Halil Çakıroğlu
Ölümsüzleştiği tarih: 15 Nisan 1995
1968, Elbistan doğumlu yoksul bir Kürt ailesinin çocuğu olan Halil Çakıroğlu, TKP-ML KÖK üyeliği ve 1 No’lu Gerilla Bölgesi Yönetici Organı Sekreterliği görevlerini üstlenmiş önder bir kadroydu. 1990’da TKP-ML İstanbul İl Askeri Komitesi’nde yer aldı. Birçok başarılı eylemden sonra 3 Ekim 1990’da Ümraniye Tekel Deposu’nda kamulaştırma eylemi esnasında polislerle girdiği silahlı çatışmada yaralı olarak esir düştü.
Kaypakkaya’dan devraldığı “ser verip sır vermeme” ilkesini uygulayıp, hiçbir şey kabul etmedi. Şubat 1993 tarihinde tutuklu bulunduğu Bayrampaşa Hapishanesi’nden firar etti. Aktif mücadeledeki yerini zaman kaybetmeksizin yeniden aldı. TKP-ML’nin gerçekleştirdiği I. OPK’dan sonra 3 No’lu ABK’da siyasi komiser olarak görev aldı.
15 Nisan 1995 tarihinde akşam saatlerinde T.C. ordusunun termal kameralı silahlarla saldırısı sonucunda Süheyla Dağdeviren ve Munzur Keskin ile birlikte ölümsüzleşti.
Halil Çakıroğlu yoldaş ölümsüzleştiğinde TKP-ML KÖK üyesi ve TİKKO komutanıydı.
Partimiz 2.OPK’sında (6. Konferans) Halil Çakıroğlu yoldaşı Merkez Komite Onur Üyesi olarak kabul etmiştir.
*******
Halil Çakıroğlu yoldaş hakkında basında çıkan haber, yorum ve makale:
Halil Çakıroğlu yoldaşın Ümraniye TEKEL deposunun hasılatının kamulaştırılmasında çıkan bir çatışmada düşmana esir düştükten sonra hastanede slogan atarken çekilmiş bir fotografı. (Fotoğraf: Arife Sucu, 02.10.1990, Milliyet, Sayfa 1)
******
Aralarında Halil Çakıroğlu ve Seyit Külekçi yoldaşında olduğu bir haber:
“İSTANBUL DGM’SİNDEKİ PARTİMİZ DAVALARINDAN HABERLER”
İŞÇİ-KÖYLÜ KURTULUŞU, Sayı:99, Mart 1991, sayfa 10 ve 11
*******
Bir yoldaşının kaleminden Halil Çakıroğlu:
…
Halil Çakıroğlu Elbistan doğumludur. Çocukluğunun belli dönemi Elbistan’da geçer. Sonra da ailece Mersin’e taşınırlar. Halil Mersin’e geldiğinde tek kelime Türkçe bilmez. Hep Kürtçe konuşur. Hatta, Demirtaş Mahallesi’ne geldiklerinde bir seferinde kaybolur. Onu Elbistanlı tanıdıklar bulur. Tek kelime Türkçe bilmediği için derdini anlatamaz. Ama daha sonra asimile olur. Ana dilini unutur. Bu sefer Kürtçe konuşmayı unutur. Daha doğrusu Kürtçe’yi İngilizce gibi konuşur ve bundan dolayı yoldaşlar arasında bayağı bir esprisi olur. “Aman konuşma Kürtçe’yi katlediyorsun” diye. Kürtçe anlardı, belli oranda konuşurdu da, ama dil olarak kullanamazdı.
Devrimci mücadeleye İsmail Hakkı Adalı yoldaşın aracılığı ile girer. Abisi Mehmet Ali Çakıroğlu da kolektif saflarındadır. Ama birbirlerinden habersizler. Daha sonra aynı safta olduklarını anlayacaklardır. Belli bir dönem Mersin’de yaşarlar. Sonra, aile İstanbul’a taşınır. Daha sonra tekrar Mersin’e gelirler. Halil yoldaşın devrimci faaliyetinde kolektifin birçok kademesinde yeri olmuştur ve bir komünist gibi ölmesini bilmiştir.
Halil Çakıroğlu yoldaş zindanla tanışmıştı. ’90 yılının Ekim ayında Ümraniye TEKEL deposunun hasılatının kamulaştırılmasında çıkan bir çatışmada üç yoldaşıyla birlikte yakalanır. Daha sonraları operasyonda yine Elbistanlı olan Seyit Külekçi yoldaş da yakalanır. Halil ve bir yoldaş yaralı olarak yakalanır. Halil ağır işkenceler görür. Hem de yaralıyken. Omzundan kurşun almıştır. Tedavi bile etmeye ihtiyaç duymayan işkenceciler onu çözmek için işkenceye almıştır. Ama bırakalım konuşmayı, o işkencede bile bağırmayarak düşmanı çılgına çevirmiştir. İşkencede direnişi çok önemli. Her şey demek değil elbette. Ama düşman karşısında önemli bir sınav veriyor oluşumuzda bir muhakkaktır. Kimisi Halil yoldaş gibi tüm işkencelere bile bağırmadan tavrını sonuna kadar götürür. Kimileri ideolojik kırılma yaşar. Burada sorun elbette düşmanın kim olduğunu bilmek ve “Biz kimiz?” sorusuna doğru yanıtlar verebilmekte önemlidir. “Biz kimiz? Ne için savaşıyoruz?”
Halil yoldaş bütünlüklü bir yoldaştı. Onu sadece, işkencedeki önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın işkencedeki tutumu ile ele almak Halil yoldaşa bir haksızlık olur. Yoldaş partinin 1990’larda yetiştirdiği önemli kadrolardan biriydi. Yakalandığında tek bir kelime etmemişti. Bu yanıyla da örnek alınacak bir yoldaştı. Ama aynı zamanda o, düşman için de önemliydi. Çünkü, 1980 Askeri Faşist Cuntası sonrası, şehirlerde askeri eylemler gerçekleştiren, bir dizi askeri eylemi Mersin’de pratiğe geçiren bir yoldaştı.
(…)
Bu durum kolektifimiz içinde 1980 AFC sonrası şehirlerde askeri eylemler yapılması ile önemli etkenlerden birine sahip oluyordu. Gerçi kolektifimiz için 1989 döneminde birtakım eylemler yapılmıştı. Gümüşhane Şiran Baskını gibi, keza yine İstanbul’da da bir şehir askeri komitesi oluşturulmuş, ama kısa sürede yakalanmışlardı. Sonra 1990 yılında tekrar şehir askeri komitesi kurulmuştu. Ve ilk yakalananlar da yine Halil yoldaşlar olmuştu. Mersin’de ise İstanbul’dan bağımsız olarak birtakım eylemler gerçekleşiyordu. Bir eylem İstanbul’la aynı zaman denk getirilmişti.
1989’da kolektifimizin önüne koymuş olduğu yönelim doğrultusunda 89, 1 Mayıs’ında İstanbul ve Mersin’de aynı gün eylem yapılmıştı. 1 Mayıs’ın içeriğine dair bir propaganda kaseti hazırlanmıştı. Kamulaştırılan arabada teybe kaset konularak işlek bir yerde 1 Mayıs’ın propagandası yapılmıştı. İstanbul’daki eylem başarılı olmuş, ama Mersin’deki eylem başarılı olmamıştı. Mersin’de de aynı eylemi yapmak için hazırlık yapılmış, araba kamulaştırılmıştı. Araba ile yola çıkan çıktıktan sonra –kamulaştırmadan sonra- araba iki-üç metrelik bir yerde takla atmış, arabayı kullanan yoldaş hafif yaralı olarak kurtulmuştu. Daha sonra eylemin değerlendirmesi yapılırken inisiyatifli olan yoldaşlardan birinde belli eksiklikler tespit edilmişti. Araba sağlam bir araba değildi. Deyim yerindeyse külüstür arabaydı. Arabayı almadan önce daha iyi bir araba kamulaştırmak için diğer yoldaşın telkinleri dikkate alınmamış, o araba ile yola çıkılmıştı. Yolda yine, arabayı kullanan yoldaş, “bu araba sakat, başımıza bir şey gelmese” dediyse de belli bir yerde diğer yoldaşı indirir ve yoluna devam eder. Belli bir süre sonra arabanın hakimiyetini kaybeder, araba takla atar. Ve yaralı şekilde kurtulur. O eylem tam başarılı olmamıştır. Bu durum değerlendirilmiş, inisiyatifli olan bir yoldaş, Polat İyit ve Halil yoldaş tarafından eleştirilmiştir. Yaralı kurtulan yoldaşı telkin etmek, sakinleştirmek de Halil’e düşmüştür. Daha sonraki süreçte ciddi anlamda düşmana darbe vurmak için de hazırlıklar yapmaya başlanmıştı.
Bu noktada Polat İyit ve Halil yoldaş iyi bir askeri eylem örgütleyicisi idi. Bilhassa Polat İyit yoldaş. Tam olarak Mersin’de bir askeri komite yapılanması yoktu. Ama askeri komitenin yapacağı eylemler önlerine hedef olarak konmuştu.
Askeri eylemler olarak ciddi hazırlıklar vardı. Ama bundan önce yine kolektifin maddi sorununu çözmek için bir kamulaştırma eylemi yapılmalıydı ve yapıldı da. İstihbarat hazırlandı. O zamanki para ile yüklü bir para değildi, 89 yılında. En fazla 10-15 milyon çıkacağı biliniyor, tahmin ediliyordu. O günkü duruma göre para az ya da fazla olabilirdi. İstihbaratı getiren yoldaş da aynen böyle demişti. Yer tespiti yapıldı. Kaçta gelip kaçta gittiği planlandı. Sabah ya da gece yapılması gerekiyordu. Sabah giderse 8:30’da işe gidiyordu. Ya da bazen öğleden sonra gidiyordu. Ama gece 23:00 civarı eve geliyordu. Vardiyalı çalışıyordu. Öğleden sonra işe giderse 23:00 civarı geliyor. Sabah giderse akşamüzeri geliyordu. İstihbarat tam olarak netleşmişti. Yer soruldu. Halil yoldaşa gösterildi. Saatler ve arabanın kaçta gelip gittiği, arabanın markası vb. detayına kadar verilmişti. Bir aksilik olması söz konusu değildi.
Kamulaştırma eylemini Halil ve bir başka yoldaş gerçekleştirilmişti. Kamulaştırma eylemi sonrası Halil olanları anlatınca hayli gülmüştük. Kamulaştırma gece vakti gerçekleştirilmiş. Belirlenen saatte arabanın sokağa girdiğini gören Halil yoldaşla diğer yoldaş, adam apartmana girdiğinde onlar da apartmana girmiş. Halil peşinden gider, yaklaşır. Silahı çeker ve çantayı ver, der. Adam, silahı görünce panikler. Düz duvara tırmanmaya çalışır. Panikten ne yaptığını bilmez. Halil adamı sakinleştirir; “sakin ol, canına bir zarar vermeyeceğiz; sadece çantayı alıp gideceğiz” der. Ama adam bir sefer paniklemiştir. Ne bağırır ne de başka bir şey. Sadece kedi gibi düz duvara tırmanmaya çalışır. Ama neyse ki Halil adamı sakinleştirmeye çalışır. “Bak biz şimdi gidiyoruz. Sen on dakika burada kal. Hiç bağırma. Biz gittikten on dakika sonra çıkarsın. Soyulduğunu belirtirsin” der. Ama adam ne kadar kaldı orada bilinmiyor. Daha sonra karakola gidip soyulduğunu belirtmiş.
O gün yoldaşlardan biri eylemin başarılı gerçekleştirdiğini öğrenir. Ama tahminlerinin altında bir para çıkar. Adamın halini gören yoldaş da gülme krizine girmemek için kendini zor tutuyormuş. Çünkü adam hala yaşadığı şoku atlatamamış. Gözleri yuvalarından fırlayacak gibi.
Daha sonra Halil’i gördüğünde “ya adam senden çok korkmuş(!) Tipin bozuk değil, yakışıklı bir yoldaşsın. Ne yaptın da adama bu kadar korktu” dediğini eklemişti. Ama Halil hemen cevap vermişti: “Ya o duvarlara tırmanmaya çalıştığı için, onun için korkmuştur. Duvarlara tırmanılır mı? Adamı tutuyorum, sakin ol diyorum, ama adam bir bana bakıyor bir silaha bakıyor. Silaha baktıkça duvara tırmanmaya çalışıyor. Duvarlara tırmanamadığı için yorulmuştur…”
Halil’in burada iki özelliğini özellikle belirtmek gerekirse, bir, hazır cevaptır ve bundan da önemlisi ikincisi askeri eylemlerde soğukkanlıydı. Tanık olduğum bir olay vardı; Yine bir eylemde İstanbul’da araba kamulaştırılmış, araba bozulmuştu. Zaten, bu bozuk arabalar bizi mi buluyor, diye düşünmeye başladım. Daha sonra da bu tür şeyler başımıza gelmişti.
(…)
O zaman 2000’e Doğru Dergisi’nde Tuzla Katliamı’nda sorumluluğu olanlardan Engin Kaya haini, İsmail Hakkı Adalı, Reha Şen, Fevzi Yalçın, Kemal Soğukpınar yoldaşların katline neden olmuş ve daha sonra aşağılık ilişkilerini 2000’e Doğru dergisine anlatmıştı. 2000’e doğru dergisinde Halil Çakıroğlu yoldaştan da bahsediyor. Ama örgütlü olup olmadığını bilmiyordu. Sadece ismi çıkmıştı. O zaman, ne olur, diye konuşmalarımız olmuştu.
Halil Mersin’de ayrılmıştı. Aslında daha çok evden ayrılmıştı. Ara sıra görme durumumuz oluyordu. Temiz elbise vb götürüyorduk bir yoldaşla. Elbiselere sıkıca sarılmıştım. Bir yere misafirliğe gittiğimizde ev sahipleri, “ya, poşeti bir yana bıraksana. Hazine mi ki öyle kucaklamışsın” demişti. Bilmiyor ki beni için hazineden önemli. Yoldaşıma götüreceğim, gideceğim onların vasıtasıyla.
Halil geziyordu. Bir duyardık Ankara’ya gitmiş. Bir duyardık ki İstanbul’da.
Bir şey çıkmayınca geri gelmişti. O süreçte Polat İyit yoldaşla görüşmeler oluyordu.
Bir konuşmada Polat İyit yoldaş birkaç yerin aynı anda basılacağını, taranacağını belirtiyordu. O eyleme Polat İyit yoldaş da geleceğini belirtiyordu. Ama bir araç lazım oluyordu. Araç meselesini, yine kamulaştıracaktık. Araba işi kolay, önemli değil demiştim. Arabaya bineriz, eylem yerine gelince, silahlar patlamaya başlarsa şoförü indiririz. Rahat çekiliriz diye düşünmüştüm.
İşin ters tarafı o gün Halil gelmişti. Yoldaşlar, Polat İyit yoldaşla görüşmede Halil’in tekrar geldiğini belirtmemi istemişti. Belki görüşürler diye. Ben de Halil’in geldiğini belirttim. Polat İyit yoldaş durdu, “o zaman bir duralım. Halil’le de görüşelim. Sonra karar veririz” dedi.
Halil kısa bir süreliğine ayrıldı. O zamanki süreçte birkaç gün sonrasına randevu verdi; oraya gel, demişti. Tamam, diyerek ayrılmıştık. Randevu gecenin bir vakti, yine, yanlış hatırlamıyorsam 22:00’da ve yedeği 22:30’daydı. Mersin’in en işlek yerinde. Akıl karı değildi. Ben daha çok Halil’in tanınacağı endişesini taşıyorum. Engin Kaya haini yüzünden. (Engin Kaya daha sonra Devrimci Sol-DHKP-C tarafından alınıp sorgulanıyor ve cezalandırılıyordu). Onun tüm tanıdığı insanların ismini vermesinden dolayı.
(…)
Halil de demli ve şekersiz çay içerdi. Ahmet Şahin yoldaş ise sigara ve çay içerdi.
Daha sonra eve geldik. Yanılmıyorsam ya aynı gündü ya da birkaç gün sonraydı. Bizim ekip yine evde toplanmıştık. Bir suskunluk vardı hepimizde. Ne olacağını az çok tahmin edebiliyorduk. Ayrılık vakti gelip çatmıştı. Her zaman espriler yapan Ahmet Şahin o gün fazla espri yapmadı. Espri yapmamasını bir şeye yormadım. En azından ben yormadım. Ama bir suskunluk olduğu görülüyordu. Fırtına yaklaşıyordu, yine ayrılık mı olacaktı? Halil’i bir daha görebilme imkanımız olacak mıydı? Ekip olarak kendimizi hep birlikte dağa şekillendirdiğimiz için erken bir hazırlığa en azından hazır değildik. Diğer yoldaşlar ne düşündü o süreçte ben bilmiyorum. Sohbetini yapmışızdır mutlaka. Ama onlar da erken bir ayrılığa hazır değildi.
Bizim ekip öyle bir ekipti ki günün belli bir bölümü birbirleriyle görüşüyorlardı. Hatta bazıları 10-13 saat uykudan kalan saatler dışında yanyanaydı. Evler yakındı. Akraba olunmasının da payı vardı elbette. Ama o ekip birbirine bağlıydı. Şimdi o ekipten belki bir bölümü başka yerde. Ama yine de mücadele içindeler. O ekipten evlenenler oldu. Halil çocukluğundan beri sevdiği bir ile evlendi. 1993 yılında Bayrampaşa’dan firar edip özgürlüğüne ulaştığında sevdiği de ardından gitmişti.
Halil evde her bir yoldaşla ayrı ayrı görüştü, konuştu. Ve hiçbirimiz birbirimize Halil tarafından söylenmiş şeyleri söylemedik. En azından ilk anda. Sıra bana gelmişti. Halil gideceğini söylüyordu. Ahmet Şahin yoldaşla o zaman çok kötü olduğumu belirtmeliyim.
Halil’i çok seviyordum. Halen de seviyorum. Ayrılmak istemiyordum. Kafamız hep birlikte hareket etmeye endeksli olduğundan bir ayrılık acı gelecekti bana. Bunu biliyordum. “Yoldaş bende geleyim” dediğimi biliyorum. Duygusal bir atmosfer oluşmuştu. İkimiz de ayrılmak istemiyorduk. Ama bir yerde ayrılık kaçınılmaz duruyordu. Alışmak gerekiyordu belki de buna. Alışmak ne kadar zor olsa da. Ayrılık kapıyı çalınca, eyvallah demekten başka yolumuz yok. Bunu kabul ederiz ve o gün eyvallah, madem ki böyle olması gerekiyor, boynumuzu eğeriz.
Halil benim öğretmenim. Halil benim yoldaşım. Ve bizim insan olan yanımız; insan gibi insan olan yanımız. Yoldaşlığı, dostluğu, arkadaşlığı, sevgiyi ben ondan gördüm.
(…)
Bazen faaliyet alanında, mücadele içinde olan yoldaşlar kendilerine en yakın olan insanlarla daha iyi anlaşır. Bu gayet doğaldır. O zamanda bizim faaliyette böyle bir ekip vardı. İş bitirici bir ekip. Her işe kalkışan, başarılı olan ekip. Bu, yoldaşlık duygusunun gelişmiş olmasından kaynaklanıyor. Her insan yaşamıştır bunu.
Gün geldi. Ayrılık vakti geldi çattı. Çantalar hazırdı. Ben yine son kez şansımı deneyeyim dedim. Çantalardan birini aldım. Uyanıklık yaptım. Ama Halil benden de uyanık. “Hayrola ne iş?” dedi. “Ya yardım edeyim, ben de geleyim” dedim. “Sen kal yoldaş, konuştuğumuz gibi. Beni bekle. En kısa zamanda seni çağıracağım” dedi. Çanta taşıma işi ile kandıramadım Halil’i,Ahmet Şahin yoldaşda gülüyordu. Halil sözünü tutan yoldaştı. Ve bu noktada da yanılmadım. Güvenim boşa çıkmadı. Her ne kadar her gün haber beklemede, haber aylar sonra gelmişti.
Bu duygunun bir benzerini 1996 ÖO’dayken yaşamıştım. Şehitler veriyoruz. Elimizden bir şey gelmiyor. Sıramızı beklemekten başka ve o süreçlerde ölürsem, şehit düşersem, Halil’in yanına gömülmek isteğim vardı. Bilincim gidip gelmeye başlarken hep onu düşündüm.
(….)
Bir yoldaşı”