“PARTİMİZ VE ONUN ÖNDERLİĞİNDEKİ ORDUMUZ, DEVRİMCİ SAVAŞA ÖNDERLİK ETME YETENEĞİNE SAHİPTİR!”

Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist Ortadoğu Bölge Komitesi Üyesi ve Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu Rojava Komutanlığı Siyasi Komiseri ile röportaj…

Doğal Muhabir: Öncelikle  bizimle röportaj yapma teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bize kendiniz tanıtır mısınız?

Siyasi Komiser: Ben teşekkür ederim. Sesimizi ve elbette görüşlerimizi Türkiye devrimci ve demokrat kamuoyuna ve dünyaya duyurma imkanı verdiğiniz için. Partimiz Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist’in Ortadoğu Bölge Komitesi üyesi ve Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu Rojava Komutanlığı’nın Siyasi Komiseri’yim.

– Partinizde 2015 yılından itibaren bir süreç yaşandı/yaşanıyor. Doğrudan sorarsak, Partinizde neler oldu? Gelişmeleri kısaca özetleyebilir misiniz?

– Aslında yaşanan sorunlar ve nihayetinde Partimizin darbeci tasfiyeci bir saldırıya maruz kalması yeni bir süreç değil. Parti içinde kökleri uzun bir geçmişe dayanan küçük burjuva dünya görüşü, ille de bir tarih vermek gerekirse, 2015 yılında partimize yönelik gerçekleştirilen merkezi operasyon sonrasında, kendini parti iradesine dayatarak, bir bütün olarak partimizi ele geçirmeyi ve böylelikle partimizi sınıf mücadelesinden alıkoyup, emperyalistler ve Türk hakim sınıflarının sınıf işbirlikçisi, oportünist bir çizgide konumlanmasını sağlamayı amaçlıyordu. Neden böyle diyoruz? Çünkü partimize yönelik darbeci tasfiyeci saldırıya önderlik edenleri yakından tanıyoruz. Devrimciliği algılayışlarını, dünyaya, sınıf mücadelesine ve yoldaşlarına bakış ve yaklaşımlarını, partiyi kavrayışlarını yakından biliyoruz.

Partimize yönelik darbeci tasfiyeci saldırıya önderlik eden bu unsurlar, partimizin yaşadığı krizi komünist platformlarda çözmek, bu platformlarda hesap sormak ve hesap vermek yerine, kendilerini partiye dayattılar. “Parti iradesini biz temsil ediyoruz” diyerek, Partimizi kendi işbirlikçi, dogmatik-statükocu, bürokrat çizgileri doğrultusunda tümden ele geçirip, iktidarlarını sürdürme ve böylelikle Türk hakim sınıflarının ve onların devletinin bir aparatı haline getirmeyi amaçladılar.

Partimize yönelik geçmişte de yaşadığımız örneklere benzer şekilde, “72 programcılığıyla”, “Kaypakkaya yoldaşı savunmak adına” (oysa parti içinde böyle bir tartışma yoktu!) en keskin sloganlarla, küçük burjuva fokocu bir  çizgide, Türk devletinin sınıf işbirlikçisi bir noktada konumlanması amacıyla gerçekleştirilen bu saldırıya karşı temel örgüt ve organlarımız biraya gelerek bir duruş sergiledi. Ancak daha o aşamada bile partinin birliği yönündeki umudumuzu koruduğumuz için, sorunlarımızı komünist platformlarda çözme yaklaşımımızdan hareketle, kamuoyuna yönelik herhangi bir açıklama yapmadık. Ancak darbeci tasfiyeci “kast kliği”n, parti organlarımızı (Geçici Yurtdışı Komitesi) kamuoyunda teşhir edip, tasfiye ettiğini açıklamasının ardından parti güçlerimizi temsil eden organlarımız ve faaliyet alanlarımız (Ortadoğu Bölge Komitesi, Kadın Komitesi, Geçici Yurtdışı Komitesi, Yayın Komitesi ve TMLGB) tarafından bir açıklama yayımlanmak zorunda kalınmıştır. Kalınmıştır diyoruz çünkü o tarihlerde -darbeci tasfiyeci anlayışın bütün saldırı ve provokasyonlarına rağmen- Partimiz süreç tamamen sonuçlanmadığı için bir “ayrılık” ilanı yapmamış, aksine parti güçlerinin birliği için çalışmaya devam etmiştir.

Ancak sonuç olarak bunda maalesef başarılı olunamamıştır. Darbeci tasfiyeciler, işledikleri suçların hesabını vermemek, 8. Konferans’tan günümüze izlemiş oldukları sağ oportünist çizginin özeleştirisini vermemek için partiyi darbelemeyi ve bölmeyi tercih etmişleridir. Bu süreçten sonra parti güçlerimizi temsil eden organlarımız ve faaliyet alanlarımızı temsilen, parti içindeki MLM güçler kendi aralarında bir örgütlenmeye gitmiş ve Parti irademizi temsilen bir Örgütlenme Komitesi kurmuşlardır.

Partimizin yaşadığı darbeci tasfiyeci saldırıya ilişkin bu komitemiz gerekli açıklamayı yapmıştır. Partimiz gerekli gördüğü durumda ve koşullarda, bu gruba dair yaklaşımını açıklamaya devam edecektir. Ancak yaşananlar ve özellikle bu grubun tavrı, devrimci demokrat kamuoyuna, devrimci örgüt ve partilere bir şeyler anlatıyor. O nedenle aslında uzun uzun anlatmak gereksiz. Görüyorsunuz!

– Ancak yine de bir tanımlama yaparsanız ne diyebilirsiniz?

– Kuşkusuz ki partimize, partinin birliğine yönelik, bu kast darbesini gerçekleştirenlere yönelik değerlendirmelerimiz mevcuttur. Bu değerlendirmelerin sentezlenmesiyle oluşacak sonuçları, gerekli koşullarda elbette kamuoyuna açacağız.

Bizim hassasiyetimiz tamamen güvenlik kaygısı ve deşifrasyona izin vermemek üzerinedir. Bunun altını özellikle çizmek istiyorum. Zira bu grubun, parti içi kaosun başından itibaren meylettiği ve medet umduğu yöntem, faaliyet yürüten yoldaşlarımızın isimlerini vererek yapılan dedikodu, karalama, hakaret, tehdit vb.lerinin yanında tüm bunların hiçbir devrimcilik kaygısı güdülmeden sosyal medya üzerinden sürdürmektir.

Şimdiden söyleyebilirim ki; partimize yönelik bu darbeci tasfiyeci saldırıya önderlik edenler, maalesef uzun bir süredir partimizin önderlik kademesinde yer alan ve yine uzun bir süredir bırakalım komünist bir kimliği devrimcilikleri dahi partimiz, halkımız ve taraftarımız nezdinde tartışma konusu olan; ideolojik olarak bitmiş, politik olarak tükenmiş, kültürel olarak yozlaşmış kişiliklerdir.

Uzun uzun anlatmaya gerek yok, ancak şunu söylemeliyim; Biz Partimizin yaşamak zorunda bırakıldığı bu süreci kişilerle açıklamıyoruz. Kuşkusuz kişilerin de önemli bir rolü vardır. Ancak asıl belirleyici olan, partimizin uzunca bir süredir ihmal ettiği Türkiye ve Ortadoğu koşullarında yaşanan değişimleri inceleyerek, buna göre taktik politika üretmemesi, kitlelerle ve kitle hareketleriyle yeterince buluşmaması, bunda ayak diremesi, pratikte devrimci olmayıp statükoyu koruması, savaş ve savaş gerçekliğiyle kendini örgütlememesi ve Halk Savaşı stratejisiyle birleştirememesi vb.dir. Bu süreç, tüm bunların doğal bir sonucu olarak boy vermiştir.

Bu tecrübeyi şu an bulunduğumuz Rojava sahasında çok net yaşadık ve gördük. Partimizin kararı doğrultusunda alanda konumlanmamıza rağmen, parti önderliğinde yer alan bu kişiler, alanımıza yönelik tam bir tecrit ve tasfiye politikası izlediler.

Sonuçta bir tanımlama yapmak gerekirse eğer; darbeci tasfiyeciliği ideolojik olarak, küçük burjuva dünya görüşünden hareket eden, kendi iktidarını korumak için parti birliğini parçalamaktan dahi çekinmeyen, önderlik krizini partiye dayatan ve buradan saflaştırıp partiyi bölen; politik olarak bırakalım sınıf mücadelesine ve partiye önderlik etmeyi, yaşanan gelişmeleri tahlil etmekten aciz, inceleme ve okumaktan uzak; örgütsel olarak bürokrat ve kariyerist, kendine liberal partiye ve yoldaşlarına sekter bir örgütsel çizgi; askeri olarak ise, Halk Savaşı çizgisi yerine fokocu bir tarz izleyen, bununla kalmayıp, önderlik olarak savaşa uygun konumlanmayan, savaş alanlarında konumlananları ise teşhir ve tecrit eden bir anlayışla karşı karşıyayız.

“SÖZDE KAYPAKKAYA YOLDAŞI SAVUN! PRATİKTE TAM TERSİNİ YAP OLAN VE YAPILAN TAM DA BUDUR!”

– Partinize yönelik “hizip” tanımlaması yapılıyor. Bununla yetinilmeyip, “parti kaçkını”, “savaş kaçkını”, “sağ tasfiyeci” vb. kavramlar kullanılıyor. Bu propagandaya ilişkin ne dersiniz?

– Gülüyoruz! Ama acı acı! Parti kim? Hizip kimdir? İsterseniz bu soruların cevaplarını Kaypakkaya yoldaştan beraber okuyalım, bakalım uzatmaya gerek var mı?

Ne diyor İbrahim yoldaş:

“Bütün eleştirilere rağmen hatalarını düzeltmeyenler, düzeltmemekte ısrar edenlerdir.

Hizipçi ve bölücü olanlar, samimiyetle özeleştiri yapmak yerine, sadece çok sıkıştıkları zaman, revizyonist özü yeni bir biçimle kamufle edenlerdir. Hizipçi olanlar, kendilerine eleştiri yönelten kadrolardan örgütün imkânlarını esirgeyenler, kendilerine yağcılık ve dalkavukluk yapanlara bütün imkânları sergileyenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, örgüt içinde körü körüne itaati, dalkavukluğu, sırt sıvazlamayı teşvik edenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, kendilerine gelince her şeyi iyi, başkalarına gelince her şeyi kötü gösterenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, örgüt içi eleştiriyi bastırmaya çalışanlardır. Kendilerine yönelen eleştirileri kadrolardan gizleyenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, kendilerini eleştiren kadroları iğrenç bir iftira ve dedikodu kampanyası ile yıpratmaya, diğer kadroların gözünden  düşürmeye, tecrit etmeye çalışanlardır. Hizipçi ve bölücü olanlar, eleştiri mekanizmasını işleten kadrolar aleyhine sinsi plânlar hazırlayanlardır. Bu gibi kadrolara silahlı komplolar düzenleyenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, hem demokrasi hem de merkeziyetçilik ilkesini çiğneyerek kendilerine en aşırı demokrasiyi, Marksist-Leninistlere de en aşırı merkeziyetçiliği uygulamak isteyenlerdir.”

Gördüğünüz gibi Kaypakkaya, bir dönem aynı parti içinde faaliyet yürüttüğü ve kendisine en keskin Maocu diyen Perinçek çizgisini böyle tanımlıyordu. Şu anda yaşadıklarımızla büyük bir benzerlik var aslında. İbrahim yoldaşın söylediklerine ek olarak bugün bu tavırlara, HBDH kapsamında belgede sahtecilik, kalpazanlık vb. De ekleyebiliriz. Örnekleri çoğaltabiliriz yani. Sanırız buna gerek yok. Burjuvazinin parti içindeki yöntemleri duruma göre çeşitlilik gösterse de özünde aynıdır.

Görünen o ki, bizler darbeci, hizipçi vb. değiliz! Partinin tüzüğünü uygulayan, hukukuna, ilkelerine sarılan, bunu hayata geçirmeye çalışanlardan bahsettiğimiz bilinmelidir. Zira tüzük ve ilkeler varsa parti vardır. Tüzük ve ilkeler yoksa olsa olsa bir “kast”, bir “şef örgütlenmesi”, deyim yerinde ise bir “başkanlık rejimi” vardır.

Bizler biliyoruz ki, hizipçi ve bölücü olanlar hakkı ve yetkisi olmamasına karşın on bir yıldır konferans yapmayanlar, parti yönetimini hile ve entrikayla gasp edip elinde tutanlardır. Parti tüzüğümüz gereği hakkı ve yetkisi olmamasına rağmen görevi başındaki MK üyelerini yaptıkları toplantıya çağırmayanlar, yedek üyeleri oluşan irade yitimini gidermek için aktifleştirmeyen ve yaptıkları toplantılara katmayanlardır. Kendi “adam”larından oluşan komiteler kuranlar, yoldaşları ve faaliyet alanlarını karşı karşıya getirenlerdir. Belgelerle oynayarak, sahtekarlıkla HBDH’den çıkma kararı alanlardır. Yoldaşlarına-devrimcilere şiddet uygulatanlar, örgütü bölerek düşmanlaştıranlardır. Partiyi savaş alanlarında inşa etmeyenler; işçiler, emekçiler, tüm ezilenler içinde partiyi örgütlemeyenler, korunaklı alanlardan partiyi yönetmek isteyenlerdir. Tüzük ve hukuku çiğneyen, çeşitli gerekçelerle kendi aldıkları kararlara dahi uymayan, belgelerde-yazılarda-imzalarda sahtecilik yapan; partiyi çözümsüz bırakıp kendi iktidarı uğruna gözlerini karartan ve savaş alanlarında yoldaşlarını yalnız bırakanlardır. Daha ne diyelim!

Partinin tüzüğünü uygulamak, hukukuna-ilkelerine sarılmak hizipçilikse biz bu ithamı seve seve kabul ederiz. Parti sorunlarının çözüm yolu için komünist platformları, toplantıları işaret etmek ve bunun için çalışmak hizipçilikse, bu “suç”u da kabul ederiz.  Çünkü biz Kaypakkaya yoldaşın mütevazi birer öğrencisi olmaya çalışıyoruz ve onun Perinçek ve tayfasına karşı yürüttüğü mücadeleden öğreniyoruz.

Söz eğer gerçeği yansıtıyorsa anlamlı ve değerlidir. Eğer her söz gerçeği-gerçekliği yansıtıyor olsaydı ne bilime ne de biz sınıf bilinçli proleterlere fazla iş düşerdi. Unutmamak gerekir ki; sadece egemen sınıflar gerçeği çarpıtmıyor ara bir sınıf olan küçük burjuva sınıf da gerçeklik sınıf çıkarına dokunduğu an, çok rahat ve kolay bir şekilde gerçeği çarpıtıp adeta bir bezirgan tüccar gibi yalanı gerçek diye piyasaya sürebiliyor.

İçimizdeki burjuvalar da, son birkaç yılda yaşadık ve gördük ki; bu konuda oldukça eğitilmiş ve ustalaşmışlardır. Yaman birer gerçek çarpıtıcıları olmuşlardır. Neyse ki kamuoyunun ve halkımızın, kitlemizin tanıklığı bizimledir ve tüm bu sahtekarlıklar belgelidir.

Teorimizi ve stratejimizi sözde kabul edip pratikte devrimci sorumluluklarını yerine getirmeyen, savaş görevlerini kabul etmeyen, görevlerini layıkıyla yerine getirmeyip savsaklayan, sınıf savaşımında gerektiği gibi konum almayan, hadi öncesi bir kenara, partimizin 8. Konferans’ını yaptığı Ocak 2007 tarihinden bugüne yönetimde olup merkezi toplantıyı bilinçli bir şekilde örgütlemeyen ve bu yönde en asgari bir çabayı bile ortaya koymayanlar; şimdi kalkmış, bizleri “hizipçi”, “parti kaçkını”, “savaş kaçkını” diye mahkum etmeye çalışıyorlar!

Bugün yaman partili, keskin İbrahimci ve savaşçı kesilen bu unsurlar; Rojava’da parti gücümüzü neden “yalnız” bıraktıklarının, Dersim’de son on yıl içinde gerilla gücümüzün deyim yerindeyse neden kendi kaderiyle baş başa bırakıldığının, Batı’da ciddi bir kitle tabanımız olmasına rağmen bunun neden örgütlenemediğinin, savaş bölgelerine aktarılmak istenen yoldaşlarımızın enerjisinin neden bu kanallara akıtılmak istenmediğinin, silahlı ve illegal mücadelenin önem ve gerekliliğinin etkili bir propaganda ile güçlü bir kitle çalışması için neden kullanılamadığının, işçiler-emekçiler-kadınlar içinde neden devrimci komiteler kurulamadığının ve bunlar aracılığı ile savaşın neden bütünlüklü geliştirilemediğinin açıklamasını yapmalıdır. Görünen şudur ki; gerçekliğimize, sürece ve sınıf mücadelemizin ihtiyaçlarına uygun, belirlenmiş bir plan ve yönelim içinde hareket etmediler, edemediler ve şimdi bu tablonun hesabını vermekten bile acizler.

Silahlı güçlerimiz olarak bakıldığında Dersim’deki gerilla gücümüze karşı nasıl bir  sorumsuzluk ve vurdumduymazlık içinde hareket ettilerse, benzer burjuva anlayış ve tutumu Rojava’da parti ve savaş gücümüz için de gösterdiler. Bizlere tam bir tecrit politikası uyguladılar. Olmadık yalan ve iftirayı atarak parti kitlemizi, devrimci güçleri aldatmaya ve taraflaştırmaya çalıştılar. Partimizin merkezi kararı olmasına karşın Ortadoğu’ya, Rojava’ya ne eğitim amaçlı ne de savaş amaçlı katılım sağladılar. Bilinçli ve planlı bir şekilde bu tür pratikleri engellediler, bir bütün partinin alandaki konumlanışını engelleme yoluna gittiler. Ortadoğu’da, Rojava’da ortaya çıkan muazzam devrimci enerjiyi ve olanakları demokratik halk devrimi lehine değerlendirmede bu sorunlardan kaynaklı eksik kaldık. Bu bizim açımızdan çok acı bir durumdur. Ortaya çıkan tarihsel fırsatı maalesef ki kaçırdık. Alanda “örgütsüz” ve “hareketsiz” bıraktırılarak geriye çekilmek istendik, hiçbir bilimselliği ve gerçekliği olmayan şoven politikalarla HBDH içinde yer alışımız engellenmeye çalışıldı. Hatta sahte belgelerle kamuoyuna partimiz adına bir açıklama yaparak HBDH’den ayrıldığımızı duyurdular. Ortadoğu’nun barbar gericiliğine karşı savaşta Kürt halkının haklı mücadelesinin yanında  olmadılar. Oysa unutmamak gerekir ki; “Ya mazlumların safındasındır ya da zalimlerin!” Pratiklerinin gösterdiği şudur ki, içimizdeki Türk şovenistleri Rojava Devrimi’ne yaklaşımlarıyla objektif olarak egemen Türk komprador burjuvaların safında yer almışlardır! Bu gerçekliği Ortadoğu’da, Rojava’da parti ve savaş gücümüz biliyor.

Gerilla savaşını tasfiye etmenin, savaşı büyütmemenin en etkili yolu gerilla alanını yalnız bırakmak, savaş gücünü tecrit etmek, parti ve devrime olan inancı parçalayıp demoralize ederek savaş gücünü içten darbelemektir. Şimdi yaman partili ve savaşçı kesilen, keskin Kaypakkayacı olan bu unsurlar; tam da bunu yaptılar! Partimize bir imha ve yıkım süreci dayattılar. Sadece partimizi darbelemekle kalmadılar, halkımızın, taraftarlarımızın partimize olan güvenini, devrimcilere olan inancını da sarstılar. Kanımızca bu istenen ve hedeflenen bir şeydi.

Sözde Kaypakkaya yoldaşı savun! Pratikte ise tam tersini yap! Olan ve yapılan tam da budur bizce…

“NUBAR YOLDAŞIMIZIN ÖLÜMSÜZLEŞMESİ KARŞISINDA ALDIKLARI POZİSYON, BURJUVALAŞAN GEÇİCİ YOL ARKADAŞLARININ YOZLAŞAN GERÇEKLİĞİNİN AÇIK ÖRNEĞİDİR!”

– Rojava’da sizleri yalnızlaştırma ve tecrit politikası neden uygulandı?  

– 2015 yılının yaz aylarından bu yana tam bir tecrit ve yalnızlaştırma pratiğiyle savaş ve parti gücümüzün yürüyüşünün güçlenmesini engellemek istediler. Sinsi yalanlarla savaş alanındaki yoldaşlarımızı itibarsızlaştırmaya ve savaşçı gücümüzün motivasyonunu kırmaya çalıştılar. Örneğin Ortadoğu’ya partinin merkezi kararıyla değil kendi başımıza açılım yaptığımız yalanını dahi dillendirdiler. Böyle bir şey olabilir mi? Bu mümkün müdür? Ama maalesef yaşadık. Bu tarz bir propagandayla, varlık ve savaş gerekçelerimiz zayıflatılmaya çalışıldı.

Biraz önce de değindiğim gibi parti içi kaos ve gerilimin devrimin, partimizin yararına sonlanması ve parti birliğinin sağlanması yerine iktidarlarını bu kaostan beslemeyi uygun gördüler. Kaosu devam ettirmenin yollarından biri de parti içi bilgilendirme kanalları yerine yalanı, dedikoduyu, iftirayı devreye sokmak; saflarda güvensizlik yaymak; yoldaşları ve faaliyet alanlarını karşı karşıya getirmek; en geri ve sorunlu unsurları örgütlemek; parti içinde şaibe yaratmak vb.dir. Darbeci tasfiyeciler de bu yöntemi burjuva politikacılara taş çıkartırcasına ustalıkla uyguladılar. Ve kaos ve gerilimden, yalan ve çarpıtmadan, iftira ve tehditten bir “örgüt” yarattılar. Tüzük ve hukukun üstüne basarak iktidarlarını kurdular. Ancak hatırlatmak isteriz ki; bu yöntemle kurulan hiçbir örgütün ömrü çok uzun olmamış, yere çakılması fazla zaman almamıştır. Çünkü politikada dürüst olmak birçok şeyden daha önemlidir. Lenin bu gerçeğin altını şöyle çizer: “Siyasette dürüstlük güçlülüğün, iki yüzlülük ise zayıflığın ürünüdür.”

Son üç yılda, savaş alanında DAİŞ çeteleri ile yaşanan çatışmalarda yaralanmayan neredeyse tek bir yoldaşımız kalmadı. Şehit ve gazilerimiz oldu. İçimizde en gözüpek, en korkusuz, en birikimli ve deneyimli komutanımızı, Partimizin Örgütlenme Komitesi üyesi olan Nubar Ozanyan yoldaşımızı Ortadoğu halklarının özgürlük davasına şehit verdik. Son yıllarımızın en birikimli, en deneyimli, savaş ve sabotaj ustasını kaybettik. Darbeci tasfiyeciler utanmadan, yüzleri dahi kızarmadan Nubar yoldaşımız için “eski parti üyemiz” dediler. Elbette ki savaşmayanlar, savaşanlara “eski” diyebilirler. Elbette ki savaş alanında olmadan örgütü yönetmeye çalışanlar, savaşanlara “eski” diyebilirler.

Ancak pratik… Pratik tüm denilenlere rağmen ortadadır, değil mi?

Yoldaşımızın arkasından kaleme aldıkları o vesika da ortadadır. Daha kanı kurumadan kaleme sarılan ve onu “eski” ilan edenler, aslında partimizin eski tarihinde kalmışlardır.

Nubar Ozanyan yoldaşımız yaşamı boyunca Kaypakkaya’nın en vefalı ve en sadık öğrencisi ve de savunucusu, halk savaşı stratejisinin en fedakar uygulayıcısı oldu. Darbeci tasfiyecilerin yoldaşımızın ölümsüzleşmesi karşısındaki duruşları ve aldıkları pozisyon, burjuvalaşan geçici-eski yol arkadaşlarının yozlaşan ve bozulan gerçekliğinin en açık örneğidir.

– Nubar Ozanyan’ın partinizin birliğini sağlamaya katkı sunmak için Dersim’e gittiğine dair bilgilerimiz var. Buna ilişkin ne diyeceksiniz?

– Bahsettiğiniz meseleden de önce Nubar Ozanyan yoldaş, Rojava’da askeri ve ideolojik olarak eğitip Dersim alanına gönderdiği savaşçılarla açık bir mesaj da göndermişti; “Bizler parti birliğinden yanayız. Dersim’deki gerilla gücünü askeri gücümüz olarak görüyoruz ve Rojava’daki askeri gücümüz, Dersim’deki gerilla gücünün mütevazi bir bölüğüdür.”

Nubar yoldaş o kadar samimi bir şekilde savaşçı yoldaşları eğitip Dersim’e gönderdi ki; DAİŞ çetelerinden ele geçirdiği patlayıcıları günlerce titiz bir şekilde parçalayarak, sökerek içindeki patlayıcı malzemeleri ve fünyeleri hazırlayarak yoldaşlarının çantalarına birer birer yerleştirdi. Birçok askeri malzemeyi özenle ve itinayla yoldaşlarının çantalarına bizzat yerleştiren, mutlaka Dersim’e ulaştırılması talimatını veren bir yoldaştı o…

Ve evet, Nubar yoldaş da başka yoldaşlarımız da alınan karar doğrultusunda, Dersim’deki parti ve askeri gücümüzle buluşmak, tartışmak, birliği güçlendirmek için alana gitti. Ancak Dersim’deki parti ve savaş gücümüzle buluşamadık/buluşturulmadık. Nubar yoldaşımız orada yoldaşlarıyla buluşup kucaklaşıp silah çatamadı. Ancak içimiz rahat, çünkü o, partimizin ve savaş gücümüzün birliği için büyük bir çaba ortaya koydu. Ve şehit düşüşüyle de bütün yoldaşlarına açık ve yalın bir birlik mesajı verdi. Yoldaşımız darbeci tasfiyecilerin ihanetinin ortasında şehit düşerek, partiye ve ona gönül vermiş yoldaşlarına, taraftarlarımıza, kitlemize, emekçi halkımıza açık ve net bir mesaj verdi.

– Onun bu çabası birliğe dair bir sonuç vermedi mi yani?

– Evet, başta Nubar yoldaş olmak üzere partinin ideolojik-politik hattında ısrar eden bütün yoldaşlarımızın çabası sonuçsuz kaldı. Daha önce de dediğim gibi, 2015 operasyonuyla parti tarihimizde, burjuva ideolojisi için belki de hiç olmadığı kadar uygun bir zaman ve bulunmaz bir fırsat doğdu. Teori ve stratejimizin özüne uygun şekilde kavranıp uygulanmaması, bunun bir çizgi haline getirememesi, etkili müdahale etme pozisyonu ve yeteneğine sahip bir önderliğin yaratılamaması sonucu burjuva çizgisi etkili oldu. Ve sözde Kaypakkayacı özde burjuva tasfiyeci bu çizgi uygulanmaya çalışıldı! Bu duruma parti içinden itirazların yükselmesi kaçınılmazdı! Nitekim, öyle de oldu?

Buna rağmen partiyi sahiplenen, ilkeleri ve tüzüğünün uygulanmasını isteyenleri “hizip”çi olarak tanımlamak, üstelik de on yıllardır partiyi sağ tasfiyeci bir hatta yönetip, gelinen aşamada bu çizgiyi eleştiren, sorgulayan ve muhalefet eden yoldaşları “sağ oportünist” olarak değerlendirip propaganda etmek ancak ve ancak burjuva politikacılara özgüdür! Zaten az önce de bu benzerliğin altını çizmeye çalışmıştım. Ve bunun tesadüf olamayacağının…  Bütün bu propagandalara inanan var mıdır bilmiyoruz ama, yıllardır sağ oportünist bir çizgi izleyerek, şimdi kendilerine “programcı”, “gerillacı”, “Kaypakkayacı”, “önder” diyenlerin bu durumu eleştirenlere sağ oportünist diyebilmesi hata ve zaaflarının sonuçlarını kabul edecek yetilerinin gelişmemiş olması bir yana şaka gibidir! Bizce sağ oportünist çizgilerini sol söylemlerle maskeleyip, kendi suçlarını gizlemeye çalışanlar, hesap vermekten kaçanlar fena halde yanılmış ve hesapları tutmamıştır.

– Geçen yıl da alanınızdan, ilgili bölgeye gidildiğini öğrendik…

– Evet, yoldaşlardan gelen bilgi ile toplantı için ilgili alana gittik. Ve her türlü ikna çabasını samimiyetle ortaya koyduk. Ancak çabalarımız sonuç vermedi.

Bilinir ki, Parti içi sorunların çözümünün bir yolu, yeri ve yöntemi vardır. O da partinin tüzüğü-hukuku ile belirlenmiş çerçevesi ve iradesidir. Ve bunlar istisnasız herkes içindir.

Partimiz uzun süredir, ciddi ve ağır ideolojik-politik-örgütsel ve yönetsel sorunlar yaşıyordu. Çözüm için toplanılması ve merkezi görevlerin yerine getirilmesi gerekiyordu. Ancak toplantı örgütlemek için küçük bir adım dahi atmıyorlar, bu adımı atmaya çalışan yoldaşların çabaları ise karşılıksız kalıyordu. Herhangi bir komünist parti bir sorun yaşadığında tek çözüm, ilgililerinin toplantı yapıp eleştiri ve özeleştiri temelinde sorunlarını masaya yatırmasıdır. Bu en temel devrimci ilke ve kurallar dahi darbeci tasfiyeci klik tarafından çiğnenmiş, sorunlar çözülmeyerek kriz ortamı yaratılmış ve kaos süreğen hale getirilmek istenmiştir. Sonuç olarak parti tarihimizin belki de en derin bunalımını yaşattılar ve çapsız bir grup olarak partimizden koptular.

Bu durumda ilgili alana o dönem içinde giden ve yanyana gelebilen yoldaşlar olarak üç konuda hem fikirlik sağladık. “HBDH meselesinde Partimiz içinde farklı görüşler mevcuttur ve yeni bir merkezi irade oluşturuluncaya kadar HBDH içinde kalınmaya devam edilecektir”, “Mevcut MK önderlik yetkisini kaybetmiştir. MK adına, parti adına açıklama yetkisi ve hükmü kalmamıştır” ve “tamamlanmayan toplantı … tarihlerinde gerçekleşecektir.” Bütün yoldaşlar bu konuda bilgilendirilecek ve bu bilgiler üzerinden parti birliği esas alınarak hareket edilecekti. Ancak çok üzülerek belirtmek istiyorum ki, bu başlıklar ve kimi başka başlıklarda da hemfikir olduğumuzu düşündüğümüz alandaki bazı yoldaşlarımız bu kararlara uymadılar.

Bu parçalı ve bölünmüş durum, kendi kararlarının arkasında durmama hali kaosu büyüttü. Ve darbeciliğe güç verdi. Hiçbir hukuk ve tüzüğe dayanmayan, haklılığı ve meşruluğu kalmamış olan ve buna rağmen parti yönetimini on bir yıldır elinde tutan azınlık üyeler, bu burjuva politikalarına karşı çıkan ve darbeci kararlarına uymayan yoldaşlarımıza şiddet uygulamak yolunu dahi seçtiler. HBDH’den ayrıldığımızı açıkladılar ve kararı tanımayan yoldaşlarımızı teşhir, karalama, tecrit ve tehdit yolunu seçtiler. Partiyi tam bir kaos içinde bırakarak kriz üzerinden yönetmeye çalıştılar. Kendilerine yakışır bir yönetsel çizgi izlediler.

“PARTİYE Mİ DARBECİLİĞE Mİ KATILIM?”

– Bu kesimin verdiği bir röportajda partinizin Rojava gücüne de bir çağrısı oldu. Bu konuda ne demek istersiniz?

– Tek cümleyle ifade edecek olursam: Partiye mi darbeciliğe mi katılım?

Bizimleyken başka, arkamızı döndüğümüzde başka davrananların Rojava’da savaşan TİKKO gücünü “parti ve savaş çizgisinde konumlanış almaya” çağırması bizce ucuz bir propagandadan ibarettir. Bunu samimiyetsiz buluyoruz açıkçası! Biz zaten partimizin savaş çizgisindeyiz. Dün de böyleydi bugün de böyle. Konumlanışımızda bir değişiklik olmadı yani. Bizler TKP/ML’ye bağlı TİKKO savaş gücü olarak 8. Konferans’ımızın gerilla savaşı yaklaşımı-açılımı doğrultusunda Ortadoğu’da savaş ve parti görevlerimizi gerçekleştirmek için konumlandık. Dört yıldır Ortadoğu’da, Rojava’da parti ve savaş çizgisi temelinde konumlanmış durumdayız ve TC devletine-DAİŞ çetelerine karşı savaş pratiği içindeyiz. Bu süre içinde ne acıdır ki, parti ve savaş çizgimize karşıt yönde hareket eden, savaşın dışında konumlanan, devrim ve savaş sorumluluklarını yerine getirmeyen burjuva yönetimin sayısız yıkıcı pratiğine maruz kaldık.

Parti tüzüğümüzde son derece açık olan maddeleri çarpıtan, işine geleni uygulayan işine gelmeyeni uygulamayan; ayak oyunlarıyla “çoğunluğu temsil ediyoruz” yalanına başvurarak örgütü yönetmeyi ısrarla sürdüren, yetkisi olmamasına karşın yönetici komiteler atayan, ayrı bir gençlik örgütü kuran vb. darbeci tasfiyecilerin sayısız yıpratma saldırısıyla karşılaştık. Bu saldırılar yeni değildir. Ancak itiraf etmeliyim, kendi tanımlamasıyla DPK Siyasi Komiseri’nin yaptığı türden bir çağrı ile daha önce karşılaşmamıştık!

Ancak yukarıda da özet yaptığımız gibi partimizin içinde düşürüldüğü krizden devrimci sonuçlarla çıkması için elimizden gelen çabayı sarf ettiğimizi düşünüyoruz. Alınan kararların uygulanması noktasında ısrarcı olduk, bunun risklerini göze alarak adımlarını attık, sorunu ve iç tartışmalarımızı son ana kadar kamuoyuna açmadık vb. Partinin karar aldığı ve belirttiği savaş çizgisinde savaşımızı vermeye devam ettik, parti güçlerini iç sorunların yumağında boğmaya çalışan anlayışa inat sınıf mücadelesinin görevlerine yoğunlaştık. Yani yapmamız gerekeni yaptık. Bu anlayış doğrultusunda çalışıyor ve savaşıyoruz. Büyük bedeller de ödedik. Parti içi sorunlar konusunda zamanında ve yerinde gerekli çaba ve hassasiyeti sergilemeyen, sorumluluklarını yerine getirmeyen, sağduyulu davranmayan, ikili bir karakter sergileyen, ortak olduğu kararları uygulamaktan dahi aciz olanların, alana gelişimizi görmezden-sesimizi duymazlıktan gelerek adeta ölü taklidi yapanların çağrılarını tam da bu nedenle samimi bulmuyoruz. Ve anlamakta ve anlamlandırmakta da zorlanıyoruz açıkçası.

Şimdi bize, bu koşullarda “konumlama ve katılma” çağrısı yapanlar, birlikte alınan kararları hayata geçirmemek için bizimle iletişim kurmayan, yoldaşlara ulaşma ve onlarla tartışmamızı bilinçli olarak engelleyenlerle aynı kişilerdir. Üstelik biz alınan ortak kararların uygulanması için girişimlerde bulunur ve partinin birliği için samimi bir çaba harcarken, bu sırada yoldaşlarımıza şiddet ve taciz devreye sokulmuş ve bundan dahi medet umulmuştur. Tüm bunların bilgisine ve gerçekliğine şehitlerimiz, savaşçılarımız ve halkımız tanıktır.

“İHBARCILIK DİYE DİYE İHBARCILIĞA DEVAM ETMEK!”

– Tüm bu ifade ettiklerinize rağmen bu grubun çeşitli açıklamalarında devrimcileri ihbarcılıkla itham ettiklerine tanık oluyoruz. Buna dair bir şeyler söylemek ister misiniz?

– Biraz önce de söylediğim gibi bu anlayış sahipleri gerçekliği ters yüz edip çarpıtmak konusunda oldukça ustadır. Yalanda ustadırlar. Sorduğunuz soruda da benzer bir durumla karşı karşıyayız Parti içinde yaşadığımız diğer sorunlarla benzer bir durum bu da. Çünkü aynı ideolojik bakış açısının ürünü. İlk önce sorunu yarat, sorunu çözmek için çaba harcayanlara yanıt verme, yani çözümsüz bırak sonra sonuçlardan nemalanmaya çalış!

Sürecin başından itibaren her fırsatta yoldaşlarımızı sosyal medya üzerinden üstelik de dönem dönem açık kimliklerini yazarak deşifre edip, ihbar edenler bunlardır. Çok geriye gitmeye gerek yok! Son olarak TC faşizmine iade edilmek istenen Turgut Kaya, bedenini açlığa yatırmışken dahi, eşine az rastlanır bir gözüdönmüşlükle onun hakkında karalama -deşifrasyon- kampanyası yürüten, hakkında sayfalar dolusu yazılar yazıp onu objektif olarak düşmana ihbar edenler de onlardır. Turgut Kaya hapishanede; yoldaşları sokaklarda, alanlarda mütevazı ama sürecimiz açısından bir o kadar önemli bir direniş destanı yazarken dahi bu grup öfkesine engel olamamış, deşifrasyon ve karalamalarına devam etmiştir. Bizlerin buradan dahi coşku ve gururla izlediğimiz, elimizden geleni yapmaya çalıştığımız ve de her samimi ve dürüst devrimcinin de aynı coşku ile katıldığı ve izlediğini gördüğümüz, bundan emin olduğumuz böylesi bir tabloda saldırganlığın bu denli hakim hale gelmesinin yorumunu okuyucularınıza bırakıyorum.

Örnekler çoğaltılabilir ancak yeterince deşifrasyon olduğu için, tekrar ederek bunlara katkı sunmamak adına, ayrıntıya girmemek devrimci bir tutumdur.

Şimdi de hala benzer meseleler üzerinden devrimcilere, yoldaşlarımıza saldırıyorlar, ihbar ve tehdit etmeyi sürdürüyorlar. Doğrudan doğruya yoldaşlarımızın isim ve faaliyet alanlarını şu ya da bu amaçla yaptıkları açıklamalarda kullanarak aslında düşmana ihbar ettiklerini görüyoruz. Deyim yerindeyse ihbarcılık diye diye ihbarcılık yapmaya devam ediyorlar.

Mesele aslında devrimci komünistler açısından son derece basittir. MLM’ler için oldukça basittir. Maoist olduğunuzu iddia ediyorsanız, parti içi eleştiri, itiraz ve görüşleri hasır altı etmeye çalışmazsınız, hele hele şiddeti halk içindeki çelişkileri çözmede devreye sokmazsınız, görevi başındaki devrimcileri ihbar niteliğindeki açıklamalar yapmazsınız, kurumları gasp etmezsiniz vb. vb. Eğer bunların tersini yapıyorsanız kendinize Maocu diyebilirsiniz ama Maoist olamazsınız… Çünkü hangi örgüt olursa olsun onun niteliğini belirleyen şey, o örgütün eylemidir.

Gerçekten sorun mu çözmek istiyorsunuz? Bunda samimiyseniz, örneğin gasp ettiğiniz kurumları devrimci (partimizi devrimci ilan ettiklerine göre!) sahiplerine iade edin; yaptığınız açıklamalarda devrimcileri ihbar etmeye son verin; sınıf mücadelesine, kendi gündemlerinize yoğunlaşın; işinizi yapın vb. Ama bunların hiçbirini yapmayacaklarını biliyoruz. Çünkü sorunun kendisi olanlar sorunu çözemezler! Kendi varlık gerekçelerini, politikalarını partimiz üzerinden, partimize saldırarak var etmeye çalışanlar bunu yapmayacaklardır. Bunu biliyoruz. Gerisi bolca hamasi nutuklarla bezeli açıklamalar, ellerinde “devrimci ölçer”le herkese ders vermeye çalışmalarıdır. Bu yaklaşımı kimsenin ciddiye aldığını sanmıyoruz. Çünkü halkımızın güzel ifadesiyle ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz…

Kendi çözümsüzlüklerini ve iktidar hırslarını devrimci kurumları basıp gasp ederek tatmin etmeye, eğer varsa devrimcilik iddialarını sınıf mücadelesi içinde konumlanmayla değil bir başka devrimci örgüt üzerinden tanımlayıp, düşmanlaştırma siyaseti üzerinden kendini var etmeye çalışan bu anlayışı bizler yakından tanıyoruz. Ve aslında bu geri ve apolitik yaklaşımla pek de ilgilenmiyoruz. Devrimciliği kendi iktidar hırsımız için yapmıyoruz. Bütün çabamız partimize ve halkımıza verdiğimiz sözü yerine getirmekten ibarettir. Hal böyle olunca kimin ne kadar devrimci olduğuna sınıf mücadelesi ve sosyal pratik karar verecektir, buna inanıyor; sınıf mücadelesinin süzgecine ve elbette kendimize güveniyoruz.

– Partinizin darbeci tasfiyeci süreci yaşamasında sizin payınız nedir?

– Elbette ki, bizler aktif ideolojik mücadeleyi, etkili sorgulamayı başaramadığımız; hata ve zaaflarımıza karşı köklü bir mücadele çizgisi yürütemediğimiz; eleştiri-özeleştiriyi uygulayıp geliştiremediğimiz; derinleştirip etkili bir yöntem ve çizgi haline getiremediğimiz için burjuva çizgi saflarımızda bu denli etkili oldu. Bizler partinin ideolojik-politik hattında silahlı ve illegal faaliyeti esas alan zeminde, devrimci bir önderlik anlayışı çizgisini etkili kılamadık. Küçük burjuva anlayış üzerinden yükselen pratik ve faaliyetçi-kadrolara karşı etkili, değiştirici-dönüştürücü ve geriletici bir mücadeleyi geliştiremedik. Hem dışımızdaki hem de kendi içimizdeki küçük burjuva anlayışlarla uzlaştık. Parti içinde uzlaşmanın, küçük burjuva çizgiyi açığa çıkartıp mücadele etmemenin, ne kadar kötü sonuçlar doğurduğunu gördük ve yaşadık.

Görev alanlarında uzun yıllarca sağlam bir komite bile kurmayan, örgütü bir adım bile ileriye götüremeyen, en asgari devrimci görevini bile yerine getirmeyen anlayışlarla ve bozulmuş kadrolarla uzlaştık. Hata ve zaaflara karşı eleştiri ve özeleştiri silahını yeterince aktif kullanmadık. Ve burjuva çizgi, kendini her başarısızlığımız içinde adım adım, yeniden örgütledi.

Partimizin kendini örgütlemesine, yenilemesine ve sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına göre konum almasına önderlik yapamadık. Bu şekilde de kitlelerin örgütsüzlük içinde sömürü ve zulmün vahşeti altında uçurumun dibine yuvarlanmasına göz yummuş olduk aslında. Aslında üzüntümüz buna dairdir! Kendimize kızmamız bununla ilgilidir. Çünkü biz biliyoruz ki, yerine getirilmeyen her görev düşmana hizmet demektir. Aynı zamanda tasfiyeciliğin örgütlenmesine, örgüt içinde güçlenmesine hizmettir. Her küçük hata ve zaaf süreç içinde gelişip büyüyerek tasfiyeciliğin zemini haline gelebilir.

Kısacası ciddi ideolojik hatalarımız var. Bunlar üzerinde ayrıntılı ve titiz bir inceleme yaparak, durmak, anlamak ve çözmek istiyoruz. Yani iğneyi karşımızdakine batırırken çuvaldızı kendimize batırmaya çalışıyoruz. Doğru ve devrimci olanın bu olduğuna inanıyoruz. Aktif ideolojik sorgulama, her ayrıntıda, her pratikte çok yönlü ve derinlikli sorgulama içinde, özümüze ve gerçekliğimize, dayandığımız devrimci temele dönmek istiyoruz. Bu çabamız güçlüdür.

Üstelik bu süreç, tüm geri noktalarına rağmen Partimiz içinde “yeni”nin filizlenmesine de yol açmış ve bu yürüyüşün en önünde kadın ve genç yoldaşlarımız yer almıştır. İşte tam da bu, kazanacağımıza dair umutlarımızı tazelemektedir. Çünkü partimizin yarını bu yoldaşlardır. Bizler inanıyoruz ki, özgürlük ve devrim isteyenlerin gücü hata ve zaaflarını alt edecek güçtedir. Biz bunu başaracak güçte ve iradedeyiz. Teorimiz-stratejimiz- şehitlerimiz-yoldaşlarımız-halkımız bizden başarıyı bekliyor. Başarının partisini, zaferin kadro ve militanlarını yaratmayı bekliyor. Başarmak zorundayız ve kimsenin tek bir kuşkusu olmasın ki biz bunu  başaracağız.

– Son olarak ne söylemek istersiniz?

– Partimize gönül vermiş devrim ve özgürlük arayan her yoldaşa, militan emekçiye, halkımıza diyeceğimiz şudur; Kendi gücümüze, devrime, özgürlük savaşımımıza ve partimize inanalım, güvenelim. Her şeyi neden ve sonuç ilişkisi içinde ve çok yönlü sorgulayalım. Partimiz ve onun önderliğindeki ordumuz, devrimci savaşa önderlik etme yeteneğine sahiptir. Biz partimize ve kendimize güveniyoruz.

Zorlukların bilincindeyiz; Son söze Lenin’e bırakırsak “… güçlük, olanaksızlık demek değildir. Önemli olan şey, seçilen yolun doğru bir yol olduğuna inanmaktır, bu inanç mucizeler yaratabilen devrimci enerjiye ve devrimci enerjiyi ve devrimci coşkuyu yüz kat artırır.”

– Teşekkür ederiz!

– Ben teşekkür ederim!

“GERÇEK PARTİLİ, GERÇEK TİKKO SAVAŞÇISI VE KOMUTANI OLMA NİRENGİMİZ KOMUTAN NUBAR OZANYAN’DIR.”

Siyasi Komiser’le olan sohbetimizin ardından kayıt cihazımızı Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu komutanlarından birine uzatıyoruz.

– Merhaba, öncelikle Ortadoğu’nun kaotik ve çatışmalı tablosunu ve burada olmanızın nedenlerine dair neler söylemek istersiniz?

Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu Komutanı: Merhaba…

Her halükarda ülkemizin ve coğrafyamızın devrimci ateşi partimizi de sarmalına alarak, partimizin yönelimini sözsel düzeyde değil, sınıflar mücadelesi arenasının örsünde sarsılmaz bir sağlamlıkta şekillendirmemize imkanlar sunmaktadır.

1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası, emperyalist devletlerin cetvel ile sınırlarını belirlediği tüm devletler, yeniden günümüzün emperyalist-kapitalist devletlerinin açık ya da dolaylı müdahaleleri ile altüst oluyor. Ortadoğu’nun enerji yatakları yeniden paylaşım masasına yatırıldı. Diğer yandan mezhepsel, dinsel ve ulusal çelişkiler, emperyalist güçler tarafından silahlı çatışmaların, savaşın vazgeçilmez bir argümanı olarak pervasız bir şekilde kullanıma sürüldü. Emperyalistler için çok yönlü imkanlar bağlamında Ortadoğu halkları kan gölüne hapsedildi. Enerji yatakları yağmalanıyor, dev silah tekellerine muazzam pazarlar yaratılıyor, yıkımlarla birlikte hayata dair en temel tüketim metaları fahiş fiyatlardan piyasa ediliyor… Emperyalizm ve onların bölgesel işbirlikçisi yarı-sömürge devletlerin komprador burjuvazileri üzerinden Ortadoğu’nun yoksul, emekçi halklarının mahkum edildiği bu yıkımın, dehşetin, vahşetin bir de tersten etkileri ortaya çıkıyor.

Kürt Ulusal Hareketi’nin öncülük ettiği ve bölgenin ezilen, sömürülen, katledilen halklarının ortak devrimci karşı koyuşunun örgütlendiğine tanık oluyoruz. İşte tam da bu noktada emperyal kanlı-kirli hesapların arasından, halkların devrimci ve ortak mücadelesinin yükselişini yaşıyoruz.

Biz Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist, Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu gerillaları olarak bu süreçte üzerimize düşen görevi tereddütsüz, canla-başla yerine getirmeye çalışıyoruz. Gücümüz oranında, bu savaşın bir öznesi olarak; partimize yakışır bir cesaret ve tutarlılık ile üzerimize düşen sorumluluğu taşımaya devam ediyoruz.

Coğrafyamızdaki gelişmeleri MLM perspektif ile analiz ettiğimizde, ülkemizde ve komşu ülkelerde devrimci durumun, muazzam bir gelişme biriktirdiğini söylemek abartı olmayacaktır. Güney komşu ülkeler ile sınırlarımızın, beton duvarlara rağmen halklar açısından, objektif anlamda kadükleştirildiği ortadadır. Yüz binler, milyonlarca insan, savaş şartlarından dolayı en yakın ülkelere geçmiştir. Sıfırdan, en ağır sömürü ve her türlü suistimal şartlarında yeni bir hayat kurmaya çalışan milyonlarca yoksul, emekçi insan gerçekliği, herkesin görüp kabul ettiği bir realite haline gelmiştir.

Diğer yandan Kürt Ulusal Mücadelesi ülke sınırlarını çoktan aşıp neredeyse tüm dünyanın kabul ettiği büyük bir Ortadoğu değişiminin, halkların demokratik, özerk yeni yönetim deneyiminin, stratejik bir coğrafyada göz alıcı bir örneğini örmektedir. Türkiye Devrimci Hareketi’nin ezberlerini bozan, muazzam bir bölgesel devrimci konjonktürün hızla yükselişine tanık oluyoruz.

Parti olarak bu sürecin, nesnesi olmamızı değil, Demokratik Halk Devrimi’ni gerçekleştirme perspektifi ile öznesi olmamızı, bizim açımızdan, benzersiz bir yükselen devrimci dalga ivmesine kendimizi sürat ile uyarlamamızı şart kılıyor.

Bölgedeki kaotik savaş konseptinin salt askeri çerçevede bir görevi değil, siyasi, sosyal görevleri de acil bir biçimde partimizin omuzlarına yüklediğini düşünüyorum.

– Partinizin yaşadığı süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

– Öncelikle, yakın zamandaki değerli kayıplarımız, şehitlerimiz, Komutan Nubar Ozanyan, Serdar Can, Güzel ana yoldaşlarımız şahsında tüm Parti ve Devrim Şehitleri’ni saygı ile anıyorum.

Partimiz önderlik krizi üzerinden yaşadığı tarihsel statükoculukta demirleme komplosunu bertaraf etti. Şu aşamada, ilgili herkesin sürece dair yeterince bilgi sahibi olduğunu ifade edebiliriz. Dolayısıyla bu bağlamda güncel mesele parti önderliğinin devrim ve devrimci savaş derdi olmayanlar ile söz kalabalığına mahkum edilmek istenmesine, “kim daha İbrahimci” polemiğine takılıp kalınmasına, Demokratik Halk İktidarı kurma misyonunu devre dışı bırakma hesaplarına ihtiyacı olmadığıdır. Bunları boşa çıkartma; görevi ile yüz yüze olduğumuzu görmemiz ve kavramız gereklidir.

Partimiz, önderlik gaspı hesapları üzerinden, söylemde sol, pratikte ise sağ marjinallik batağına çekilmek istenmiştir. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı ve tüm bu entrikalar partimiz ve geleneğinde tutmadı. Zira devrim diye bir dertleri olmayanların, ne savaş alanlarında ne de kentlerde dişe dokunur, samimi bir çabalarının söz konusu olmadığını ve asla olamayacağını biliyoruz. Bilakis tüm devrimci üretken çabaları, sorunları aşma, ileriye doğru sağlam adımlar atma umutlarını da yağmalamaya çalıştılar. Bu tarz traji-komik hayallere kapılanların hevesleri kursaklarında kaldı.

Bugün partimizin yaşadığı sancının, sadece yakın zamanın sonucu ve sorunu olmadığının altını çizmek, geleceğe dönük bütünlüklü, öngörülü ve gerçekten komünist bir yönelim belirlemek için hayati derecede önemlidir. Sorunun kaynağı, hemen hemen son otuz yılımızı ince ince işleyen, statükoyu korumayı ya da gerilemeyi nesnel şartlar izahı ile partililerimize empoze eden, uzunca bir süre kesintisiz önderlikte yer alan sağ liberal “önder” kadroların basiretsizliğidir. Bahsini ettiğimiz bu önderlik, Marksizm’in bir reçete değil devrimci bir eylem kılavuzu olduğu, toplumsal devrim bilimi olduğu düsturunu ciddi anlamda bilince çıkartamadı, kavrayamadı, içselleştiremedi. Ustaların klasiklerine çalışmayı “okumak-ezber etmek” düzeyinde ele alan, günceli MLM perspektif ile tahlil edip doğru siyaset geliştiremediği gibi pratik bir yönelim, ileri doğru gerçekten devrimci yönelim gerçekleştirebilmekten uzak düşmekten kurtulamamıştır.

Yaşanılanlardan doğru temelde gerekli dersleri çıkarmak elzemdir. Geçmişimiz ve bugünümüzle yüzleşerek, Demokratik Halk Devrimi güzergahında sarsılmaz adımlar ile ilerleyeceğimizin bilinmesi gerekir. Eski tarz önderlik, orta düzey kadroluk ve parti üyeliğinin, partimize yaşattıkları üzerine, başlı başına bir eğitim süreci öncelikli görevlerimiz arasında ilk sıralarda yer alıyor.

Bugün yaşadığımız tasfiye ve darbe girişiminin kodları daha önceki tarihlerde de mevcut. Bunu görmemek imkansız. Yeniden ayağı dikilmeye dair albenili cümleler kurmayı doğru bulmuyorum. Zira tarihimiz bunun örnekleri ile dolu. Fakat belirtmeliyim ki artık bu ve benzeri girişimlerin parti önderliğimize dek nasıl çöreklenebildiğini gerçekten tarihsel arka planı ile siyasal, ideolojik ve örgütsel boyutu kapsamında, çok ciddi anlamda ele alıp değerlendirme yapmamız, hayati derecede mühim bir görev olarak önümüzde duruyor.

– Son olarak ne söylemek istersiniz?

– Son söz olarak, Partimiz Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist, ordumuz Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu ve gençlik örgütümüz Türkiye Marksist Leninist Gençlik Birliği ve de tüm parti örgütlerimiz sürecimizden gerekli dersleri çıkartarak kendini yeniden örgütlüyor. Bu çok sancılı süreç, bir bütün olarak parti tarihimiz ile dolaysız şekilde kolektifimiz ile her bir parçamız ile kendimiz ile yüzleşmemizi şart kıldı. Hiç kimsenin bundan yana kaygısı olmasın. Partimize, Demokratik Halk Devrimi’ne gönül veren herkes bilmeli ki; söylemsel zeminde değil, pratiğin harlı ateşinde, komünist iradesi çelikten biçimlenen, dinamik, cesur, kararlı ve hiç hesapsız partililerimizin cüretine tanık olacaktır.

Parti üyeliğine, kadroluğuna ve savaşçılığına, savaşta kurmay kadro olmaya verilecek en yakın ve anlamlı örnek Nubar Ozanyan yoldaşımızdır. Gerçek Partili olma, gerçek Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu savaşçısı ve komutanı, militanı olma nirengimiz Komutan Nubar Ozanyan’dır. Ve bu süreci Ozanyanlaşarak aşacağız.

Biz partimize güveniyoruz. Çünkü bizi biz yapan partidir. Her bir yoldaşımızı safları sıklaştırmaya, mevzilerimizi doldurmaya davet ediyoruz.

– Teşekkür ederiz!

– Ben teşekkür ederim!