TKP/ML MK’dan 18 Mayıs Açıklaması: “İBRAHİM KAYPAKKAYA YAŞIYOR! 18 MAYIS ANMA DEĞİL, CANLANMA GÜNÜDÜR!”

İBRAHİM KAYPAKKAYA YAŞIYOR !
18 MAYIS ANMA DEĞİL, CANLANMA GÜNÜDÜR !

Partimizin kurucu-önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın, komprador patron-ağa devleti tarafından işkencede alçakça katledilişinin 31. yıldönümünde; onu, davasına sahip çıkarak yaşatmaya çalışmanın yegane yol olduğu bilinciyle, sosyalizm ve nihayetinde komünizm uğruna, demokratik halk devrimi hedefiyle, halk savaşı güzergahında yürümeyi sürdürüyoruz. Ona, bugün gönderebileceğimiz en güçlü mesaj; bu yolda adımlarımızı daha da sıklaştıracağımız, görevlerimize daha sıkı sarılacağımız, hedeflerimize daha iyi kitleneceğimiz olacaktır.
Önder yoldaşımız; Marksizm-Leninizm-Maoizm’in Türkiye topraklarına düşen tohumuydu. Ülkemizde hızla gelişen sınıf mücadelesinin çeşitli safhalarındaki çetin muharebelerinden süzülerek boy verdi. Büyük deneylerin ve devrimlerin yoğurduğu ve şekillendirdiği bir bilincin ve öğretinin bileşkesi olarak yolunu çizdi ve mücadeleye yeni bir yön tayin etti. Proletarya önderliğindeki Halk Savaşları devrinin ülkemizdeki fitilini ateşledi.
aynı yıkıcılık ve yapıcılığı, ideolojik ve siyasal düzlemde radikal bir biçimde gerçekleştirdi. Komünizmin kurucuları ve büyük öğretmenlerinin her türden burjuva çizgisi ile hesaplaşmasındaki titizliğin, uzlaşmazlığın ve netliğin bir benzerini sergileyen Kaypakkaya; o ana kadar Türkiye “sol” hareketinin hemen her tarafına çöreklenmiş bütün akımlarla hesaplaşarak getirdiği tezlerle, kelimenin tam anlamıyla, maskeleri, örümcek ağlarını ve tabuları tarihin çöp sepetine yolladı. Beraberinde, alternatiflerini sunarak, Türkiye devriminin temel meselelerine ilişkin çözümlemelerde bulundu.
İbrahim Kaypakkaya, son derece sınırlı sayıda yoldaşıyla partimizi kurdu, yine kısıtlı sayıda yoldaşıyla savaşı geliştirmeye çalışıyordu. Hiç bir zaman, “koşullar”a sığınmadı, “koşullar”ın esiri olmadı. Sürekli, komünist iradenin gücüne, doğru çizginin mutlak ve nihai zaferine inanıyordu. Komünist iradeyi açımlarsak; hiç kuşkusuz, direngenlik, kararlılık, özveri ve ısrar gibi özellikler ile donanmış olmak gerekiyordu. Onu çizgisine bağlı kılan, bu karakteristik yapısı olmuştur. Komünist kimliğini deşifre eden bu yapısı, Kaypakkaya’nın yaşama/sınıf mücadelesine müdahale eden kişiliğini açıklar.
Bu müdahalesi, onun yoldaşlarıyla beraber yarattığı en büyük eser olarak partimizi sınıf mücadelesine katmıştır. Ardından geçen onyıllarca sene boyunca, partisinin/partimizin devrimci mücadelede işgal ettiği yer ve halen yürütmekte olduğu faaliyet, bu katkının anlam ve değerini ortaya koymaktadır. Kaldı ki bunun gerçek değeri, önümüzdeki süreçte, partimizin misyonuna uygun daha etkili fonksiyon oynamasına paralel, çok daha iyi anlaşılacaktır.
Önder yoldaşımız Kaypakkaya, uluslararası komünist hareketin tarihine işkencehanelerdeki direnişi ve sergilediği örnek, ilkeli, disiplinli, yargılayan pratiği ile de geçti. Sorgusu, ifadesi, tutumu ile sıradan bir direnişten öte komünist karşı koyuş tavrının nasıl sergilenmesi gerektiğini örnekleyen İbrahim yoldaş; işkencecileri tanık olmadıkları bir yenilgiye uğratarak Türkiye’de bu anlamda da bir geleneğin yaratılmasına öncülük etmiş oldu. İşkencede her direnenin komünist olmadığı bir gerçek ise de; İbrahim Kaypakkaya yoldaş, işkencenin-sorgunun bütün safhalarındaki politik tutumu, aktif tavrı, düşmanı “yargılayan” ve yürüttüğü silahlı mücadeleyi “savunan” pratiği ile tam da komünist olduğu için bu tarzda örnek bir direniş sergilemiştir. İbrahim yoldaşın düşmanın eline geçtiği andan itibaren takındığı ve işkencede kurşuna dizilerek katledildiği ana kadar sürdürdüğü bu tavrın anlam ve önemi, bulunduğu koşullar ve uygulanan ağır işkenceler hesaba katıldığında; özellikle “önder” kimlikli şahsiyetlerle kıyaslandığında, her geçen gün çok daha net bir biçimde görülmekte ve anlaşılmaktadır.
18 Mayıs, 31 yıldır takvimin en “anlamlı” günlerinin başında geldi bizim için. Bunu her seferinde ve aynı hislerle yaşamanın komünizm kavgasında ısrarın adı olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu sembolün, bu ruh hali ve duygunun, bu ısrarla beraber yaşayacağına da bütün kalbimizle inanıyoruz.
18 Mayıs, Türkiye’de komünistlerin önderliğindeki mücadelenin başarıya ulaşacağının Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilmesinden sonra ikinci kez, en anlamlı mesajını vermiştir. Faşist diktatörlük, Sinan ve yoldaşlarının Nurhak’larda; Ulaş’ın Arnavutköy’de; Mahir, Cihan ve yoldaşlarının Kızıldere’de; Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in İdam Sehpalarında ve yoldaşımız Ahmet Muharrem’in Şehremini’deki kahramanca direnişi karşısındaki yenilgilerinin ardından bir büyük darbeyi de önder yoldaşımızdan aldı ve çareyi bedenini işkence ile parça parça ettikten sonra kurşuna dizerek katletmekte buldu.
18 Mayıs; 12 Mart sürecinin tümü göz alındığında, yürütülen silahlı mücadelede, onlarca devrimci önderi ve kadroyu katlederek, yüzlercesini etkisiz hale getirerek, örgütlenmeleri dağıtıp çökerterek pratik ve psikolojik üstünlük sağlayan düşmanın, bu hevesle “özellikle” yüklendiği halde, gösterilen komünist direniş tavrı neticesinde kendi ininde ağır bir yenilgiye uğratılması anlamında, son derece önemlidir.
Bu anlamıyla da 18 Mayıs; İbrahim yoldaşın, çatışarak, direnerek, meydan okuyarak, devrimin şiarlarını haykırarak şehit düşen bütün devrimciler adına; çeşitli milliyetlerden Türkiye halkı adına, 12 Mart Askeri Faşist Diktatörlüğüyle, Diyarbakır İşkencehanelerinde hesaplaşması ve bu muharebeden komünist kimliğine yakışan bir biçimde düşmana diz çöktürerek çıkmasıdır. Ancak burada bir kez daha altını çizelim ki, önder yoldaşımızın işkencedeki tavrı; örnek, sarsıcı ve tarihi olduğu kadar, her komünistin takınması gereken derecede olağan, yalın ve mütevazıdır.
“Kaypakkaya’yı aşmak”tan bahseden, onun geçmişte kaldığından söz eden, meşhur “şartlar değişti” edebiyatına başvuran bir kısım kişi ve çevreler, İbrahim’in 32 yıl önce mezara gömdüğü reformist, oportünist ve revizyonist görüşleri, tasfiyeciliğin yeni formasyonu altında piyasaya sürmeye çalışmaktadırlar. Ne var ki İbrahim yoldaş, 32 yıl önce olduğu gibi bugün de onların en güçlü panzehiri durumundadır. Partimizin önünde Kaypakkaya’nın “aşılması” değil, ileri “taşınması” ve yeni kuşaklara “aşılanması” görevleri vardır.
İbrahim yoldaşı da şekillendiren ve yön veren MLM bilimi; hiç kuşkusuz, dün olduğu gibi bugün de partimizin rehber ideolojisidir. Kaypakkaya’nın siyaseti, bunun ışığında yazılmıştır. Bu ideolojiden kaynaklandığı için Türkiye devrimine yol gösterici olabilmiş, bir dizi meseleye açıklık getirebilmiş, ön açıcı bir rol oynayabilmiştir. Hala aynı fonksiyona sahip olabilmesinin esas nedeni de Türkiye’nin temel gerçeklerinde bütünlüklü bir değişikliğinin yaşanmamış olmasıdır. Zira böylesi bir değişim bizimki gibi ülkelerde zaten devrim sorunudur. Aksine, aradan geçen 32 senede dünya, Türkiye’nin yer aldığı bölge ve özellikle ülkemiz, İbrahim yoldaşın tez ve önermelerini bütünüyle doğrulayan ve ispatlayan gelişmelere sahne olmuştur. Yine partimiz tarihinin her sayfası, önder yoldaşımızın sınıf mücadelesinde altını hassasiyetle çizdiği ilkelerin ve hususların esaslığını, önemini, belirleyiciliğini döne döne doğrulayan pratiklerle yazılmıştır.
İbrahim Kaypakkaya’nın programatik temellerini 32 yıl önce oluşturduğu partimiz, bu eksende çıktığı devrim yolculuğunu, savaşın her cephesinde, mücadelenin her mevzisinde, direnişin her alanında sürdürerek; büyük bedeller ödemiş, yüzlerce şehit ve kayıp vererek bugünlere gelmiştir. Aynı ruhla, aynı coşku ve kararlılıkla yoluna devam etmektedir. Yaratılan değer ve kazanımların küçümsenmesi; devrim mücadelesinin ne olduğunu bilmeyenlerin, sınıf mücadeleleri tarihinden bihaber olanların ve dahası ülkemiz yakın tarihinde yaşananları değerlendiremeyenlerin, kendi umutsuzlukları ve tükenişlerini partimizin sürecine atfetmeleridir.
Önder yoldaşımızdan devraldığımız bayrak, kirletilmeden ve de yere düşürülmeden taşınmıştır. Parti bayrağının daha yukarılara kaldırılması konusunda, hiç bir zaman bulunduğumuz yerden memnun olmadığımız ve olmayacağımız bilinmelidir. Bugün bu hassasiyeti her zamankinden fazla duyduğumuz tarihi bir süreçten geçiyoruz. Bu sürecin tarihi önemi, emperyalizmin, ülkemizin de dahil olduğu coğrafyayı içine alan bölgede kapsamlı işgal ve saldırılarını yoğunlaştırmasından kaynaklanmaktadır. ABD emperyalizminin önderlik ettiği bu operasyon dalgası, önümüzdeki yıllarda daha büyük çaplı çatışmalara, işgal ve savaşlara yol açacaktır.
Emperyalistler, gerek kendi krizlerine yanıt, gerek kendi aralarındaki hegemonya kavgasından ötürü, gerek belli bölgelerdeki bağlı rejimlerine çeki düzen verme ihtiyacından kaynaklı, gerekse de ulusal ve sosyal uyanışlara ve mücadelelere set çekmek amaçlı; askeri, siyasi, ekonomik müdahalelerde bulunmak için seri adımlar atmaktadırlar. Şu sıralar hamle üstünlüğü, askeri gücünün avantajı nedeniyle esas olarak ABD emperyalizminde olmakla beraber, diğerleri de kimi zaman ona destek olarak, kimi zaman da bölgesel düzeyde ve küçük çapta benzer müdahaleler gerçekleştirebilmektedirler. Dünya giderek “orman kanunu”nun daha net ifade bulduğu açık emperyalist işgal ve talan aşamasına doğru sürüklenmektedir.
Ülkemizde ise, faşist diktatörlük tarihinin en “kraldan çok kralcı” hükümetlerinden biri işbaşındadır. Her şeyiyle ABD’de kurgulanan ve piyasaya sürülen, hükümet olduğundan beri de beceriksizlikleri nedeniyle aykırı düştüğü durumlar hariç, tümüyle Vaşington’dan yönetilen AKP yönetimi; 28 Mart yerel seçimlerinden istediği kadar olmasa da belirli oranda destek alarak çıkmanın avantajıyla, içeride gerekli düzleme ve düzenlemelerin hazırlıklarına hemen girişmiş, bölgede yeni üstleneceği görevler için efendilerinin talimatlarını beklemeye koyulmuştur. Bunun için hazırlıkların start alacağı tarih, İstanbul’un evsahipliği yaptırılacağı NATO zirvesidir.
Büyük çaplı saldırılar ve kapışmaların yaşandığı, dalgaların kabardığı ve herkesi bir biçimde içine çektiği dönemler, aynı zamanda fırsatların ortaya çıktığı anlardır. Bu kavganın tam ortasında, direnişin en önünde olunması gerekmektedir. Önder yoldaşımızın, “çok kısa” ama döneme ve oradan süzülerek tarihe damgasını vuran yaşamı ve mücadelesinden öğrenilmesi gereken bir başka önemli husus da; “atılım”, “girişim”, kısacası “hareket” olgusudur. Kaypakkaya’nın bütün benzer komünist önderler gibi ayırt edici vasıflarından en önemlisi, “teori-pratik diyalektiği”ni mükemmel kavrayışı idi. MLM teorinin vazgeçilmezliğine, yön göstericiliğine, onsuz her şeyin karanlıkta el yordamıyla ilerlemeye benzeyeceğine inanır, ancak pratik olmadan da en ileri programların dahi boş birer gevezelikten öteye gitmeyeceğini savunurdu. Bu konuda Marx’ın “İleriye doğru atılan her adım, her gerçek ilerleme, bir düzine programdan daha önemlidir.” sözlerinin anlamına vakıf olarak pratik sergiledi.
Dün olduğu gibi bugün ve daima İbrahim, bizim için aynı zamanda bu pratiği ile örnek ve rehber olmaya devam ediyor ve edecek. Partimiz, yalnızca bu hareket tarzının benimsenmesi halinde sınıf mücadelesine önderlik edilebileceği ve savaşın geliştirilebileceğinin bilincindedir. Aksi halde karşılaşılacak sonuçlar, partimizin tarihindeki acı deneylerle sabit olduğu gibi, sınıf savaşımında elde ettiğimiz mevziyi ve bulunduğumuz noktayı da açıklamaktadır.
18 Mayıs’lar ne sıradan bir anma ne de muhasebe günüdür. 18 Mayıs’lar, basmakalıp bir biçimde mücadelenin ivmesinin yükseltilmesinden dem vurulup geçildiği, sıradanlaştırılan birer klasik törensel/anma etkinliği olmaktan da çıkarılmalıdır. 18 Mayıs öncelikle, önder yoldaşımızın sonsuza karışır ve bayrağı partimiz şahsında biz yoldaşlarına devrederken bıraktığı mirasına ve andına ne kadar sahip çıkabildiğimizi sorgulamamız, gerçeklerle yüzleşmeyi başarabilmemiz gereken günler haline gelmelidir. Gerçeklerle, olgularla nesnel olarak yüzleşme başarısını göstermek her zaman için ilerleticidir. Ancak bu sayede “unutulmaz”lık esprisi ve “anlam” bütünlüğü devam ettirilebilecek, 18 Mayıs’lar “anma” günü olmaktan çıkıp “canlanma” günü haline gelebilecektir.
İbrahim Kaypakkaya, inancı gözlerinden okunan bir komünist önderdi. Uğruna şehit düştüğü ideolojinin cisimleştiği Türkiye proletaryasının örgütlü öncü müfrezesi partimiz, bu inanca sıkı sıkıya sarılarak, bu ideolojiye büyük bir sadakatla bağlanarak mücadelesini sürdürüyor. Bütün yenilgiler, kayıplar ve darbelerden, bütün engellemeler, sapmalar ve ihanetlerden temelleri sağlam olduğu, karakteri/niteliği komünist olduğu için yıkılmadan çıkmayı başardı. Her şeye rağmen yaralarını sardı, her defasında kendini toparlamayı bildi ve kan kaybetse de mücadeleyi kesintiye uğratmadan sürdürme başarısını gösterdi.
Bugün, ilk günkü gibi, her zamanki gibi, ileriye umutla, kararlılıkla, azimle ve coşkuyla bakmanın; İbrahim yoldaş ve ardılı şehit yoldaşlarımızın büyük bir özveriyle taşıyarak bizlere devrettiği kızıl bayrağı dalgalandırma ve kavgalarını sürdürürüyor olmanın, onuruyla yol alıyoruz. Her günü taze bir başlangıç olarak kabul edecek kadar enerjimizi diri tutmak durumundayız.
Yeniyi ve geleceği temsil ettiğimiz, haklı ve kazanmaya mahkum olan taraf olduğumuz için bu böyle olmak zorundadır. Proletarya, ezilen halklar ve ulusların acımasızca sömürülmesi ve katledilmesi, doğanın vahşice tüketilmesi ve dünyanın hızla felakete doğru sürüklenmesinin bir an önce önüne geçilmesi için bu görev üstlenilmek durumundadır.
Bunun için her 18 Mayıs, bu misyonumuzu ne kadar bilince çıkardığımızı görmemizden öte, göstermemize fırsat sunan bir sürecin yeniden ve yeniden başlangıç sayfası olmalıdır.

TKP/ML MK