1 Mayıs’ı Halkların Direniş Mevzisine Dönüştürelim!
AKP-MHP faşizmi, Türkiye ve Kürdistan halklarına karşı yürüttüğü devlet terörünü hiç ara vermeden devam ettiriyor. Ancak katliamlar, işgaller, sistematik gözaltılar, tutuklamalar, sömürü ve inkâr siyaseti ile kendi iktidarını korumaya çalışan AKP, maçın son dakikalarını oynamaktadır. 31 Mart Seçimleri, bunun, gündelik siyasetteki yansımasından başka bir şey değildir.
Bu yüzden diktatörlüğün terörü kimseyi yanıltmamalıdır. Bu, onun güçlü olduğunun değil, aslında birçok yönden güçsüz olduğunun göstergesidir. Her köşeye sıkıştığında, bir yerden saldırmaya çalışması faşist devletin tipik özelliklerindendir. Hatta bir süredir sürekli saldırı halinde olması ise onun sıkıştığı köşelerden çıkamadığının bir ifadesidir. Özellikle 31 Mart kısmi yenilgisi sonrası gösterdiği refleksler ibret vericidir. Burjuva seçim iradesine bile gösterilen tahammülsüzlük, iktidarın tekçileşmesinde, neredeyse zirve noktasıdır. Şiddet ölçeği ne kadar artar da boyutlanırsa, gidişi de o kadar yakındır bu rejimin. Zirve noktasına varan iktidarın da elbet bir sınır noktası vardır. Ya atmosferin dışına değecek, yanarak yok olup gidecektir; ya da yakıtı bitecek, aynı hızla yere doğru düşüşe geçecektir.
Ancak tüm bu tablo, onun ne kendiliğinden ne de yalan seçimlerle gideceğini göstermektedir. AKP’yi ve inşa etmiş olduğu rejimi yerinden edecek olan, Türkiye ve Kürdistan emekçi halklarının örgütlü ve birleşik mücadelesidir.
Bugün itibariyle Leyla Güven ve zindan direnişçilerinin şahsında simgeleşen; “Tecride Karşı Açlık Grevi” eylemleri, tüm manipülasyon ve sansüre rağmen, halkların gündemine kendisini bir gerçeklik olarak dayatmaktadır. Aynı şekilde, 8 Mart’ta sokağa çıkan kadın iradesi, cins bilincinin, erkek egemenlikçi sisteme karşıtlık bağlamında, faşist iktidara karşı nasıl yöneldiğinin en somut halidir. Aynı şekilde gençliğin biriken öfkesi iktidar için her gün daha bir korkutucu hale gelmektedir. Öyle ki yeni bir Haziran Ayaklanması yaşanacağına dair korkusu ve özellikle üniversiteli gençliğe yöneltilen baskı, bunu ne kadar bastırabilir, gelecek günler bize gösterecektir.
Diğer bir yandan, rantın-yolsuzluğun-talanın ve yağmanın derinleştirdiği ekonomik krizin faturası emekçilere kesilmektedir. Yapısal reform paketi altında sunulan yeni sömürü planlamaları; “Emekçi sınıflar daha fazla nasıl kamburlaştırılabilir?” sorusunun bir cevabı niteliğindedir. En temel gıda ürünlerinin bile tarihte görülmedik fahiş fiyatlara ulaştığı bu süreçte, emekçilere böylesi bir programın dayatılması, sermayedarların ve onun siyasal iktidarının gerçek yüzünü, en geniş emekçi kesimlere yakıcı bir şekilde gösterecektir kuşkusuz.
Tüm bu tabloda, 1 Mayıs’ı bir direniş mevzisi olarak örgütlemek, birleşik devrimci güçlerin önündeki en önemli görevlerden birisidir. Ki 1 Mayıs’ın yol açıcılığı ve tarihsel önemi bu noktada bir pusula olarak ele alınmalıdır. Amerika’da 500 bin işçinin yol açıcılığında başlayan gelenek, hala uluslararası ölçekte bir kavga günü olarak kutlanmakta. Özellikle, bizde Taksim ile simgeleşen 1 Mayıs direnişleri, hep bir dönüm noktası olmuştur. 78 anti-faşist direnişi; 77 Kanlı 1 Mayıs’ından sonra bir ivme kazanmış ve yükselişe geçmiş; 96 Kadıköy 1 Mayıs’ı militan bir işçi mücadelesinin pusulası olmuş, aynı şekilde 2013 1 Mayıs’ı, Taksim çatışmaları; Haziran Ayaklanması’na giden süreçte bir viraj alınmasına vesile olmuştur. Devletin, 1 Mayıs’ı ve Taksim’i bir heyula olarak görmesinin pratik-siyasal sebepleridir bunlar.
Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde Taksim 1 Mayıs alanıdır. Faşist devletin Taksim yasağı işçi sınıfı ve emekçi kitleleri belleksizleştirme ve sınıf bilincine ket vurma arayışının bir ifadesidir. Tam da bu yüzden Taksim işçi sınıfı için ayrı bir öneme sahiptir. Başta Taksim olmak üzere biz işçi ve emekçilere yasaklanmış olan tüm meydanları, alanları özgürleştirdiğimizde 1 Mayıs’a gerçek anlamını vermiş, onu sınıfa karşı sınıf bilinci ile kutlamış olacağız.
Sermaye, dili, dini, ırkı, cinsiyeti ne olursa olsun işçi sınıfı ve emekçiler için işsizlik, yoksulluk, güvencesizlik, geleceksizlik, sefalet üretir. İşçi sınıfının gerçek kurtuluşu işsizlik, yoksulluk, güvencesizlik, açlık, sağlıksızlık vb. vb.. üreten sermayeye karşı; bizi Kürt-Türk diye ayırıp birbirimize kırdırmaya çalışan, özgürlüksüzlüğe mahkum eden faşist devlete karşı birleşik sınıf eylemini büyütmekten geçer.
Bu minvalde 1 Mayıs, toplumsal muhalefetin birleşme odağı olarak görülmelidir. Kürt halkının ve en geniş toplumsal muhalefetin özgürlük taleplerini; işçi sınıfının özgürlük mücadelesine paralel bir biçimde örgütlemek tek çıkış noktasıdır. Türkiye ve Kürdistan halklarının arasında köprü, bu ayaklar üzerine inşa olacaktır. HBDH olarak; tüm halkları, ezilenleri, kadınları, gençleri ve tüm emekçileri 1 Mayıs alanlarına, direnişe, kavgaya çağırıyoruz. Gün cüret etme günüdür. Halkların mücadelesini, faşist iktidarın göğsüne, bir hançer misali, saplama günüdür!
HBDH Yürütme Komitesi