Derya Aras
Ölümsüzleştiği tarih: 2 Şubat 2011
1979 yılında Erzincan’da doğan Sevda parti isimli Derya Aras yoldaş, Kürt milliyetine mensuptu.
Derya Aras yoldaş, genç yaşlarında devrimci düşüncelerle ve partimizin görüşleriyle tanışmıştır. Lise yıllarında Komsomol örgütümüz TMLGB’de örgütlenmiş ve devrimci faaliyet yürütmeye başlamıştır.
1998 1 Mayıs’ında tutuklanmıştır. Kısa bir tutsaklık sürecinden sonra devrimci mücadelesini sürdürmüştür. TMLGB Merkez Komite üyeliği görevini sürdürürken 2004 yılında tekrar tutsak düşmüştür.
Derya Aras yoldaş hapishane sürecinden sonra Ekim 2009’da gerilla mücadelesine katılmıştır.
Derya Aras yoldaş, 2010-2011 Kış Üslenim Sürecinde, Dersim’de Aliboğazı bölgesinde kadın gerillaların kışı geçirmek için kaldıkları barınağın, yoğun kar yağışı nedeniyle çökmesi sonucunda, Sefagül Kesgin, Gülizar Özkan, Fatma Acar, Nurşen Aslan yoldaşlarla birlikte ölümsüzleşti.
Parti ismi Sevda olan Derya Aras yoldaş ölümsüzleştiğinde TKP-ML militanı ve TİKKO savaşçısıydı.
****
BEŞLERİN NAAŞLARININ ALINMASI (ALİBOĞAZI-DERSİM)
BEŞLERİN UĞURLANMASI (5 Haziran 2014 -DERSİM )
********
***********
AFİŞLER
*****
“Çok insiyatifli ve kıvrak bir zekaya sahipti.”
“İmkanları nasıl zorlayabilirim de beni, bizi yok etmeye çalışanları ben yok edebilirim?” diye düşünürdü.”
-2 Şubat 2011’de Dersim’de kış üslenimi sırasında kaldıkları manganın çökmesi sonucu Sefagül Kesgin (Eylem), Nurşen Aslan (Emel), Gülizar Özkan (Özlem) ve Fatma Acar’la (Dilek) birlikte ölümsüzleşen Derya Aras’ı (Sevda) tanıyorsun. Bize Derya’yı anlatır mısın?
Yaşamını yitiren yoldaşlarımızı nasıl anmak ya da nasıl anlamak lazım? sorusuyla başlamak isterim.
Şöyle bir durum var, sonuçta bizden bağımsız yürüyen bizim isteğimizin dışında objektif olarak yürüyen bir kavga var. Biz içinde olsak da olmasak da, biz istesek de istemesek de, niyetten bağımsız, bir sınıflar mücadelesi dediğimiz bir gerçek var.
Toplum sınıflardan oluşmuş ve bu sınıflar arasında kıyasıya bir mücadele var. Bu tarihin ilk çağlarından beri böyle. Doğal olarak toplumun, ezilen sınıfların onların mutluluğu, onların geleceği ya da özgürlüğü için verilen mücadelelerin toplumsal bir karakteri var.
Doğallığında bu durum tarih boyunca böyle. Devrimcileri farklı kılan şey, bir ideoloji, bir politika ve belli bir örgüt biçimiyle bu mücadelenin önüne geçerek, buzu kurmaya çalışması ya da bu kavgaya bir şekilde şekil vermeye çalışması. O mücadeleye bir karakter kazandırmaya çalışması.
Bu da aslında en başta bu düşünceyi benimsemesiyle sonra da bu düşünceyi yaşama geçirmek için harekete geçmesiyle oluyor. Bu anlamda yaşamını yitiren devrimcileri, önderleri aradan 50 sene de geçse 40 sene de geçse ya da 100 sene geçse anmaya devam ediyoruz.
Mesela Lenin’in ölümsüzlüğünün 100. yılı bu sene. 100 sene geçmiş ama biz halen Lenin’den bahsediyoruz. Çünkü Lenin’in, fikirleri, o fikirler doğrultusunda pratik yaşamda ortaya koyduğu tutum hala milyonlarca insanın hayatını etkileyebilecek bir gerçeğe temas ediyor.
Canlı ve diri bir düşünce söz konusuysa bu düşünce uğruna verilen mücadelede insanların yaşamını yitirmesi ya da hayatlarını ortaya koyması doğal olarak onları her daim yaşayan bir gerçeğe dönüştürüyor.
O yüzden ölümsüzlerimizden bahsettiğimiz zaman geride, geçmişte kalmış artık kapanmış bir defterden bahsetmiyoruz aslında. Zaten o fikriyatın kendisi hala güncel çünkü toplumsal mücadeleler sürekli diri, belki daha ileriye gidiyor, bazen daha geriye gidiyor ama böyle bir toplumsal gerçek var.
Devrimciler bu toplumsal gerçeğin içerisinden doğmuş, onu almış ideolojik ve politika olarak bir düzeyden tekrar topluma taşımış ve onu bir şekil vermeye çalışmış. O anlamda zaten bir süreklilik söz konusu. Bir yaşama hali söz konusu.
Daha özel olarak da şöyle bir şey var; bu mücadele içerisinde yaşamını yitiren her yoldaşın aslında mücadele verdiği bir karakter var. Bir değer katıyor. Örnek vermek gerekirse; önder İbrahim’e baktığımız zaman Türkiye devrimci hareketinde İbrahim’den önce de işkencehanelerde direnen devrimciler var, bedel ödeyen insanlar var.
Kaypakkaya ortaya koyduğu direnişle o halkayı bu topraklarda bir üst aşamaya taşıyor ve “ser verip sır vermeyen bir komünist” olarak o mücadeleye yeni bir nitelik kazandırıyor.
Hareketimizin de yaşamdaki duruşunu, karakterini de çiziyor. Bu anlamda fikirleriyle, duruşuyla kendisinden sonra gelecek devrimciler açısından mirası devredenler ve devralanlar açısından da bir çıtayı çizmiş oluyor.
Kendisinden sonra gelenler açısından da artık orada bir çıta var, bir referans var. O referansı dikkate almak zorunda kalıyor. Hayat çok komplike, milyonlarca görüngüsü var. Bunların her biri ile ilgili devrimcilerin aslında söylemesi gereken, yapması gereken veya alması gereken tutumlar var.
Oradan baktığımızda aslında hem eksileri hem artıları, hem düşman karşısındaki duruşları, işçilerle ya da genel anlamda emekçiler de kurdukları ilişkiler, bu ilişkilerdeki yarattıkları değerler, faşistlere karşı mücadelesindeki ortaya koyduğu tutum ya da işte Ahmet Muharrem Çiçek’in örneğinde olduğu gibi silahını kırıp düşmanına vermemek için silahını kırması vb. başka örneklerle hepsi bir hareketin karakterini, yaşamdaki duruşunu ortaya koyan pratiklerdir.
Derya’dan bahsedebilirim dilim döndüğünce.
99-2000’li yıllarında okuduğum üniversitede tanıştım onunla. O dönemlerde okuduğum üniversitede gençlik çalışması vardı ama gençlik çalışması yaygın kitle çalışması yapan, geniş öğrenci kitlesine ulaşan bir çalışmadan ziyade daha kendi içinde, daha içe kapanık, onun üzerinden yürüyen bir çalışmaydı.
İlk orada görüştüğümüz arkadaşlar bir ‘eleman’ gelecek dediler. O zaman gençlik içerisinde böyle bir ifade vardı. Komsomolcular dan söz edildiğinde öyle deniliyordu. İlk defa bir Komsomolcuyla bir araya geliyordum. Bu çalışmalara yabancıydım.
Derya çok dikkatliydi. Gelirken nasıl geldiğini tek tek anlattı bize. Karşılaştığı insanları, bindiği otobüsün özelliklerini, kaldığımız yerin, oturduğumuz evin, apartmanın, mahallenin-köyde oturuyorduk o zaman- Çok detaycı ve etrafı gözlemleyen bir yanı vardı. İlk dikkatimi çeken şey o olmuştu.
Bizim tartışmalarımızı, üniversite gençliğinin genel sorunlarına dair sohbetleri can kulağıyla dinliyordu. Böyle bir yanı da vardı. Bir öğrencinin verdiği tepkilere çok anlam yüklüyordu. Herhangi bir şey olduğunda biz anlatıyorduk işte şöyle oldu, böyle oldu ya da üniversitede şöyle şeyler yaşanıyor şeklinde. O günkü yemekhaneyle ilgili öğrencilerin normal günlük yaşamda gösterdiği bir tepki. Bizim böyle atlayıp geçtiğimiz tepkileri o çok dikkate alıyordu.
Oradan yani sosyolojik bir çıkarsama yapıyordu ya da yapmaya çalışıyordu. Toplumu sürekli anlamaya çalışan bir özelliği vardı.
Bir hedef kitlesi var. Gençlik çalışması yürütüyor. Gençler ne düşünür?, neye tepki gösterir ? neyden rahatsız olur?. Bu anlamda çok böyle yoğunlaşan bir kafa yapısı vardı. O arada tabii o dönemlerde yoğun olarak bizim yürüttüğümüz çalışmalara kendisi dahil olmuyordu. Yaptığımız görüşmeler vardı önümüzde belli başlı hedefler koyuyorduk. O sonra gidiyordu.
Bir süre sonra o gelmemeye başladı. Biz onun tutuklandığını duyduk ama tutuklanıncaya kadar hatta tutuklandıktan bir süre sonra -internet bu kadar yaygın değildi- İsmini falan da bilmiyorduk. Nereli olduğunu da bilmiyorduk. Bir de giyimine kuşamına da çok dikkat ederdi, bulunduğu yerin sosyolojisine uygun bir şekilde giyinirdi.
Sanırım 4-5 sene kadar olması lazım içeride kaldı çıktıktan sonra karşılaştık. O zaman gerçek ismini öğrenmiş oldum. Hapishaneden çıktıktan sonra semt faaliyetine dahil oldu. Semt faaliyetine dahil olduğu dönemde de Marmara bölgesinde yürüttüğü faaliyetlerde, kimi zaman beraber yürüttüğümüz, katıldığımız çalışmalar oldu. Ben başka bir alandaydım. Bazen paslaşıyorduk, onun çalışmalarına dahil oluyordum.
Daha önce öğrenci kitlesini anlamaya, incelemeye dair olan bakış açısıyla bu seferde, Marmara Bölgesi’nde faaliyet yürüttüğü yoksul gecekondu mahallelerinde, semtlerde ve işçi sınıfının-emekçilerin olduğu yerlerde ya da bu bu tarz ilişkilerde onları analiz etmeye çalışıyordu.
-Politikayı yakından takip eden bir devrimci olduğu sıklıkla söyleniyor…
Politik duyarlılığı çok güçlüydü. İnsanlar çoğunlukla günlük yaşamdaki ilişkilerine, karşılaştığı durumlara öfkelenir. Oysa o biraz farklıydı. Örnek veriyorum Erdoğan diyelim ki bir konuşma yaptığı zaman felaket sinirleniyordu, çok öfkeleniyordu. Ya da devrimciler, ezilenler aleyhine bir uygulama yasalaştı, bunu duyduğunda çok sinirleniyordu. O anlamda sınıf kini diyebileceğimiz bir öfkesi, nefreti vardı.
Hapishane sürecini iyi geçirdiğini beraber kaldığı arkadaşlardan biliyorum. Yoğun bir şekilde okuma yaptığını mesela Kapital’i okuduğunu duymuştum. Hapishaneye girip de okuma yapan çok oluyor ancak okuduklarıyla dışarıyı besleyen, harekete katkı sunmaya çalışan daha nadir yoldaşlar oluyor.
Kapital gibi daha karmaşık, genel anlamda öyle kabul gören bir kitabı alıp okumak, yoğunlaşmak az sayıda devrimcinin tercih ettiği bir şey. Derya’nın algısı yüksekti. Böyle çok hızlı düşünen, pratik zekâsı gelişkin bir insandı. Özellikle de yeraltı çalışması konusunda çok tecrübeliydi.
Mesela gidilecek bölgede hangi yollar, nereye çıkar? Hangi otobüs geçer, kaç numara geçer, hangi dolmuş geçer? Hangi dolmuşlar hangi sıklıkla geçer, hangi duraklardan geçer? Yani bir durağa bindiğinde diyelim ki yoldaşını almak istiyorsan hangi durağı söylemelisin? Böyle saatine varıncaya kadar çok ayrıntılı gözlemleri falan vardı.
Derya çok insiyatifli ve kıvrak bir zekaya sahipti. Mesela şöyle bir anekdot var. O dönemde onu tanıyan arkadaşların anlattıklarından. Marmara bölgesinde belediye otobüsünde yanında çantası var, çantasında da askeri malzeme var.
Bir hırsızlık olmuş otobüste, vatandaşın bir bağırıyor, “cüzdanım çalındı otobüsün içerisinde. Cüzdanımı kim çaldı?” diye. Kapıyı kilitliyor şoför “kimse inmeyecek” diyerek. Şoför diyor ki “kim çaldıysa söylesin yoksa polis çağıracağım”. Kimse sesini çıkarmıyor. Şoför de arabayı sağa çekip polis çağırıyor.
Gerçekten polis geliyor arabanın içerisine girip tek tek herkesin üstünü arayacak. O arada işte yoldaş da bunu fark ettiği için “kapıyı aç niye açmıyorsun kapıyı, sen bize hırsız mı diyorsun?” diye bağırıp psikolojik üstünlüğü ele geçirip kapıyı tekmeleyip, açtırıp kendini aşağı atıyor. Polis gerçekten geliyor ondan sonra içerideki herkesin üstünü ve çantalarını falan arıyor. O aşağı inmiş oluyor. Böyle birçok örnekten bahsedilir.
Faaliyet yürüttüğü alanda devrimci şiddeti geliştirmek adına insanların olanakları, örneğin maden ocağında çalışan birileri mi var ? Bu tarz şeylerden anlayan, etrafta çevre, çeper ilişkileri mi var? Mutlaka bununla ilgili detaylı bilgi edinir elde ettiği imkanları mutlaka harekete ulaştırmak için yoğun bir çaba sarf ederdi. Yeraltı çalışmasında olmasına rağmen mutlaka bu işleri kovalardı.
Derya’nın da mesela o mücadeleye tutku düzeyindeki bağlılığı vardı. Kendisini hiç sakınmayan bir hali vardı. “Kendimi nasıl korurum?” gibi bir kafadan ziyade “imkanları nasıl zorlayabilirim de beni, bizi yok etmeye çalışanları ben yok edebilirim?” diye düşünürdü.
Genel anlamda böyle bir kafası vardı. Bu bir karakter, bir kültür. Kendisinden önceki insanlardan aldığı, kendisinde cisimleştirdiği, artıları ve eksileriyle yaşattığı ve bize devrettiği bir kültür.
Kimi yanlarıyla belli başlı sekter özellikleri de vardı bununla beraber. Dediğim gibi tutku düzeyinde mücadeleye bir bağlılığı vardı. Çevresindeki herkesin de böyle belki de kendisi gibi olmasını istediği için böyle bir beklenti içinde oluyordu ilişki de olduğu insanlardan.
İletişim içinde olduğu, bir şekilde mücadele etme isteği hisseden, duyan o anlamda çevresinde toplanmış insanların bunu yapmasını beklerdi. Bu gerçekleşmediğinde çok sinirlenirdi. Bu sekter bir yanı vardı. Mücadele içerisinde bu sekter yanının törpülendiğine daha da böyle olgunlaştığına tanık oldum.
Genel anlamda politik olarak çok gelişkin, kalemi çok güçlü, algısı çok yüksek zeka düzeyi de çok gelişkin bir yoldaştı. En son ben onu gördüğümde Marmara Bölgesinde çalışma yürütüyordu. Bir dönem geri düştüğünü duydum. Ancak sonradan kendini yeniden toparlayıp özgür alanlara, gerillaya gittiğini öğrenmiş oldum bir daha görüşememiş olduk.
Bir yoldaşı
22 Ocak 2024
******
VİDEOLAR