Ahmet Şahin
Ölümsüzleştiği tarih: 8 Eylül 1989
1965 yılında Elbistan’da doğan Ahmet Şahin, 8 Eylül 1989’da ölümsüzleştiğinde partimiz TKP-ML’nin komsomol örgütü olan TMLGB’nin ilk ölümsüzü olarak tarihteki yerini aldı.
Ankara’da üniversitede Tıp öğrenimi gördüğü dönemde TKP-ML’nin düşünceleri ile tanıştı. Genç yaşına rağmen kendisine güveni ve atılganlığı ile ön plana çıkarak Ankara’da TMLGB’nin inşa görevini üstlenmişti. TMLGB’nin ilk tohumlarının atıldığı o günlerde Ankara’da ilk il komitesi kurulmuş, bu komitede Ahmet Şahin de görev almıştı. Alçakgönüllülüğü, sevecen, ileriyi görebilen, eleştirmekten ve eleştirilmekten korkmayan yapısıyla, gençliğin önderlerinden biri olmuştu.
Daha sonra Parti tarafından Amed’de görevlendirildi. Bölgede çeşitli askeri eylemlere imzasını attı.
Osmaniye’deki polis karakolu baskını esnasında yaralı olarak tutsak düşen Ahmet Şahin, 8 Eylül 1989’da işkencede katledildi.
Ahmet Şahin yoldaş ölümsüzleştiğinde TKP-ML Militanı, TMLGB Üyesiydi.
****
Ahmet Şahin yoldaş hakkında basında çıkan haber, yorum ve makale:
Bir yoldaşının kaleminden Ahmet Şahin yoldaşa ve ölümsüzleştiği eyleme dair yazılan makale:
GEÇ KALINMIŞ BİR ANLATIM- AHMET ŞAHİN YOLDAŞA DAİR!
DELİKANLIM!
İyi bak yıldızlara
Onları belki bir daha göremezsin
Belki bir daha yıldızların ışığında
Kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin delikanlı:
Senin kafanın içi
Yıldızlı karanlıklar
Kadar
Güzel, korkunç, kudretli ve iyidir
Yıldızlar ve seni kafan
Kainatın en güzel şeyidir
Delikanlım:
Sen ki ya bir köşe başında
Kan sızarak başından
Gebereceksin
Ya da bir darağacında can vereceksin
İyi bak yıldızlara
Onları göremezsin belki bir daha
Delikanlım:
Belki beni anladın
Belki anlamadın…
-Nazım Hikmet-
Yıllardır tanıdık yoldaşları anlatamamanın rahatsızlığını yaşadım. Nasıl anlatsam, diye düşünüp durdum. Özellikle Ahmet Şahin ve Halil Çakıroğlu yoldaşları anlatmakta zorlandığımı ifade edebilirim. Kimilerinde göre, “yaa ne var anlatılmayacak” gibi bir düşünce olabilir. Ama işin aslı, sadece anlatıp anlatmamakla ilgili değil.
Birçok yazımızda şehitlerimizi anlatırken alt alta onların olumluluklarını anlatırız. Oysa şehitler anlatılırken olabildiğince objektif olunmalı. Çünkü onların anlatımı aslında şehitlik manifestosudur…Tarihe kaydetmiş oluyoruz böylece. Ve her okuyan yoldaş oradan kendine dair bir şeyler bulur. Bulmak zorundadır da.
***
Ahmet Şahin, Halil Çakıroğlu, Polat İyit yoldaşlar… Bu üç yoldaşla birçok yoldaşımız, sınıf savaşımının şu ya da bu alanında yanyana gelmiştir. Özellikle Halil ve Polat yoldaşlar. Hem şehir, hem zindan, hem de dağda birlikte olmuş, birlikte faaliyet yürütmüş yoldaşlar bulunmaktadır.
Ama bunların içinde nispeten en çok anlattığımız Halil ve Polat yoldaşlar olmuştur. Bu biraz da normaldir. Onlarla, deyim yerindeyse yüzlerce insan faaliyet yürütmüştür, yüzlerce yoldaş tanımıştır. Ve Halil ve Polat yoldaşlarla ilgili birçok şey anlatılmıştır. Ama Ahmet Şahin yoldaşla ilgili olarak pek fazla bir anlatım olmamıştır. Bu, biraz da, tanıyan yoldaşların bu noktada bir eksiklik içinde olmalarından kaynaklıdır.
Burada şunu belirtmek isterim ki, Ahmet Şahin ile Halil Çakıroğlu yoldaşları bir bütün düşünürüm, Ahmet Şahin deyince aklıma Halil deyince de Ahmet Şahin gelir. İkisini aynılaştırmak anlamında bunu belirtmiyorum, yaşanmış olan şeylerden dolayı belirtiyorum; ki, Halil 1995 yılında şehit düştüğünde kullandığı isim, Ahmet’ti. Komutan Hemo idi. Hemo Kürtçe’ydi. Sadece benim özdeşleştirmem değil, aynı zamanda gerçekten bir bütünleşmenin de ifadesidir. Burada Ahmet ve Halil yoldaşları kısmen de Polat yoldaşı anlatırken dönem, dönem, geçmişe gitme durumumu olacaktır. Yoldaşların bunu anlayışla karşılayacağını umuyorum.
(…)
AHMET ŞAHİN GELİYOR!
Ahmet’i Halil yaşıyordu yaşayacak
İsimsiz bir ülke
Adına Kürdistan diyorlar
(Biz ise Türkiye Kürdistanı deriz)
bir gerilla iki yoldaşıyla şehit düşer
biri Halil
biri Süheyla
biri Munzur
isimsiz ülkem gibi
adsız kalmasın istedik yoldaşlarımız, şehitlerimiz
ve ülkemin toprağına kanlı boyunca yattılar.
Zemheri bir günde, Nisan’da
Toprak üşüdü, yürek üşüdü
Ve biz o topraklarda
Kan güllerini büyüttük
Kan güllerini sevdik
O topraklarda
Toprağı sevdik yoldaşımız diye
Ne bakarsın Munzur Dağı
Yalan mıdır? Yalan mıdır?
Ne bakarsın
Sen söyle… sen söyle
Kaç yiğit yoldaşım
Boylu boyunca
Koynunda yatar
Sen söyle… söyle
Ben saymasını unuttum
Ve ben kara Halil’imi
Komutan Hemo’yu Ahmet’imi
Yoldaşlarımı sana uğurlarken
Senin koynunda olacağımı bildiğim halde
Ülkem gibi isimsiz kalmasın diye
Yiğitler yaşar şehitler ölmez dedin
Ve ben senin o görkemli
Güzelliğine vurgunum
Tıpkı yoldaşlarımın vurulduğu gibi
Vurgunum sana yüreğim seni taşır
Halil’imi Ahmet’i taşıdığı gibi
Ahmet’i Halil yaşıyor
O gün randevuya erken gittim. Bir kolaçan ettim temiz mi ortalık diye. Kendimden yana bir şüphem yoktu. Düşman bizi tanımıyordu. Olur ya, yine de tedbiri elden bırakmadım. Dolaşarak gitmiştim randevuya, randevu yerine üç yoldaş geldi. Tabi onlar beni önceden fark etmiş. Halil ile bir yoldaş beni fark etmiş. Ahmet Şahin de fark ettiğini söylüyordu. Takılıyordu. Duruşumdan birilerini beklediğimi anlamış(!) Kesin bu devrimcidir diye düşünmüş. Yolda yürürken bunları Ahmet Şahin söylüyordu. Lafın altında kalmamak için, öğretmenim gibi -Halil gibi- yanıtı anında yapıştırmıştım. Ne var ben de sizi fark ettim. Üç kişi bu saatte olsa olsa devrimci olur demiştim. Onun da yanıtları hızlıydı. Halil hemen imdadıma yetişti. “Ya iki saattir yolda sorup duruyordun. Nasıl bir yoldaşla tanışacağız. Buraya gelene kadar da tanımadı. Hiç çamura yatma şimdi, hem sen bizim arkamızdan geliyordun, nereden gördün. Randevu yerini bile bilmiyordun. Onu bırak, sanki 50 yıllık Mersinlisin de tanımışsın. Hadi oradan” diye yüklenmişti.
O akşam yolda yürürken öğrendim, yine bir kamulaştırma eylemi yapılacaktı. İstihbarat hazırdı. Üç kişi yapacaktık. Halil, ben ve Ahmet Şahin. Malzeme o kadardı. Aslına bakılırsa bir malzeme eksikti. Olay yerini gece gördük. Sadece günü bekleyecektik. O gün Halil üstünde bir silah olduğunu belirtti. Biz şaşırdık. Gecenin bir vakti bir arsada top oynanan yerde Halil silahını çıkardı. 7, 65, ufak bir silah.
Silah 1980 sonrası toprağa gömülmüş ve uzun yıllar çıkartılmamıştı. Halil isteyince vermişler. Gecenin bir vakti Halil’le üç yoldaş silahı elimize aldık. Gecenin karanlığında içinde üç dört tane de mermi vardı. Silahı tam görememiş olsak da, ki gece karanlıktı. Ama biz yine işin esprisindeydik. Silahı elimize alınca şaşırdık. Mekanizma çalışıyor muydu, tam hatırlamıyorum. Ama biz yine de bu durumda dalgamızı geçmeyi elden bırakmadık. Halil, bu çakar, olmaz kesin elimizde kalır, patlamaz seni kandırmışlar gibi. Silah yerine paslı bir demir vermişler sana. Acayip kandırmışlar. Halil bu lafın altında kalır mı? Bizim saldırımızı püskürtmek için yine de bir ton laf etmişti. “Eee o zaman siz de gidin bir tane bunun gibi paslı demir bulun… Sizin örgütçülüğünüzü göreyim” demişti. Ahmet Şahin’in aklından ne geçti bilmiyorum. Ama bir inşaat bulsaydık, kesin orada Ahmet ya da ben bir demir bulurduk. O zaman da şunu söyledik; “Ya iki tane demir tamam bulacağız. Hem bu çalışmazsa bizim demirlere gözünü dikme”.
Kamulaştırma eyleminin gününü bekliyorduk. Ama şöyle bir ters tarafı vardı. Eylem yeri Halil’lerin evine oldukça yakındı. Nasıl olacaktı? Eylemi üç kişi yapacaktık. Planlamaya göre bu durumdan kaynaklı olarak Halil güvenliği alacaktı. Çok zor durumda kalınmadıkça müdahale etmeyecek. Açığa çıkmayacaktı. Eylemi Ahmet Şahin’le birlikte gerçekleştirecektik. O zamanki planımıza göre açığa çıkma durumumuz yoktu. Zaten eylemin yeri öyle bir noktadaydı ki yol üstüydü, ama mahalle içindeydi. Yani yapılmaması için hiçbir engel yoktu. 89 yılında Mersin’de Askeri Komite yoktu. Ama Askeri Komitenin işlerini yapıyorduk. Doğru düzgün silahımız bile yoktu. Ama partinin devrimci atılımına oradan yanıt olmak için devrimci görevleri yerine getirmek gerekiyordu. Bu kararlılık vardı her bir yoldaşta. En küçük görevden en büyük göreve kadar her yoldaş hazırdı. O dönemde yoğun pullama yapılmıştı, bildiri dağıtılmıştı. Askeri eylemlerin yanısıra bu tür faaliyetlerde yapılmaktaydı.
Ahmet Şahin gelene kadar bir kamulaştırma eylemi yapılmıştı. Bir de 1 Mayıs 1989 tarihinde propaganda amaçlı araba kamulaştırılmış, eylem başarılı olmamıştı. Onun dışında pullama yoğun bir şekilde diğer yoldaşlar tarafından yapılmıştı. Ahmet Şahin’in gelmesiyle elbette farklı eylemler yapılacaktı. Bunu biliyordum. Zaten bir kamulaştırma eylemi hazırlığımız vardı. Süreç içinde o eylemi yapmaktan vazgeçtik.
Bu eylemi yapmak için Polat yoldaştan bilgi almalıydık. Polat yoldaşı beklerken farklı eylemlerin ortaya çıkması bizim için sürpriz olmazdı. O süreçte Polat yoldaşı bekliyorduk. Ahmet Şahin de zaten akraba çevresindeydi. Aile olarak Halil yoldaşlarla tanışıyorlardı. Ama iki aile geçmiş zamanda küsmüşlerdi öyle kalmıştı. Aileler küs ama çocuklar küs değildi.
Ahmet Şahin yoldaşın bilinmeyen bir özelliğini anlatayım. Bu bir spekülasyon değildir. Halen yaşayan yoldaşlar var onlar tanıktır. Ahmet Şahin, Kürt ulusuna mensup emekçi bir ailenin çocuğu olarak 1965 yılında Elbistan’da doğdu. Tıp Fakültesi öğrencisiydi. 4. sınıfa gidiyordu. Ankara TMLGB il komitesi üyesiydi. Ankara’da TMLGB’nin inşa edilmesinde önemli görevler yüklenmiş, sorumluluklar almış bir yoldaştı. Kürt olmasından dolayı, Ankara’ya ilk geldiğinde belli birkaç arkadaşla -ki daha devrimci düşüncelerle yeni yeni tanışıyorlar. Ama partisiyle ile bağlantısı yok denecek kadar az. O arkadaş grubu o zamanlar bir Kürt partisi, Kürt devrimci örgütü kurmak istiyorlar. Bunda PKK’nin 15 Ağustos atılımı ilk kurşunun önemli bir rolü olsa da, PKK’nin atılımından dolayı böyle bir düşünce oluşuyor. Ama bu daha çok espri mahiyetinde dile getiriliyor. Öyle ciddi bir hazırlık, araştırma vb. yapılmıyor.
Ama şurası gerçek; o günkü tartışmalar içinde önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın kitabını okuyorduk. Toplu olarak eğitim çalışması yapıyorduk. Halil’le Ahmet bir tartışmaya girdiler. Hatırladığım kadarıyla ulusal sorunun almış olduğu biçimden dolayı T. Kürdistanı’nda ayrı bir örgütlenme gibi bir düşüncesi vardı.
Halil bastırıyordu, İbo yoldaştan alıntılar okuyordu, ulusal soruna dair. Ahmet Şahin yoldaş ise “ben böyle düşünüyorum, araştırmam lazım” gibi yanıtlar veriyordu. Daha sonra Ahmet yoldaşı tanıyan bir yoldaşla konuşmamızda ulusal soruna dair farklı bir yaklaşımı olduğunu belirtmişti. Gerilla savaşı noktasında hazırdı. Hatta belli bir süre gideceklerini tahmin bile ediyorduk. Ama bizim ekip –Mersin’deki o dönem yoldaşlar- hepimiz bir anda gerilla oluruz diye beklentimiz vardı. Zaten başından beri kendimizi ona göre hazırlamıştık. O ekipten üç yoldaş dağa çıktı sonraları.
(…)
Ahmet Şahin yoldaş aynı zamanda çok esprili biriydi. Doktor olduğunu öğrenmiş, biliyorduk. Rahatsızlıklarımızı söylüyorduk, o da tedavi ediyormuş gibi tavırlar takınıp “bak şimdi yoldaş sana bir aspirin yazıyorum. Hiçbir şeyin kalmaz aspirin içince” der, kimin neresi ağarırsa aspirin için derdi. Ahmet’le Halil bir araya geldi mi ortalık curcuna olurdu. Yüksek sesli konuşmalar, espriler, sürekli birbirine takılırlardı.
Bir gün Polat yoldaşla görüşmeye gidilecekti. Kadın yoldaşlar da var yanımızda. Karakol baskınından önceki günlerde. Tahminime göre karakol baskının kararı orada iletildi yoldaşlara. Polat, Halil ve Ahmet Şahinle üçlü bir görüşme yaptılar. Birkaç saat sonra gelmişlerdi. Yemek yedik sohbet ettik. Ahmet’le Halil güreşe tutuştular. Halil zayıf ama ataktı. Ahmet yoldaş biraz daha topluydu Halil’e göre. Artık akşam olmak üzere. Dönüş yolun girdik. Mersin’de böğürtlen ağaçları vardır. Dikenli; yemek isteyen ellerine dikenin batmasını göze alması lazım. İlk önce Halil yol kenarındaki böğürtlenlere yaklaştı. Ardından Ahmet. Daha sonra da ben.
Bizim ekip sigara içmiyordu. Ama Ahmet Şahin yoldaş sigara içiyordu. O zaman içmememizin verdiği duygularla “ya yoldaş niye sigara içiyorsun, zararlı değil mi; yazık değil mi ciğerlerine” demiştim. Ahmet yoldaş da “ya boş ver kivrem, TİKKO’cular zaten fazla yaşamaz. Hızlı yaşa genç öl, cesedin yakışıklı olsun” demişti.
(…)
Ahmet’le Halil’i uğurladık. Bir boşluk doğdu. Uğurladıktan sonra aradan ne zaman geçti tam bilmiyorum, hatırlamıyorum şu anda. Ama tahminen bir hafta geçmiştir ya da geçmemiştir. Çalıştığım işyerinde sabah bir haber aldım. Osmaniye Mahallesi polis karakolu basılmıştı. İki kişilermiş. Biri ölmüş, biri kaçmış denmişti. Halktan bir insan da ölmüştü çatışmada. Ölenin ismini bilmiyorduk.
Daha sonra Ahmet Şahin yoldaşın şehit düştüğünü öğrendik. İçimde bir fırtına koptu. Ahmet Şahin yaralı yakalanıyor; sonra düşman tarafından katlediliyordu. Bunu öğrenmiştik. Kaçan ise Halil’di. Halktan insan nasıl ölmüştü? Halil neredeydi? Kısa bir süre sonra Halil temas kurdu. Yaralıydı. Bacağından yara almıştı. Diz kapağının oradan kurşun girmiş çıkmış. Ama kemiğe denk gelmemişti. Yarası iltihaplanmıştı. Yaralı bir şekilde oradan uzaklaşması mucizeydi. Tek tesellimiz bu olmuştu. Bir yoldaşımızı şehit vermiştik, bir yoldaşımız da yaralıydı. Acil bir şekilde kimlik hazırlamamız gerekiyordu. Onu hallettik hemen.
Zaten Ahmet Şahin’in kimliği ortaya çıktıktan sonra, her tarafta bilinen akraba evleri basılmaya başlamıştı. Ahmet Şahin yoldaş Ankara’da Tıp Fakültesi’nde okuyordu. O dönem o kitle ne kadar bizle şu ya da bu şekilde ilişkisi olanlar toplanmıştı. Sonuçta açık bir mücadele veriliyordu. Düşman Ahmet Şahin ve diğer yoldaşları tanıyor, Partizancı olduklarını biliyordu ve insanlar işkenceye alınıyordu. Ama Ahmet Şahin’in bağlantısı bilinmiyor. Halil’le birlikte Ankara’dan ayrıldığını düşman öğreniyordu. Ahmet Şahin yoldaş şehit düşünce Ankara’da yapılan operasyonda Halil yoldaş açığa çıkıyordu. Düşman bütün akraba çevresine operasyon yaptı. Ama Halil’in yeri risk taşımasına rağmen yine de sağlamdı. Düşman Halil’i her yerde arıyordu. Çok dikkatli olmalıydık.
Bir süre daha Halil’i orada kaldı. Tedavisi devam ediyordu. Ama çemberde daralıyordu.
KARAKOL BASKINI
Cüretli devrimci bir eylem diye bahsetsek abartı olmaz bu durum.
Mersin’in Osmaniye Mahallesi’nde bulunan karakol geçmişte 1980’de işkencesi ile bütünleşen bir karakoldur. Her karakol gibi orada da işkence yapılmaktadır. Tek katlı bir yer, yol ağzında bulunan bir yer.
Karakol baskınına giderler. Halil ve Ahmet yoldaşlar malzemeleri alırlar. İki silah, bir bomba… Silahlar tabanca, küçük silahlar ve onlarla karakol basılıyor. Karakol baskınından önce elektrikler kesilirdi. Karakola direk mi saldırdılar yoksa gezip mi gittiler tam bilmiyorum. Tahminen dolaşmışlardır. Ahmet yoldaşa yeri gezdirmiştir. Herhangi bir durumda bir olumsuzluk olursa gideceği yer tarifi vb. yapılmıştır. Halil bu tür ayrıntılara önem verirdi. Elektriklerin kesik olması TİKKO savaşçıları için bir avantajdı. Karakolun sonuna kadar sokulabilirdi. Böyle de yapmışlar. Zaten karakol yol üstünde, yolun arkasından ve yan tarafından da bir sokak geçiyor. Karakol basılıp geri çekilme için koşullar uygun. Daha sonra yazdılar. “Teröristler” karakol baskınından önce elektriği kesmişler diye. “Karakol basan teröristlerden biri öldü. Bir de vatandaşımız hayatını kaybetti” diye gazetelerde haberler çıkmıştı. Karakol baskınında talihsizlik mi şanssızlık mı denir, yoksa elektriğin kesik olması mı, diğer bir boyutu mudur, böyle mi değerlendirmek gerekir bilmiyorum.
Ahmet yoldaş karakola doğru bombayı fırlatır. Ama talihsizlik mi, şanssızlık mı dediğim de budur; bomba karakolun içine değil bahçede bulunan ağacın dibine düşer. Bombanın patlamasıyla beraber karakola aynı anda Halil yoldaş silahıyla ateş etmeye başlar. Karakol ilk sinmişliği pusmuşluğunu üzerinden atıp da karakolun içine yine sinerek, yoldaşlara ateş açar. Karşılıklı çatışma çıkar bu sırada. Yoldan geçmekte olan biri karakolun basıldığını görünce kahraman olmaya karar verir. Halil’in üstüne atlar. Halil adamı iter. Silahı yöneltir. “Dayı git buradan seninle işimiz yok” der. Ama adam tekrar saldırır. Halil’le yere düşerler, yerde boğuşurlar, Halil tekrar kurtulur. Adamı yine iter. “Dayı git. Seninle işimiz yok. Saldırıp durma. Yoksa senin için kötü olacak” der. Adam tekrar saldırır. Bu sefer başka çare kalmaz. Silahını ateşler. Birkaç el ateş eder adama. Adam yere yığılır.
O arada Halil’le Ahmet’in üstüne halen ateş açılmakta. Halil adamla uğraşmaktadır. Adamla uğraşması bittiğinde Ahmet’e bakar. Ahmet yoldaş yerde yaralı yatıyor. Yarası ağırdır. O arada Halil’de bacağından yara almıştır. İlk başlarda hissetmiyor. Zaten kurşun ilk yendiğinde hissedilmez. Aradan zaman geçmesi lazım. Kemiğe denk gelmemişse, yaraladığı yer soğumaya başlarsa, o zaman kurşun yiyen insan yaralandığını anlar.
Ahmet yerde yatıyor. Yarına gidiyor. Bakıyor. Ahmet Şahin konuşamıyor. Götürmenin koşulu da yok. Ağır yaralı çünkü. Halil de yaralı. Eylemlerde gidişat her zaman bizim istediğimiz gibi olmuyor.
Eylem planında mükemmeliyetçiliği düşünülemez. Ama yarıntılar üzerine plan yapmak gerekir elbette; plan-pratik bir bütündür. Sen her şeye rağmen her türlü planını yaparsın ama senin iraden dışında bir takım gelişmeler yaşanabilir, ona da eylem anında müdahale edersin. Ve Halil, Ahmet’i orada bırakmak zorunda kalıyor. Bu olay Halil’de etki bırakacaktı. Halil mezarlığın olduğu sokağa doğru giriyor. Karşısına üç-beş kişi çıkıyor. Karakolun bulunduğu yerden ötede yaralıdır. Silah seslerini duyan sokağa çıkmıştır. Üç-beş kişi Halil’in önünü tekrar keser. Halil silah çıkarır “dağılın” der. Silahı görenler kaçar gider. Halil’de portakal bahçelerine girer. Mezarlığın yan tarafında portakal bahçeleri vardır. Önceden planlanan yere de gidemez, Halil. Açıkta kalmıştı. Ahmet Şahin yaralı. Herşeye rağmen tedbirli olmak da zorunda. Yedek bir yer de yok. Daha sonra o belirttiğimiz yoldaşın yanına gider, orada tedavisini olur.
AHMET ŞAHİN KATLEDİLİYOR!
Ahmet Şahin ağır yaralıdır. İşkenceciler yerde yakalar onu. Hastaneye götürmezler. İşkence yaparak öldürürler. Zaten ağır yaralı. Kan kaybı var. Hastaneye kaldırılırsa kurtulma ihtimali bile olabilir. Kurşun boğazından girmiş.
(…)
Ve Ahmet Şahin yoldaşı uğurladık. Diğer şehitlerimizin yanına. Cüretli ve devrimci bir eylemdi. T. Kürdistanı’nda dışında -gerilla baskını dışında- şehirlerde 80 sonrası bir karakol basılıyordu. Basit değildi. Devrimci cüret gerekiyordu ve yoldaşlarımızda ve partimizde o bilinç vardı. İyi bir örgütleyici olan Polat yoldaşta bir özellik vardı. Askeri eyleme yatkın. Halil ve Ahmet Şahin yoldaşlarda bu cüret vardı.
Partimizin devrimci mücadeleyi geliştirmede perspektifi doğrultusunda hareket ediliyordu ve doğru düzgün tecrübe, birikim vb yokken yeterli teknik malzeme, silah yokken bu eylem yapılıyor. Bu pratik adımlar daha sonra belli bir oranda gelişmenin de önünü açmış oluyordu. 1990 yılında kolektifimiz ve diğer devrimci yapılar şehirlerde bilhassa düşmana önemli oranda darbe vuruyor. Şehir askeri eylemlerinde bir artış oluyordu. Karakol baskını cüretli devrimci bir eylemdi.
(…)
Bu karakol baskınını birçok yönden değerlendirmek mümkün. Yukarıda değinmiştik. Partimiz için ve genel anlamda devrimci hareket için, T. Kürdistanı’ndaki gerilla savaşı dışında Mersin’in Osmaniye Karakolu’nun basılması ciddi bir eylem niteliği taşımaktadır. Bu olayın bir diğer yanı; karakol baskınında bir şehit verdik. Ve bu şehit bizim için çok önemli. Ahmet Şahin yoldaş TMLGB’nin ilk şehidi olma şerefine nail olmuştur. Ama biz bunu yeteri kadar anlamadık. Anlatamadık. TMLGB’nin ilk şehidi olması demek tarihsel bir önemi var demektir. Neden tarihsel bir önemi vardır? Bu noktada abarttığımız düşünülebilir. Ama gerçekten sorun abartı sorunu değil. Bunu bilince çıkarmak kavramak önemlidir.
Türkiye Marksist Leninist Gençlik Birliği, tam olarak kendi örgütsel yapısını merkezi bir önderliğe kavuşturmadan -ki kongresini çok sonra yapmıştır-. TMLGB’nin gençlik içinde, öğrenci gençlik içinde örgütlenmesi yapılırken Ahmet Şahin yoldaş TMLGB’nin ilk şehidi olmuştur. Ve hem de ciddi bir eylemde yer alarak. Bu basit ve üstünden atlanılacak bir mesele değildir. Ahmet Şahin yoldaş TMLGB militanı olarak eylemde yer almış, karakol baskınına katılmış, çatışmada yaralanmış, ağır bir şekilde, sonra da işkence ile katledilmiştir. Ve bu anlamıyla komünist gençlik için önemli bir şehittir. Faşist diktatörlükle yönetilen bir ülkede yaşıyoruz. Savaşçı bir kolektifimiz var. Savaş yürütüyoruz. Bunu doğru kavramalıyız.
Çoğu zaman askeri bakış açısı ile askeri eylem yapmak birbirine karıştırılır. Her askeri eylem askeri bakış açısı, daha doğrusu, şöyle salt askeri bakış açısı ile yapılmıştır, gibi sakat anlayışlara sahip olabiliyoruz. İki şeyi birbirine karıştırmamak lazım. Askeri eylemler ile salt askeri bakış açısı iki farklı şeydir. Askeri eylemler parti ideoloji Marksizm-Leninizm-Maoizm’in ışıklı yol göstericiliğinde planlanır, yapılır. Ve askeri bir bakış açısı olarak soruna yaklaşılır. Yapılan eylem askeri bir eylemse askeri bir bakış açısı olur. Ama temelinde partimizin ideolojik yol göstericiliği, parti çizgisi esas alınır. Bu iki şey karıştırılmamalıdır. Bu iki şey karıştırılırsa eylem yapan mantığa karşı çıkılır. Bir basınç oluşturulur. Burada önemli olan nokta şudur: Neyi, nasıl yapıyoruz? Evet önemli olan budur.
….
Mersin’in Osmaniye Mahallesi’nin karakolunun basılması bu temelde ele alınıp değerlendirilmelidir. Partinin askerileştirilmesi, ordunun askerileştirilmesi… Soruna bu temelde yaklaşmazsak; gittiler, yaptılar, şehit düştüler deriz. Ama şehit düşen yoldaşımız açısından soruna bakarsak, bu askeri eylemin tarihsel bir önemi vardır. Nedenleri noktasında, 1980 sonrası yapılan ilk ciddi eylemlerden biri olma özelliği taşımasıdır. Ve bu durum aynı zamanda partimiz içinde önemli ve ondan da önemlisi TMLGB’nin nitelik şekillenişi ile direkt ilgilidir.
(…)
Bu kolektife adımını atan her bir insan şunu gayet açık ve net bir şekilde bilir. Savaş yürüten, Halk Savaşı/Gerilla Savaşı veren bir parti ve onun yol göstericiliğinde ordusu var. Ve bu ordu silahlarla savaşıyor. Ve peşinen şu kabul edilir: partiye adım atıyorsak, onun saflarında savaşıyorsak, bu işte ölüm de tutsaklık ta vardır. PKP’nin ilk kurucusu Jose Carlos Mariatequi yoldaş şunları belirtir; “… Tutuklama, sürgün ve hapishaneleri göze alacak kararlı insanlara sahip olmadan bu düzeni değiştiremeyiz. … Bir devrimci için tutuklama basit bir iş kazasıdır.” “… tarihin insanlara yüklemiş olduğu belli görevler ve sorumluluklar vardır. Tarih büyük bir çalışkanlıkla herkesin kendi üzerine düşen görevi büyük bir sorumlulukla yerine getirmesini bekler…”
Yani savaş yürütmeye gelen bir insan her şeyi göze alır. Savaşta temel prensip; düşmanın imhası, kendi güçlerinin korunmasıdır. Buna rağmen eğer kayıplar verilirse en aza indirgenmelidir. Ahmet Şahin yoldaşı bu yanları ile ele alıp değerlendirdiğimizde daha gerçekçi sonuçlara ulaşmamız mümkündür.
(…)
TMLGB deyince akla ilk gelen şehit düşmüş yoldaşlar büyük emekleri olanlar Ahmet Şahin, İsmail Oral, M. Ali Çakıroğlu, Mehmet Demirdağ yoldaşlar gelir.
M.Ali Çakıroğlu TMLGB’nin ilk Genel Sekreter Yardımcısı, Siyasi Büro üyesi olarak 93 yılı Temmuz’unda şehit düşmüştür. Mehmet Demirdağ yoldaş ise TMLGB Genel Sekreterliği yapmış, daha sonraki süreçte partimiz yapmış olduğu 2. OPK (Altıncı Konferansta) da Parti Genel Sekreterliğine seçilmiş, 97 yılında şehit düşmüştür. İsmail Oral yoldaş ise; TMLGB’nin aktifleşmesinde en aktif yer alan yoldaştır. Şehit düştüğünde BABK üyesidir. Düşmana karşı yapılan bir saldırıdan, ekip otosunun taranmasından sonra düşman açıkta olan yoldaşları katletmiştir. Ve bu yoldaşlar TMLGB’nin yapısına kanlarıyla harç olmuşlardır.
SON SÖZ YERİNE
Bir kez daha “parti ve kitleler var olduğu müddetçe her türlü mucize yaratılır.”
Olmazı olur kılar, yapılmazı yaparız. Yeter ki şehitlerimizden öğrenelim.
8 Eylül 1989 Türkiye proletaryası ve azametli halk kitlelerinin yiğit evladı olan Ahmet Şahin yoldaşın ölüm yıldönümüdür.
8 Eylül 1989 TMLGB’nin ilk şehidini verdiği gündür.
Ahmet Şahin yoldaş ölümsüzdür!
(Bir yoldaşı)”