Necdet Oynargül

Necdet Oynargül

Ölümsüzleştiği tarih: 10 Ocak 1981

1959 doğumlu olan Necdet Oynargül, Balkanlar’dan göç etmiş bir ailenin çocuğudur. Genç yaşında partimizle örgütsel ilişki kurdu.

Kısa sürede çeşitli başarılar göstermesi üzerine Partinin İstanbul Askeri Komitesi’nde görevlendirilir ve Okmeydanı ve Alibeyköy semtlerinde devrimci faaliyet yürütür.

Kasım 1980’de MİT’den Ahmet Öztürk’ün cezalandırılmasının ardından düzenlenen bir operasyonda aynı alanda faaliyet yürüttüğü birkaç yoldaşıyla birlikte tutsak düşer. Tutsaklığı sırasında yoğun işkenceye uğrar. Partimizin işkencede direnme geleneğini sürdürür.

Necdet Oynargül yoldaş işkencede sonuna kadar direnip cellatlarını çaresiz bırakır. İşkenceciler bütün çabalarına karşı katıldığı askeri eylemlere dair ondan bilgi alamaz. Savcılığa çıkartılır ve kağıt üstünde serbest bırakılır. Polis işkencede çözemediği Necdet Oynargül yoldaşı İstanbul’un Çağlayan semtinde bir gecekondu evine götürerek orada kurşunlayıp katleder ve “çatışmada öldürüldüğü” senaryosu yazar.

“Asker” parti isimli Necdet Oynargül yoldaş ölümsüzleştiğinde TKP-ML üyesi ve TİKKO savaşçısıydı.

*****

Necdet Oynargül yoldaşla ilgili basında çıkan haber, yorum ve makale:

Aşağıda İşçi Köylü Kurtuluşu,  Temmuz 1982, Sayı: 41‘de bir kadın yoldaşımızın yaşamış olduğu ve deneyim olarak yayınlanmış olan işkence sürecinde adı verilmeyen ancak “bu yiğit yoldaşın işkencede katledildiğini çok sonradan öğrendim” ifadeleriyle bahsedilen devrimcinin Necdet Oynargül yoldaş olması kuvvetle muhtemeldir. Bu yargımızı güçlendiren bir diğer nedende bir başka kaynakta (Adresiz Sorgular) benzer bilgilerin verilmiş olmasıdır. Her iki kaynakta, işkencede sırasında kendi açılarından yaşananları anlatmışlardır. Bu iki kaynaktaki bilgiler değerlendirildiğinde ve birleştirildiğinde, Necdet Oynargül yoldaşın işkencede direnişine dair bir tanıklık söz konusudur.

Aşağıda Adressiz Sorgular adlı kitapta Necdet Oynargül yoldaşın işkence karşısında direnişini anlatan bir bölüm aktarılmıştır.

Kaynak: Adressiz Sorgular, Derleyen Osman Yaşar Yoldaşcan, Şubat Basım, sayfalar; 178, 179 ve 183

*****

Necdet Oynargül yoldaş hakkında 12 Eylül Davasındaki İşkence Şikayeti Cihan Dosyasında httpsmbianetorgbianetinsan haklari143594 12 eylul davasindaki iskence sikayeti cihan dosyasinda

Dönemin tanıklarından Hasan Hüseyin Çatalkaya, Antep 5. Zırhlı Tugayı’nda askerlik yaparken 4 Ağustos 1981’de gözaltına alındı, 5 Eylül’de tutuklandı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde 1. ve 2. Şube’de işkence gören Çatalkaya’nın tanıklığına göre: “Bir gece bana işkence yaparken, işkencede öldürüp kaçtı süsü verdikleri insanların isimlerini saydılar: Raci Yılmaz, Necdet Oynargül, Hasan Gazoğlu, Süleyman Cihan…” ifadelerini kullanmaktadır. (Bianet)

******

BELGE!

18.7.1983 tarihinde İstanbul 2 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesinde TKP/ML (2) Davası Duruşma tutanağı

[Devrimci tutsakların İstanbul Hapishanelerinde başlattıkları açlık grevi hakkında, TKP-ML Dava tutsaklarının, açlık grevi, hapishane koşulları, tek tip elbise saldırısı, işkence ve zulüm uygulamalarına dair askeri mahkemeye yaptıkları suç duyurusu. Dava tutanağında Necdet Oynargül ve Efendi Diril yoldaşların bazı eylemleri…]

Kaynak: İŞÇİ-KÖYLÜ KURTULUŞU, Sayı: 48, Ağustos-Eylül 1983, Sayfa: 8,9 ve 10

*****

Necdet Oynargül yoldaşın katillerinden birini cezalandırma eylemi haberi, ikk-sayı-88_Mart-1990, sayfa 14

*****

İsimsiz, resimsiz, mezarsız…

14 Mayıs seçimleriyle birlikte ilerici ve sol saflarda parlamento, devrimcilik ve sosyalizm yeniden tartışılır oldu. Öyle ki bu seçim hengamesi içinde “İlk defa sosyalizmi insanlara sosyalistler anlatır hale geldi” gibi bir hayli iddialı ve devrimci hareketin tarihinden -en iyimser değerlendirmeyle- bihaber açıklamalar bile yapıldı. Kuşkusuz bu türden değerlendirmeler parlamentoyu tek hedef olarak gören ve mücadeleyi sadece bu zeminle sınırlayan bir anlayışın ürünüdür. Ve elbette bu sınırlılık nedeniyle eksik bir değerlendirmedir.

Coğrafyamız devrimci hareketinin tarihsel sürecine baktığımızda, Osmanlı Devleti’ne karşı mücadele eden Ermeni devrimcilere; cumhuriyetin kuruluşu sürecinde Mustafa Suphi ve 15’lere, Deniz, Mahir ve İbrahim Kaypakkayalara uzanan bir çizgide sosyalizmi ve devrimciliği halka anlatan, anlatmakla kalmayıp mücadele eden ve bu uğurda ölümsüzleşen devrimcilere tanık olduğumuz gibi dahası bu devrimci önderler ve devrimciler, yüzbinleri devrim ve sosyalizm mücadelesinde fikirleriyle harekete geçirmiş, milyonlarca insanı doğrudan etkilemiştir.

Bu anlamıyla coğrafyamız devrimci hareketinin tarihi bir hayli zengindir. Üstelik bu zenginliğin içinde sadece bilinen ve tanınan isimler yoktur. Bu mücadele tarihini gerçek anlamda var eden ve devrimci mirasın günümüze ulaşmasını sağlayan sayısız devrimci vardır. Bunlardan kimisi hakkında hiçbir bilgi yoktur. Bazılarının sadece mücadele ettikleri örgütte kullandıkları ad vardır. Kimisinin sadece resmi vardır ve haklarında hiçbir bilgi yoktur. Bazılarının mezarı ise yoktur. Tıpkı 30 Mart 1972’de Kızıldere’de katledilen devrimci Van-Gevaşlı Sebahattin Kurt gibi…

Bazılarının hakkında az da olsa bilgi vardır ancak resimleri yoktur. Haklarında var olan bilgiler bölük pörçüktür. Faşizmin ağır baskısı, dönemin koşulları nedeniyledir bu!

Öyle ki kendisine dair bilgi sahibi olduğumuz ancak elimizde hiçbir resmi bulunmayan devrimcilerden birisi hakkında Eylül işkencehanelerden süzülüp gelen bilgilere sahibiz. Bu devrimci, 1980 askeri darbesinden hemen sonra gözaltına alınmıştır. 1959 doğumludur. Bu hesapla 21 yaşında gencecik bir devrimcidir. Balkan göçmeni bir ailenin çocuğudur. Büyük ihtimalle Boşnak milliyetine mensuptur. Kasım 1980’de MİT görevlisi Ahmet Öztürk’ün halk adına cezalandırılması eylemi nedeniyle birkaç yoldaşıyla birlikte faşizm tarafından tutsak edilmiştir.

Bu genç devrimci, faşizmin elinde ağır bir işkenceye uğrar. İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermeme geleneğini sürdürür. Hatta bu yoğun işkence altında başka örgütlerden devrimcilere yardım eder. Bu bilgiyi aynı dönemde tutsak edilen bir devrimcinin “Adressiz Sorgular”da yazdıklarından öğreniyoruz: “Sol kolumun bağlı olduğu zincirin geçtiği delikten adım sesleniliyor. Kulağımı dayıyorum. ‘Zinciri yavaş yavaş çek’ diyor, fısıldarcasına bir ses. Çekiyorum; iki ucundan zincirin halkalarına takılmış, kağıt mendille sarılı, reçele batırılmış iki lokma ekmek… Üzerleri biraz kireçlenmiş ama olsun!.. Aralıklarla birkaç kez yineleniyor bu. ‘Servis birinci sınıftı, sağol.’ Az sonra çağırıyor yeniden. ‘Su ister misin?’ ‘Nasıl, nasıl göndereceksin’ Bir kablo parçası uzanıyor. İncecik bir serinlik akıyor boğazıma. Odadaki atıl telefon kablosundan bir parça koparmış…”

İşkence yoldaşının yazdıklarından öğreniyoruz bu genç devrimcinin “Askerliğini deniz komandosu olarak yaptığını, soğuk demirci olarak çalıştığını” ve bir de yeğenlerini çok sevdiğini, onların altlarını değiştirdiğini ve gezdirdiğini…

Bu genç devrimcinin bir yandan işkence altındayken diğer yandan aynı zulme maruz kalanlarla dayanışma içinde ve olabildiğince cömert olduğunu öğreniyoruz yazılanlardan; “Yanımda 20 bin liradan fazla para var, senin gelip gidenin yok diyerek yiyecek bedelini ödemekte ısrar ediyor. Üzerindeki paltoyu da benim altıma seriyor.” Kendisi de işkence altındayken yanındakini soğuktan sakınan bir devrimci duyarlılık gösteriyor bu genç devrimci.

Bir de bu genç devrimcinin işkenceler altında verilen molalarda uyuduğunu ve hatta rüya gördüğünü öğreniyoruz. Rüyasında bile halk ve devrimci sevgisine, paylaşımcılığına tanık oluyoruz; “Rüyamda,” diyor, “balığa çıkmışız, nehir kıyısında sen uyuyordun. Balıkları pişirdim, uyandırdım” diye anlatıyor yoldaşı bu genç devrimcinin gördüğü rüyayı…

İşkenceciler bu genç devrimciden istediklerini alamaz. Katıldığı ve bildiği devrimci eylemlere dair onca işkenceye rağmen tek bir söz söylemez, ağzından tek bir ah dahi çıkmaz. İşkencecileri pes ederler. Yasal prosedür gereği mecburen savcılığa çıkartılır ancak salıverilmez. İstanbul’un Çağlayan semtinde bir gecekonduya götürülerek kurşuna dizilir ve “çatışmada öldürüldü” süsü verilir.

Bu genç devrimci, coğrafyamız devrimci komünist hareketinin tarihindeki binlerce “büyük serüvenci”den birisidir. Onlar ki; isimsiz, resimsiz ve mezarsızdılar ancak asla kimliksiz değildiler. Onlar, yaşadığımız ve mücadele ettiğimiz topraklarda milyonlarca insana devrim ve sosyalizmi anlattılar. Bu mücadeleye canlarıyla bir kimlik kazandırdılar. Halk demokrasisi, bağımsızlık ve komünizm mücadelesinde birer sıra neferi olarak yer aldılar. Adları, resimleri, mezarları, yaşamlarına dair bilgi olmasa da mücadeleleriyle var oldular ve var ettiler. Bugün mücadele ediyor ve hala devrim ve sosyalizm kavgasını sürdürüyorsak; adsız, resimsiz ve mezarsız bu “büyük serüvenciler”in bunda payı büyüktür.

İşkencehanelerden günümüze ulaşan direnişiyle bu resimsiz genç komünist; TİKKO’nun ‘82’deki askeri hücresinin üyesiydi. Partisindeki adıyla “Asker”, TC kimliğindeki adı ise Necdet Oynargül’dü!

Kaynak: Deniz Aras, Yeni Yaşam Gazetesi; 12 Nisan 2023″