks işçiliği yapan ve herhangi bir güvencesi olmayan trans kadınların daha da korunmasız hale gelmesi gibi birçok olumsuz etkisi oldu. Ama dediğimiz gibi direnişler de bu olumsuzluklar karşısında arttı. Heteroseksist ataerkil düzene “Biz yaşadıkça sen çıldıracaksın” diyerek sokaklar terk edilmedi, terk edilmiyor. Bu cüret elbette selamlanır. Bu cüreti birleşik mücadele alanlarında çoğaltmak ve devrimci savaş alanlarına da aktarmak oldukça önemli bir yerde duruyor. Birbirimizden öğrenerek bu öfkeyi heteroseksizmi, ataerkiyi ve faşizmi yıkacağımız ateş toplarına dönüştürmek zorundayız.

– Kadınlar ve LGBTİ+lar heteroseksist ataerkil düzene karşı sokaklarda. Sizin 8 Mart mesajınız nedir?

Defne: Tüm ezilen cinslerin heteroseksist ataerkil sistem karşısında birlik, mücadele ve dayanışma gününü selamlayarak başlamak istiyorum. Özellikle biz LGBTİ+lar açısından bugün, tek başına düşmana karşı verilen bir mücadeleyi ifade etmiyor. Aynı zamanda 8 Martlarda dalgalanan trans ve gökkuşağı bayrakları bizim açımızdan düşmanın siper yoldaşlarımız üzerinde yarattığı ideolojik-politik tahribata karşı dayanışma ile iyileşmeyi de ifade ediyor. Yıllardır yok sayılan ve bugün hala sorgulanan varlığımız, mücadele denizinde çoğalarak düşmana karşı ortak siperleri güçlendirmeye devam ediyor. Bedenlerimiz üzerinden atanan cinsiyetlere karşı sokakta, barikatta, siperde pankartlarımızla, silahlarımızla karşılıyoruz bir 8 Mart’ı daha. İşçi ve emekçi yığınlar içindeki heteroseksüel na-trans erkeklere, aynı siperlerde savaştığımız erkek yoldaşlara da bir mesajım var elbette. Bizlerin özgürleşmesi sizlerin de erkekliğin köhnemiş zincirlerinden kurtulmanız demektir. Düşmanımız ortak, o halde özgürlüğü birlikte kazanacağız. Kadın ve LGBTİ+ların birliğiyle bizi dar alanlara hapseden, camdan tavanlar ve taştan duvarlar ören faşizmi yıkacağımıza olan inançla tüm LGBTİ+ların heteroseksüel na-trans kadınların 8 Mart’ı kutlu olsun.

 

“İŞGAL EDİLEN YERLERİ ÖZGÜRLEŞTİREREK ERKEK EGEMEN FAŞİST DEVLETİ YERLE BİR EDECEĞİZ!”

– TC devletinin Karabağ, Rojava ve Irak Kürdistanı’ndaki işgal saldırılarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Meral Berna: TC devleti T. Kürdistanı’ndaki ilhakın sınırlarını genişletmek istiyor. İşgalleri de bu nedenle yapıyor. Sık sık “sınırlarımızda teröristlerin örgütlenmesine izin vermeyeceğiz” şeklindeki söylemleri, faşist iktidarın ortağı Bahçeli’nin de açıkça belirttiği gibi aslında hala süren bir Osmanlı hayalinden geliyor. Bunun şüphesiz ekonomik temelleri var. Yine özellikle Rojava’da büyüyen bir kadın devrimi var ve bu erkek devleti oldukça rahatsız ediyor. Tek başına Kürt Ulusal Hareketi’nin önderlik ettiği bir devrim olmasının ötesinde bir durumdan söz ediyoruz. TC’nin yetiştirdiği DAİŞ çetelerinin ağır yenilgiler aldığı bir bölge Rojava. Kadın özgürlüğünü öne çıkaran bir devrim. Enternasyonalist güçlerin birlikte mücadele ederek zafere ulaştığı bir devrimden söz ediyoruz. Bu haliyle burjuva-feodal Türk devletini rahatsız ediyor. Bugün işgal ettikleri Efrin, Girê Spî ve Serêkaniyê’de her gün başta kadınlar olmak üzere siviller kaçırılıp katlediliyor. Halkın emeği olan zeytin bahçeleri, buğday ambarları yağmalanıyor. Bunlar, Ermeni ve Rumları katledip mal varlıklarına el koyan, yağmalayan İttihatçı atalarının pratiklerine uygundur. Yine Dağlık Karabağ’da da benzer bir durum geçerlidir. Bugün Rusya ile birlikte girdikleri bölgedeki pratikleri ortadadır. 1915’te başlattıkları Ermeni Soykırımı’nı bu şekilde sürdürüyorlar. Dağlık Karabağ’ın işgal edildiği günlerde havuz medyası Şehit Nubar Ozanyan Taburu üzerinden ne tür bir anti-propaganda geliştirmişti, bunları hatırlarsak bağlantıları kurmak da çok zor değil elbet. Bütün bu işgale rağmen bir taraftan soykırımın yaralarını sararak yeniden toparlanan bir Ermeni nüfusu var Rojava topraklarında yaşayan. Elbette bu ruh sadece Rojava’yı savunmakla kalmayacak, işgal edilen yerleri yeniden özgürleştirerek erkek egemen faşist devleti de yerle bir edecektir. Serêkaniyê’de, Efrin’de, Girê Spî’de ve Dağlık Karabağ’da kadınların ve LGBTİ+ların özgürce yaşayabildiği günleri elleriyle yeşertecektir. Irak Kürdistanı’nda KDP ile yaptığı kirli işbirliğine rağmen Kürt ulusunun dört parçada birlik ruhu ve bölgede yaşayan halkların birleşik mücadelesi kazanacaktır. Ki Garê zaferi R.T. Erdoğan’ın işgal müjdesini değil halkların Kızıl Çarşambası’nı* müjdelemiştir.

– Şehit Nubar Ozanyan Taburu’ndan ve halkın birlikte mücadelesinden söz ettiniz. Burada özsavunma meselesi çıkıyor karşımıza. Özsavunmaya nasıl yaklaşıyorsunuz?

Meral: Özsavunma birliğimiz için ilkesel bir konudur. Halkın kendi özsavunma güçlerini oluşturmasından tutalım da kadınların ve LGBTİ+ların bireysel olarak gerçekleştirdikleri özsavunmaya kadar sahiplendiğimiz ve örgütlediğimiz, çoğaltmak istediğimiz bir eylemdir özsavunma. Emperyalist-kapitalist sistemin ve onun bölgemizdeki temsilcisi burjuva feodal devletlerin sömürü ve talan ettiği kültürleri de yeniden ürettiğimiz bir eylemdir aynı zamanda. Şehit Nubar Ozanyan Taburu ve Ermeni Meclisi örneklerinde olduğu gibi… Bir dönem İttihatçıların ve Alman devletinin birlikte hazırlayıp uyguladıkları Ermeni Soykırımı’na bir cevap olarak sürüldükleri topraklarda Ermeniler biraraya geliyor ve TC devletinin işgal saldırıları karşısında silahlı güçleriyle birlikte kültürel faaliyetlerini de yürüttükleri bir çalışma örgütlüyorlar. Unutturulan dillerine, kültürlerine yeniden hayat veriyorlar.

Bununla birlikte biraz önce bireysel özsavunmadan bahsetmiştik. Onu da biraz açmak gerekiyor. Erkek adaletin serbest bıraktığı ve hatta ödüllendirdiği katillere, tecavüzcü ve tacizcilere karşı kadınların ve LGBTİ+ların kendi adaletlerini sağladıkları onlarca eylem gördük. Bir dönem burjuva gazetelerin üçüncü sayfasında “travesti dehşeti” başlıklarıyla çıkan transfobik saldırılar karşısında transların kendilerini savundukları eylemlerden tutalım da Nevin’in, Çilem’in uyguladıkları özsavunmaya kadar birçok eylem gerçekleştirdiler. Yine kadınların tacizcileri ifşa ettikleri eylemler var. Bunların hepsi özsavunma açısından oldukça önemli bir yerde duruyor. Erkek adaletin temeli olan adalet saraylarını yakan Latin Amerikalı kadınların cüreti bunun kitlesel bir hale dönüşmesiydi. Yine toprağını ve doğasını savunan köylü kadınların eylemleri özsavunmanın örneklerinden. Bu tür eylemlerin çoğalabilmesi ve daha örgütlü, daha güçlü hale gelebilmesi için milis güçlerine katılımı önemli buluyoruz. KBDH milis güçleri kadınların ve LGBTİ+ların bu cüretini daha militan ve daha güçlü kılabilecek bir fırsat. Heteroseksist ataerkil faşist devlete bu milis güçleri üzerinden yapılacak her türlü eylem bizleri özgürlüğe bir adım daha yaklaştıracaktır.

 

– Sizin 8 Mart mesajınız nedir?

Meral: Madem özsavunmadan konuşuyoruz, bu 8 Mart’la birlikte özsavunmamızı daha güçlendirelim. Kadınlar ve LGBTİ+lar olarak cinsel, ulusal ve sınıfsal sömürüye karşı erkek egemen faşist Türk devletine ve onun çetelerine öldürücü darbeyi vuracak daha militan eylemlere imza atalım.

 

(*Çarşema Sor, Ezidilerin yeni yılı ve aynı zamanda Newroz’u)