Kadınların Birleşik Direnişi Faşizmi Yıkacak!
Türk burjuva devleti, Amerika’da 2008’de patlak veren ve tüm dünyayı etkileyen ekonomik krizin sonuçlarını yaşayan ülkelerden biri olarak, kendi kapitalist sisteminin ekonomik ve siyasi krizlerini derinden yaşamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti olarak kuruluşunu ilan edişinden bugüne faşist rejim, yapısı itibariyle de egemen Türk ulusuna dayanan milliyetçi karakteriyle, egemen Sünni mezhebini esas alan politik İslamcı yapısıyla, ezdiği, katlettiği, inkar ettiği, sömürdüğü başta Kürt ulusu olmak üzere, diğer farklı halklardan ulusal topluluklar ve inançlar üzerine kurduğu yapıyla, ciddi bir yönetim krizi yaşamaktadır. Erkek egemen karakteri ise cinsiyetçi politikalarının derinliğiyle, ezen cins ile ezilen cins arasındaki çelişkileri boyutlandırmakta, sürekliliği olan kadın ve ezilen cinsel kimlik hareketine ve eylemselliğine yol açmaktadır.
Ekonomik kriz ve Covid-19 salgını karşısında, devlet politikasının halk üzerindeki etkileri oldukça sarsıcıdır. Yoksulluk, işsizlik, sosyal ve kültürel haklarından mahrum olmak, sefalet ücreti, ürün fiyatlarına yönelik sürekli artan zamlar, politik özgürlük hakları üzerindeki faşist baskılar ve saldırılar bunların hepsi ve daha fazlası halklarımız üzerinde derin bir hoşnutsuzluk ve öfke örgütlemektedir. Kitle hareketindeki yükseliş ve devrimci mücadelenin gelişimi karşısında 2014 ‘Çöktürme Planı’ ve 2016 Saray Darbesi ile ön kesmeye çalışan sömürgecilik ve faşizm, ezerek yok etme stratejisinin hükmünü yitirdiğini yaşayarak görmüştür. Gare gerilla zaferi, Boğaziçi direnişi, 8 Mart, Newroz, ve 1 Mayıs’ta kendini ortaya koyan Türkiye ve Kuzey Kürdistan mücadele güçleri; İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi saldırısını sokaklarda eylemlerle yanıtlayan kadın hareketi; zindan, gözaltı, parti kapatma, vekilliği düşürme, belediyelere kayyum atama saldırılarına boyun eğmeyen mücadeleler ve son olarak Metina, Zap ve Avaşin’de gelişen güçlü gerilla direnişi; Rojava Kadın devriminin yenilmez iradesi, faşizmi yeni bir eşiğe getirmiştir.
En temel sorunlardan biri, Türk burjuva devletinin Kürdistan’ın Kuzey parçasındaki sömürgeci pozisyonudur. Kürt ulusal sorununun çözümünün Türk sermaye sınıfının ve bölge devletlerinin, uluslararası emperyalist güçlerin kendi çıkarlarına uygun görmedikleri ve de bu politikanın son bulmasının ancak faşizmin yıkılmasına yönelik bir devrimci programdan geçtiği gerçeği, Türkiye emekçi halkları bakımından giderek daha fazla anlaşılmaktadır.
AKP ve MHP burjuva kliğinin, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Saray rejimini garantilemeye dönük, yeni anayasa ve 2023 seçimi hazırlıkları, sömürgeci, faşist, erkek egemen devletin bekası ve iktidarlarını güvencelemeye yöneliktir. CHP, İYİ Parti, Gelecek, Deva partileri ise güçlendirilmiş parlamenter sistem ve erken seçim diyerek, burjuva rekabet alanında varlık gösteriyor. Aynı sömürgeci ve faşist rejimi sürdürme kararlılığında fakat kitleleri sistem içi seçenekte tutmak için ‘muhalefet’ maskesi taktiğini uygulamaktadır.
Kontra şeflerinden Sedat Peker’in ifşa hareketi, faşist Türk burjuva devletinin komplike yapısının bir faşist özel savaş, kontra, mafya devleti olduğunu bir kez daha gösterdi. AKP ve MHP arasındaki iktidar mücadelesini, uluslararası güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda yeni dizayn yönelimlerini de yansıtmaktadır. Soylu ve Erdoğan’ın birbirlerinin iradelerini tanıdıklarını ifade eden beyanları, Cumhur İttifakı’nı oluşturan bu kuvvetlerin, Saray rejimi etrafındaki mutabakatlarını sürdüreceklerini, durumu kendi lehlerine yönetme çabası içerisinde olduklarını gösteriyor. Faşizmin katliam, işkence, gözaltında kaybetme politikalarının, kan ve rantla biriktirdikleri sermayelerinin kendi ağızlarından deşifre edilmesi karşısında, halklarımızın ve kadınların devrimci adaletini geliştirmek, hesap sorucu bir emekçi halk hareketini örgütlemek, politik özgürlük mücadelesini yükseltmek en yerinde cevap olacaktır.
Tarihsel devlet geleneği köklerinin politik İslamcılık ve Kemalizm gibi iki temel unsurunu taşıyan AKP ve CHP gibi partilere bağlılığını sürdüren kitleler olduğu gibi, kopuş yaşayan, faşizme karşı parlamento içinde tek gerçek teşhir faaliyeti yapan HDP’ye yönelen, siyasal etkisi altında olan kitleler de önemli bir yerde duruyor. Politik sürecin ihtiyaçlarını yanıtlayabilen, başarılı bir mücadele yürüten örgütsel araca talep, istek de her geçen gün çoğalıyor. Partisini, mücadele aracını arayan, faşizmle, sömürgeci politikalarla dövüşecek, potansiyel bir kitlenin varlığı da diğer bir dikkat çekici noktadır. Tam da burada, birleşik mücadele kanalını oluşturan devrimci güçler siyasal etki yaratan bir kuvvettir. Yine HBDH ve KBDH bu zeminde gelişen önemli birer mücadele aracıdır.
Uluslararası güçlerle ilişkiler bakımından ise Türk burjuva devleti, ABD, AB ve Rusya emperyalistleriyle ekonomik, siyasi ve askeri ilişkileri sürmektedir. ABD ile yıllara dayalı stratejik bağımlılık ilişkisi esası oluştururken, Kürdistan’da, Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu gibi alanlarda politik ve ekonomik çıkarları çeliştiğinde, bir diğerini seçme tercihine girebilmektedir. Kürt ulusal hareketi ve devrimci hareketi, gerillayı tasfiye etme gibi stratejik çıkarlar etrafında buluşabilen bu devletler, dönemsel taktiksel farklılıklar, öncelikler değişkenliği gösterebilmektedir. PKK’nin tasfiyesi stratejisindeki ortaklıklarını, yeni ABD başkanı Biden’in, PKK önder kadrolarının katledilmesi karşılığındaki para ödüllerini tekerrür eden siyasetinden ve Güney Kürdistan’a yönelik devam eden yeni işgal saldırılarından görebiliriz. KDP sınırlarında bir Kürtlüğün bugünkü kabul ölçüleri olduğu, bunun dışında duran Kürt kimliğinin her türlü inkar ve imha siyasetinin konusu olduğu açıktır. Direnen ve savaşan Kürt kimliği karşısında, ihtiyaç duyduklarında, Batı ve Güney Kürdistan parçalarında Türk devleti işgal saldırılarına yol verme politikası devam edecektir.
ABD’nin İran ile savaşı bir dönem daha tercih etmeme politikası söz konusudur. Ukrayna üzerinden Türk burjuva devletinin, Rusya’yı değil de ABD ve AB emperyalistleriyle ittifak kurmayı tercih etmesi, Kanal İstanbul gibi bir projenin ekonomik ve siyasi açıdan ABD’ye yarar bir politika olduğunun açığa çıkması, Mısır, BAE, Suudi Arabistan ve İsrail ile düzeltici ilişkilere yönelmesi, stratejik müttefiki ABD ile ilişkilerini güçlendirici pozisyon alışlar olarak görülebilir. Bu hamleleri, İran saldırısı söz konusu olduğunda, ABD ile uyum yakalama, Kürdistan’daki sömürgeci çıkarlarını koruma olarak ele alınabilir. Gülen Cemaati eliyle AKP’ye darbe düzenleyen ABD’nin balans ayarını unutmayan Saray rejimi, 2023 seçim zaferini bugünden stratejik müttefikiyle ilişkilerini düzelterek garantilemek istiyor, rejim krizini böyle daha kolay yönetebileceğini düşünüyor. Haziran ayındaki NATO toplantısında Erdoğan-Biden görüşmesine bu nedenle büyük anlamlar biçmeye şimdiden başladılar.
Kadın özgürlük mücadelemiz açısından irade kırma konsepti olarak, İstanbul Sözleşmesi’nin feshi ve kadın özgürlükçü politikalarıyla da rol oynayan HDP’ye yönelik kapatma saldırılarına, son dönemde yeniden artan Türk ordusu uzantılı taciz, tecavüz saldırıları, çıplak arama işkencesi, zindan saldırıları, pandemiyi de bahane ederek alan yasakları; söz, eylem ve örgütlenme özgürlüğü üzerindeki baskılar devam ediyor. Kürdistan’da uyguladığı savaş, işgal politikaları ile kadın özgürlük mücadelemizde parçalılık yaratmak ve toplumun kadın yarısını, ırkçı, şoven politikalarla etkilemek, kazanmak istemektedir. Türk emekçi ve de Sünni mezhebinden kadınların bu politikanın temel hedef kitlesi olduğu, sadece kendi seçmen tabanı olabileceği amacından değil, resmi devlet ideolojisinin sürekliliği açısından da önemsemektedir. Fakat bu politikasındaki yarılmaya en güzel örneklerden biri İkizdere’de taş ocağı yapımına karşı koyan emekçi köylü kadınların militan direnişidir. Yüzde doksanı AKP’ye oy vermiş bu kadınlar, hayal kırıklığı içinde, kendisine saldıran askerlere, “Cengiz İnşaat’ın askerleri” demeye başlamıştır. Bu direnişe, Boğaziçi, işçi direnişleri, Kürt halkının yıllardır süre gelen direnişleri kendiliğinden de olsa bir bilinç kattığını, saldırıların çapının, toplumun farklı kesimlerinden kadınları, faşizme ve sermayeye karşı saldırılarda birleştirdiğini görüyoruz.
Faşizmin, sömürgeciliğin, sermayenin saldırıları kadınları, aynı mücadele cephesinde birleştiriyor. Erkek egemen cinsiyetçi saldırılar, kadınları ve ezilen cinsel kimlikleri birleştiriyor. Bu hareketlerin benzer zamanlarda kendi kulvarlarında gelişmesi, hem bir etkileşim halinde oluşlarını ifade ediyor, ama aynı zamanda, somut güncel bir ilişkileniş, birleşme, kaynaşma, ittifak kurma yetersizliklerini, örgütsel kopukluk sorununu yansıtıyor. Fiili meşru zeminde, silahlı ya da silahsız eylem biçimleriyle, örgütlenme yöntemleriyle kadınların birleşik direnişini örmek gerekmektedir.
Faşizmi ve erkek egemenliğini yıkma görüş açısına göre geliştirilmesi gereken kadın hareketinin güncel politik mücadele açısından, şovenizme, ırkçılığa, cinsiyetçiliğe karşı savaşımını büyütmesi oldukça önemlidir. 1 Temmuz günü, İstanbul Sözleşmesi’ni resmi olarak feshedecek olan Saray rejimine karşı direniş, grev hareketi örgütleyerek mücadeleyi ileriye taşımak önemli bir yerde durmaktadır. Kadın katilleri ve tecavüzcülerden, tacizcilerden, fiziki şiddet uygulayan erkeklerden kadın özsavunma eylemleri örgütleyerek hesap sormak görevimizdir
Cins özgürlük mücadelesinin, politik kitle hareketlerinin dünya genelindeki eylemsel rüzgarının, çelişkilerin derinleştiği anlarda fırtınalara dönüştüğünü görüyoruz. ABD, Latin Amerika, Kolombiya, Arjantin, Filipinler, Hindistan, Yunanistan, İspanya, Ortadoğu ve daha pek çok yerde ayaklanmalar, isyanlar, grevler sürüyor. Eylem nöbetlerini birbirine devrediyor. Kitle hareketleri varlık zeminini her daim koruyor.
Bu yüzyıla ezilen cinsler, kadınlar damgasını vuracaktır. Kitle gücü, öncülük karakteriyle ve mevcut faşist, gerici erkek egemen rejimleri değişime zorlayıcı, yeni devrimlerin zafere dönüşmesindeki rolleriyle kendisini gösterecektir.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da ise faşizmi ve erkek egemenliğini yıkacak, özgürlüğümüzü kazanacağız!
KBDH GENEL KONSEYİ