Hülya Yaman

Hülya Yaman

Ölümsüzleştiği Tarih: 26 Aralık 2024

Geçirdiği felç sonucu büyük bir yaşam mücadelesi veren Hülya yoldaşımızı 26 Aralık 2024 günü kaybettik.

Hülya yoldaş, 14 Haziran 1966 yılında yoksul bir ailenin çocuğu olarak Samsun’da dünyaya geldi. Babasının işçi olarak Almanya’ya gelmesinden sonra 17 yaşına kadar ailesinin geri kalan fertleriyle Samsun’da yaşadı. Genç yaşına rağmen zorluklar ve yoksulluk onu hayata tutunmasını öğretti. Yüz binlerce yoksul insan gibi, o da yoksulluk içinde bilendi. İçindeki Karadeniz öfkesi onu yıllar sonra devrimci yapacak ve bilinçli ve örgütlü bir yaşamla buluşturacaktı. Öyle de oldu.

Hülya yoldaşımızda, Almanya’da çalışan işçilerin aile birleşimi yasasından yararlanarak 1983 yılında Almanya’ya ailesinin yanına geldi.

Almanya’ya geldikten kısa bir süre sonra çalışma hayatıyla tanışan yoldaşımız, hayatını çalışarak kazanmaya başladı. İşçi bir kadın olarak çeşitli işlerde çalışarak kendi ekonomik bağımsızlığını kazandı.

Karadeniz’in asi kadını Hülya yoldaşımız, sınıfını ve sınıf mücadelesini de bizzat çalıştığı iş yerlerinde, patronların her işçi gibi onun sırtından kazandığı artı-değeri doğrudan yaşayarak gördü, sınıflı toplum gerçeğiyle tanıştı.

O, yaşadıklarının bir nedeni olduğunu, bir kısım insanın durmadan neden çalıştığını, bir azınlığın da neden çalışmadan başkalarının sırtından kazandığını sorgulamaya ve araştırmaya başladı. İşçi sınıfının bir üyesi olduğunun bilincine vardığında ise, hayata bakışı değişmeye başladı.

Almanya’daki eylem ve etkinlikler, edindiği bilinç Hülya yoldaşı bir arayışa yöneltti. 1985’lerden itibaren partimizle tanışan Hülya yoldaş, hastalanana kadar partimizle pratik ilişkilerini sürdürdü. Çeşitli nedenlerden kaynaklı kısa molalar dışında Hülya yoldaş hep yanımızda, mücadelenin içinde oldu.

Hülya yoldaş, sınıf bilinçli kadın bir devrimci olarak kadının kurtuluşunun da devrim ve sosyalimde olacağını bilince çıkartan kadın yoldaşlarımızdan biriydi.

Örgütlü mücadeleye başladığı andan itibaren, kendisini geliştirmek için yoğun bir çaba içine girdi. Sürekli okuyan ve araştıran devrimci bir kadın olarak, özel olarak kadın sorununa eğilerek kendini geliştirdi. Kadın mücadelesinin sınıf mücadelesinden koparıldığında, sıradan bir mücadeleye dönüşeceğini bilen ve bu bilinçle hareket eden kadın yoldaşlarımızdan biriydi.

Hülya yoldaş, partimiz saflarında örgütsel faaliyet yürüttüğü dönemde birçok görevi de üstlendi. Dönem dönem ülkeye giderek, verilen görevleri tereddütsüz yerine getirdi.

Örgütlü mücadele yürüttüğü Almanya’da birçok görev aldı. Parti faaliyetinin yanı sıra, demokratik alanda da görevler üstlendi. Hiçbir faaliyet alanında seçici olmadı. Partinin kendisine verdiği her görevi kabul etti. Üstlendiği her faaliyeti eksiksiz olarak yerine getirmede elinden geleni yaptı.

Hülya yoldaş, Avrupa’daki kadın hareketimizin gelişmesi ve büyümesi içinde büyük emekler verdi. Önceki kadın faaliyetlerimizin devamı olan ve 1990’da yeniden örgütlenen kadın hareketimizin ilk kurucuları içinde yer aldı. Kadın faaliyetinin yazınsal faaliyeti içinde birçok makale ve araştırmayla büyük katkılar sundu.

Genç kadınların yetiştirilmesi ve eğitimlerine büyük önem verdi. Görevler üstelendi. Eğitmen olarak çalışmalara katıldı.

Onu erken kaybetmenin acısını yaşıyoruz. Başta ailesi olmak üzere, tüm sevdiklerinin acısını paylaşıyoruz.

Hülya yoldaşımızı mücadelemizde hep yaşatacağız.

Güle güle Karadeniz’in asi kızı!

 

*******

Hülya (Yaman) Onur Yoldaşın Kaleminden:

Faşizm Katlettikçe, Direnişlerde Çoğalacağız

Çünkü hâlâ katliamlar, baskılar, işkenceler, gözaltında kayıplar, hak gaspları ve zindanlardaki zulüm devam ediyor. Belleklerimiz, işte bu yüzden hâlâ taze. Hacer’in “çok güzel olacak her şey” sözünde, her şeye rağmen umudu yeşertmek, geleceğe dirençle ve kararlılıkla bakmanın toplamını haykırıyordu aslında.

Evet, zindanlar hâlâ kanayan bir yara olmaya devam ediyor. Faşizm, zulmünü katlayarak sürdürmeye devam ediyor; sadece zindanlarda değil, tüm toplum üzerinde… Maraş’tan 19 Aralık katliamına, zindanlardan Roboski’ye kadar uzanan bu kırımlar, Aralık ayını katliamların zirveye çıktığı kara bir sayfa olarak tarihe kazandırdı. Her güne, her aya sığdıramadığımız sayısız kırım, şiddet, taciz, tecavüz… Yani, şiddetin devlet eliyle yaşatıldığı bir coğrafyaya dönüştürülmüş bir ülkede yaşıyoruz. Cumartesi Anneleri/İnsanları hâlâ yakınlarını, sevdiklerini, çocuklarını aramaya devam ediyor. Barış Anaları, barış zılgıtlarını bir an olsun dillerinden düşürmüyorlar. Gezi Anaları, çocuklarının katili olan devlete karşı adalet arayışlarını sürdürüyorlar. Bu ülke, çocukları katledilen, zindanlara atılan analarla dolmuş durumda. Ve analar, öfke ve kinlerini sıkılı yumruklarında biriktirerek, mücadelelerine devam ediyorlar.

12 Eylül’de çocuklarını kaybeden anneler, bugün tüm çocuklar için alanlarda direnç çiçekleri gibi her geçen gün daha fazla çoğalıp, daha büyük bir inançla zemheriye rağmen açmaya devam ediyorlar. Çünkü, tüm insanlık gibi kadınlar, 78’de Maraş’ta hamile kız kardeşlerinin karınlarının deşilip, doğmamış bebeklerin faşizm tarafından duvarlara çivilenmesini unutmadılar. Çocuklarının 19 Aralık 2000’de, “Bizi diri diri yaktılar!” haykırışları yüreklerinde bir ağıt oldu, yumruklarında öfke… Faşizmi hatırladılar, unutmadılar.

2011’de Roboski’de en çok yüreği ağlatılan kadınlar, çoğu çocuk yaştaki evlatlarının “terörist” denilerek faşizm tarafından katledilmelerinin acısını yüreklerinde yaşadılar, unutmadılar. Katırları dahi katleden bu sistemle barışık olmamaya and içtiler kadınlar.

Evet… unutmadılar, unutmayacağız, unutturamayacaklar… Çünkü yumruklarımızda sıkılı tuttuğumuz öfkemizle ve yarına olan umutlarımızla, insanlığın kurtuluşu ve özgürlüğü adına ihanet olacaktır unutmak.

Kanla beslenen ve iktidarlarını despotlukla sağlamlaştıran hakim sınıflar, son süreçlerde en fazla zulmü artırdıkları kesimlerin zindanlar, kadınlar ve çocuklar olduğunu görecektir. Sınıf çelişkisini unutmadan bir yana koyarsak, kadın-erkek eşitsizliği (toplumsal cinsiyet eşitsizliği), Alevi (inanç) ve Kürt (milli mesele) sorunları bu sistemin karabasanı olmuştur. Faşizmin “tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek din” gibi ilkelere dayanan yapısı, örgütlü bir karşı duruş sergilendiğinde yanıtını katliam, tecavüz, sürgün, asimilasyon, inkâr ve imha ile vermiştir. Maraş’ta Alevilere yönelik bir katliam yapılırken, Roboski katliamı da Kürtlere korku salmak ve faşizmin koyu karanlığında, onun kuralları dışına çıkılamayacağına dair bir devlet şiddetiydi.

Ve doğrudan, iyiden, güzelden, insanca bir yaşamdan yana, özgür bir dünya yaratma mücadelesi verenlerin payına da ya ölüm ya da zindanlar düşüyor hâlâ bu ülkede.

“En iyi devrimci, ölü devrimcidir.” mantığını her fırsatta devrimcileri, sosyalistleri, yurtseverleri katletmeyle kanıtlayan faşizm, özellikle de sosyal, demokrasi ve ulusal kurtuluş mücadelesi veren kadınlara karşı yönelmesiyle, ne kadar kadın düşmanı olduğunu da her seferinde yeniden teyit etmektedir.

Bu durum:

Kadınların artık sessiz düşünmeyi bırakıp, sokaklara çıkma cesaretini göstermeleri ve “Biz de varız!” diyerek erkek egemen iktidarlarını korkutmalarıyla ilgilidir.

Kadın devrimcileşirse devlet erk’lerinin sarsılacağının, sosyalistleşirse erkek egemen iktidarlarının sonunun daha hızlı yaklaşacağının korkusuyla ilgilidir.

Sistem, kadınlara yönelik şiddetin dozajını ve yöntemlerini arttırır. Politik, siyasi, ideolojik donanımlı kadınlara yönelik şiddet ise daha devletçe ve erk’çidir.

Unutulmamalıdır ki, katledilen devrimci kadınların bedenlerine son kurşunlar ya göğüslerine ya da vajinalarına sıkılmıştı. Yine, Ekin Wan ve diğer gerillaların çıplak vücutları “teşhir” edilerek “onursuzlaştırılmaya” çalışılmıştı. Oysa o çıplak bedenler, biz kadınların onurlu ve çıplak, duru mücadelesidir. O kadınlar, özgür yarınlara giden yolların bedelini ödemiş ve ama onurluca davasına sahip çıkmış devrimin köşe taşlarıdır.

Katledilmeyenler ise zindanlarda faşizmin her türlü insanlık dışı uygulamasına karşı onurlu bir duruş sergilemeye devam etmektedirler.

Diyarbakır’ın faşizm için kara, devrimciler ve yurtseverler için onurlu ve direniş mirası bırakan tarihini çoğumuz biliriz. İbrahim Kaypakkaya’nın “Ser ver, sır verme” ilkesinin devam ettiricileri, dörtlerin bedenlerini tutuşturarak isyan ateşini yakmışlardır. Sakine’nin “Göğüslerimi kestiler, haklı bir davanın bedelini ödemiş değerleri düşününce ah bile diyemedim…” direnişi bugün de F-tipi tabutluklara rağmen yaşatılmaktadır.

Faşizm, kendini en güçlü zannettiği alanlarda, zindanlarda “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!” diyerek düşmana meydan okumaya devam etmektedir.

Çünkü onlar, hakların direnerek elde edileceğini bilen, elde etmek istedikleri hakları da direne direne kazanacaklarının bilincindeler.

Bu bilinci biz dışarıda olanların kuşanması da *”ama”sız, “fakat”sız bir sorumluluk ve zorunluluktur. Faşizmin tüm toplumu açık bir cezaevine dönüştürmeye çalıştığı, 20 yıllık gerici, faşist AKP iktidarının ardından yaşanan her türlü şiddet, kadınların emeğinin, bedeninin, kimliğinin baskı ve sömürü çarkında öğütülmesi, zenginlerin daha zengin, fakirlerin daha fakir olduğu, gençliğin, LGBTİ+’ların, emeklilerin, emekçilerin, memurların, akademisyenlerin hak ve özgürlüklerinin gasp edilmesi, çocuklarımızın geleceğinin karartılması, doğanın ve canlıların talan edilmesi günümüzdeki vahim tabloyu yaratmaktadır.

Bu tablo karşısında, faşizme karşı durmak, onurlu insanların yanında durmak, onları sahiplenmek, mücadelelerine dışarıdan omuz vermek, aynı zamanda faşizme karşı omuz omuza durmak demektir.

Sistem her geçen gün daha pervasızlaşırken, tek tek saldırırken, “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diyemeyiz. O yılan hepimizi sokar, zehrini hepimize zerk eder. O zehire karşı güçlüce ve birlikte panzehir olmak, ertelenemez bir zorunluluktur. Ve bu mücadelenin en önemli öznesi, öncüsü ve önderi biz kadınlar olmak zorundayız. Çünkü bu sistemin en çok borçlu olduğu kesim biz kadınlarız.

O borçların bedelini ödemek, biz kadınların bu sisteme karşı mücadelesinde; dayatmalara, değişim taleplerine ve tüm prangalardan kurtulabilmeye dair, zor da olsa küllerinden yeniden doğarak, özgür yarınlara uçan anka kuşu misali örgütlü yıkıcılıkta sebat etmekten geçer. Ayça İdil Erkmen’lerin, Nergis Gülmez’lerin bizlere bıraktığı mücadele geleneği, Barbara’nın enternasyonalist enginliği, Ayfer’lerin, Sefagül’lerin dağlara sevdalı oluşları, Sabahat’ların teslim olmamış duruşları, “Cesaretiniz varsa gelip alın!” çağrıları, Zilan ve Sakine’lerin Türkiye Kürdistanı’ndan özgürlük zılgıtları bizlere her daim rehber olmalıdır.

Dolayısıyla, başta zindanlarda faşizmin saldırıları sonucu hayatlarını ‘Hayata Dönüş Operasyonları’nda katledilerek kaybettiğimiz tüm değerlerimizi saygıyla anarken; Maraş ve Roboski’nin acısını da yüreğimizin en derinlerinde hissetmenin öfkesini yaşadığımızın altını çizelim.

Gün gelecek, tüm katliamların ve soykırımların hesabı sorulacağı gibi, Maraş’ın ve Roboski’nin de hesabı mutlaka sorulacaktır. Anıları önünde saygıyla eğiliyor, katledenleri bir kez daha tüm öfkemizle lanetliyoruz.

„Hiç kimse süpürmeyecek o yeri,

Alınmadıkça bedenlerin bedeli,

Silinmeyecek zebanilerin kanlı ayak izleri…“

Evet, zebaniler yeniden ve yeniden katliamlar yapmadan tüm duyarlılığımızı ve sahipleniciliğimizi hayata geçirmeliyiz. Hapishanelerdeki özgürlük mahkûmlarının sahiplenilmesi, önümüzdeki en önemli görevlerden biridir. Politik tutsakları yalnızlaştırmak, kişiliksizleştirmek, kendilerine, kimliklerine yabancılaştırmak, tek tipleştirerek toplumdan izole etmek, düşünce ve ideallerinden uzaklaştırmak amacı güden zindanlar, uygulamalarını da buna uygun biçimde şekillendirir.

Bu bağlamda, tek tip elbise uygulamasına; kitap, gazete, sosyalist basından dergi ve kitap yasaklarına; havalandırma saatlerinin keyfi uygulanmasına; telefon ve görüşlerde resim çektirme yasaklarına; dışarıdan gönderilen yiyecek ve giyeceklerin yasaklanmasına; mektupların sansürlenmesine ya da keyfi olarak gönderilmemesine, gelenlerin verilmemesine; fahiş kantin fiyatları, elektrik faturalarına, çıplak arama işkencesine; hastalık durumunda revire gönderilmemeye; hasta tutsakların tahliye edilmemesine; keyfi sürgünlere; bilinçli olarak mahkemelere çıkartılmamak, gözaltı ya da tutukluluk sürecinin uzatılması gibi uygulamalara karşı durmak, bizim en temel sorumluluğumuzdur.

Taciz, tecavüz ve işkencelere; görüş yasaklarına; en ufak hak arama talebinde verilen hücre cezalarına ve bu cezalardan dolayı keyfi yakılan infazlara karşı; görüşçülere uygulanan ayakkabı çıkartma, göz röntgeni çekme, durmadan öttürülen x-ray cihazları işkencesine; gardiyan tacizleri ve daha birçok hak gaspına karşı, mahkûmların dışarıdaki sesi, kulağı olmak durumundayız.

Avrupa’dan Türkiye ve Türkiye Kürdistanı zindanlarına, zindandakilerin yakınlarına bir köprü kurabilmek, hem anlamlı hem de önemli bir adımdır. Bu aynı zamanda, Avrupa’nın iki yüzlü, saldırgan politikalarının teşhir edilmesi bağlamında da kritik bir yere sahiptir. Dün, İsveç bir Kürt aktivisti, Türkiye’deki akıbetinin ne olacağını bile bile geri iade etti. Politik tutsakların kendi ülkelerine gönderilmeleri sıklıkla karşılaştığımız bir durum haline gelmiştir.

Bir taraftan da başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinin F-tipi cezaevleri ve buralarda tutuklu olanların kötü durumlarını açığa çıkarmak, emperyalistlerin “demokrasi” havariliğini teşhir etmek gerekiyor.

Münih’teki 10 ATİK aktivisti devrimcinin tutuklanma ve mahkeme süreçleri, ne yapılması gerektiği konusunda önemli ve değerli bir karşı duruş örneği olarak görülmelidir. Unutulmamalıdır ki, yalan, uydurma ve zorlama ‘delillerle’ Almanya zindanlarında hala önemli sayıda politik tutsak rehin tutulmaktadır. Buradaki amaç, devrimcilerin tutuklanması üzerinden topluma ve demokrasi mücadelesi veren kişi ve kurumlara gözdağı vermek, topluma korku aşılayarak örgütsüz bir toplum yaratmaktır. Ancak nafile… Nerede ve hangi coğrafyada olursa olsun, direnenler kazananlar olacaktır. Yitirdiğimiz değerlerimize sözümüz var! Ve işkencelerden geçirilsek de, ateşlerde semaha dönsek de, dudaklarda ağıt, laç deresinde kızıl gül, Karadeniz’de sürgün olsak da, katledilsek de, yarının özgür düşleri uğruna bu kavga bizim, bu sevda bizimdir.

Ve işte bu yüzden, yeni bir mücadele yılına girerken, diyoruz ki:

Faşizm katlettikçe, direnişlerde çoğalacağız…

19 Aralık 2022

******

Hülya Yaman yoldaşla ilgili basında çıkan, haber, yorum ve makale:

Hülya Yaman kitlesel bir törenle uğurlandı

Geçirdiği rahatsızlık sonucu yaşamını yitiren Hülya Yaman, Frankfurt’ta düzenlenen kitlesel bir törenle mücadele arkadaşları tarafından alkışlar ve sloganlar eşliğinde uğurlandı.

29 Aralık 2024

Geçirdiği rahatsızlık sonucu yaşam mücadelesi veren Hülya Yaman, 26 Aralık’ta hayatını kaybetmesinin ardından, dün Almanya‘nın Frankfurt kentinde düzenlenen kitlesel bir törenle memleketine uğurlandı. Hülya Yaman’ın tabutu, törenin yapıldığı salona mücadele arkadaşları kadınlar tarafından alkışlar ve sloganlar eşliğinde taşındı.

Törende yapılan konuşmalarda Hülya Yaman’ın mücadeleci kimliği ve yaşamı anlatıldı. Açılış konuşmasında, “Bugün sevgili Hülya’mızı, yoldaşımızı, sınıf mücadelemizin bir kadın militanını ölümsüzler kervanına yolculamanın derin hüznünü yaşıyoruz” ifadeleri kullanıldı.

Anmada, Hülya Yaman’ın hayatından kesitlerin sunulduğu sinevizyon gösterimi sırasında duygusal anlar yaşandı. Sık sık “Jin Jiyan Azadi” ve “Hülya Yoldaş Ölümsüzdür” sloganlarının atıldığı törende, ilk konuşma Yeni Kadın adına yapıldı.

Konuşmada şu ifadeler yer aldı:

“Kadın grubumuzun 33 yıllık tarihinde, başından itibaren uzun bir süre boyunca aktif bir şekilde yer aldı. Kadın örgütlenmesinin güçlenmesinde, kadın bilincinin geliştirilmesinde büyük katkılar sağladı. Yazılarıyla ve çalışmalarıyla birçok kadının ve genç arkadaşının eğitilmesinde önemli rol oynadı.”

Yapılan konuşmada, Hülya Yaman’ın örgütlü mücadeleye katılma sürecine değinildi:

“1985’lerden itibaren örgütümüzle tanışan Hülya yoldaş, hastalanana kadar örgütümüzle bağını hiç koparmadı. Çeşitli bölgelerde verilen kısa molalar dışında, Hülya yoldaş hep yanımızda, mücadelenin içinde oldu.”

Etkinlikte, Hülya Yaman’ın kaleme aldığı şiirler genç kadınlar tarafından seslendirildi. 19 Aralık Katliamı, 5 Kızıl Karanfil ve 12 Eylül Askeri Faşist Cunta’ya dair yazdığı şiirler, katılımcıların sloganları eşliğinde okundu.

Hülya Yaman’ın cenazesinin Pazartesi günü memleketi Samsun Taflan’da ailesi, yoldaşları ve sevenleri tarafından toprağa verileceği bildirildi.

*****

GÜZEL VE İYİMSER BİR KADINDI

Mehmet Akkaya

Bir haftadır sosyal medyada paylaşılıyor. Yaşamını yitiren devrimci bir kadından söz ediliyor. Almanya’da ağır hastalık koşullarından sonra aramızdan ayrıldığı söyleniyor. İşçi örgütleri, devrimci dostları tarafından anmalar yapıldığını duyuyoruz. Başlangıçta kim olduğunu anlayamasam da haberler web sitelerine de düşünce hemen benim de aklıma ölen kişinin Hülya olabileceği geldi. Emin olunca Hülya Yaman ile tanışıklığımızı anımsadım.

Bir buçuk yıl evvel, Frankfurt’un kenarlarında, orman içinde, tenha bir mekanda yapılmış hastanede ziyaret ettiğim anlar aklıma geldi. Karşılaştığımızda bende bıraktığı ilk izlenim güzel ve iyimser bir kadın oluşuydu. Yazar çizerlere, aydın ve sanatçılara karşı ilgi, saygı ve merakını, bana olan tutumundan anlamam zor olmadı. Güzeldi diyorum, çünkü iyimser ve devrimci her kadın, insanda güzellik duygusu yaratıyor.

Adını, önemini, iyimserliğini, Türkiye’de yakın arkadaş çevresinden biliyordum Hülya’nın. Son günlerde ağır bir sağlık sorunu yaşadığı da verilen bilgiler arasındaydı. Kendisine karşı olan merakım artınca Almanya’da bulunduğum süre zarfında ziyaret etmeyi de ajandama not etmiştim. Oysa hastane koşulları ve hastanın durumu, hijyen nedenlerle ve ortamın bulaşıcı olması riskinden dolayı ziyaretin güçlükler taşıdığı da ortadaydı.

Hülya ile doktor izni olmadan olağan görüşme yoktu. Yine de riskli olmasına rağmen sınırlı sayıda, ihtiyatlı, zorunlu ve dikkat edilerek görüşmeler yapılabiliyormuş. Üstelik risk, benim için de geçerliydi. Riski göze alma düşüncesi baskın olunca bende, Hülya’nın arkadaşları aracılığıyla kendisiyle yatmakta olduğu hastanede buluştuk.

Buluşma sırasında özel hastane elbiseleri giyinmek zorunda kaldık. Sağlık ve ölüm korkusuna aldırış etmeden dostluk duyguları içinde felsefeden girip siyaset mevzularından çıkan bir konuşma geçti aramızda. İki saat kadar sürdü görüşmemiz. Görevlilerin uyarısından sonra veda ettik. Sonrası malum!

Bence durumu ağırdı ama bunu bilmeme rağmen belli etmedim. Çünkü iyimserdi, yakın zamanda sağlığına kavuşacağına ve evine döneceğine, kısa zamanda mücadele alanlarında olacağına inanıyordu. Benim katılacağım bazı etkinlikleri de planlama düşüncesi vardı. Benden de onay almıştı, sözleşmiştik. Olmadı!

Sonradan öğreniyorum ki kendi sağlığı yerine öncelikle toplumsal hadiselere ilgi duyması, yaşamını politik aktivist olarak geçirmesinden kaynaklanıyor. Yine sonradan öğrendiğime göre sanat ve şiirle birlikte yaşamış birisi.

Hülya ile fazla bir hukukumuz olmadığı halde neden ilgimi bu denli çekti diye kendime sormadan da edemedim. Bunun yanıtı, onu kaybettiğimizde aklıma geldi. Çünkü benim için Hülya Yaman, 1991’de yine Almanya’da feci bir trafik kazasında kaybettiğimiz kardeşim Hülya Akkaya’dan sonra, aynı isimle ikinci kayıptı. Emperyalist merkezler, ezilenlerin ve emekçilerin karınlarını doyurdukları merkezler olmakla birlikte bazı zamanlarda da bu güzel insanların cansız bedenlerinin gerisin geri geldikleri merkezler oluyor.

Arkadaşın söylediğine göre Hülya Yaman için Frankfurt’ta tören düzenlenmiş ve geniş bir topluluk katılmış. Sonra anma sırasında çekilen fotoğraflara baktım. Gerçekten kitlesel bir anma ve önemli bir uğurlama olmuş. Halk, kendini sevenleri sevmeyi ihmal etmiyor, dedim içimden. Mücadele edenler, insanlığın küçük bir kesiminden de olsa mutlaka saygı ve değer görüyor.

Biyografisinden öğreniyorum ki 1966, Samsun doğumlu. Çağdaş sayılırız. 1980 darbesinin faşist uygulamalarına paralel bir yaşam öyküsü olan kuşağız. 78 kuşağı için geç kalan jenerasyon diyelim. Yaman, mücadeleye Almanya’da işçi derneklerinde başlamış. Yine söylendiğine göre kadın mücadelesinde soyadına uygun bir yönelim içinde olmuş.

Son zamanlarında fiziksel açıdan aktivite dışı kalsa da aynı duygu ve düşüncelerle dostlarına, ailesine, sevenlerine ve yoldaşlarına veda etmiş oldu. Temennim anılarının ve ihtilalci arzularının yeni kuşaklarda anlam bulması ve yaşamasıdır.

******