Her zaman tetikte, sürekli direnişte…
– Tüm dünyada askeri-politik gelişmeler yaşanıyor. Kadınlar ve LGBTİ+lar bu gelişmelerden direkt etkileniyor. Bununla birlikte yükselen bir kadın ve LGBTİ+ hareketi de var. Hemen hemen bütün eylemlerin de önünde yer alıyorlar. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle konuşmama başlamadan önce 27 Ekim 2020 tarihinde ölümsüzleşen HBDH Yürütme Komitesi üyesi ve HPG Komuta Konseyi üyesi Sinan Dersim yoldaşı anmak istiyorum. Sinan Dersim yoldaş, tıpkı kendisinden önce ölümsüzleşen yoldaşlarımız gibi faşizme karşı birleşik mücadelemizin büyümesinde çok ciddi emeği olmuş, tüm yaşamını bu mücadelenin geliştirilmesine adamıştır. Sinan Dersim yoldaş şahsında birleşik devrimimizin tüm komutanlarının, tüm devrim ve komünizm şehitlerinin anılarına ve mücadelelerine sahip çıkıp büyüteceğimizin sözünü bu röportaj aracılığıyla bir kez daha yineliyoruz.
Bölgede ve dünyada özellikle pandemiyle daha da artan yoksulluk ve işsizlik çelişkileri yoğunlaştırmış, saflar daha net hale gelmeye başlamıştır. Bir taraftan zenginliklerini arttırmaya çalışan egemenler, diğer tarafta da en temel insani haklarından yoksun bırakılan ezilenler var. Bir taraftan iktidarlarını kaybetmemek için her türlü zulmü yapmaktan geri durmayan zalimler, diğer taraftan ise bu zulmü iliklerine kadar hisseden mazlumlar var. Bir tarafta direnenler, diğer tarafta bu direnişleri sindirmeye yok etmeye çalışan faşizm gerçekliği var. Ve tabi ki kadınları ve LGBTİ+ları her gün katlettiği, her türden şiddete maruz bıraktığı, yok saydığı, terörist, sapkın ilan ettiği heteroseksist patriyarkal bir sistem var ve bu sistemin her türlü kirli politikalarına ve uygulamalarına karşı direnen kadınlar ve LGBTİ+lar var. Aslında her ne kadar dünyada burjuvazinin egemenlerin dönemsel politikaları uygulamaları değişse de genel olarak durum az önce ifade etmeye çalıştığım gibidir. Faşist TC devleti her dönem kendi içinde bulunduğu krizi aşma yollarını ya milliyetçi faşist söylemlerle, Kürt halkına dönük savaş politikasıyla aşmaya çalışmış ya da kadın ve LGBTİ+lara yönelik marjinalleştirmeye ve kazanılmış hakları gasp ederek bu krizden kurtulmaya çalışmıştır. Ancak artık halkımız bu gerçekleri kendileri deneyimleyerek görmeye başlamışlardır. Artık AKP’ye oy veren kesimler bile mevcut hükümetten rahatsızlıklarını dile getirmeye başlamışlardır. “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sözü boşa söylenmiş bir söz, hele de güncelliğini yitirecek bir söz hiç değildir. Hele ki, kadınlar ve LGBTİ+lar için hiç olmayacaktır. Çünkü artık bırakalım “ilerideki” hak taleplerini, en temel insan hakkı olan “yaşam hakkının” ellerimizden alınmasından, varlık-yokluk mücadelesinden bahsediyoruz. Elbette ki, faşizmin direkt yöneldiği ve de faşizme direkt yönelen kesimlerin başında kadın ve LGBTİ+lar gelmek zorundadır. Bundan kaynaklı burjuvazinin faşizme karşı mücadele eden kesimleri bölmeye parçalamaya yönelik saldırılarını boşa düşürmek ve daha güçlü bir mücadele hattı örmek için faşizme karşı birleşik mücadeleyi esas almalı, ortak düşmana karşı ortak mücadele anlayışını her alanda büyütmeliyiz.
– Türkiye ve Kürdistan’da İstanbul Sözleşmesi’nin iptali, başta Kürt kadın kurumları olmak üzere kurumların kapatılması, bu kurumların aktivistlerinin tutuklanması gibi gelişmeler yaşanıyor. Bu sürece dair neler söylemek istersiniz?
İstanbul Sözleşmesi’ne AKP hükümetinin imza atması elbette ki gökten zembille inmedi. Her dönem kadın ve LGBTİ+ların sokakları terk etmeyen ısrarlı ve inatçı mücadeleleri sonucunda bir kazanım elde edildi. Ancak şunu bir kez daha gördük ki, faşizmin hüküm sürdüğü bizim gibi ülkelerde kazanılmış haklar yerinde durmaz, bu hakları korumak ve geliştirmek gerekir. Yani uluslararası bir sözleşmeden bir gecede imzasını çekme cesareti gösterebilen bir faşizm gerçekliği var. Bundan kaynaklı sürekli tetikte, sürekli direnişte olmak gerekir. Burjuva-feodal hukuk sistemi içinde en ufak bir hak kırıntısının dahi mücadele etmeden kazanılamayacağını, bundan kaynaklı da kazanılan hakların korunması ve geliştirilmesi görevinin bir mücadele gerekçesi olduğunu vurgulamak gerekir. Bugün faşist Süleyman Soylu, İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiklerinden beri “hayatını kaybeden” kadınların yüzde yirmialtı azaldığını söyleyebiliyor. LGBTİ+ların sapkın ve terörist olduğunu her defasında söylüyor. Kuşkusuz ki, heteroseksist patriyarkal sistemi yıkacak olan bizim mücadelemizdir, bu tarz reformsal talepler, uluslararası sözleşmeler, yasalar biraz nefes alınacak araçlar olarak görülebilir, daha fazlası değil. 8 Mart’ta Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’nın hemen hemen her yerinde kadın ve LGBTİ+lar sokaklara döküldü, taleplerini dile getirdiler. 8 Mart öncesi ve sonrasında çok sayıda kadın ve LGBTİ+ gözaltına alındı, tutuklandı ya da ev hapsi verildi. Elektronik kelepçelerini kırarak alanlara çıkan kadınların bu eylemleri çok anlamlı ve değerlidir. Faşizmin Boğaziçi eylemleriyle ayyuka çıkan LGBTİ+ları marjinalleştirme çabaları dayanışmanın duvarına çarptı. Gökkuşağı bayraklarının alanlarda yasaklanmasına karşın, gökkuşağı bayrağı en geniş kesimler tarafından dalgalandırıldı. 8 Mart eylemlerinin ardından İstanbul Sözleşmesinin iptaliyle birlikte Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’nın her yerinde sokaklar direniş merkezleri oldu. Dünyanın çeşitli ülkelerinden kadın ve LGBTİ+lar dayanışma eylemleri yaptılar. Dayanışma sınırları aşarak, heteroseksist patriyarkal sisteme karşı olan herkesi bir araya getirdi. Zaten Türkiye Kürdistanı’nda bulunan birçok belediyeye atanan kayyumların ilk işi, kadın kazanımlarına saldırı oldu. Kürt kadın kurumlarını kapatmaya, üyelerini gözaltı ve tutuklamalarla sindirmeye çalışan faşist AKP/MHP ittifakı, tümden kadın ve LGBTİ+ların kazanımlarına, mücadelelerine saldırılarını sürdürüyor. Bundan kaynaklı, Kürt kadın hareketi ile devrimci kadın hareketi ve feminist hareketin mücadelesi ortaklaşmalı ve büyütülmelidir.
-Kadın emeğinin sömürüsü her zaman daha yoğun oluyor. Ancak ev içi emek dahil kadın emeği genel olarak görülmüyor. Kadın emeğini özgürlük mücadelesi bağlamında örgüt olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir işyerinde kadın ve erkeğin uğradığı sömürünün eşitsizliğinden başlayalım. Kadının erkekle aynı işi yapmasına rağmen daha az ücret aldığı, işyerlerinde her türden şiddet biçimine maruz bırakıldığı, işten çıkarmalarda ilk gözden çıkarılan olduğu, çalışma saatleri dışındaki ev içindeki harcadığı emeği düşünürsek emek cephesinde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yansımalarını görebiliriz. Patriyarkanın emek cephesinde yarattığı ayrıştırıcılığı, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini körükleyen patriyarkanın kadın-erkek işçi ve emekçiler arasında yarattığı eşitsizliğe karşı mücadelede kadının “özne” olarak mücadeleyi seçmesi, bu eşitsizliğe karşı mücadelesi kadın mücadelesinin kazanımının yolunu açacaktır. Kadının görünmez emeği olarak adlandırdığımız ev içi emeğin görülmesi ve ücretlendirilmesi talebi kadın hareketinin talepleri arasındadır. Ev işlerinden tutalım, çocuk ve yaşlı bakımına kadar 24 saati kapsayan sürekli bir çalışmadan bahsedebiliriz. Bir araştırmaya göre, kadınların evde yaptığı işler ücretlendirilirse, dünyadaki en yüksek maaşa denk geliyor. Güvencesiz ve düşük ücretli işlerde kadınlar çalıştırılıyor. Zaten özellikle transların hiçbir şekilde iş bulamadığını da vurgulamak gerekir. Toplumsallaşması gereken tüm bu işler kadınların omuzlarındayken, bu emeğin hiçbir karşılığı ve değeri bulunmamaktadır. Onun için 1 Mayıs’a giderken, pandemiyle birlikte işçi ve emekçiler dışında kalan kesimlere “Evde Kal” çağrıları yapılırken; işçi ve emekçilerin sağlığı egemenlere peşkeş çekilirken; yüzbinlercesi işsiz kalmış, KOD-29 maddesiyle yüzbinlerce işçi işlerinden çıkarılmış, ilk işlerinden çıkarılanlar ise kadınlar olmuştur.
1 Mayıs’ta ekonomik krizin yarattığı yoksullaşmaya karşı alanları doldurmak, faşizme, heteroseksizme ve patriyarkaya karşı daha ileride militan bir eylem hattı için her zaman tetikte ve sürekli direnişte olmalıyız.
– Bileşeni olduğumuz KBDH bir hamle başlattı. Kadınların birlikte mücadele ile özgürlüğü kazanacağını vurguluyor ve askeri eylemlilikler gerçekleştiriyor. Kadınların birliği faşizm karşısında nasıl bir anlam ifade ediyor?
Bu 8 Mart’ta dördüncü yılını dolduran KBDH’nin “Kadın Özgürlük Mücadelesiyle Kazanacak, Faşizmi Yıkacağız” şiarıyla bir süre önce başlattığı hamlenin, faşizme ve erkek egemen sisteme karşı yürüttüğümüz mücadeleyi daha da büyütme anlayışı temelinde başlattık. Bu hamleyle birlikte var olduğumuz alanlarda ciddi bir toparlanma yaşadığımızı, hamleyle birlikte somut politikalar üreterek, somut hedefler koyarak, esasta milis eylemlerimizi çoğaltarak ataerkinin kurumlarına yönelen bir hat çizdik. Milis örgütlenmelerimiz çok sayıda eylem gerçekleştirerek, mücadelemizde ileri bir adım atmışlardır. Elbette ki, eksikliklerimiz de çoktur. Eksikliklerimiz görevlerimiz olarak önümüzde dururken, bu sistemi yıkıncaya kadar görevimiz tamamlanmayacaktır. KBDH’nin tüm bileşenleri olarak başlattığımız hamleyi ne kadar sahiplenir ve en geniş kadın ve LGBTİ+ kitlelerine ne kadar sahiplendirirsek, hamlemiz o kadar amacına ulaşacaktır. Yine faşizme karşı birleşik kadın mücadelesini büyüttüğümüz oranda hamlemiz amacına ulaşacaktır. Kadın ve LGBTİ+ düşmanlığının zirveye ulaştığı, katliamların ve her türden şiddetin had safhada olduğu, ekonomik krizle birlikte işsizliğin ve yoksulluğun en üst seviyeye ulaştığı bu dönemde, en geniş kadın ve LGBTİ+ kesimlerinin bir araya gelerek, heteroseksizme ve patriyarkaya karşı devrimci militan bir direniş hattını örecek öncülük misyonumuzu yerine getirme görevi omuzlarımızdadır.
-1 Mayıs öncesi mesajınız nedir?
Başta kadın ve LGBTİ+ işçi ve emekçilerinin olmak üzere tüm işçi ve emekçilerin birlik mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ını tüm devrimci duygularımla kutlarım. Boğaziçi direnişinden 8 Mart’a ardından İstanbul Sözleşmesi’nin iptali üzerine süren eylemlerden, Newroz’a kadar sokakları direniş alanlarına çevirenlere çağrımız, 1 Mayıs’ı faşizme ve erkek egemenliğe karşı mücadeleyi zirveye taşıyacağımız sürecin başlangıcı yapmaktır.