
Ferdi Karacan
Ölümsüzleştiği tarih: 30 Haziran 2010
Ferdi Karacan yoldaş, 1983 Tokat/Zile doğumlu Kürt ulusuna mensup emekçi bir ailenin çocuğudur. İlk gençlik yılları, bir işçi olarak çalışmakla geçmiştir. Devrimci düşüncelerle ve partimizin görüşleriyle İstanbul 1 Mayıs Mahallesi‘nde tanışır.
İstanbul’da 1 Mayıs Mahallesi’nde semt çalışmaları içerisinde yer alan Ferdi Karacan yoldaş, Partimizle burada kurduğu ilişkiyi Dersim dağlarına taşımaya karar vererek Haziran 2007’de gerillaya katılım sağladı. Emekçi, üstlendiği görevleri yerine getirmekte titiz olan Ferdi Karacan yoldaş aynı zamanda mütevazi kişiliği ile de öne çıkıyordu.
Dersim Ovacık Aslandoğmuş Köyü yakınlarında 29 Haziran’ı 30 Haziran’a bağlayan gece yoldaşı Çiğdem Yılmaz’la birlikte düşman pususunda ölümsüzleşti.
Ferdi Karacan yoldaş, Tokat’ın Zile ilçesi Gümüşkaş köyünde düzenlenen tören ile toprağa verildi.
Parti adı “Munzur” olan Ferdi Karacan yoldaş ölümsüzleştiğinde TKP-ML militanı TİKKO savaşçısıydı.


******
Ah Munzur! Ah çocuk!
Açıklama: 29 Haziran’ı 30 Haziran’a bağlayan gece ölümsüzleşen Çiğdem Yılmaz (Kinem) ve Ferdi Karacan (Munzur) yoldaşlarla ilgili aşağıdaki yazı Kinem ve Munzur’la aynı birimde yer alan ve 2 Şubat 2011’de Dersim Aliboğazı’nda ölümsüzleşen Beş Kızıl Karanfil’den biri olan Fatma Acar (Dilek) yoldaşa aittir.
“2 terörist ölü ele geçti” diyorlar. Tanıyorlar mıydı sizi? Ah be çocuk… Kocaman tertemiz bir dünya… Tepeden tırnağa insan, yiğit partizan… Nasıl anlatmalı seni? Kelimelerin, sözlerin anlamsızlaştığı an, bu an biliyorum. Anlatamamaktan korkuyorum. Susmak en iyisi. Sussam, hiç konuşmasam kızar mısın? Ah be Munzur! Sen dağlara ne de yakışmıştın! Dağlar sana nasıl da yakışmıştı! Güzel yüzlü yiğit partizan… Yüreğin de yüzün kadar güzeldi, temizdi. Bize bıraktıkların… Bize bıraktıkların kadar kocaman şimdi, yokluğunun yarattığı boşluk. Kapanması öyle zor ki!
Öyle ağır bir sorumluluk yüklediniz ki omuzlarımıza. Taşıyabilecek miyiz bilmiyorum. Korkuyorum. Korkuların cüceleştiği an. O an. Cesaretin ve kahpeliğin, yiğitliğin ve namertliğin, güzelliğin ve çirkinliğin aynı patikada karşılaştığı o an. “Ah” deyişin çıkmıyor aklımdan. Ve içimden hep “ah be çocuk” demek geliyor. Onurlu ve tertemiz olsa da yakıştıramıyorum ölümü sana. Köyüne götürmüşler seni. Sevindim. Köyünü çok özlemiştin. Suyu, toprağı doğayı ne çok severdin. Boş yere bir meşe dalını dahi kırdığımızda nasıl da öfkelenirdin.
Bilmiyorlar… “2 terörist ölü ele geçti” diyorlar. Seni tanımıyorlar. Biliyor musun en çok neye yanıyorum. Seni tanımıyorlar. Tanısalar bu kahpeliğe kendileri dahi şaşarlardı ama tanımıyorlar, tanımaktan korkuyorlar. Hatırlıyor musun, “annen kızmasın ama senin başka bir ismin olamaz” diyordum sana. Ah be Munzur! Ne de yakışmıştı adın sana, sen Munzur’a ne kadar yakışmıştın. Munzur suyu kadar duru, Munzur suyu kadar yalın ve sade…
Ovacık’ta sana yeni bir isim bulmakta nasıl da zorlanmıştık. Munzur sana nasıl da yakışmıştı! Dersim olsun dedik sonra. Munzur Dersim. Dersim toprakları gibi vefakar, Dersim toprakları gibi fedakar, yiğit yoldaşım. Dersim gibiydin. Bağlıydın… Kocaman yüreğinle ters orantılıydı mütevaziliğin, sadeliğin. Ah Dersim! Heso Dersim. Bir anayı gece karanlığında nasıl da korkutmuştun! Seni ayı sanmış “Bundan sonra senin adın Heso Dersim” demişti. Ne kadar gülmüştük. Analar seni ne çok severlerdi. Analar, çocuklar, ihtiyarlar, deliler ve gıdikler… “Ben en iyi onlarla anlaşabiliyorum” derdin. Onlar en çok seni severlerdi. Çünkü tanırlardı seni. Bazen ağzından bir kelime dahi çıkmazdı. Biz kızardık sana konuşmuyorsun diye. Ama onlar tanırlardı seni. Kendilerinden bir şeyler bulurlardı sende. Hemen ısınır, severlerdi seni.
Bazen hiç konuşmadan, hiç yazmadan bir şeyler anlatılabileceğini öğrettin bize. Ben de yapabilseydim. Hiç yazmazdım, hiç konuşmazdım. Çünkü eksik kalacak biliyorum. Korkuyorum… Dürüsttün, merttin sözünde dururdun ya, bu sefer sözünü tutmadın! Köyden çıkarken ananın senin için hazırladığı ekmek çantamda kaldı. Oysa söz vermiştin. Ananın ısrarına dayanamamış “ana şimdi aç değilim ama sana söz noktaya varır varmaz yiyeceğim” demiştin. Ekmeğin çantamda kaldı. Her seferinde karıştırdığın için kendine kızdığın, “bu gece karıştırmayacağım” deyip işaret için koyduğun ağaç, patikada kaldı. Sözün yarım kaldı. Dağlar, dereler patikalar…sabah keşifleri, gece yürüyüşleri, dağ keçileri, gerilla ateşi, insan gülüşü, dost sohbeti yarım kaldı.
Birlikte yaşananlar, acılar ve kahkahalar. Birlikte göğüslenen zorluklar, paylaşılanlar. Alınteri, emek ve özveri… Ah be çocuk! Nasıl da kocamanmış yokluğunun yarattığı boşluk. Kapanması öyle zor ki! Halkın askeri. Leşkera gel, leşkera Kurd, halk savaşçısı, TİKKO’cu Munzur der, nasıl da gururlanırdın. Ah be Munzur! Yoldaşım, arkadaşım, yiğit Partizan. Nasıl yapsam da anlatsam seni Munzur desem, Dersim desem, adın sana gerçekten yakışmıştı, sen adına gerçekten yakışmıştın desem anlaşılır mı?
Dilek’ten…