HBDH: KORANA TECRİTTİR, DİRENİŞ ÖZGÜRLÜKTÜR

KORANA TECRİTTİR, DİRENİŞ ÖZGÜRLÜKTÜR

 

Korona virüs pandemisi ve bu süreçte ortaya çıkan olgular, artık kapitalist sistemin insanlığa vereceği bir şey kalmadığını bir kez daha güçlü bir şekilde gözler önüne sermiştir. Sistemin kaleleri sayılan emperyalist devletlerde yaşanan toplu ölümler, sağlık malzemelerindeki çok ciddi yetersizlikler, sağlık sistemlerinin ardarda iflası, emperyalist liderler tarafından peşpeşe yapılan insan hayatıyla adeta dalga geçen açıklamalar ve binlerce insanın ölümünü normalleştirilirken, kapitalist üretimin devamının hedeflenerek alınan “önlemler” kapitalizmin tükenmişliğini, çürümüşlüğünü bütün çıplaklığıyla ortaya koymuştur.

Pandemi ve egemenlerin akabinde geliştirdikleri bütün uygulamalar neredeyse tüm toplumsal eşitsizlikleri, baskıyı ve sömürüyü toplumun bütün emekçi katmanları için bıçağın kemiğe dayanması derecesinde hissedilir hale getirmiştir. Halklarımızın söylemiyle “millet canı ile uğraşırken” onlar mallarının derdine düşmüşlerdir. Ücretsiz izin esnek çalışma gibi işçiler için açlık ve ölümden başka hiçbir anlamı olmayan uygulamalar jet hızıyla meclisten geçirilmiş, çıkardıkları af ile ilerde sivil faşist örgütlenmelerde kullanmak üzere cezaevlerinde ne kadar tetikçi, katil ve tecavüzcü varsa sokağa salınmıştır. Emekçiler açlık sınırının altında sürdürebildikleri yaşamdan dahi kovulma noktasına getirilirken ekonomik koruma tedbirleri altında patronlara para pompalanmaya devam edilmiştir. Güya evde kal ve sosyal mesafe çağrıları yaparken yaşamını devam ettirebilmek için hergün işe gitmek zorunda olanların ne yapması gerektiği noktasında söylenmiş bir sözü duyan, alınmış bir önlemi gören olmamıştır. Faşist iktidar pandemi ile ortaya çıkan krizin faturasını işçi emekçi ve kadınlara çıkartmaktadır. İşten çıkarma, çalışma koşullarının kötüleşmesi, pandemi koşullarında işçi sınıfının ve emekçilerin tarihsel kazanımlarına saldırı fırsatı olarak değerlendirmektedir.

Pandemi süreci erkek egemen sistemin yüzünü bir kez daha açığa çıkartmıştır. Salgının yayılmasıyla birlikte sadece coğrafyamızda değil dünyanın yer yerinde kadınlara yönelik şiddet artmış, kadınların kürtaj hakkı engellenmiş durumdadır. Erkek egemen sistemin her türlü şiddet mekanizmasıyla kadınların hayatını kontrol altına alma çabasında güvenli diye işaret ettikleri evlerde yıllardır kadınların hapsedildiği dört duvarlardır. Korana virüs bahanesiyle çıkartılan yeni infaz düzenlemesinde kadın katillerini, taciz, tecavüz, istismar suçlularını serbest bırakarak, yeni katliamlara fırsat yaratıp taciz ve tecavüzü meşrulaştırmıştır. Erkek egemen sisteme karşı mücadele eden kendi hayatlarını savunan kadınlar ve siyasi tutuklular kapsam dışı bırakılmıştır. Yaşanılan emperyalist kapitalist bunalıma ek olarak pandemi etkisiyle derinleşen ekonomik krizin etkisiyle ilk işten çıkarılanlar yine kadınlar olmuştur. Kadınlar ekonomik anlamda zorunlu olarak aileye mahkum edilmiştir. Keza pandeminin kaçınılmaz karşılığı, ev içi görünmeyen emeğin (bakım emeği) dolayısıyla kadın emeğinin sömürüsünün giderek artacağıdır. Ev her zaman kadın için zulmün ve şiddetin daha yoğunlaştığı ve kadına yönelik şiddetin gizlendiği alanlar olmuştur. Bundan dolayı kadınlar için ataerki koronadan daha tehlikeli ve öldürücüdür. “Evde kal” çağrılarının erkek egemen sistemin kadına dönük saldırılarını çoğaltmaktan başka bir anlamı yoktur.

Emperyalist-kapitalist sistemin bulunduğumuz evresinde ondan bağımsız bir biçimde felaketlerin ortaya çıkabileceğini düşünmek mümkün değildir. “Felaket” doğal süreçlerde ortaya çıkan olaylarla değil, onların sonuçlarıyla, sonuçlarının büyüklüğüyle ilgili bir tanımlamadır. Sadece buradan yola çıksak dahi, meydana gelen her türlü hastalık veya doğa olayının sonucunda ortaya çıkan felaketler kapitalist sistemin ürünüdür. Ve sadece bu da değil, kapitalizm kendi sistemi içerisindeki her türlü felaketin failidir. Bunu söyleyebilmek için kapitalistlerin ne virüs üretmesine ne de biyolojik saldırı yapmalarına gerek vardır. Hiçbir başka alt başlığa gerek kalmaksızın kesin olarak söyleyebiliriz ki, kapitalizmin toplumsal örgütlenişi felaketlere yol açar. Hatta geldiğimiz evrede onları üretir. Güncel somutluk içerisinde, covid19 kapitalizmin ürünü müdür değil midir ayrı bir tartışma konusudur ama corona felaketi olarak adlandırdığımız ve küresel olarak şu an yaşıyor olduğumuz olay dolaysız olarak kapitalist sistemin ürettiği ve bunun sonucunda ortaya çıkan bir felakettir.

Covid 19 ya da covid 19’un yayılımı insan eliyle mi yapılmıştır? Kapitalizmin kendi ürünü müdür?

Olmayabilir. Bu bir olasılıktır. Ama en fazla “olabilir ihtimali” kadar güçlü bir olasılıktır. Kesin olarak böyle değildir demek için dayanılacak hiçbir kesinlik yok! Ama aksini düşündürten ve bunda bir iş var dedirten birçok veri var. Sadece sistemin “saygın” liderlerinin daha salgının ilk günlerinden bu yana söyledikleri “200 bin ölüyle atlatsak iyi iş çıkarmış olacağız” “sürü bağışıklığı” “hiçbir şey eskisi gibi olamayacak” “fırsata çevireceğiz” türünden demeçlerine bakmak yeterlidir.

Kapitalist sistemde biyolojik silah ve saldırılar varlığı kanıtlanmamış ya da tarih boyunca hiç ortaya çıkmamış kullanılmamış şeyler değildirler. Hafızamızı biraz kurcalamak bunun birçok örneğini hatırlamamıza yardımcı olacaktır. 11 Eylül saldırısını gerçekleştiren, komple bir adayı biyolojik silah araştırmalarına ayıran, Küba’ya yıllar boyunca, onlarca biyolojik saldırı düzenleyen, Kürdistan dağlarını yıllardır kimyasal silahlarla döven bir sistemin insanlık dışı böylesi bir şey yapmayacağının kefili olamayız.

Amacımız korana felaketinin kriminal değerlendirme ve takibini yapmak değil. Aksine ortaya çıkan bu durumu ele alışı ve karşı mücadele biçimlerini sağlıklı bir çözümleme üstüne oturtmaktır. Pandemi meselesini sadece doğal bir sağlık meselesi olarak değerlendirmek ve akabinde mücadeleyi sadece koranadan korunma tedbirlerine indirgemek bizim açımızdan pasif, edilgen bir tavır oluştururken, egemenler içinse kesinlikle kabul edilebilir bir hat ortaya çıkarıyor. Burjuvazi onlarca emekçiyi sağlıklarını umursamaksızın üretim alanlarına sürmekten kesinlikle hiçbir taviz vermez ve pandemiyi fırsata çevirip, emekçiler için birçok hak gaspını içeren yasalar çıkartırken, Kürdistan’da belediyelere kayyum atayarak Kürt halkının seçilmiş iradesini gaspederek yürüttüğü savaşa ara vermeden devam etmektedir. Rojava ve Suriye’deki işgal hareketlerinde durmaksızın tahkimat yapmaktadır. Devrim güçlerini etkisizleştirmek için pandeminin ortaya çıkardığı “sosyal mesafe” benzeri bütün durumları sonuna kadar kullanırken, birleşik devrim güçleri yukarıda da belirttiğimiz gibi kapitalist sistemin dolaysız bir sonucu olarak ortaya çıkan bu olayı sadece toplumsal bir sağlık sorunu olarak ele alamaz, böyle bir konumlanmayla yetinemez. Salgın sürecinde devletin kitlelere yönelik aldığı ve süreklileştirme çabası içine gireceği aşikar olan sokağa çıkma yasağı, yaş sınırlaması, para cezaları, bölge karantinaları gibi “önlemlerin” sadece halk sağlığı için uygulandığını ve böyle uygulanacağını düşünmek en hafif ifadeyle saflıktır. Kaldı ki kapitalizmin ulaştığı bu aşamada sadece halk sağlığını korumak amacıyla dahi alınacak en etkili yöntem faşist devletin yıkılması mücadelesine hız vermektir. Emperyalist kapitalist sistemin ve faşist devletin emekçilerin sağlığı diye bir düşüncesi tasası yoktur. Egemenler için korunması gereken tek şey emekçilerin sağlığının hiçe sayılması ve gerektiğinde ölümleri üzerine kurulan bu sistemdir. 270 binin üzerinde ölüm milyonlarca işsiz, yoksulluk ortadayken normalleşmenin yavaş başladığını iddia eden faşist rejim ezilen halkları baskı altında tutmak ve kendi iktidarını sağlamlaştırmak için çıkardığı yasalardan geri adım atmayacak tam tersi arttıracaktır. Normalleşme denilen sürecin hiçbir zaman işçi sınıfının, emekçilerin ve kadınların lehine olmayacağı açıktır.

Birleşik Devrim Güçleri bu bakış açısıyla kendini ne “evde kal” çağrılarıyla sınırlamış ne de bu çağrıların sonucunda ortaya çıkan sınırlandırılmış eylemlerle sürecin karşılanabileceği doğrultusunda hareket etmiştir. Bundan sonra da bu pandemiyi sadece alınacak en başlıca sağlık önleminin faşizmin yıkılması mücadelesi olduğunu başa koyarak karşılamalıdır, karşılayacaktır. Milyonlarca emekçi üretim alanlarına sürülmeye devam ederken, ezilenler pandemiyle birlikte katmerlenmiş bir sömürünün odağına yerleştirilmişken ve faşist devlet kendi egemenlik savaşına bir saniye bile ara vermezken bizim mücadeleyi sınırlamamız ya da sınırlayacak koşulları kabul etmemiz düşünülemez.

Birleşik Devrim Güçleri, alınabilecek bütün sağlık önlemlerini alarak sokağa inmekten vazgeçmeyecek, emekçilerin sokak eylemlerini sınırlandırmak üzere uygulamaya sokulan hiçbir önlemi kabul etmeyen bir pratik çizgi izlemelidir. Emekçiler arasındaki dayanışma biçimleri ve pandemi süreci ile birlikte ortaya çıkan bu alandaki örgütlenme, organize olma biçimlerinin gelişmesi için çalışmalar yapılmalı ama hareketin ev içine ya da sadece sosyal medya alanına sıkıştırılması kesinlikle kabul edilmemelidir. Sokaklar ve meydanların emekçilerden ve onların taleplerinden yalıtılması çabası, tıpkı 1 mayısta birleşik devrim güçlerinin ortaya koyduğu birleşik pratik örnekleriyle ve faşizmin hiçbir sınırlamasını tanınmayarak aşılmalıdır.

HBDH, her geçen gün yeni ve sağlam adımlarla büyüyen devrim mücadelesinin önüne hangi bahaneyle olursa olsun koyulmak istenen her türlü engel ve sınırlamayı tanımayacak, halklarımızın kurtuluş mücadelesini hedefine vardırma kararlılığından taviz vermeyecektir. Biliyoruz ki ne sağlıklı bir yaşam ne de özgür bir toplum, kapitalist sistem ve faşist devlet egemenliği altında mümkün değildir. Faşist devleti yıkacak, toplumsal ilerlemenin önündeki seti, kapitalist kabuğu parçalama mücadelesine aralıksız devam edeceğiz.

Yaşasın Birleşik Devrim!

Yaşasın HBDH!