Fırtınalar İçinde Bıçak Sırtında; İlkelere ve Hukuka Sımsıkı Tutunma Zamanı!
“Karşılaştığınız sorunları, o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz” sözünü biliriz ve çok sık tekrarlarız. Elbette bu sözün gereğinin yerine getirilmesi, ağızdan çıktığı kadar kolay değildir. Bu sözde, çözüm olarak “yeni bir düşünce düzlemi” savunulmaktadır. Dolayısıyla hem teoriyi hem de pratiği kapsayacak şekilde “sorunları yaratan düşünce düzlemi”ni ayrıntılı ve açık bir yolla mahkum edebilecek bir seviye yakalamak ve bunun yerine geçirilecek “yeni düşünce düzlemi”ni inşa etmek gerekmektedir. “Yeni”nin oluşmasının eskiyi mahkum etme pratiği ile iç içe olduğu unutulmamalıdır.
Partimiz bir kriz sürecinden geçmektedir. Açık ve net olarak bu krizin ideolojik-politik-örgütsel-askeri olduğu konulmalıdır. Sorunun sadece görünür hale geldiği dönemden itibaren (diyelim ki, 2015 Haziran’ı ve 2016 Eylül ‘HBDH’den çıktık’ açıklaması veya bize yöneltilen ‘hizip’ suçlaması) ele alınması yanlış olacaktır. Komiteler ve Komsomol’un ortak zorunlu açıklamasında yaşanan “kaos”un nedeni olarak isyan silsileleri ve düşman saldırıları arasında kalma, yaşananlar karşısında ideolojik-politik tıkanma yaşanması olarak sorunu koymuştuk. Öznel ve nesnel durum arasındaki farkın, eğer idealizm cennetinde yaşamıyorsak bir kriz oluşturduğunu görememek mümkün değil. Şimdi sorun, bu “öznel ve nesnel durumları” objektif bir şekilde ortaya koyup koyamayacağımız da ve pratik adım atıp atamayacağımızdadır.
Partimizin kuruluşundan bugüne çok sayıda hizip ortaya çıkmış, bölünmeler yaşanmıştır. Bunlarda “önderlik” düzeyinde yaşananlar da partinin belli bir bölgesinde yaşananlar da olmuştur. Bu durum öyle bir hale ulaşmıştır ki 7. Konferans sonrası yapılan bir değerlendirmede şunlar belirtilebilmiştir; “Otuz yıllık proletarya partisi tarihi incelendiğinde görülecektir ki proletarya partisi düşmana yönelmekten çok, kendi içinde çıkan hizip, darbe ve kaçkınlıkla mücadele etmiş, kendi yöneliminde yürümesi bir biçimiyle ‘tali’ düzeyde kalmıştır.” (Pzn, sayı: 49, s. 36)
İlerleyen satırlarda bu gerçeklik daha çarpıcı olarak “proletarya partisinin tarihi aynı zamanda hiziplerle mücadele tarihidir” (age, s. 44) şeklinde ifadelendirilmiştir.
Peki bir partinin tarihinin bu şekilde hiziplerle ifadelendirilecek hale gelmesi ve öyle ki “kendi yöneliminde yürümesi”nin bile “tali” bir düzeyde kalmasını nasıl değerlendirmek gerekir? Yaptığımız okumalarda partinin bu “hiziplerin” ortaya çıkmasında kendi ideolojik-politik-örgütsel çizgisinin değerlendirilmediğini, bazı değerlendirmeler yapılsa da bunların hiziplerin ortaya çıkma nedenleriyle bağlantılandırılmadığını görüyoruz. Hiziplerin sonradan başarılı olamamasından hareketle de ya örgütle sorunları olan kişilerin ya da mücadele kaçkınlarının bu işin başını çektiği belirlenmiştir. Oysa ki mücadeleye hakkınca cevap veremeyen bir partide itirazların gelişmesi, rahatsızlıkların olması, bunların ifadelendirilmesi normaldir. Hatta mücadeleye cevap verebilir hale gelmenin yolu bu itirazlara kulak vermek, örgütsel mekanizmaları işlerli kılmaktan geçmektedir. Oysa partimizde itirazları ifadeledirmek bir sorun olarak görülmese de(!) bunların parti çizgisini geliştirmede etkili olamadıklarını ve örgütsel mekanizmaların çalıştırılmayarak bir şekilde hasır altı edildiklerini görüyoruz. Bu, önderliğin düzenli toplanmaması kadar konferansların zamanında yapılmamasına ve öyle ki tüzükteki maksimum süreyi 2-3 katı aşan süreleri bile görmememize yol açmaktadır. Dolayısıyla “yeni düşünce düzlemi”ne adım atmak istiyorsak var olan gerçekliğimizle bütünsellikli olarak hesaplaşmaktan ve mücadeleyi dahi “tali” düzeyde bırakan “hizip, darbe” vb. ortaya çıkaran ideolojik-politik-örgütsel durumu ortaya koymaktan bir an bile geri durmamalıyız. Bu sorunların özüne inmek, kaynağına ulaşmaya çalışmak artık bir zorunluluktur. Aksi halde yaşanan bir eskiden kopuş olmayacak, bazı düzeltmelerle yeni bir şey yaratılmış gibi yapılacaktır. Ama bunun kimseye kazandıracağı bir şey yoktur. Aksine sınıf mücadelesinin girmiş olduğumuz eğik düzleminde daha hızlanarak dibe doğru yol alacağımız açıktır.
Tüm bunlardan hareketle sürecin kadro ve militanlara yüklediği sorumluluk ortadadır. Yaşananları sadece son 1-2 yılın sorunu olarak görmemek, tarihimizi bile “hizip-darbe” üzerinden tanımlayacak dereceye getiren ideolojik-politik-örgütsel gerçekliği ortaya dökmek gerekmektedir. Yani Komsomol ve komitelerin ortak bildirisinde vurguladığımız gibi “yenilenmek” şarttır. Bu; bizi tutuklaştıran, sorun yaratan düzlemden kopuş demektir. Dolayısıyla tüm bu sorgulamaları yapmak zorundayız. Bunları ertelemek tekrar aynı hataları yapmanın zeminini korumak demektir.
Çelişkiler ve Sorunlar Görmezden Gelinince Yok Olmazlar!
Partimizin içinden geçtiği süreç, uzun zamandır birikmiş bir dizi sorunu daha görünür hale getirmiştir. Ertelenen, üstü örtülen bu sorunlar bugün açığa çıkmadı, uzun yıllardır yaşadığımız, yapamadığımız, yerine getirmediğimiz görevler parti bünyemizde bu sorunların birikmesine neden oldu. Partimiz açısından her şeyin olağanmış gibi göründüğü yıllar boyunca biriken ama yeterli düzeyde dile getirilmeyen, getirilse de pratik müdahale geliştirilemeyen-geliştirilmeyen eleştiriler bir bir açığa çıkmaya başladı. Elbette yılların birikimi sonucu açığa çıkan sorunlar da karşılığında getirilen eleştiriler de örgütlü bir sürecin ürünü olarak açığa çıkmadı.
Uzun zamandır bekleyen, özellikle son dönemde sorunların çözümü için adres olarak gösterilen, … sürecinin başarısızlıkla kesintiye uğraması ve devamında sürece önderlik etmesi gerekenlerce takınılan tutum, süreci içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Bekletilen eleştiriler, tüketilmeyen tartışmalar bir kez daha ertelenmiş oldu. … sürecindeki hareket tarzı, önderlikteki yoldaşların her birinin kendine münhasır tutumu, … süreci arifesinde yaşanan düşman engellemeleri vb. biriken sorunlara yenileri eklendi. Böylelikle sorunları çözme noktasından her geçen gün biraz daha uzaklaşıldı. Partimizin bütün üye ve militanları, örgütlülükleri, dahası gelinen aşamada taraftarlarımız, kitle tabanımız partiyi boğan, soluksuz bırakan, ilerlemesini engelleyen kısır bir tartışmanın içerisine çekildi.
Yıllardır ertelenen …nın hazırlık sürecinin örgütsüzlüğü, yapılan ilkesizlikler …nın düşman engellemesi sonucu ertelenmesine kapı aralanmış oldu. Elbette sürecin engellenmesinin ideolojik-politik-örgütsel açıdan değerlendirmeye tabi tutulması zorunluluktur. 8. Oturumdan bu yana partiyi adeta bir “koalisyon şeklinde yöneten” MK’nın kendini partinin dışında, partiye rağmen inşa eden gerçekliği … sürecinin örgütlenmesine damgasını vurmuştur. Komite olma vasfını ve partimize önderlik etme iddiasını çoktan kaybetmiş ama bunu kendisine itiraf etme cüreti ve cesareti gösteremeyen MK’nın partimizden gizlediği bu gerçeklik … sürecinin örgütlenmesinde ve akabinde alınan düşman operasyonuyla tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilmiştir.
… sürecinin bu kadar uzaması, ertelenmesi ve buna rağmen gerek ideolojik, politik düzlemde gerekse de sürecin örgütlenmesine dair hazırlık bağlamında dişe dokunur hiçbir şeyin yapılamamış olması bile başlı başına MK’nın çoktan iflas ettiğinin, adeta bir cenazeye dönüştüğünün ilanı olmuştur.
Sürecin başından itibaren yaptığımız hazırlık, gösterilen zaafiyetler açık biçimde tartışılarak yeni bir sürece girilmeliydi. Partinin kolektif olarak hareket etmesi, gücümüzün sürecin örgütlenmesi için seferber edilmesi, önceki hataların tekrar edilmemesi için kapsamlı bir muhasebe yapılması gerekiyordu. Elbette bu işin sorumluluğu, sürecin başından beri görevli olan bütün yoldaşlarındır. Bu sürece önderlik edecek olan da … sürecinin öznelerinin kolektif aklıdır.
Ancak sonuçlara bakmamız bile sürecin bu şekilde işlemediğini göstermeye yetmektedir. Başarısızlıkla sonuçlanan partinin en önemli işinin, böyle rahat bir operasyonla engellenmesinin muhasebesi yapılmadan, yeni bir sürece girişilmeye çalışıldı. Bu işin başında ise önceki sürecin başarısızlıkla sonuçlanmasında doğrudan rolü olan yoldaşların olması doğal olarak yeni bir tartışmaya vesile oldu. Mevcut durumla ilgili değerlendirme yapmak, partiye sunmak ve yeni süreci kolektif akılla örgütlemek yerine hiçbir şey olmamış gibi(!) sürecin yeniden örgütlenmesine kolları sıvayan yoldaşların tutumunun, süreç açısından önemli-belirleyici rol oynadığının altını çizmek gerekir.
Bu yoldaşlar, en açık haliyle kendi sorumsuzluklarının, zaaflarının, eksiklerinin, ilkesizliklerinin üzerini örtme gayretiyle, bu işe yeni ilkesizliklerin altına imza atarak başlamışlardır. Partimiz bünyesinde örgütlü bir mekanizmayı ifade etmeyen, bu anlamda bağlayıcılığı olmayan, çeşitli alanlarda … süreci için bir arada bulunan kimi delege ve 2 MK üyesi toplantı yaparak sürecin değerlendirmesini-muhasebesini yapmadan, (diğer MK üyelerine haber bile vermeyerek ve organ iradesini sağlamadığı halde) partiye açıklama yapılması sorumluluğunu bir kenara bırakarak yeni sürecin nasıl ve nerede örgütleneceğini, kimlerin sorumluluk alacağını, ayrıca partinin süreç açısından hangi gündemler üzerinden hareket edeceğini alelacele kararlaştırmaya çalışmıştır.
En açık haliyle bu toplantı, partinin merkezi iradesine yapılan darbenin İLK adımı olmuştur.
Bir üyesi hariç (engellenme) diğerlerinin ulaşılabilir olduğu, bir üyesi gerileme gösterse de istifa etmediği, bahsi edilen üyeleri aktif durumda olduğu, yedeklerin de görev almaya hazır olduğu bir bileşenden bahsettiğimiz unutulmasın! Parti ve önderlik bilinç ve kaygısı taşıyanların yapması gereken en kısa sürede esaret dışındaki bütün MK üyelerinin katılabileceği bir toplantı örgütlemek olmalıydı. Hatta koşullar dikkate alınarak bütün yedeklerin katılacağı bir genişletilmiş MK toplantısı yapılması gerekirdi. Ortaya çıkan deşifrasyon ve güvensizlik durumundan hareketle parti güvenliğini düşünülerek, en güvenilir alan tespit edilerek toplantı örgütlemek ilk iş olmalıydı. Ama söz konusu 2 MK üyesi bu gibi konularda en ufak bir sorumluluk taşımamışlardır.
… alanında bulunan “… MK ve .. MK yedek üyeleri” imzasıyla “Haziran Toplantısı” adı altında partiye sunulan bu belge, söz konusu darbenin ilk meyvesi olmuştur. Engellenmeyen ve hala görev başında olan MK üyelerine resmi bir çağrı dahi yapmadan, MK iradesinin çoğunluğunu sağlama kaygısı gütmeden, bunu sağlamadan yapılan bu toplantı, partimiz hukuk ve tüzüğüne karşı işlenen büyük bir suç olmuştur. Bu toplantıyı örgütleyen ve kendilerini “… MK üyeleri” olarak ifade edenler başta olmak üzere diğer yedek üyelerle birlikte toplantıyı gerçekleştirenler, partimizin tüzüğünü açıkça ihlal ederek darbe yapmış ve bugüne değin süregelen sürecin ilk işaret fişeğini ateşlemişlerdir.
Oysa yapılması gereken son derece basittir: İlk elden tüm MK üyelerine resmi bir çağrı yapmak, devamında birinci yedekten başlamak üzere tüzüğün emrettiği şekilde MK iradesini tesis ederek, partiye dönmek!!!
Ne var ki yapılan bu olmamış, MK’nın içinde bir azınlık, MK iradesi oluşturmadan yanına aldığı yedeklerle bir toplantı yaparak adeta “MK imiş gibi” hareket ederek, pek çok başlıkta tartışmalar yürütmüş, yetkilerini aşan kararların altına imza atmıştır. Yapılan toplantı, ilk olarak, MK çoğunluğunun bulunmaması, ikinci olarak resmi bir toplantı çağrısı olmaması üçüncü olarak tüzüğün açık hükmüne, birinci ve ikinci yedekler görev başında bulunmasına rağmen MK’ya aktarım yapılmaması ve bu yoldaşların yedekler olarak toplantıya katılması -oy hakkı olmadan- nedeniyle geçersizdir.
Partimizin bildiğimiz kadarıyla hiçbir döneminde, tüm parti üyelerine, organ ve komitelerine “… MK üyeleri ve … yedek üyeler” başlığıyla yayımlanan, hem de böylesine önemli kararlarla donanmış bir belgenin dolaşıma sokulduğu görülmemiştir. Bilinir ki bu yetki MK’ya aittir ve ancak o, partimizin resmi yayın organı aracılığıyla tüm partiye seslenebilir.
Engelleme ve istifa sonucu parti MK’sı iradesini yitirmişken bu toplantı ve bileşenleri MK iradesinin sınırlarını dahi aşan bir yetki ile kendilerini dayatmışlardır. … sürecindeyken darbe alan parti iradesini oluşturmak, partiyi … sürecine götürecek iradeyi açığa çıkarmak dururken, “elimizdekilerle yola devam edelim” “kendiliğindenciliğiyle” hareket edilmiştir.
Kimi MK üyelerinin, delegelerin iradeleri yok sayılarak bu toplantı yapılmıştır. Toplantı bileşeni partimizi örgütsel olarak bağlayıcı bir iradeye sahip değilken toplantı gündemleri ve alınan kararlar bakımından bütün partiyi ilgilendiren ve iradesinin yansıması gereken bir içeriğe sahipti. Öyle ki partimiz tarihinde örneği olmayan bir belge oluşturularak parti iradesi korunuyormuş gibi yansıtıldı. Ve toplantının iradesini güçlendirmek, parti örgütlülüklerince sahiplenme düzeyini yükseltmek için toplantının MK toplantısı olduğu alanlara yayılmaya hızla başlandı.
Haziran Toplantısı: Darbeciliğin İşaret Fişeği
Söz konusu toplantı raporu, partimizin engellenen … sürecine, ülkemizde sınıf mücadelesinin seyrine ve … sürecinin nasıl, hangi yöntemlerle ve nerede tamamlanacağına dair partimizin geleceğini ilgilendiren bu çok önemli kararları içeren “Haziran toplantısı/2015” adıyla ve “… MK üyeleri ve … MK yedek üyeleri toplantısı” başlığıyla ama buna rağmen MK toplantısı etiketi ve yetkisiyle hem parti örgütlülüklerine/yönetici komitelere hem de üyelere açıldı. Böylece parti yönetici komitelerimiz bir anda büyük bir kaosun içine atılmış oldu. Partimizin işleyişine dair ne kadar ilke varsa rafa kaldırıldı. … sürecine dair tüzük gereği söz hakkı olan üyelerle yürütülmesi gereken tartışmanın içine, sürece ve de tartışmalara hakim olmayan, İM pozisyonunda yönetici komitelerde örgütlü bulunan yoldaşlar da çekilmiş oldu. Aslında amaçlanan tam da buydu: Kaos ve karmaşa yaratmak ve bundan nemalanarak kendini aklamak!
Toplantıda, alınan düşman darbesinin nedeni olarak partinin iddiasızlığı tespitinin yapıldığını, operasyon öncesinde MK’nın ve doğal olarak da bu konuda doğrudan görev alan yoldaşların payına, eksik, hata ve yanlışlarına dair hiçbir ibarenin ve özeleştirinin bulunmadığını; ülkede devrimci durumun bulunmadığına ve bunun nedeninin Ulusal Hareketin politikaları olarak gösterildiğine vb. pek çok başlıkta “Komünist” Sayı 71 ‘de ve daha önce yapılan birçok resmi MK toplantısında dile getirilen görüşlerin zıddı yorum ve belirlemelere yer verildiğini, dahası toplantının kendi içinde bile ciddi usulsüzlükler taşıdığını da belirtelim.
Partimizin en önemli sürecinde alınan düşman darbesinin yarattığı boşluk, parti bünyemizde varlığını koruyan darbeci anlayışı da hortlattı. Bunun başka bir örneği ise başka bir MK üyesi tarafından hayata geçirildi.
Bu MK üyesinin uzun zamandır saklı tuttuğu eleştiriler, iddialar bu süreçte kontrolsüzce açığa çıktı. Elbette burada mesele, eleştirilerin gecikmeli de olsa söylenmesi değildir. Doğru yol ve yöntemle, partinin işleyişine uygun biçimde yapılmamış olması, darbeci anlayıştan ne kadar nasiplenildiğini göstermektedir. Bu üye de aynı bileşende olduğu kişilerle ilgili iddia ve eleştirilerini, kontrolsüzce alt örgütlülüklere taşımış, buradan müdahale geliştirmeye çalışmıştır. Açık ki bu iş, fırtınanın kopmasında belirleyici olan başka bir etken olmuştur.
İddia sahibi MK üyesinin yapması gereken, resmi bir toplantıda bu görüşlerini ortaya koymak ve buna dair bir süreç işletmek olmalıydı. Diğer yandan kendilerini “…MK üyeleri” olarak ifade edenler, söz konusu MK üyesinin bu yaklaşımını adeta bir fırsata dönüştürmüş ve darbeciliğini mahkum etme örtüsü adı altında adeta “darbe öyle yapılmaz böyle yapılır” desturuyla partimizi bir krize sürükleyecek “Haziran Toplantısı”nı örgütlemişlerdir. Oysa “… MK üyeleri” açısında da doğru olan, bu MK üyesini resmi bir toplantıya çağırmak ve hesaplaşmayı burada yapmak, hukuku işletmek olmalıydı!
MK üyelerinin her birinin bu sorumsuz, hesapçı, kendi kişisel kaygılarını güden, hatalarının üstünü örtmeye çalışan hareket tarzı, partiyi bu gibi saldırılara daha açık hale getirmiştir. “… MK üyeleri”, Parti iradesini yeniden oluşturma ve partiye buradan önderlik etmek yerine, iddia sahibi MK üyesini diskalifiye ederek, partiden atılmasını isteyerek hatta atılması sonrası neler yapılacağını dahi ilan edip zaman kaybetmeden harekete geçerek, bütün irade ve yetkiyi tek elde-kendi ellerinde toplamaya çalışmışlardır. Delegeleri, MK üyelerini, PÜ’leri yok sayan, komiteleri işlevsizleştiren, parti örgütlülüklerini tasfiye etmeye çalışan bu anlayış partimize açıktan bir darbedir. Partimizin mevcut dağınıklığında her türlü düşman darbesine açık hale gelmesinin de esas sorumlusu darbeye önderlik eden … MK üyeleridir.
Bu süreçte partinin birikmiş sorunlarının, MK’nın birikmiş hata ve zaaflarının açığa çıkmasıyla birlikte partimizin sorunları daha geniş bir çerçevede tartışılır hale gelmiştir. MK’nın parti örgütlerinden ve komitelerden kopuk, dahası MK üyelerinin birbirinden kopuk, dağınık-parçalı önderlik anlayışının açığa çıkması ve daha fazla tartışılır olması bakımından sürecin olumluluklara gebe olduğu düşüncesindeyiz. Eleştiri ve öz eleştiriden uzak, kolektif çalışmadan yoksun, birbirlerine ve partiye hesap verme zeminini kaybetmiş önderlik anlayışının bir sonucu olarak da değerlendirebiliriz süreci.
Her bir MK üyesinin sadece kendi görevli olduğu alanla sınırlı kalan bir önderlik anlayışının bir yansıması olarak mevcut durumda da alanlarımız birbirinden oldukça uzaklaştırılmıştır. Alanların birbirinden öğrenmeye kapalı, birbirlerinin sorunlarına uzak, kendi zaaflarına karşı liberal ama diğer alanların olumsuzluk ve eksiklerine karşı aşırı duyarlı-sol sekter bir anlayışın zemini oldukça güçlüdür. Parti krizinin açığa çıkması ve mevcut MK üyelerinin tutumuyla birlikte, bu zemin daha da güçlenmiş/güçlendirilmiştir.
Alanların daha fazla yan yana gelmesine, kolektif ruhun gelişmesine, alanların birbirinden beslenmesine en fazla ihtiyacın olduğu dönemde ne yazık ki alanlar arasındaki mesafe her geçen gün biraz daha açılmıştır. Bu durum, özellikle Haziran Toplantısı’yla partimizi yeni bir kaosun girdabına çeken “… MK üyeleri”nin bilinçli politikalarının sonucu yaşanmıştır. Alanların birbirine dönük eleştirileri, “…MK üyeleri” tarafından alanların düşmanlaştırılması, birbirinden uzaklaşması, karşı karşıya getirilmesi ve kendi hatalarının örtülmesi için adeta kullanılmıştır.
Birincisi kendi sorumluluklarında olan alan ve yoldaşlar koruma altına alınmıştır ve “… MK üyeleri” tarafından kendilerine yönelik eleştirilere karşı bu yoldaşlar, eleştiri yönelten kişi ve alanlara karşı kışkırtılmıştır.
İkincisi örgüt-komiteler hızla işlevsizleştirilmiş, tasfiye edilmeye çalışılmıştır. Özellikle … süreci-örgütlenmesi ile ilgili eleştiri yönelten alan ve yoldaşlar itibarsızlaştırılmaya, tasfiye edilmeye çalışılmıştır. Bu alan ve yoldaşların geçmiş hata ve zaafları parti kamuoyuna teşhir edilerek itibarsızlaştırma harekatı başlatılmıştır.
Oyalama, Tasfiye Etme ya da Partiyi Bölme!
Özcesi mevcut MK üyelerinin bu süreçteki tutumu eleştirmeyen, sorgulamayan, tartışmayan, mevcut olana sorgusuz-sualsiz-eleştirisiz tabi olan militan ve örgüt yapısı şekillendirmeye çalışmaktı. Bu yaklaşıma ayak uyduranlar koruma altına alındı. Uymayıp eleştirenler, eleştirilerini savunanlar, “parti bölücüsü” ilan edilerek parti kitlesine teşhir edildi. Bu MK üyelerinin bu yaklaşımlarına rağmen süreç delegesi, PÜ birçok yoldaş ve parti örgütlerinin ağırlıklı çoğunluğu tarafından … süreci vesilesi ile açığa çıkan bir dizi meseleye dair eleştiri getirdi. Mevcut MK üyelerinin kendi pozisyonlarını koruma, hesap vermekten kaçma tutumu bu kadar gelişkin olmasaydı çok rahatlıkla söylenebilir ki bu süreçten güçlenerek çıkılabilirdi.
Mevcut MK üyelerinin bu tartışma sürecindeki oyalamacı taktikleri partiyi daha fazla çıkmaza sürüklemekten başka hiçbir işe yaramamıştır. Tartışma için oluşturulan platformlar, hazırlanan parti yazınları, parti sorunları üzerine kolektif tartışma yürütmek yerine parti erkini elinde bulunduran MK üyelerinin iktidarlarını güçlendirmenin, eleştirileri bertaraf etmenin ve eleştirenleri itibarsızlaştırma hareketinin bir aracı olarak kullanıldı. Birçok noktada sonuçlardan hareket ederek varmış olsak da artık şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz: Parti birliğini dillerinden düşürmeyen MK üyeleri ve onların hastalıklı iktidar histerisinin etrafında kümelenen yoldaşlar, iki yılı aşan bu tartışma sürecinin başından beridir, eleştirileri olanlardan kurtulmak, farklı düşünenleri saf dışı bırakmak, bu olmadığı durumda da her koşulda partiyi bölmek anlayışıyla sürece yaklaşmışlardır. Bu konuda somut bir hedefe odaklı çalıştıkları tüm çıplaklığı ile ortadadır.
Partinin bütün olanaklarını bu iş için seferber etmekten de geri durmamışlardır. Partinin maddi manevi bütün olanakları bu hedef için pervasızca kullanılmıştır. Bir yandan yazınsal tartışmalarla fikirler alınarak süreçle ilgili karar verileceği algısı yaratılarak parti oyalanırken onlar hedeflerine kilitlenmiş olarak çalışmaktadır.
MK’nın iradesini yitirmesi ile birlikte bir taraftan MK üyesi olma durumlarını MK iradesi korunuyormuş gibi kullanan bir anlayış çıkarken diğer taraftan bu durumu eleştiren, parti iradesinin tüzük ve hukuk çerçevesinde oluşturulmasını savunan ikinci anlayış da açığa çıkmıştır.
Öncelikle MK iradesi yokken varmış gibi hareket eden ve iradenin oluşmasını engelleyen anlayış, partideki örgütsel krizin gün yüzüne çıkmasına vesile olmuştur. Hukuk dışı oluşturulmaya çalışılan iradeye yönelen eleştiriler, yapılan kimi müdahaleler ve bununla birlikte açığa çıkan diğer ideolojik-politik-örgütsel eleştiriler tüzüğün yok sayılarak bir “irade” oluşturulmasını engellemiştir. İşte “K 72”den kendi ifadeleri;
“Konuyu bağlayacağımız yer bugün içinde bulunduğumuz yerden nasıl çıkmamız gerektiğidir?! Önerimiz kısa ve öz olarak şudur: Şu anda PMK’da bir irade sorunu yoktur. Ancak AF yoldaşın hali hazırda işlediği suçlar ve yürütülmesi gereken bir soruşturma vardır. Bu soruşturmanın yoldaşın üyeliğinin düşmesiyle sonlanması, işten bile değildir. Bu durumda zaten kritik noktada olan irade sorunu otomatik olarak gündeme gelecektir. Bugünden yarın karşımıza çıkacak tabloyu görmek mümkündür. Bunun önlemini bugünden almak gerekir. Çünkü, olayların sonucunu beklemek bize yeni bir zaman kaybını yaşatacaktır. Bu da tahammül sınırlarını zorlayacak, yeni yeni sorunların yaşanmasına neden olacaktır.
Haziran Toplantısı’nda ortaya konulan anlayış doğrultusunda (Sürecin yeniden örgütlenmesi) zaten yeniden örgütlemek için çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmalar DPK üyesi yoldaş ile birlikte yapılmaktadır. (yoldaş aynı zamanda PMK yedek üyesidir) Burada ve bundan sonra yapılacak olan PMK’nın “irade sorunuyla” karşı karşıya kalmasını beklemeden yoldaşı PMK’da görevlendirmektir. Bu durumda sürece irade kaybı olmadan parti tarafından müdahale edilip, yeni sorunların ortaya çıkmasının önüne geçilebilinir ve geçilmelidir de.
Bütün PÜ yoldaşlar şunu bilmelidir ki; diğer yedeklerle bizim süreci örgütleme koşulumuz yoktur. Bunun içinde ortada bir irade yoktur!. Partiden talebimiz bu sorunlu ve sıkıntılı duruma el koymasıdır.” (“K 72”)
Bir yandan partimizin içinde bulunduğu durum tartıştırılıyor gibi yapılırken diğer yandan açıkça Haziran Toplantısı ve sonrasında yayımlanan hükümsüz “K 72” ile zaten bir iradenin defacto bir şekilde oluşturulduğu ilan edilerek yapılan darbe partiye onaylatılmak istenmiştir. Ancak bunun peşinden yaşanan süreç, sorunu salt örgütsel bir kriz olmaktan çıkarmıştır.
Eğer sorun sadece MK’nın ya da partiyi … sürecine götürecek organın, inisiyatifin oluşturulmasıyla ilgili bir sorun olsaydı çok daha kolay çözümü olurdu. Birbirine ideolojik-politik-örgütsel olarak güvenin olduğu bir partinin çatısı altında kümelenen kadrolar ile parti … sürecine taşınabilirdi. Parti önderliği içindeki birbiriyle uzlaşmacı, ertelemeci, hallederizci bakış açısını düşündüğümüzde bu sorunu “çözmek” gerçekten göründüğü kadar zor olmazdı. Nasılsa birbirlerine yönelmedikleri sürece hataları karşılıklı görmezden gelme, uzlaşmacı, kendine liberal partiye sekter anlayış, mevcut MK üyelerinin ve parti kadrolarının iliklerine kadar işlemişti. Yılların verdiği bu alışkanlıkla yeni bir koalisyon kurulabilirdi! Bu da parti tarafından yadırganmaz ve hızlıca sahiplenilebilirdi!
Partinin mevcut gerçekliğini yakından tanıyanların ilk işi de aslında bu oldu. Ancak bu koalisyon çalışması başarılı olmadı. Çünkü birincisi; “diğerlerini” yok saymanın sınırları fazlasıyla aşılmıştı. İkincisi getirdiğimiz eleştiriler kişilerle ilgili değildi. Çok sistemli hale getirilmese de önderlik yöntemiyle, çalışma tarzıyla, güvenlikle, güncel politikaları ele alışla, partinin yıllardır belirgin bir şekilde zayıflaması vs. ile ilgili eleştiriler de sesli dile getirilmeye başlanmıştı.
Bu durumun açığa çıkan parti krizine yansımalarını iki temel nokta üzerinden irdelememiz gerekir.
Birincisi; bu eleştiriler MK üyelerinde bir farkındalık yaratmıştır! Peki bu farkındalığın içeriği ve niteliği nedir? Mevcut MK üyelerinin fark ettiği şey -bu görüşlerin partinin önemli bir çoğunluğu tarafından sahiplenilmesinin de etkisiyle- partide değişime-dönüşüme vesile olacak bir içeriğe sahip olmasının bizzat kendilerinde yarattığı rahatsızlıktır. Bu rahatsızlığın kaynağında ise dogmatik, statükocu, değişime kendini kapatmış, partiden ve kitleden kopuk önderlik anlayışının oturtulmuş olması vardır. Sonuç olarak bu eleştiriler, başta MK olmak üzere bütün partiyi değişime zorlayan bir içeriğe sahipti. Bu yanıyla baktığımızda, mevcut MK üyeleri eleştiri-özeleştiri, hesap verme, değişim, yenilenme gibi kavramlara oldukça yabancılaştıklarından eleştirileri, partideki varlıklarının sonu-ölümü olarak görmüşlerdir.
Tartışmalarda bu kadar saldırgan, pervasız olmalarının, tartışmaları kişisel düzeye indirgemelerinin temelinde de bu vardır. MK üyelerinin buradan vardığı sonuç ise şu olmuştur: “Ya susacak ve mevcut olanı kabul edecekler ya da bir dizi -izm etiketi yapıştırılarak gönderilecekler, atılacaklar, cezalandırılacaklar.” Susulmayacağının anlaşılması çok uzun sürmedi. O zaman da gitmeleri için “ne gerekiyorsa yapılacaktı!” Ancak görünen o ki, korkutmak, yıldırmak, yıpratmak, itibarsızlaştırmak için uzun uğraşları da sonuç vermedi!
Artık MK üyelerinin ellerinde tek atımlık barut kalmıştı. Partiyi, bölen, parçalayan reformist, revizyonist-menşevik vb. etiketli bir hizip senaryosu! Buna neden senaryo dediğimize sonra geleceğiz. Partinin neredeyse bütün komitelerinin bu meselelerle ilgili benzer uğraş ve eleştirileri olmasına rağmen küçük, önemsiz bir hizipmiş gibi gösterilmeye çalışılarak parti iradesine yapılan darbeye karşı parti örgütlerinin takındığı tutum, tabanımızın gözünde küçük düşürülmeye çalışılmıştır.
Bu bölümü özetle toparlamak gerekirse; mevcut MK üyelerinin partiyi “ele geçirmek için” yaptıkları A, B, C… planlarının hepsi suya düşmüştür. Çünkü yaptıkları darbe, parti tarafından sükunetle karşılanmamıştır.
Yönelttiğimiz eleştirilere bütünlüklü olarak baktığımızda, sistemli hale getirildiğinde partimizin örgütsel darlığını, politik açmazlarını ortadan kaldırmaya dönük değişim ve yenilenmeye vesile olacak bir niteliği taşıdığı görülecektir. Açığa çıkan tartışmaların, eleştirilerin muhtevasının partimizin geleceği açısından kötü değil iyi olduğunu en başından beri vurguladık. Eğer parti bütünümüz bu muhtevayı koruyabilmiş olsaydı elbette bu tartışmalar bugün bu noktadan yürütülmezdi. Partimizin hem örgütsel hem politik olarak zayıf düştüğü bir süreçten güçlenerek çıkmasının zemini güçlenirdi. Uzun zamandır mevcut durumumuza dönük bu kadar kapsamlı bir değerlendirme, tartışma ne MK tarafından yapılmıştır ne de parti örgütleri ve kadrolar tarafından… Yani bunca zamandır ihtiyacı hissedilen bu süreç, parti krizi vesilesiyle ortaya çıkmıştır denilebilir.
Örgütsel kriz ilkeli ya da ilkesiz olması belirleyici olmaksızın bir uzlaşmayla çözülseydi bile mevcut ideolojik-politik-örgütsel eleştirilerin varlık zemini ortadan kalkmadığı sürece -er ya da geç- mevcut kriz durumu yine karşımıza çıkacaktı.
Şimdi bu tablodan 3 temel tartışma noktası karşımızda durmaktadır. Buraya kadar olan “ne oldu, ne bitti” tartışmasına esas olarak bu noktalara varabilmek için girdik. Şimdi olan biteni tanımlamaya ve bunlara kaynaklık eden ideolojik-politik-örgütsel zemini ortaya koymaya çalışacağız. Partinin birliği-bütünlüğü ile ilgili söylenen her türlü sözün bayağılaşmış ajitasyon cümleleri olmanın ötesinde bir anlam taşımadığı bir ortamda, parti çizgisini kimin temsil ettiği tartışması, bu tablodan çıkan ilk zorunlu tartışmamızdır.
Parti Çizgisini Kim Temsil Ediyor?
Parti çizgisi, hiç kuşkusuz politik meselelerde kimin ne düşündüğü fark etmeksizin tüzüğümüzle-hukukumuzla güvence altına alınan, çoğunluğun fikirlerinin örgütsel olarak hakim olmasından ibarettir. Taktik politik meselelere yön verecek anlayış da buradan beslenecektir.
Nisan operasyonuyla/2015 birlikte MK’da yaşanan irade yitimi karşısında takınılan tutum, tüzüğümüzün parti işleyişimizdeki misyonunu tartışılır kılmıştır. MK’da oluşan boşluğun nasıl doldurulacağı, önderliğin nasıl inşa edileceği, sürekliliğinin nasıl sağlanacağı ile ilgili bir tartışma zorunlu olarak açığa çıkmıştır. Bunun “an”a, duruma, koşullara göre değişkenlik gösteren bir durum olmadığını en başta belirtmek zorundayız. Tüzük, parti işleyişinin önemli bir parçası-belirleyicisidir. Ve parti mekanizmalarının nasıl oluşturulacağı ile ilgili durum tüzükte net bir biçimde yer almaktadır.
MK’da açığa çıkan boşluğun nasıl doldurulacağı ile ilgili tartışmada “olağanüstü koşullarda tüzüğün uygulanamayabileceği” safsatasının peşinde sürüklenenler parti işleyişini kilitlemişlerdir. Tüzük hükümlerince iradenin oluşturulmasını engellemek için partiyi bölünmeye sürükleyen yolun taşlarını büyük bir titizlikle döşemeye başlamışlardır.
94’te dönemin darbecilerine söylediğimiz gibi “tüzük maddeleri manzumeler topluluğu” değildir. Tüzük tam da olağanüstü koşullarda partinin örgütsel bir krize sürüklenmemesi için vardır. Parti organlarını kişisel görüş ve çıkarlarına uygun bir biçimde dizayn etmeye çalışan unsurların engellenmesi için vardır. Ve yine kişisel isteklere göre eğilip bükülmemesi için hükümleri nettir.
Anda bizim durumumuza bakarsak, tüzüğe, parti işleyişine yaklaşımda açığa çıkan farkları ortaya koyarak parti çizgisini kimlerin temsil ettiğini görebiliriz. Nisan operasyonu vesilesi ile MK’nın ortalığa saçılan yılların birikimini taşıyan hataları, zaafları, parti işleyişini infilak etmeye götüren çalışma tarzı, kitleden-örgütten kopuk politika yapma biçimleri parti örgütülükleri ve kadroları açısından daha fazla görünür olmuştur. Bu eksende yapılan eleştiriler, geliştirilen itiraz MK’nın mevcut durumuna ilişkin köklü bir tartışma yürütmeden yeni işlere girişmesinin partiyi sürükleyeceği krize dikkat çekmek içindir.
Bunun karşısında MK üyeleri, hesap vermekten paçayı kurtarmanın ve mevcut iktidarlarını güçledirmenin paniğiyle parti iradesine darbe yapmaya yönelmiştir. Eleştiri, görüş ve düşünceler yok sayılmış, yapanlara dönük karalama ve linç kampanyası başlatılmıştır. Tüzük delik deşik edilerek kendilerine biat etmeyi kabul edenlerle yola devam edeceklerini açıklamışlar, geri kalanı “asarız, keseriz, atarız” tehditleriyle yıldırmaya çalışmaktan medet ummuşlardır.
Mevcut durumu eleştirenler MK’nın iradesini tanımamakla, bölücülük yapmakla, hizipçilikle ve sonu -izm’le biten bir sürü şeyle itham edilmiştir. Bu durumun kaynağında görüş farklılıklarının belirginleşmesi ve MK’nın iktidarını sarsma niteliği taşıyan görüşlerin partide çoğunluğu yakalamasına karşı duyulan tahammülsüzlük vardır. İlerlemeyi hedefleyenler için bu görüş farklılıkları hiçbir zaman korkutucu olmamıştır. Ancak kendi iktidarlarının sürekliliğini esas alanları her türlü farklılık korkuttuğu gibi bu durum da panikletmiştir.
Lenin “… ilk bakışta ‘önemsiz’ gibi görünen bir yanılgı, en kötü sonuçlara yol açabilir ve ancak burnunun ötesini göremeyenler, hizip tartışmaları ve görüş ayrılıkları arasındaki en keskin farklılıkları zamansız ya da gereksiz sayabilir. Rus sosyal demokrasisinin yazgısı gelecek birçok yıl boyunca şu ya da bu ‘ayrılığın’ güçlenmesine bağlıdır.” (Ne yapmalı?, s. 31) der. İdeolojik mücadele parti saflarında yürütülmediği için parti bir ayrığılığın eşiğindedir. İdeolojik-politik birlik; en yüksek perdeden savunanların anladığı-anlamak istediği gibi KP içinde hiçbir ideolojik farklılaşma olmadığı-olmayacağı anlamına gelmez.
Partimiz içinde son yıllarda kimi politik ve taktiksel meselede kendini gösteren bu farklılıkların parti krizi sürecinde daha fazla belirginleştiği açıktır. 8. Konferans yöneliminin sonucu olarak kimi meseleleri algılayışta ve uygulamada parti örgütleri ve kadrolar arasında ciddi bir farklılaşma olduğu, bu kriz ortaya çıkmadan önce de kendini hissettiriyordu. Özellikle Kürt ulusal meselesini ve kadın meselesini ele alışta, bu meseleler ekseninde açığa çıkan politikadaki tutukluğumuz, yaşama geçirmedeki atıllığımız, bugün parti iradesine yapılan darbenin mimari olan alan ve MK üyelerinin bu politikayla uzaklığı, pratiğe girmemek için ayak direme hali göz önüne alındığında çizgi farkının yılların birikiminin bir sonucu olduğu daha açık görülür.
Merkezi Önderliğin Yönetme Anlayışı
Darbe ve hizip kavramlarının ne olduğu, güncel durumda, bizde nasıl yaşandığına ayna tutmaya çalışalım. … MK üyelerinin etrafında kümelenen ve parti iradesine yapılan darbeye koltuk değnekliği yapan kimi alan ve kadroların iki yıldır yürüttükleri faaliyetin niteliğini ve hedefini de ortaya koyalım.
Bazı MK üyeleri, iradede açığa çıkan boşluğu fırsat bilerek partiye darbe yapmıştır dedik. Yapılan nedir? Tekrar etmek pahasına söyleyelim: Hukuksal bir zemini olmayan bir bileşenle toplantı yaparak bütün partiyi ilgilendiren meselelerde karar almak darbedir. MK iradesinin tamamlanmasını engellemek darbedir! Tüzüğün uygulanmayabileceğini savunmak darbedir! Yedek MK üyeleri (bu arada bir parantez açalım, kimin MK üyesi kimin yedek olduğuna dair de ciddi bir karışıklık(!) mevcuttur- bu konuda da ilgili yoldaşların yazıları mevcuttur) -tüzük hükümlerini yok sayarak- aldım-verdim usulü MK’ya atamaya çalışmak darbedir! Beğenmedikleri, sevmedikleri, kendisi gibi düşünmeyen -daha doğrusu kendilerine biat etmeyen- PÜ, delege, MK üyesi, MK yedek üyesini yok sayarak yeni bir mekanizma oluşturarak … yapmaya kalkışmak(!) darbedir! Açıkçası bunları çoğaltmak için elimizde yeterince veri vardır…
Bırakalım bunları bir kenara; en son ne zaman gerçek bir MK toplantısı yaptığı dahi belli olmayan MK’nın darbeci olmadığını kim iddia edebilir? Partiye en son ne zaman kendi faaliyeti ile ilgili rapor sunduğu belli olmayan bir MK’nın darbeci olmadığını kim iddia edebilir? Her biri kendi alanlarında küçük küçük iktidarcıklar kuran bir MK’nın darbeci olmadığını kim iddia edebilir? Parti krizi açığa çıkmadan önce de 8 yıldır kongre ya da konferans toplanmayarak, tüzükte kendilerine tanınan 3 yıllık süreyi haddinden fazla aşıp partiyi olduğu yere çakılı bırakan bir MK’nın darbeci olmadığını kim iddia edebilir? Özcesi parti içindeki darbe mekaniği parti krizi öncesinde de işliyordu. Peki bu durumun bütün sorumluluğu, MK’nın mıdır? Kuşkusuz buna kimse tereddütsüz evet diyemez!
Parti üye, kadro ve örgütlülükleriyle bu sorun hepimize aittir. Sistemli eleştiri getirmeyen, mevcut durum yaşanırken yeterince sorgulamayan, müdahale etmeyen, müdahaleleri “işe yaramadığında” kolayca geri adım atabilen, örgütsel mekanizmadaki sıkıntılara ses çıkarmayan ya da yeterince çıkarmayan, eleştiri öz eleştiri mekanizmasının işletilmesi için zorlayıcı olmayan, üye, kadro, militan gerçekliğimizin bu durum karşısındaki tutumunu küçümsememeliyiz. Burada zorunlu olarak değinip geçeceğimiz mesele ise dün eleştirmedik diye bugün eleştiri hakkımızı kimsenin elimizden alamayacağıdır.
Bu yüzden mevcut eleştirileri “dün niye sesiniz çıkmıyordu” diyerek boşa çıkarma tavrı hastalıklı halin bir devamıdır. Partinin toplamda yanlış şekillenişinin bir yansımasıdır. Bu durumda sorgulamayan militan yapısının gelişmesi için “gizemli önderlik” pozlarıyla sorgulama kırıntılarını da yok edenlerin “dün niye sesiniz çıkmıyordu” deme hakkı hiç mi hiç yoktur.
… süreciyle birlikte partimizin içinde bulunduğu durumu, hakları gereği daha fazla tartışma ve bu süreç vesilesiyle de önderliğin ve partinin gerçek halini daha yakından görme fırsatı bulan üyelerin ve sonrasında parti örgütlerinin, sesini yükseltmesi ve yanlışlara tepki göstermesi, geç kalınmış da olsa, doğru, yerinde ve haklı bir çıkıştır. Kimse bu itiraza, dün bu denli güçlü yapılmadığı gerekçesiyle, ipotek koyamaz, küçümseyemez ya da reddedemez!
İyi niyetlerle örgütlediğimiz … sürecinin arifesinde alınan düşman darbesi öyle ya da böyle …nın yapılmasını engelledi. Bu tablo içinde yolumuza nasıl devam edeceğimize hızlıca, partiyi dağıtmadan, motivasyondan-güçten düşürmeden karar vermek gerekirdi.
… sürecinin arifesinde olmasak, MK’nın nasıl konferansta belirlenen sayıya göre örgütleneceğini tüzüğümüz bize söylemektedir. Tüzüğün 5. bölümünün b (merkez komitesi) kısmında “MK tüm yedek üyelerin sırasıyla (abç) katılımına rağmen irade yitimini aşamazsa asil üye sayısının üçte birini alt organlardan bünyesine katabilir. Bundan sonra irade sorununun, yeniden oluşması halinde, çözüm yöntemi için parti iradesine başvurulur” demektedir. Öyle sanıyoruz ki tüzük maddemiz fazla söze yer bırakmayacak kadar açıktır. Tüzük üye sayısı eksilen MK’ya “yedek üyeleri sırasıyla alarak kendini tamamla”, eğer hala konferansta belirlenen sayıya ulaşamazsan “asil üye sayısının üçte birini alt organlardan bünyene kat” demektedir.
… sürecinde böyle bir durumla karşılaşmak bir özgünlük yaratır mı? Tüzüğümüzde herhangi bir özgünlük ve bununla ilgili alınacak kararlar yer almamıştır. Bu durumda mevcut olan uygulanmak zorundadır. Yine de bu bizim sürecimizde bir özgünlüğün açığa çıkmadığını göstermez. Peki nedir bizdeki özgünlük?
Bizdeki özgünlük, açığa çıkabilecek krizi önleme ya da varolan krizi yönetme-çözme kapasitesi taşımayan kadrosal gerçekliğimizdir. Bir şeyi yaparken sorunu-sonucunu düşünmeden yola çıkan, tüzük-hukuk-işleyiş gibi kavramların kaderini niyetlere teslim eden, koşulları zorlamak yerine elinde bulunanların sınırlılıklarını önünde diz çöken, bir diğerini kolayca yok sayabilen, hallederizci kadrosal gerçekliğimiz sürece çok “renkli” özgünlükler katmıştır. Bu durum … süreci öncesinde partiyi darlaştıran, gelişim dinamiklerini tıkayan temel unsur olarak … sürecinde de rolünü oynamış ve partiyi içinden çıkılmaz bir krize sürüklemiştir.
Cehenneme Giden Yol İyi Niyet Taşlarıyla Döşenmiştir
Yine tekrar pahasına Haziran Toplantısı’na dönelim; yapanlarca savunulduğu gibi MK toplantısı değil kimi kadroların partinin hızlı toparlanması için iyi niyetli müdahalesiyse eğer zorunlu olarak birkaç noktaya dikkat çekmemiz gerekir.
Acelenin sebebi nedir? Partinin hızlıca toparlanması işinden ilkesizliklerin peş peşe dizilmesi mi anlaşılıyor? Diğer kadroların toplantıda olmamalarının tek nedeni o an orada olmamaları ise neden öncesinden çağrı yapılıp orada olmaları sağlanmamış ya da en azından fikirleri alınmamıştır? Toplantıda tartışılanların kapsamı, hangi yetki sınırları içinde belirlenmiştir? Sürecin en önemli gündemleri özgülünde bir dizi mesele nasıl karar altına alınmıştır, hadi öncesinden fikir almadınız ve yapılan tartışmada sadece iyi niyetli kadroların fikir jimnastiği olsun, o zaman neden toplantıda çıkan önerilere dair fikirler beyan edilmesi ile ilgili hiçbir şey düşünmediniz? MK toplantısı değilse neden alanlara MK toplantısı olduğu yönünde bilgi verdiniz? Bazı yoldaşlar nedir bu dediğinde “yanlış anlaşılmış, biz zaten MK toplantısı demedik” dediniz?
Şimdi, bu toplantıdaki bileşenin parti iradesinde biriken eleştirileri, …nın örgütlenmesi aşamasında yapılan eleştirileri, ideolojik-politik-örgütsel bir dizi meseledeki fikirsel çeşitlilikleri, bunların yarattığı gerilimi bilmeyen bir bileşen olduğunu kim iddia edebilir? Aynı zamanda bu bileşen -mevcut duruma dair bildikleriyle birlikte- bu toplantıya yani tüzüğün açık ihlaline bu kadar itirazın yükseleceğini ön göremeyecek kadar yabancı mıdır parti gerçekliğine! Biz hiç de yabancı olduklarını düşünmüyoruz! Yani ortada bile isteye yapılan bir iş vardır. Açıktır ki Haziran Toplantısı, itirazlar göz önüne alınarak, kriz çıkma potansiyeli göze alınarak yapılmıştır. Bu durumda kim iyi niyetten söz edebilir?
Bir senaryo da biz yazalım; hizip senaryosuna geçmeden önce. Haziran Toplantısıyla iddia sahibi MK üyesinin mektup vukuatı bahane edilerek gündem olan bazı şeyler unutturulmaya, … süreci ve Nisan operasyonunun sorumsuzluğunun üstü örtülmeye, bütün bunları çeşitli düzeylerde eleştiren kadrolar devre dışı bırakılmaya-tasfiye edilmeye çalışılmış olabilir. Mevcut gerçeklik bilindiği halde tüzük-hukuk-işleyiş delik deşik edilerek bile isteye parti bu krizin içine sürüklenmiştir.
İstifa ve engelleme ile MK iradesini yitirmiş midir, yitirmemiş midir? Önceki bölümde alıntıladığımız tüzük açık biçimde yanıt vermektedir buna. Zira malum sorunun cevabı burada olabilir. “MK tüm yedek üyelerin sırasıyla katılımına rağmen irade yitimini aşamazsa” derken ne demek istemiş olabilir acaba tüzük? MK üyelerinin sayısının konferansta belirlenen sayının altına düşmesi durumuna “irade yitimi” demiş olabilir mi? Tüzük, sayı eksilmemişse neden yedekleri al desin? Sayı eksilmesini irade yitimi olarak tanımlamasa neden “yedeklerin sırayla alınmasına rağmen irade yitimini aşamazsa” desin?
O çok sorulan parti krizine neden olan bunca yaygara ve safsataya, gelinen aşamada partinin bölünmesine neden olan o malum sorunun cevabını tüzüğümüz yıllar yıllar önce vermiş.
Hizipler, darbeler, bölünmeler karşısında partimizin tarihi oldukça “zengin”. Bu zenginliği deneyime dönüştürecek hangi derslerin çıkarıldığı da bizler açısından önemli bir tartışmadır. Öncelikle “hizip nedir?” ve bu süreçte parti içinde hizip faaliyeti yürütenler kimlerdir, buna bakalım.
Hizipçi ve bölücü olanlar kimlerdir?
“Bütün eleştirilere rağmen hatalarını düzeltmeyenler, düzeltmemekte ısrar edenlerdir.
Hizipçi ve bölücü olanlar, samimiyetle özeleştiri yapmak yerine, sadece çok sıkıştıkları zaman, revizyonist özü yeni bir biçimle kamufle edenlerdir. Hizipçi olanlar, kendilerine eleştiri yönelten kadrolardan örgütün imkânlarını esirgeyenler, kendilerine yağcılık ve dalkavukluk yapanlara bütün imkânları sergileyenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, örgüt içinde körü körüne itaati, dalkavukluğu, sırt sıvazlamayı teşvik edenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, kendilerine gelince her şeyi iyi, başkalarına gelince her şeyi kötü gösterenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, örgüt içi eleştiriyi bastırmaya çalışanlardır. Kendilerine yönelen eleştirileri kadrolardan gizleyenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, kendilerini eleştiren kadroları iğrenç bir iftira ve dedikodu kampanyası ile yıpratmaya, diğer kadroların gözünden düşürmeye, tecrit etmeye çalışanlardır. Hizipçi ve bölücü olanlar, eleştiri mekanizmasını işleten kadrolar aleyhine sinsi plânlar hazırlayanlardır. Bu gibi kadrolara silahlı komplolar düzenleyenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, hem demokrasi hem de merkeziyetçilik ilkesini çiğneyerek kendilerine en aşırı demokrasiyi, Marksist-Leninistlere de en aşırı merkeziyetçiliği uygulamak isteyenlerdir.” (İK, Bütün Eserler, s. 442, Umut Yayımcılık)
Soruyu soran da cevaplayan da Kaypakkaya’dır. Kaypakkaya’nın hizipçi ve bölücü olanların niteliği ve parti içinde pratikleriyle ilgili ortaya koyduklarını partimiz saflarındaki hizipçi faaliyetin kimler tarafından yürütülüp yürütülmediğinin ayırt edilebilmesi açısından aktardık.
Yalan-yanlış, derme çatma, hastalıklı bir teorinin üzerinden varlığımızı inşa ederek parti kitlemizi kirli bir oyunun peşinden sürükleme gayesinde değiliz. Partide kendi düşüncelerimizi hakim kılmak için “karşı” düşünce sahiplerini alt etmeye çalışmıyoruz. Dün birlikte yürüdüklerimizi bugün tek kalemde çizmiyoruz. Parti kadroları arasında “ben bununla yürümem” diyerek seçmece yapma lüksünü kendimizde görmüyoruz. Tüzüğü-hukuku kendi durumumuzu meşrulaştırmak, iktidar alanlarımızı güçlendirmek için uygun formasyonlar haline getirmeye çalışmıyoruz. Hizipçi, bölücü, bozguncu, kuyrukçu, menşevik, legalist, reformist, ilkesiz, anti-programcı değiliz.
Parti erkini elinde bulunduranların bu eleştiriler karşısında başlattıkları itibarsızlaştırma ve tasfiye kampanyasının muhtevasını aktardık. Mevcut eleştirilerin bugün açığa çıkmadığını “dün”ün birikimi olduğunu da dürüstlükle ortaya koyduk. Parti sorunları birikirken sorumluluğumuzu hakkıyla yerine getirmediğimiz, uzlaşmacı, itaatkar tavrımızla mevcut durumun oluşumuna bulunduğumuz katkıyı açıklamaktan imtina etmedik.
Gelinen aşamada eleştirilerimizi mekanizmalarda tartıştık, sorunların çözüm adresi olarak parti platformlarını gördük. Sorunların çözümünde inançsız ve umutsuz olmadık. Bu sorunlar yaşanırken örgütlülükleri işlevsizleştirmedik, partiyi güncel politikadan koparmadık. Bütün güç ve enerjimizi bu sancılı süreç içinde eritmeye çalışmadık. Hastalıklı bulduğumuz anlayışla parti mekanizmaları içinde ideolojik mücadele yürütürken pratikten-kitlelerden kopmamayı esas aldık. Partimizin 8. Oturumu ve MK’nın resmi toplantılarının bize verdiği görev ve yetkilere dayanarak mücadelemizi sürdürdük. Başka bir organın görev alanına, iç işleyişine müdahale etmedik. Dışımızdaki komitelerin içine nifak tohumları ekmeye, onu başka bir organa bağlamaya çalışmadık. Bizden farklı düşünen organları bölme, parçalama çabasına girmedik. Yaptıkları hatalara ve işledikleri suçlara karşın partimizin resmi olarak atadığı yönetici komiteleri muhatap almaktan, onlarla iletişim kurmaktan asla vazgeçmedik. Partimiz sorunlarını tartışmaya ve çözmeye çalışırken, hoşumuza gitmeyen komitelere alternatif bileşenler, organlar kurmadık. Peki neden bölücü, bozguncu, hizipçi, birliği baltalayan olarak ilan edildik? Bu sorunun cevabının önceki bölümde işlediğimiz oportünist, dogmatik darbeci kliğin durum değerlendirmesine yansıdığını düşünüyoruz.
Kendi Durumuna Duygulanan Kadrolar Topluluğu
Tartışmayı sadeleştirmek için parti krizi öncesini bir kenara bırakalım. Bu süreçte takındığımız tutuma, yaptığımız müdahalelere bakalım. İlk ve büyük isyanımız Haziran Toplantısı ve onu doğuran anlayışa yönelikti. Bu toplantı bir darbeydi ve biz bunu ortaya koymakta oldukça cüretkar davrandık. Toplantıdaki zihniyetin geçmişle bağını kurduk, bu da belli bir kesimde rahatsızlık yarattı. Ve bu durum partimizin geleceği açısından küçümsenemez bir değere sahip. Peki bu sorunu kim/hangi mekanizma çözecek? Haziran Toplantısı ve AF’nin mektup vukuatıyla attığı taşları kim çıkaracak, sürece kim önderlik edecek?
Haziran Toplantısı’nın mimarlarının toplantı raporuyla ilgili parti kadrolarının görüşleri alınarak bir sonuca varılacağı, iradenin oluşacağı safsatasının peşine ilk biz takıldık. Bizden başka bu tartışmaya kim bu kadar önem atfetti peki? MK üyeleri ve koltuk değnekliğini yapan az sayıda kadronun az bir kısmı da bu külliyata destek sundu. Zira iradesi yoktur dediklerimizin eline yazılarımızı teslim ettik, böylece irademizi de teslim ederek bu hacmi yaratmalarına biz vesile olduk. Madem MK yok, irade yok, iyi niyet öldü, güven zaten hak getire, o zaman MK üyelerinin önderlik ettiği yazınsal tartışmanın sonuç vereceğine bu kadar inanmamızın nedeni nedir? Madem toplantı darbedir o zaman neden darbenin mahkum edilmesi sürecine önderlik edilmemektedir? Ya da mahkum edilmesi sürecine neden darbeyi yapanların önderlik etmesine izin verilmektedir?
Darbe tespitimize rağmen darbeci kliğin darbeyi meşrulaştırma, kabullendirme hamlesinin hepsine müsaade etme halimiz sürekli olarak devam etmiştir. Bu sürekliliğin örneklerini Haziran Toplantısı’na dair görüşlerin toplandığı sözde K’nın değerlendirilmesinde, HBDH ile ilgili parti çoğunluğunun oluşturduğu görüşün ters yüz edilerek kamuoyuna korsan bir bildiriyle açıklanmasını bile sükunetle karşıladık. “İçerde tartışmaya devam edelim” diyerek darbecilerin kulvarında oyuna devam ettik. İradesizdir, hükümsüzdür dediğimiz MK’ya irade olma fırsatı verdik.
Sorunların çözümünü yaratıldığı yerde, yaratıcılarında en başta biz aradık. Bu anlamıyla bile iradeyi tanımıyorlar, isyan ediyorlar diyerek çoğaltıkları safsata koca bir yalandan ibarettir. MK üyelerinin eline fırsatlar vererek darbenin nasıl büyüyüp geliştiğini ve partideki varlığımızı hedefe alan vuruşlar yaptığını görerek “kendi durumumuza duygulandık”. Eleştirilerimize, öngörülerimize, mevcut durumun gerçekliğine çok yakın değerlendirmeler yapmamıza rağmen bütün bunlara pratikte hakkını vermediğimiz, adım atmadığımız, yavaş davrandığımız, kendi planımıza değil karşımızdakilerin planına yoğunlaştığımız için biz kendi durumuna duygulanan kadrolar topluluğuyuz diyebiliriz.
Lenin’de “şekilsizce akıntıya kapılmak, kendi şekilsizliğinden duygulanmak” (SE, c. 4, s. 82) olarak ifadesini bulan durumumuzun birçok tehlikeyi bağrında taşıdığını da belirtmeliyiz. Zira Lenin, “Oportünistler her zaman ve her yerde edilgen bir şekilde kendilerini akıntıya bırakırlar” (SE, c. 4, s. 82) demektedir. Kendi şekilsizliğimize müdahale etmediğimiz durumda bizi bekleyen hastalıklar da açıktır. Bunun önüne geçmenin yol ve yöntemlerini kendi tarihimizden öğrenmeyi bilelim, tarihimizi dogmalardan arındırarak bugünümüzü görebilme cesaretini gösterebilelim.
Tarihte yaşanan darbe, hizip, bölünme süreçleri ile ilgili her seferinde yinelediğimiz ortak değerlendirme “yavaş hareket edilmiştir, zamanında fark edilmemiştir, geç müdahale” gibi tespitleri andaki durum için de yapmak zorunda oluşumuz geçmişten öğrenmediğimizin de göstergesidir.
“Aman, bize hizip demesinler” kaygısıyla, darbe karşısında takındığımız beklemeci tutumun sürecin bütününe yayıldığını söyleyebiliriz. Özellikle iki temel noktada. Birincisi çok eleştirdiğimiz Haziran Toplantısı’nın güzide kararlarından olan KÖK oluşturularak … örgütlenmeye çalışılmasına karşı doğru pratik bir hatta ilerlemedik. Gizli kapaklı, mevcut sistemi eleştiren kadro ve delegeleri ekarte ederek planlanan ve dogmatiklerin beceriksizleri ama esas olarak yapma kaygısını gerçekten taşımamalarından kaynaklı yapılamayan … planını “tesadüfen” öğrendik. Partide darbeciliğe alışkınız dercesine bunu bile olağan karşıladık ve gereğini yapmadık.
Gayrı yasal KÖK oluşturup bazı delegeleri ekarte ederek … yapmaya çalışanlar pişkin pişkin “siz gelmediğiniz için olmadı” diyerek süreçle ilgili yeterli bilgisi olmayan kadrolara bunun propagandasını yaptı. Biz yine beklemedeydik!
İkinci kırılma noktası olma niteliği taşıyan mesele HBDH’den ayrılma safsatasının korsan bir bildiri ile kamuoyuna duyurulması oldu. Bu konuya da kamuoyu önünde açıklık getiremediğimiz bir gerçektir. Parti birliği kaygısı ile içe dönük ortak bir açıklama yayımladık.
Parti krizi kendi durumuna duygulanan kadrolar olarak bizleri kendiliğinden bir araya getirdi. Son olarak komiteler ve GB adına ortak bir açıklama noktasına gelinmiş oldu. Yani söylenildiği gibi parti içinde -darbeci kliğin yaptığı gibi- planlı bir örgütlenmeye gidilmedi. Peki benzer eleştirileri ortak yaklaşımları olan kadro ve parti örgütlerinin bu durumu meşru mudur? Cevaplayalım! “İflah olmaz burjuvaların hâkim olduğu partilerde, Marksist-Leninistlerin kendi aralarında birleşerek bunlara karşı mücadele etmeleri hizipçilik değildir. Tarihi bir görevdir. Proletaryaya ve emekçi halka karşı vazgeçilmez bir yükümlülüktür. Hizipçi olanlar, iflah olmaz burjuvalardır.” (İK, Bütün Eserler, s. 443)
Kaypakkaya yoldaş, bu sözleri yine Şafak Revisyonistleri ile girdiği mücadele vesilesiyle sarf ediyor. O bu sözleri Şafak Revizyonistlerine karşı bilinçli ve örgütlü politikası kapsamında söylüyor. Her ne kadar bizimki kendiliğinden olsa da partimiz tarihinin tahrif edilmesi ve yanlış yazılması hareketine vurulan bir darbedir.
Bunun örnekleri ustalarda da çokça vardır. Lenin, krizlerin Marksistçe çözümü için harekete geçen devrimci kadrolara yönelik “isyan güzeldir” (Bir adım ileri iki adım geri, s. 443, Sol Yayınları) der. Partilerin yaşadıkları krizlere dair Lenin ve Mao’da da çokça örnek vardır. Bolşevik parti içinde Lenin sayısız kez kriz yaşamıştır. 1905 yılında yaşanan krizde görüldüğü gibi parti komitelerine başvurmuş. Tüm partiyi sorumluluklarını yerine getirmeyen MK’ya karşı tüzüğün verdiği hakka dayanarak harekete geçirmiştir. Üzerinden yükseldiğimiz tarihimiz daha tohum halindeyken Kaypakkaya hiç çekinmeden, dönemin tüm otoritelerinin yerlerinden öfkeyle fırlamasına aldırmadan hatta TİİKP’nin ölüm tehditlerine rağmen komünist bir kadronun isyanının güzelliğine dayanarak ideolojik-politik-örgütsel olarak mevcut hastalıklı reformist revizyonist zeminden kopuşu gerçekleştirmiştir.
Kaypakkaya yoldaşın isyanı, önderliğin belirli dogmalara takılarak bu dogmaları bürokratik bir yapı kurup kutsallaştırılarak yapılmayacağının kanıtıdır.
Daha yakın tarihimize bakalım; 94 darbesine baktığımızda takındığımız tutum ve mahkum ettiğimiz bir dizi pratiğin bugün MK tarafından partiye nasıl dayatıldığını görürüz. Şimdi o dönemin darbecileriyle birlik çağrıları üzerine yürütülen tartışmalara bakalım.
“Birliği bozan veya “ayrılık sürecini tamamlayan” adım II. MK toplantısıdır. Bu toplantı birliğin ruhuna aykırıdır. Partiye rağmen onu reddeden bir içerikte gerçekleşmiştir. Ayrılık bu toplantıyla tescillenmiştir. Darbe bu toplantı ile teminat altına alınmak istenmiş ve ayrılık için şartlar olgunlaşmıştır. Bu toplantı ile MK çoğunluğu parti çoğunluğunu dışlamış ve parti çoğunluğu da onu “parti dışı” ilan etmiştir. (Pzn, sayı: 71, s. 28)
Dönemin darbecilerine verdiğimiz yanıtta neyin darbe olacağını görmeye-göstermeye çalışalım.
“Yapılması gereken MK’yı konferansa zorlamak, bunun için çoğunluğu, en azından üçte biri oranında üyeyi konferansa ikna etmekti. Bunlar gerçekleşmiştir. Ancak MK sorumluluğunu yerine getirmediği gibi hukuku tamamen çiğneyerek, disiplini ihlal edip, çoğunluğun iradesini tanımayarak “önderliğini” dayatmıştır. Bu dayatma ve bunun “toplantı” ile resmileşmesi bizim için “ayrılık” ilanı olmuştur. (Pzn, sayı: 71, s. 33)
Kim ayrılandır, kim bölücüdür, gelin dönemin darbecilerine verdiğimiz derslerde cevap arayalım. Zira bugün üzerinden yükseldiğimiz zeminin kaynağında 94 darbesine karşı aldığımız tavır vardır.
“Darbe, parti iradesinin tamamen gasp edilmeye çalışılması ve hatta bunun gerçekleşmesine paralel olarak, bünyenin “nihayet” dışına atmayı başardığı “sözde irade”nin oluş biçimidir. Parti bu oluşumu henüz gelişim halindeyken, tamamlanmamışken çoğunluk iradesine uymaya çağırdı; Onu konferansa yöneltmeyi denedi. Bu çağrı, uğraş parti birliğine yaklaşımın somut ifadesidir”. (Pzn, sayı: 71, s. 35)
Bu dersin devamında bugün kimi komite ve kadrolarımızın MK’nın darbesine karşı bir araya gelmesini hizipçilik, grupçuluk, bozgunculuk vs. ilan edenlere yanıt da vardır. Dönemin darbesine göz yummuş “merkezilik/MK’cılık” anlayışına karşı darbeye karşı birliği amaç edinen “çoğunlukçuluk/konferansçılık” anlayışının benimsenmesini MLM tavır olarak tanımladığımızı anımsatmak isteriz.
“Darbe yapmak; partiden ayrılmaktır. Partiye rağmen kendini parti ilan etmek; ayrılmadır. Partiye rağmen “önderliğe” itaati dayatmak; partiden ayrılmadır. (Pzn, sayı: 71, s. 38)
Dün bütün bunları dönemin darbecilerine söylerken bugün kendimizi yine aynı tartışmaların içinde buluşumuz 94 darbesine karşı aldığımız tavır vesilesiyle üzerinden yükseldiğimiz zemini tahrif etmekten başka bir şey değildir. Dogmatiklerin tarihsel zeminimizi tahrif etme çabasına karşı çıkan kadro ve örgütlerimizin bir araya gelerek MK ve etrafında kümelenen yoldaşlara tüzük-hukuk-işleyiş vb. hatırlatmaları yapmaları-yapmamız parti birliği yeminini çoktan bozmuş olanlara parti zemininde yürümeleri için yapılan iyi niyetli bir çağrıdır.
Partinin Birliğinden Yana Olanlar Krizleri Büyütmez, Çözmeye Çalışır!
Bu süreçte farklı bir kırılma noktası olma niteliği taşıyan mesele de HBDH’den ayrılma safsatasının korsan bir bildiri ile kamuoyuna duyurulması oldu.
Bu oluşuma girme sürecimizin tartışılmasında detaylara boğulmaktan kaçınmak zorundayız.
Oluşuma dahil olma sürecimizle ilgili işleyişe aykırı yaklaşımları mahkum ederek (ama arada ilgili yoldaşlarla kurulmayan iletişim ve hasır altı edilen notları da ekleyerek) sorumlulara gerekli yaptırımları uygulayarak oluşuma aktif olarak dahil olmamız gerektiğini sonuna kadar savunduğumuzu belirtelim.
İşleyişe uymayanlara uygulanacak yaptırım darbecilerin yaptığı gibi yapanı partiye-kamuoyuna teşhir etmek-karalamak-itibarsızlaştırmak ve yalan üzerine kurulu belgelerle alelacele kamuoyuna açıklama yapmak değildir. Bu işi böyle yapanların partili kimliklerinin çoktan sorgulanmaya başlandığını hatırlatalım.
Partimizin toplamında en çok MK’mızın kendi pratiklerinden alışık olduğu disiplinsizlikle darbecilik arasındaki farkı ortaya koymak için 94’te dönemin darbecilerine yazılanlara bakalım:
“Partiyi ele geçirmek amaçlı hasımlarını tamamen ekarte etmeye niyetli bir eylem olarak darbe her disiplinsizlikte, hiçe saymada içerili olarak var olan darbeden farklıdır.
Birinde birlik zemini yok edilirken diğerinde Parti zemininde burjuva oyunlar oynanıyordur. İkisine karşı mücadelenin aracı ve biçimleri doğallığında değişik olur. Bir arada olabileceğimiz, olmak zorunda olduğumuz yoldaşlarla, bir aradalık koşulunu YOK EDENLERİ ne olursa olsun ayırmayı bilmeliyiz.” (Pzn, Sayı: 78, s.11)
Şimdi olay özgülündeki safsatalara dönelim. Çalıp çırptıkları, el koydukları notlar vesilesiyle HBDH meselesinde ilgili alandan gelen bilgilere herkesten önce dogmatikler ulaştı. Bu yüzden “haberimiz yok” çığırtkanlıkları bir safsatadır. Şubat 2016 itibariyle HBDH tartışmalarından yeterince bilgilenildiği bir gerçektir. Bunun çokça tanığı vardır. HBDH tartışmalarına doğrudan katılan MK üyesi, daha önce MK’nın bu konudaki eğilimi ve de yetkisine dayanarak imzacı olmuştur. Tartışmalara dair darbeci-tasfiyecilere bilgi ulaştırmış ancak bilinçli bir oyalama politikası ile karşı karşıya kalmıştır.
Partinin pek çok alanı bu konuda belli görüşler iletse de tartışma resmi bağlamda olgunlaşıp bir sonuca henüz ulaşmamıştır. Bileşene dair ham halde, üye ve örgütlerin, aynı zamanda MK’nın operasyon öncesinde eğilimi vardır.
Bu yanıyla atılan imza bir yetki aşımı ve disiplinsizliktir. Aynı zamanda MK’nın, kararların parti iradesiyle alınmaması, politik başlıkların partinin siyasal düzeyini yükseltme bakış açısıyla tartıştırılmaması zaaflı, sorunlu çalışma tarzının, kendini partinin dışında gören yaklaşımın bir devamıdır.
İmzacı MK üyesi olsa da, MK’nın buna dair belli görüşü ve eğilimi bulunsa da, parti üye ve örgütlerinin konuya ilişkin tartışmaları resmi olarak sonuçlanmamıştır. Diğer yandan partimizin içinde bulunduğu kaos dikkate alındığında söz konusu gündemin yeni bir krize kapı açacağını öngörmek zor değildir. Ne var ki partiye rağmen parti adına politika üretmeyi bir tarz olarak üretegelen MK bu icraatlarına devam etti.
Özetlemek gerekirse, dahil olunan ittifakın çerçeve metninde ortaya konulan görüşler partimiz açısından pek çok açıdan yenilik taşımaktadır. İttifaka hangi düzlemde, nasıl bir politik perspektifle dahil olunacağına ilişkin yeterli, doyurucu bir tartışmanın yürütülmesine ihtiyaç vardı. Bu bağlamda, söz konusu sürecin sağlıklı bir şekilde işletilmediği bir gerçektir. İmzacı MK üyesi, partiyi bağlayan böylesine önemli bir kararı, işleyişi yaşama geçirmeden, parti üye ve organlarıyla tartışmadan imza atmakla suç işlemiştir! Bu açıktır!!
Peki, “… MK üyeleri”nin bu süreçteki tutumu ne olmuştur? İttifaka dair tartışmalar sürerken tamamen ilgisiz kalınmış, ilgili yoldaşın tüm çabaları karşılıksız bırakılmış ve tecrit etme, yalnızlaştırma politikası yaşama geçirilmiştir.
İttifakın ilan edilmesi kamuoyunda önemli bir ses getirmiştir. “… MK üyeleri” söz konusu ittifakın, parti kitlemiz içerisinde geniş bir yankı uyandırmasına rağmen duruma ilk olarak sessiz kalmışlardır. Ancak niyetlerinin kötü olduğu kısa sürede ortaya çıkmıştır. HBDH’nin ilanın üzerinden bir ay geçmeden yine “… MK üyeleri” sıfatıyla imzacı MK üyesinin partiden atılması, ittifakın duyurusunu ve propagandasını yapan alan ve yoldaşlar hakkında soruşturma talep eden bir çağrı kaleme almışlardır. Buna paralel ulaşabildikleri her yerde, bölgede bulunan MK üyesine dair dedikodu, karalama ve yıpratma politikası tekrar yaşama geçirilmiştir.
Bahsini ettiğimiz çağrının iddiası, partiyi bağlayan bu imzanın partiden habersiz atıldığı ve parti mekanizmalarının işletilmediği dolayısıyla, parti iradesine bu gündemin sorulması ve söz konusu imzanın akıbetine partinin karar vermesiydi. Nihayetinde ortada partiyi bağlayan imza vardı ve bu imza “… MK üyeleri”ne göre hiç kimsenin haberi olmadan atılmıştı!
Partinin bu süreçten ne kadar haberdar olduğunu ve sürecin nasıl geliştiğini yukarıda yazdık, tekrar girmeyeceğiz. Parti hukukunun ihlal edildiğini, “partinin programatik görüşleri tasfiye ediliyor” çığırtkanlığı eşliğinde yapanlar, bu sorunun parti hukuku etrafında çözülmesi adına adım atmalıydı. En azından devrimci dürüstlük ve tutarlılık bunu gerektirirdi. Tabii dert gerçekten sorunu ve krizi çözmek olsaydı. Ne var ki imzacı yoldaşı parti hukukunu ihlal etmekle eleştirenler, zaten hiçbir bağlayıcılığı ve yetkisi olmayan “… MK üyeleri” imzasını kullanarak, bu sıfatla partiyi yönetmeye çalışarak ve bu süreci başlatarak parti hukukundan ne anladıklarını ilan etmiş oldular.
“… MK” üyeleri hazırladıkları metni, parti üyelerine, İM’lere ve yönetici komitelere ulaştırmadan, gerilla alanındaki yoldaşları durum hakkında tek yanlı bilgilendirerek ve yanıltarak, daha tartışma başlamadan, ulusal hareketin güçlerine ittifak içinde olunmayacağının bildirilmesini sağladılar. Bu esnada alanlarda söz konusu metin muhatapları tarafından okunmamıştı bile!!!
Şimdi soruyoruz; burada parti hukukuna ve işleyişine dair nasıl bir kaygı vardır? İşleyiş ve hukuk herkesi bağlamıyor mu? Eğer parti imzasının çekilmesine dair bir tartışma başlatılıyorsa, daha bunun hemen arifesinde neden imzanın bağlayıcılığına rağmen ittifakın içinde olunmayacağı kararı bildiriliyor? Bu durumda tartışma, hem de “parti iradesine sorulmalıydı”, “parti iradesi gasp edildi” naraları atılırken neden yürütülüyor? Parti iradesinin, imzanın atılma yöntemine dair eleştirileriyle birlikte kalması yönünde karar vermeyeceği nereden biliniyor? Ya da bundan mı korkuluyor? Sorular çoğaltmak mümkün ancak yersiz. Açık ki burada başka bir amaçlar bulunuyor!
Madem partimizi bağlayan bir imza var ve bunun geleceği tartışılıyor, tartışma sonuçlanıncaya ve parti iradesi bu konuda karar verinceye kadar herkes bu kararın gereğini yapmalıydı. Her alan kendi bildiğini okuyacaksa parti iradesine neden soruluyor? Amaç, ortaya çıkan bir krizi büyümeden ve bünyeye yayılmadan çözmek olsaydı, atılacak adımın ne olduğu su kadar berraktı. Ancak amaçlanan bu değildi. İstenen krizi derinleştirmek, etkide bulunduğu alanı diğerlerine karşı kışkırtmak, göğe yükselecek düşmanlık dumanları arasında işlediği suçları ve kendisini gizlemekti.
Nitekim, gerilla alanı fiili olarak tartışma daha başlamadan ittifakın dışında kalarak, imzacı MK’nın işlediği disiplinsizliğe farklı bir biçimde ortak oldu ve böylece parti iradesine sorulma sürecini anlamsız hale getirdi. Parti iradesinden söz eden yoldaşlar, tartışma sonuçlanana ve parti iradesi ortaya çıkana kadar bekleseydi en azından yetkileri olmasa bile tutarlı bir duruş sergilerlerdi.
Bu yetkisiz, azınlık “… MK üyeleri”, hem parti üyelerinden, hem İM yoldaşlardan hem de yönetici komitelerden ayrıca hapishanelerden “görüş alarak” parti iradesini adeta bir çorbaya dönüştürdü.
Partimizin hukuku çok açıktır, oy hakkı parti üyelerine aittir. Bu çeşitli pozisyon ve görevlerdeki yoldaşların fikirlerinin önemsiz olduğu veya görüşlerinin alınmayacağı anlamına gelmez. Ancak partinin bir iradesinden söz edilecekse bu üyelerin iradesidir! Kuşkusuz bu gerçek “… MK üyeleri” tarafından biliniyor. Ancak dert partiyi krizden çıkarmak olmayınca bu gerçeğin üstünden kolayca atlanabiliyor.
Nihayetinde tam da Haziran Toplantısı’ndan itibaren uygulayageldikleri çizgiye uygun bir şekilde, ilkesiz, hukuksuz, bir yığın deşifrasyon ve yalanın sonucunda partimizin HBDH’ye ilişkin kararı olduğu iddiasıyla bir belge ortaya çıktı. Söz konusu belgeye göre, kalınması gerektiğini savunan hiçbir üye fikrini kaleme almamış, aydıysa da ulaştırmamış, hiçbir komite de bu konuda yazılı görüş belirtmemiş! Hatta Komsomol MK’sı adına yazılan görüş, imzası değiştirilerek belgeye eklenmiş.
Diğer yandan hapishanelerde de kalınması gerektiğini düşünen hiçbir üye yokmuş! (Bazı yoldaşların yazılı tavır belirtmelerine rağmen!) Tamamen yalan ve sahtekarlık üzerine inşa edilen bu belge, “… MK üyeleri”nin ideolojik düzlemde yaşadıkları çürümenin ibretlik bir vesikası oldu.
İlkin, konunun muhatapları olan üyeler-kalınması gerektiğini düşünenler- bu konuda fikirlerini yazmıştır. İkinci olarak, yönetici komitelerin de görüşleri yazılı hale getirilmiş ve ulaştırılmıştır. Üçüncü olarak, hapishanelerde birlik içinde kalınması gerektiğini düşünen üye ve diğer pozisyonlarda yoldaşlar vardır ve fikirlerini iletmişlerdir. HBDH konusunda parti üyeleri gerek dışarıda gerekse de içeride tam ortadan ikiye bölünmüştür. Komiteler bazında ise sekiz organın altısı kalınmasını savunmaktadır. Gerçek sonuç budur!
Süreç tam da başladığı şekilde, tartışmayı özetlediği iddia edilen belge, alanlara, parti üyelerine ulaşmadan, yurt dışında partimiz adına ittifaktan çıkıldığına dair yapılan bir açıklama ile bitirilmiştir.
Böylesi durumlarda sürecin nasıl işletileceğine dair partimizin çok sayıda deneyimi bulunuyor oysa. Yönetici organ, üyelerden görüş alır, bunları tüm parti iradesine açar böylece her üye ya da alan diğerlerinin ne düşündüğünü öğrenir. Tartışma kolektif bir nitelik kazanır.
Anlaşılıyor ki “… MK üyeleri”nin acelesi var?! Zira, biliyorlar ki, ortalık biraz sakinleşip durulunca işledikleri büyük suçlar ve söyledikleri yalanlar, çevirdikleri entrikalar su yüzeyine çıkacak. Birinin dumanı sönmeden nefes nefese diğerine son sürat koşmaları bundan!!
HBDH’ye ilişkin tartışma devam ederken, imzacı MK üyesi yoldaş, partinin eleştirileri karşısında istifa etti. Böylece Eylül 2016 itibariyle MK iradesi tamamen düştü. Söz konusu süreci tamamlayacak organ kağıt üzerinde bile olsa kalmadı. Bu konuda da Parti bileşenlerinin imzacı olduğu ve imzanın geri çekilmesi için devreye sokulan ayak oyunu ve yalanı ortaya seren belge mevcuttur.
Başlıkta “Partinin Birliğinden Yana Olanlar Krizleri Büyütmez, Çözmeye Çalışır!” dedik. Ancak özellikle MK’da yaşanan istifa ve gerilla alanı ile kimi noktalarda yakaladığımız ortaklık sonrası yaşanan ve başını … MK üyesinin çektiği tartışma ve pratiklerde, böylesi bir çaba içinde bilinçli olarak olmadıkları ve ne pahasına olursa olsun “sorunlu unsurlardan kurtulma”, gerekirse Partiyi bölme anlayışında olunduğunu gördük. Bunu HBDH’den ayrıldığımıza yönelik korsan bildiriye karşı oluşturduğumuz birliktelik ve kaosu büyütmemek adına sadece parti kitlesine dağıttığımız bildiriye yaklaşımda, hemen ardından kurumlarımıza yönelik çapsız baskın girişimleri ve tehditlerde, geliştirilen ve alabildiğine yaygınlaştırılan deşifrasyon pratiğinde, tüm kitlemize açılan hizip tartışmasında, tek tek yoldaşlarımızın isim ve konumlarının deşifre edilmesinde, özellikle kadın ve gençlik çalışmalarının pratik bölünme çabalarında, zaten uzunca dönemdir görevine devam eden komitelere alternatif komite vb. oluşturulmasında, en son örneklerden olması bakımından …nın polisiye yöntemlere taş çıkartan yöntemlerle basılarak gasp edilmesinde, eylem alanlarında yoldaşlarımıza yönelen saldırı girişimlerinde gördük-görüyoruz.
GYDK süreci…
2 eski MK üyesinin hedefine koyarak teşhir ettiği, 10 Ocak 2017 tarihinde de kamuoyuna yayınlanan “MK” imzalı açıklamayla ”hizip” olarak ilan edilen GYDK sürecini tam anlamak için sürecin başına, yani Nisan 2015 operasyonu öncesi ve sonrasına gidilmesi gerekmektedir. Zira, süreç bu yönüyle ele alınmadığında GYDK serüveni anlaşılamaz.
Nisan operasyonuyla partimiz ciddi bir darbe aldı. Bu darbe sonrası parti içinde “gücünü” kullanan bazı MK üyeleri kendilerinin lehine doğan bu fırsatı kullanarak partiye darbe yapmak istemiştir. Bunu da, parti tüzüğü, disiplin, illegalite, merkeziyetçilik vb. hiç kimsenin kolay kolay karşı çıkamayacağı parti normlarını-hukukunu çiğneyerek adım adım planlayarak yapmak istemişlerdir.
Aslında bu planın Nisan operasyonu öncesine de uzandığını söyleyebiliriz. … kurumunun … organizasyonu öncesi-anı ve sonrasında yaşananlar bize bunu göstermektedir. Özellikle yurtdışında bilinçli olarak yaratılan ve körüklenen gruplaşma ve “adamcılık”, yarım kalan sürecimizin tamamlanmasının ardından muhtemel görevlendirmelerin dahi kimi yoldaşlara daha o tarihten itibaren açılması, ABK’da bir grup olarak hareket etme tarzı-oy vermeyecekleri üyeleri açıktan ifade etme, K sonrası alanda yeni yönetimde kimlerin yer alacağının dahi dillendirilmesi gibi örnekleri çoğaltmak mümkün.
Bu tartışma ve planlardan … kurumu da nasibini almıştır. Kurumdaki “ayrık otları” bu yaklaşımla temizlenmeye çalışılmış, darbe burada da uygulanmaya başlamıştır. Kurum içindeki “muhaliflerin” önemli bir kesimi yeni dönem yönetimine alınmayarak, bazıları önceden tasfiye edilip etkisizleştirilerek istenilen belli ölçülerde başarılmıştır da. … kurumunun kongresi sonrası telefonda yoldaşların birbirlerine verdikleri bazı bilgi aşağıdadır;
A: Darbe yaptık ve kurumu kurtardık.
R: Moraller nasıl?
A: İyidir. Gençler de iyiydi ve onlar da memnun vs. Diğerlerden kimse girmedi.
R: M ve Z de girmedi?
A: Hayır. Artık onlardan kimse yok. S de artık yok. Denetim Kurulu hepsi kaldı.
R: Denetim Kurulundan Konsey mi oluşturuldu?
A: Hayır. Eski Denetim Kurulu olduğu gibi kaldı. E, N, H, M, M, A ve ben. Şimdi 7 kişi Konseyde.
R: Önceden 9 kişilik değil miydi?
A: Evet
R: Şimdi neden 7 kişi?
A: Kimse girmek istemedi.
R: N kaostur. Diğerleri iyidir.
Nisan operasyonuyla yurtdışında bulunan … yşlar tüzüğün kendilerine verdiği yetki ve her şeyden önce de devrimci sorumluluk gereği alana müdahale etmişlerdir. Bu müdahale gerekli ve zorunluydu. Zaman kaybederek yapılacak bir müdahalenin alanın dağılmasına yol açma tehlikesi ve tabanımızda yaratacağı moral bozukluğunun önüne geçme, operasyona karşı kitlesel bir tepkinin örgütlenmesi için operasyon günü gerekli inisiyatif kullanılarak yapılmıştır bu müdahale. … yş’ların kendi aralarında yaptığı bir değerlendirmeyle … sayı yoldaştan oluşan GYDK kurulmuştur. Adından da anlaşılacağı üzere geçici olan bu komite sonradan farklı bir şekil alacağı için isimlendirmenin bu şekilde olması doğru görülmüştür. Bu sürede operasyona ilişkin eldeki bilgiler, operasyona karşı kısa sürede neler örgütlendiği, GYDK’nın kurulduğu, sonraki süreçte operasyona karşı örgütlenecek kampanya (hazırlanan bir bildiriyle) 2 MK üyesine bir mektupla gönderilmiştir. Komitenin onay alması ile resmileşen GYDK’nın kurulduğu alanımızdaki tüm örgütlü parti birimlerine bildirilmiştir.
Ancak kurulduktan kısa bir süre sonra yine aynı MK üyelerince gizlice tasfiye edilme çalışmaları başlamıştır. Bu gizli tasfiye GYDK’nın muhatap alınmaması, ilişkilerin GYDK üzerinden değil de kendileri etrafında kümelenenlerle oluşturdukları ilişkiler üzerinden yürütmesiyle başlamıştır. Bu durumun fark edilmesi ve eleştirilmesi karşısında 2 MK üyesinin bildik yöntemi devreye girmiştir. Tutumlarını devam ettiren MK üyeleri, bırakın özeleştiri yapmayı, aksine tavır ve ilişkilerini daha da ileri taşıyarak, GYDK’yı devre dışı bırakma çalışmalarına hız vermiştir. Öyle ki, operasyona ilişkin yayınlanan bildiri GYDK’nın bilgisi olmadan, başka bir şahıs üzerinden kamuoyuna yayınlanmış, GYDK bu bildiriyi yayınlanan sitede görebilmiştir.
Ardından Parti tarihimize ”Haziran Toplantısı” olarak geçen ve parti içindeki darbe girişiminde alınan bir kararla GYDK’nın görevden alındığı tarafımıza bildirilmiştir. Haziran 2015 tarihinde alınan söz konusu ”karar”ın ilgililerin eline Ağustos 2015 tarihinde geçtiğini de not olarak düşelim. ”Karar” şöyledir; “Operasyonun ardından kurulan komitede görev alan yoldaşlar bir önceki örgütlü bulundukları komitelerinde görevlerine devam edecekler. Alan komitesi ise esas olarak alt komitelerde örgütlü yoldaşlarla şekillendirilerek kurulacaktır. Bu adım alanda belli bir dinamiğin açığa çıkarılması anlamında da olumlu olacaktır.”
Kararın resmi olarak elimize ulaşmasından sonra, yapılan toplantı kendi içinde sıkıntılar taşısa da, esasta yetersiz bilgilendirmeden de kaynaklı “Haziran Toplantısı”nın bir MK toplantısı olabileceği düşüncesi yoldaşlarda daha ağır basmış ve yoldaşlar karara karşı yaptıkları değerlendirmede şuna dikkat çekmişti; “Biz değişimlere karşı değiliz. Partinin ihtiyacı, yeni dinamiklerin ortaya çıkartılması, taze kan akışı, gelecek vaad eden yş’ların önünün açılması, onlarında kendilerini tanımaları, netleşmeleri bakımından böylesi değişimlerin olması gerekir. Bu, MK’nın kendisi için de geçerli olan bir durumdur ve hatta daha fazlasıyla geçerli olması gereken bir durumdur. Bu parti kimsenin tekelinde değildir. İnsanların ne olursa olsun aynı yerde demirleyip kalmaları, hep yönetilen konumda olmaları diye bir kural ve ilke de yoktur. Biz bir kast örgütü değiliz. Biz bir KP’yiz. Her insan inandığı ve güvendiği için P’le yürür. Yürürken, kendisine tanınan hakları kullanmak, tüzüğün kendisine tanıdığı imkanlardan yararlanmak, herkesin hakkıdır. Bu, bir taraftan kişinin kendi çabasıyla olurken/olması gerekirken, partide, sempatizan, üye ve taraftarlarını tanıdığı ölçüde, önlerini açma görev ve sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Bu tüm partinin faaliyet alanları için geçerli olduğu gibi … alanı için de geçerlidir. Hatta bu alan için daha da gerekli ve zorunludur. Bu bakımdan … alanı aslında özel olarak ele alınıp değerlendirilmesi gereken, örgütsel olarak biraz daha farklı bir uygulamanın yapılması gereken bir alan konumundadır. Bunu bu yazımızda tüm detaylarıyla ele alıp değerlendirmek, geçmiş sürecin muhasebesini yapmak mümkün olmamakla birlikte, geçmişten bugüne, yaşanmış çok ciddi örgütsel zaafların olduğu bir gerçektir.”
Bu değerlendirmeye konu olan esas mesele, “MK kararı olarak bilinen” bu değişimin derininde yatan bakış açısıdır. Bu değişim ”karar”da belirtildiği şekliyle “alanda belli bir dinamiğin açığa çıkarılması” için değil, GYDK’yı tasfiye etmek içindir. Nitekim bu hesaplaşmayı 27 nolu yş, ”karar”a yaptığı itirazda açık olarak şöyle dile getirmiştir; “Alanda altlardaki yş’lardan bir örgütlenmeye gitmek tüzüksel olarak doğru olup, bir sorun oluşturmasa bile, objektif olarak geçmiş hesaplaşmaların şimdi yapılması anlamına gelmektedir. Ya da buna kapı aralar, zemin sunar niteliktedir. Geçmişte parti önderliği tarafından yapılmayan devrimci müdahalelerin şimdi yapılması, parti önderliğinin birden bire devrimcileşmesiyle ilgili değildir. Madem bu yş’lara güvenilmiyor, devrimci mücadele anlayışları sorunlu olarak görülüyor, o zaman vakti zamanında neden müdahale edilmedi!”
Bir darbe niteliği taşıyan bu tasfiye kararı, GYDK’dan yoldaşlar tarafından yapılan değerlendirmede şöyle tanımlanmıştır; “Bu anlamda yapılan tam olarak objektif olarak geçmiş hesaplaşmaların şimdi yapılması anlamına gelmektedir. Anlayışıdır. (…) Sizleri bu vahim gidişatta ısrar etmekten vaaz geçmeye ve kararı geri çekmeye çağırıyoruz.”
GYDK’dan yoldaşlar, Nisan 2017 tarihinde DPK’ya yazdıkları bir mektupta (bu mektubun DPK’nın eline geçip geçmediğini bilmiyoruz) dönem açısından partinin içinden geçtiği süreç, alınan darbe ve daha fazla bir güvensizliğe yol açmamak için aşağıdaki tutumu takındıklarını aktarmışlardır; “2 MK üyesinin açıktan yaptığı bu örgütsel tasfiyeciliğe karşı alanımızdaki güvensizlik, parti tabanının durumu ve partinin içinden geçtiği süreci göz önüne alarak Haziran 2015 tarihinde yetkileri olmadığı halde GYDK’nin ‘görevden alındığına’ ilişkin ‘kararına’ itiraz ettik. Ancak bu itirazı parti tabanına ve parti komitelerine taşımadık. Daha da ötesi, tartışmayla düzelteceğimizi sandığımız bu darbe kararının geri alınmasına kadar, örgütsel bir kaosun yaşanmaması için, 2 MK üyesinin oluşturduğu ‘YDK’da yer alan yş’lara örgütsel sorunlar hal edilene kadar görev almalarını bizzat önerdik. Tartışmalarımızı devam ettirsek de, 2 MK üyesi bildiğini okumaya devam ederek alanımızdaki örgütsel kaosun büyümesinde baş rolü oynamışlardır.”
Yani özet olarak Eylül 2017 tarihine kadar yukarıda dile getirdiğimiz nedenlerden dolayı, 2 MK üyesinin korsan bir şekilde alana atadığı “YDK”nın faaliyetleri önüne bir engel çıkartılmamıştır.
YD alanında belgelerin dağıtıldığı meselesi de 2 MK üyesinin çarpıtmaları sonucu yılan hikayesine dönmüş durumdadır. Sadece yurtdışında değil birçok bölgede 2 MK üyesi ve faaliyet yürütükleri alanlarda parti içindeki gelişmeler anlatılıp, taraflaşma-kamplaşma oluşturulmaya çalışılmış, AF’nin mektubu alanlarda okutularak yoldaş teşhir edilmiş, düşmanlaştırılmıştır. YD alanında da bu yaşananlar karşısında örgütlü yoldaşları doğru bilgilendirmek için toplantılar yapılmış ve partinin içinden geçtiği süreç özetlenerek toparlanmaya çalışılmıştır. Bu, kendi şartları içinde değerlendirildiğinde doğru olan bir tavırdır.
GYDK’nın yeniden görevlerini devralması sürecine gelirsek; … yş Eylül 2016 tarihinde DPK üyeleriyle bir görüşme yapmış ve ortaklaşılan noktalara dair alanlara bilgilendirme yapılmıştır. Bu ortaklaşma sonrasında durum tekrar değerlendirilerek Nisan 2017 tarihinde DPK’yada GYDK tarafından bir mektup gönderilerek şunlar ifade edilmiştir; “Biz, tüm bu gelişmelerle birlikte Eylül 2016 tarihinde AF’nin MK üyeliğinden istifası ve … yş’ın sizinle yaptığı görüşme ve o görüşmede ortaklaştırılan ‘kararları’ öğrendikten sonra, 2 MK üyesine yaptığımız çağrı; MK’nın artık iradesini yitirdiği, geriye kalan 2 MK üyesinin de istifa etmesi ve … kadar … oluşturulması önerisi yaptık. (…) Eylül 2016 tarihi itibariyle de GYDK’nın görevi devralacağını kendilerine bildirdik. Alanlara da bir genelge göndererek GYDK’nın görevi devraldığını bildirdik. Bu arada ‘YDK’ ‘sekreteri’ bize bir çağrı yaparak görüşme talebinde bulundu. Gittik ve bu görüşmede bir başka PÜ yoldaşın da hazır bulunduğu bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda Kasım 2016 toplantısı olarak bilinen ve sonuçları ekte olan gelişme yaşandı. Bu toplantıda alınan öneri kararının hayata geçmemesi ile birlikte, durum tersine dönmüş ve 2 MK üyesi bildiklerini okumaya devam etmişlerdir.”
Ardından GYDK’nın Aralık 2016 tarihinde; 19 Aralık cezaevleri katliamı, Maraş katliamı ve Roboski katliamı yıldönümlerine ilişkin yayınladığı bir bildiri bahane edilerek, MK imzasıyla GYDK ”hizip” ilan edilerek kamuoyunda teşhir edilmiştir. Hizipçi ve darbeci MK üyeleri 19 Aralık 2016 tarihinde GYDK’nın yayınladığı bildiriyi bulunmaz bir fırsat görerek harekete geçmiştir.
Yazımızın başından itibaren belirttiğimiz gibi bizim “partide bir ayrılık ayrılık” olduğuna ilişkin hiçbir açıklamamız olmamıştır. Tam tersine 2 MK üyesi tüm çabalarımıza, önerilerimize, hukuk ve tüzük vurgularımıza rağmen “İKK-online.org” adlı bir internet sitesi üzerinden 10 Ocak 2017 tarihinde; “PARTİMİZ TKP/ML’YE GÖNÜL VERMİŞ TÜRK-KÜRT VE ÇEŞİTLİ MİLLİYETLERDEN İŞÇİ SINIFI VE EMEKÇİ HALKIMIZA, PARTİMİZİN ÜYE VE MİLİTANLARINA” başlığıyla ”İLAN EDİYORUZ: ‘GYDK’ İMZALI AÇIKLAMALAR, ÖRGÜTLENEN FAALİYETLER PARTİMİZDE YEŞERMİŞ YURT DIŞI MERKEZLİ HİZİBİN ÇALIŞMALARIDIR. PARTİMİZ TKP/ML DİSİPLİNİ, PARTİ İŞLEYİŞİ VE HUKUKUNUN DIŞINDADIR. YANİ BU OLUŞUM PARTİ DIŞI KALMIŞ BİR HİZİP ÇALIŞMASIDIR. PARTİMİZLE ARTIK İLGİSİ KALMAMIŞTIR. YAPACAĞI HİÇ BİR FAALİYET PARTİMİZİ BAĞLAMAMAKTADIR” açıklama yaparak ayrıldıklarını ilan etmiştir.
Burada vurgulamamız gereken önemli bir husus da; İKK sitesinin boş bir sayfa olarak haftalar öncesi sosyal medyada reklamının yapılmış olmasıdır. Açıklamanın yapılmasından sonra, taşlar daha da yerine oturmuştur; anlaşılmaktadır ki, “ayrılık” çok önceden planlanmış ve gerekli hazırlıklar yapılmıştır.
Yine bu tartışmalar içinde ellerini güçlendirmek için kullandıkları ancak çarpıtmaktan da geri durmadıkları konulardan biri de 4 üye tarafından … yoldaşa getirilen öneridir. Kendisinin MK üyesi olduğunu iddia ettiği ve bildiğimiz kadarıyla kimi MK üyeleri tarafından da bu iddiası desteklenen … yoldaşın durumu, hatırlanacağı üzere tartışma gündemleri arasında yer almış ancak “kapsamlı tartışma başlıkları” ve … MK üyelerinin bazı konuları özellikle boğuntuya getirilmesi çabasıyla ayrıntıda boğulan, arada kaynayıp giden başlıklardan olmuştur. Yani aslında bir sonuca bağlanmamıştır.
… yoldaş birincisi bu tartışmanın bir sonuca bağlanmamış olması; ikincisi Dersim’le yakalanan ortaklığın bozulmaması; üçüncüsü önerinin mimarı olan … MK üyelerinin samimiyetsiz ve parti düşmanı tutumları gerekçesiyle öneriyi kabul etmemiştir. Hatırlanacağı gibi AF yoldaşın istifasının ardından Dersim alanı ile tarafımızdan yapılan görüşmede alandan … yoldaşın kendisine tüzüğün de ihlali pahasına yapılan iradeyi tamamlama önerisini kabul etmeyeceği, yarım kalan sürecin tamamlanmasının koşullarının o an itibarıyla ortadan kalktığı noktasında ortaklaşılmış, … döneminde görüşmek şartıyla ayrılınmıştır. Öneriyi getiren tüm yoldaşları aynı kefeye koymamakla birlikte … MK üyesinin önerideki mantığı, kendilerine meşruluk sağlamak ve bir yılı aşkın bir süredir “3’ün 2’si” olarak partiyi yönetmeye çalıştıkları gibi sonrasındaki süreci de “idare etmeye” kalkışmaktır. Oluşturmak istedikleri bir parti önderliği, MK’sı, kolektif bir mekanizma değildir. İstedikleri sadece yanlarındaki 1 sayısıdır. Çünkü darbeci kafa, bu haliyle çoğunluk olmaya odaklanmıştır. Bir rakam, bir isim, bir ceket, bir maket yeterlidir onlar için! Sorun tekrar bir “önderlik” mekanizmasının oluşması ve kendince “çoğunluk” haline gelebilmektir. … MK üyesinin varlıklarına meşruluk kazandırmak için pazarlıkçı yöntemlere yoğunlaşmak yerine cevap vermesi gereken 1.5-2 seneyi aşkındır neredeyse tüm partinin önerdiği MK’nın yedeklerle ve sırasıyla konferansta belirlenen sayıya kavuşması önerisini neden uygulatmadıklarıdır. Bu kadar zamandır neden tüzüğün emrettikleri yapılmamıştır? Bunu yapmamanın tek cevabı vardır bizce; örgüt tasfiyeciliği, darbecilik, yoldaş düşmanlığı.
Tartışma ve öneriler sırasında “iradenin olmadığını kabul eden ve sorunu “… yoldaşın atanması” ile çözmeyi öneren yoldaşlar, … yoldaşın öneriyi kabul etmemesi üzerine ise birden irade tartışmasını “bir şekilde” sonlandırmış ve bir iradenin olduğu ve bunun tanınmadığı üzerinden yoğun bir anti-propagandaya girişmişlerdir. Hatta yurtdışında yapılan görüşmelerde … yoldaşın söz konusu öneriye hayır demesiyle yoldaşın “vebal altında kalacağı”, “bundan sonra yaşanacaklardan sorumlu olacağı” vb. tehditleri edilmekten geri de durmamışlardır. Özetle; Nisan 2015 tarihinden bu yana parti içinde örgütsel kriz yaratanlar, … yoldaşın MK üyesi olarak daha önce bir toplantıya alındığı halde üyeliğini inkar edenler, ”yedek üye olduğu kabul edildiği” (!) zaman da tüzük gereği MK’ya atanması gerekirken bunu da yapmayanlar gelinen aşamada yoldaşın MK’ya atanmasını “kabul etmiş”; çeşitli gerekçelerle yoldaş kabul etmediğinde de “yaşanacaklardan sorumlu olacağı” tehdidini savurmuşlar, yurtdışındaki yoldaşlara ise attıkları imzanın arkasında durmaları gerektiği, … yoldaşı zorlamaları, kabul etmiyorsa yurtdışının bunu kabul etmesi (!) gerektiği dayatılmıştır.
Kumdan Kaleler Yıkılmaya Mahkumdur!
1945’te ÇKP 6. MK genişletilmiş 7. genel toplantısında sol çizginin hataları örgütsel açıdan incelenirken “… doğru siyasal çizgi ‘kitlelerden kitlelere’ olmalıdır. Bu çizginin gerçekten kitlelerden gelmesini ve özellikle gerçekten kitlelere geri gitmesini güvenceye almak için yalnızca parti ve parti dışı kitleler arasında (sınıf ve halk arasında) sıkı bağlar kurmakla kalmamalı, hepsinden önemlisi, partinin yönetici organlarıyla, parti içi kitleler arasında (kadrolar ve parti safları arasında) sıkı bağlar bulunmalıdır. Bir başka deyişle örgütsel siyaset doğru olmalıdır” (Mao, c. 3, s. 242) denmektedir.
Yine aynı incelemede Mao’nun yöntemi anlatılırken; “Kararname, ayrıca sıkı demokratik merkeziyetçiliği savunmuş, demokrasi veya merkeziyetçilik üzerinde yersiz sınırlamalara karşı çıkmıştır. Bütün Partide birliğin sağlanmasından hareket eden Mao Zedung yoldaş, parçanın bütüne tabi olması gerektiğinde ısrar etti ve Çin devriminin özel koşullarına uygun olarak yeni ve eski kadrolar arasında, dış ve yerel kadrolar arasında, Ordu kadroları ve o bölgede çalışan kadrolar arasındaki ilişkilerin, nasıl olması gerektiğini belirtti. Böylece Mao Zedung, bir ilke olarak doğrulara bağlılık ile bir disiplin sorunu olarak, örgüte itaat etmeyi nasıl bağdaştıracağımızı gösterdi. Parti içi birliği korurken, Parti içi mücadeleyi nasıl sürdüreceğimizi açıklığa kavuşturdu. Oysa ne zaman yanlış bir siyasal çizgi hâkim olmuşsa yanlış örgütsel çizgi de kesinlikle ortaya çıkmıştır. Yanlış siyasal çizginin hâkimiyeti ne kadar uzun sürmüşse, bunun örgütsel siyasetinin zararları da o kadar büyük olmuştur.” (Mao, c.3, s. 243)
Mao’dan yaptığımız uzun alıntılar için okurdan özür dileriz. Partimizin mevcut durumunu değerlendirirken referans aldığımız anlayışın altını özel olarak çizme zorunluluğu hissediyoruz. Partiye kadrolara, kitlelere körü körüne itaati dayatan, kendine liberal, partiye sekter MK’yı ayrıcalıklı önderler topluluğunun vazgeçilmez mekanı olarak gören siyasal olarak göçmüş, örgütsel olarak çözülmüş, hukuksal olarak hükümsüz olan MK’nın kalıntısı dogmatik unsurlarla mücadelede, partimizin içine yaydıkları zehiri temizleme sürecinde tarihsel deneyimlerimizi andaki durumla inceleyerek günümüzü bulacağımız için derdimiz, ustaların söylediklerini tekrar, yaptıklarını taklit etmek değildir. Dogmatiklerin aksine biz ustalardan inceleme yöntemlerini almalıyız/alacağız.
“İdeolojik savaşım ile partinin içindeki oportünist unsurların ‘yenilebileceğini’, parti çerçevesi içinde bu unsurların ‘üstesinden gelinebileceğini’ savunan teori, partiyi felce ve kronik sakatlığa mahkum etmenin belirtisi olan, çürük ve tehlikeli bir teoridir; bu teori, partinin oportünizme peşkeş çekilmesi tehlikesini doğurur; proletaryayı devrimci partisinden, emperyalizme karşı savaşımında başlıca silahından yoksun bırakmakla tehdit eder.” (Stalin, Leninizmin ilkeleri, s. 93)
Oportünizmin, dogmatizmin bataklığından çıkmamakta ayak direyen … MK üyelerinin anlayışıyla mücadeleyi salt ideolojik zeminde kalarak ve değişen örgütsel gerçekliği gözardı eden soyut “ilkeler” yaklaşımıyla sürdürerek sorunları çözeceğimize inanmak bizim affedilmez hatamızdır. Onların kulvarlarında, onların önderliğinde oynanan darbe oyununun bir parçası olmamak için daha uyanık olmalıydık. Bizim yeni tanıştığımız bu durumla tarihsel anlamda köklü bir geçmişe sahip olanlarla mücadelenin zorlu olduğu/olacağı açık.
“... Özellikle üçüncü “Sol” çizginin savunucuları dilediklerini yapabilmek için, yanlış çizgiyi uygulanmaz bulan ve bu nedenle kuşkularını ve hoşnutsuzluklarını belirten, karşı çıkan veya yanlış çizgiyi aktif olarak desteklemeyen veya sadakatle uygulamayan bütün parti üyelerini istisnasız ve fark gözetmeden damgaladılar. Bu yoldaşları “Sağ fırsatçılık” “Zengin köylü çizgisi”, “Lo Ming Çizgisi”, “Uzlaştırma politikası”, “iki yüzlülük” ile damgaladılar. Bunlara karşı “Amansız mücadelelere” giriştiler, “Acımasız darbeler” indirdiler ve hatta bu “Parti içi mücadeleleri” karşılarındaki cani ve düşmanmış gibi sürdürdüler. Bu hatalı Parti içi mücadele türü, “Sol” çizgiyi yöneten veya izleyen yoldaşların, prestijlerini yükseltmek, kendi isteklerini gerçekleştirmek, Parti kadrolarını yıldırmak için kullandıkları normal bir yöntem haline geldi. Bu tutum, parti içindeki, demokratik merkeziyetçilik ilkesini çiğnedi, eleştiri ve özeleştiri ruhunu yok etti. Parti disiplinini mekanik bir disipline çevirdi ve körü körüne itaat ve mutlak boyun eğme eğilimlerini besledi. Böylece canlı ve yaratıcı Marksizmin gelişmesine büyük zarar verildi. Kadrolara karşı ayrılıkçı bir siyaset, bu hatalı Parti içi mücadele ile birleştirildi. Eski kadrolara, Partinin, değerli unsurları gözü ile bakmadılar. Tersine deneyimli, kitlelerle ilişkisi olan ama hizipçilere ayak uydurmayan onun körü körüne takipçisi, evet efendimcisi olmayı reddeden pek çok eski kadroya saldırdılar, onları cezalandırdılar ve merkezi ve yerel örgütlerden attılar. Yeni kadrolara da yeterli bir eğitim vermediler, (özellikle işçi sınıfı kökenli olanların) ilerlemesi için ciddiyetle uğraşmadılar. Bunun yerine deneyimsiz, kitlelerle sıkı bağlan olamayan ama hizipçilere uyan ve gözü kapalı onların peşinden gidip, evet efendimciliğini yapan yeni kadroları ve Parti dışı kadroları alelacele terfi ettirdiler. Merkezi ve yerel örgütlerde eskilerin yerlerine geçirdiler. Böylece sadece eski kadrolara saldırmakla kalmayıp yenileri de bozdular. Üstelik birçok yerde, karşı devrimcileri ezmek için uygulanan hatalı bir siyaset kadrolara karşı hizipçi siyaset ile karıştırılınca birçok değerli yoldaş haksız yere suçlandı. Ve bu durum partiyi ağır kayıplara uğrattı.” (Mao, S.E., c. 3, s. 243-244)
Yukarıda Mao’dan 3. sol çizginin özelliklerine dair aktardıklarımız bugün partimiz içinde hakimiyet kurmaya çalışan dogmatik bazı MK üyelerinin yöntemidir. Bu yönüyle partimizin iki yılı aşkındır yaşadıkları ÇKP’de 1945’ten önce açığa çıkan eğilimle oldukça benzerlik taşımaktadır. Bu anlayışla mücadeleye tutuşan bizlerin yaklaşımı bu noktada devreye girmektedir. Önceki bölümlerde kendi hareket tarzımızın hatalı ve eksik yanlarına dair gerekli vurguları yaptığımızı düşünüyoruz. Bir kere başladığımız işi tamamlama iradesiyle sürece yaklaşmazsak parti içi sorunlar karşısında Lenin’in deyimiyle “şekilsizce akıntıya kapılarak kendi şekilsizliğinden duygulanmak” durumu bizler açısından bir tehlike olmaya devam edecektir.
Yavaş hareket etmemize, darbeye karşı yeterince uyanık olmamamıza, beklemeciliğimize, darbecilerin çözüm önerilerine çeşitli düzeylerde tav olmamıza rağmen kararlı adımlarımızın darbecileri yavaşlattığı, ellerini ayaklarını bağladığını da anımsatarak kendi hakkımızı teslim edelim. Ancak yetersizliklerimize amansızca yönelmeyi esas almalıyız. Attığımız adımları ciddiyetle incelemeli ve kendimizi parti kitlemize daha iyi anlatmaya yoğunlaşmalıyız. Zira parti kitlemiz ve kadrolarımızın bir kısmının belleği dogmatiklerin yalanlarıyla çoktan zehirlenmiştir.
Şiddet, karalama, dedikodu darbecilerin her dönem vazgeçilmezleri olmuştur. “Karşıtını” bu kulvarda oyuna çekmeye çalışır, çünkü -çirkinleşmenin sınırı olmadığından- kendine en çok bu alanda güvenir ve alt edebileceğine inanır. Bizim bu kulvara girmeden örgütlülüklerimizi yaratmaya, çizgimizi netleştirmeye ama en önemlisi merkezileşmeye ihtiyacımız olduğu açık. Lenin’in şekilsizliğin sonucu olarak koyduğu oportünizm eğilimine düşmemenin yolu da açık ki buradan geçmektedir.
En başta sanılarını boşa çıkarttığımız gibi darbeyle partiyi ele geçirme hayallerini de boşa çıkarabilme potansiyelimiz mevcuttur. Onlar sanıyorlar ki parti içinde kurdukları kuleler yıkılmaz. O kulede önderliği kendilerine bahşedilmiş bir oyuncakmış gibi kullanarak partinin bütün olanaklarını sonuna kadar sömürerek kendi yaşamlarını sürdürebilecekler! Partimizin tarihine dönüp bakmalarını salık veriyoruz. 94’e bir dönüp baksınlar ve kendi gerçekliklerinin gözüne korkmadan bakabilme cesaretini göstersinler. Zira bunu yapmazlarsa devrimcilikleriyle ilgili tartışma onlar açısından kaçınılmaz olacaktır.
“Aranızda sorumluluğu üzerinden atan ya da sorumluluk almaktan korkan insanların konuşmasına izin vermeyen, kendisini kaplan sanan ve inine kimsenin dokunmaya cüret edemeyeceğini düşünen kim varsa, yüzde 100 yenilgiye uğrayacaktır. Sahiden hiç kimsenin senin gibi bir kaplanın inine dokunmaya cesaret edemeyeceğini mi sanıyorsun? Hiç merak etme, pek güzel edecektir.” (Mao, c. 6, s. 260)
TKP/ML Örgütlenme Komitesi
(Nisan 2017)