Suzan Zengin

Suzan Zengin

Ölümsüzleştiği tarih: 12 Ekim 2011

1959 yılında Sivas’ta doğan Suzan Zengin, 1970 yılında 11 yaşındayken gittiği Almanya’da genç yaşlarında Türkiyeli ve İranlı mültecilerin sorunları ile ilgili çalışmalara katıldı.

1989 yılında döndüğü Türkiye’de Pendik Halkevi başkanlığını yürütürken yolunun kesiştiği devrimci örgütlerle ilişkilenmesi, ardından partimizin düşünceleriyle tanışması ve benimsemesiyle yaşamı da yeni bir evreye giriyordu.

Örgütlü bir insan olarak, önce Ütopya Kültür Merkezi’nin kurulmasında en büyük emeği harcamış ardından da kültür sanat alanında çeşitli çalışmaların içinde yer almıştır. Hapishanelere yönelik devletin saldırılarının arttığı bir dönemde tutsak ve ölümsüzlerimizin aile faaliyetinde yer alan Suzan Zengin, bu çalışma sırasında aynı zamanda İnsan Hakları Derneği Cezaevi Komisyonu’nun da aktif üyelerindendir.

2003 yılında uluslararası çalışmalara da katılan Suzan yoldaş yaşamını yitirdiği güne kadar devrimci basın alanında emeğini sergiledi. Bu süreçte 2009 yılında senaryosu polis tarafından yazılan bir komployla tutuklanarak iki yıla yakın hapishanede kaldı.

2011 yılında özgürlüğüne kavuştuğunda başta kalp olmak üzere bir bütün sağlığı iyice bozulmuştu. Bir an önce projelendirdiği gibi “işe koyulmak”, planladığı hesaplaşmalarını yapmak için sağlık sorunlarını çözmeyi önüne koymuş ancak açık kalp ameliyatı sonrası yoğun bakımdan çıkamayarak 12 Ekim 2011 tarihinde ölümsüzleşenlerimizin arasına katılmıştır.

Suzan Zengin yoldaş ölümsüzleştiğinde TKP-ML’nin İleri Militanıydı.

BELGELER VE MESAJLAR

Suzan Zengin yoldaşla ilgili F Tipi Hapishanede devrimci tutsakların bir çizimi

*******

Suzan Zengin yoldaşla ilgili basında çıkan haber, yorum ve makale:

Suzan Zengin Cezaevinden Yazdı: Tutuklanmak İçin Kanıt İstemez, Muhalif Olmak Kafi

İşçi-Köylü gazetesinden Suzan Zengin keyfi tutukluluğu mektubunda anlattı: Bir yılda ilk duruşmaya ancak çıktıktan sonra, bir sonraki duruşma için 6 ay daha tutuklu kalacağım. Bunun anlamı hiçbir somut kanıta dayanmadan, peşin cezalandırma mantığı ile, 1,5 yıl hapiste tutulmam. Tabii bir sonraki duruşmada tahliye olursam.

İstanbul

İşçi-Köylü gazetesinden Suzan Zengin tutuklandıktan bir yıl sonra mahkemeye çıkabildi. Avukatına göre, hakkında hazırlanan iddianamede Zengin hakkında hiçbir somut delil yok. Zengin’in, bu ilk duruşmadan sonra Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi’nden yazdığı mektubunu yayınlıyoruz.

Bir yıl boyunca keyfi-haksız-hukuksuz bir biçimde tutuklu kaldıktan sonra, 26 Ağustos 2010 tarihinde -nihayet- ilk duruşmaya çıkabildim. (Beşiktaş 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde.)

Böylece tutuklandığımdan bu yana defalarca kamuoyuna açıklamaya çalıştığım gibi, hiçbir somut kanıta dayanmayan”yasadışı örgüt üyesi olduğum” iddiasına yanıt verebilme “fırsatı” yakalayabildim!

Savunmamda ilk olarak, açıkça savunduğum muhalif kimliğime ve bu kimliğime uygun olarak, uzun yıllardır yasal zeminde yürüttüğüm çalışmalara değindim, ayrıca gazeteci-çevirmen olduğumu yineledim.

Bana dönük “yasadışı örgüt üyeliği” iddiasına “kanıt” yapılmak istenen mateyallerin -sözde- “kanıtların” tümünün, yasal bir gazetenin çalışmaları kapsamında olduğunu dile getirdim, savunmaya ek olarak bunların somut delillerini de mahkemeye sundum.

* Örneğin; iddiaya kanıt yapılmak istenen telefon dinlemelerinin, gazetenin irtibat telefonu üzerinden yapılan görüşmeler olduğunu, herkese açık bir telefondan gizli bir çalışma yapılamayacağını küçük bir çocuğun bile bilebileceğini vurgulayarak, dinlenen telefon numarasının künye üzerinde yer aldığı gazeteleri savunmaya ek olarak verdim.

* “Kanıt” yapılmak istenen görüşmelerin ağırlıklı olarak sendikalarla yapılan görüşmeler olduğunu, bunun dosyada açıkça görülmesine karşın, iddianame de “belirlenemeyen” ibaresiyle yer aldığını, bu durumun bile tek başına, iddianamenin ne kadar zorlama bir mantıkla hazırlandığının kanıtını oluşturduğuna dikkat çektim.

* Avukatım dosyada açık olduğu halde, iddianamede “belirlenemeyen” sendikacıları tanık olarak dinletti. Böylece görüşmelerin kimlerle yapıldığının yanı sıra içeriğinin ne kadar sıradan (çeviri, tercüman bulma, vb.) nitelikte olduğu da görüldü.

* İddiaya dayanak yapılmak istenen iki haber- röportaj niteliğindeki yazının gazetede zaten yayınlanmış olduğunu ortaya koyarak, bunların yer aldığı gazeteleri sundum.

* Bir sendikanın, açık imzalı eylem programı, basın açıklaması çağrısı gibi sözde “kanıtları” heyete göstererek, bunların neresinde yasadışılık olduğunu sordum.

* Başkanı Filipinli olan, demokratik-antiemperyalist uluslararası örgütlenme İLPS’nin (Halkların Uluslararası Mücadele Ligi) sözde üyesi olduğum iddia edilen yasadışı örgütün “yan kolu” olduğu iddiasının komikliğine dikkat çektim.

* Yine “kanıt” yapılmak istenen gazetenin açık dağıtım-satış bilgileri, büro kirası, elektrik, telefon faturası gibi çok net görülen hesap çizelgeleri türü materyallere, kitap standı fotoğraflarına dair söyleyecek söz dahi bulamadım.

Dosyada ve iddianamede bana ilişkin “yasadışı örgüt üyeliği”iddiasına “kanıt” yapılmaya çalışılan tüm “deliller”- materyaller de zaten bunlardan ibaretti… Ve somut deliller eşliğinde açıklamasını yaptığım bu materyaller, yasal bir gazetede yasal bir çalışma olarak gazetecilik- çevirmenlik (çevirdiğim kitaplar ve Turizm Bakanlığı belgem çevirmenliğimin kanıtı olarak mahkemeye sunuldu ayrıca) yaptığımı, başka bir izahata gerek duyulmayacak biçimde açıklıyor, yasadışı bir çalışmanın söz konusu olmadığı yeterince ispatlanıyordu aslında… Ayrıca emekli olmam, 13 yıldır sabit ikamette bulunmam gibi bir durum da söz konusuydu.

Ancak, bana dönük “yasadışı örgüt üyeliği” iddiasından başka bir iddia bulunmamasına, bu iddiaya “kanıt” yapılmak istenen tüm materyallerin yasal bir çalışma kapsamında olduğunu kanıtlarıyla koymama, bunun dışında ne bir tanık, vb. durumu olmamasına rağmen, eylem yapma iddiasıyla yargılanan başka sanıkların da bulunduğu bir dosyada yargılanıyordum.

Bu durumu ben gözaltına alınıp tutuklandığım sırada öğrenmiştim. Ancak daha o zaman, ne eylem yapma iddiasıyla yargılanan bu kişilerle ne de sözü edilen eylemle bir bağım olmadığı açığa çıkmıştı.

Muhalif kimliğimi ve de muhalif bir gazetede çalıştığımı bilen polis -çünkü herkesin bildiği üzere, muhalif basın ve çalışanları her daim polisçe izlenir/gözlenir- her gün gazete bürosunda olduğumu bildiği halde, 1 yıl önce, 13 yıldır ikamet ettiğim evime sabaha karşı bir baskın düzenleyerek gözaltına almış, eş zamanlı olarak bu kişilerde evlerinden alınarak emniyete getirilmişti. Gizlilik kararı nedeniyle ancak 8 ay sonra çıkan dosya- iddianamede de bana ilişkin böyle bir (eylem, vb.) iddia yoktu, bu kişilerle aramda her hangi bir bağ bulunmuyordu. Hiç bir somut kanıta dayanmayan, zorlama bir iddianame ile “yasadışı örgüt üyesi” olduğum iddia edilmişti. Bu iddiayı mahkemede nasıl yanıtladığıma ise daha önce değinmiştim.

Bu arada benim tutuklanmamdan aylar sonra, gazetemizin bir okuru aynı dosya kapsamında işyerinden alınarak tutuklanmıştı. Ona dönük tek iddia da yine “yasadışı örgüt üyeliği” idi. Bu iddiaya dönük ise tek bir somut kanıt yoktu. Okurumuz ara sıra gazeteye telefon etmişti. Tek “kanıt” buydu. Bu da yine 26 Ağustos ‘ta yapılan ilk duruşmada açığa çıkmıştı. Duruşmada açığa çıkan bir başka gerçek daha vardı ki, bu da herhangi bir örgüt adına yapılan bir eylemin söz konusu olmadığıydı.

Gerek eylem yapma iddiasıyla yargılanan sanıkların beyanları (ki bu arada polisin ve savcının kendilerine okutmadan ifade imzalattıklarını da beyan ettiler) gerekse bu sanıkların avukatlarının, dosya ve iddianamedeki baştan sona çelişik olan duruma da özellikle vurgu yaparak (örneğin dosyanın bir yerinde sözü edilen, daha sonraki bölümlerde ve iddianamede görünmeyen, delil olarak sunulamayan eylem araçları) yaptıkları savunma, ortada olsa olsa alacak-verecek meselesine dayalı adli bir vakanın olabileceğini gösteriyordu.

Duruşmada (26 Ağustos 2010) bana ne bu kişilerle ne de söz konusu eylemle ilgili tek/hiçbir soru sorulmadı. Aynı şekilde onlara da benimle ilgili tek bir soru yöneltilmedi. Zaten bana tüm duruşma boyunca, kimlik bilgisi almanın, örgüt üyesi iddiasına ne dediğim ( tek ve kısa bir cümle olarak) ve de savunmam bittikten sonra, gazetenin irtibat telefonu olan (dinlenen) telefonun numarasını doğrulatmanın dışında tek ve en küçük bir soru dahi yöneltilmedi. Buna karşın diğer sanıklara kendilerine dönük iddialarla ilgili- tümü benim dışımda olan- birçok soru soruldu.

Duruşmada, neden böyle bir dosya içinde yer aldığımı, neden bir yıldır tutuklu olduğumu, neden kendimi savunmak zorunda kaldığımı sordum.

Sorularımın cevabını tabii ki alamadım…

Mahkeme tutukluluk halinin devamına karar vererek, bir sonraki duruşma tarihini 15 Şubat 2011 olarak belirledi. Yani yaklaşık 6 ay sonraya!

Bir yılda ilk duruşmaya ancak çıktıktan sonra, bu, bir sonraki duruşma için 6 ay daha tutuklu kalacağım anlamına geliyor. Bunun anlamı her şeyden önce, hiç bir somut kanıta dayanmadan, peşin cezalandırma mantığı ile, 1,5 yıl hapiste tutulmamdır. Tabii bir sonraki duruşmada tahliye olursam… Yoksa bu süre daha da uzayabilir…

Haksız- hukuksuz tutukluluk sürem boyunca ortaya çıkan, ailemin, çocuklarımın mağduriyetinin daha belirsiz bir süre boyunca devam edeceğine, yine bu süre içinde, tedavi edilmediği için ilerleyen, hızlı kemik erimesi, hipertansiyon, ülser gibi sağlık sorunlarımın daha da artacağına ise ayrıntılı olarak değinmiyorum bile. Çünkü bunlar yaşanan gelişmeler karşısında tali kalmaktadır.

Benim keyfi- hukuksuz bir biçimde komplovari bir yöntemle tutuklanmamı, muhalif basına ve çalışanlarına (hatta okurlarına) dönük baskı- gözdağı- engelleme çabalarının bir parçasıdır.

Ezilen emekçi yığınlardan yana taraf olan muhalif basını ve çalışanlarını, emekçilerin gözünden düşürme- onlardan koparma çabasıdır.

Özellikle son dönemde muhalif basın üzerindeki baskıların ne derece arttığı, muhalif yayınlara getirilen kapatma- toplatma cezalarından, çalışanlarının herhangi bir somut gerekçeye dayandırılmadan tutuklanmalarında da görülmektedir.

Bundandır ki, onlarca muhalif basın çalışanı hala tutuklu bulunmaktadır. Baskılar bu yayınların okurlarına kadar uzanmaktadır. Bu da yetmemekte, muhalif basın ve çalışanları, bu yayınların okuru olma ihtimali olan (ki olabilirler de) kişilerin yaptıklarından dahi sorumlu tutulmaya çalışılmaktadır.

Aynı durum, çalışanı olduğum Umut Yayımcılık ve onun bünyesinde çıkan İşçi-Köylü Gazetesi, Partizan Dergisi, Yeni Demokrat Gençlik Dergisi gibi periyodik yayınlar ve çalışanları için de geçerlidir. Bunun en somut örneği ise benim herhangi bir somut kanıta dayandırılmadan gerçekleştirilen tutuklanma sürecim ve bunun sürüyor olmasıdır.

Oysa hapishaneler, mahkemeler, düzenden yana yayın yapan gazete, vb. yayınların okurları ve onların işlediği iddia edilen suçların dosyaları ile doludur. Nasıl ki bu yayınlar ve çalışanları bu durumdan sorumlu tutulamazsa, aynı şey muhalif basın ve çalışanları açısından da geçerlidir.

Son olarak diyeceğim şudur ki; sadece kendilerine “demokrat” olan, “demokrasi havarileri”en küçük bir muhalefete dahi tahammül edememektedir.

Yasal zeminde, herkesin gözü önünde olsa dahi, muhalif bir çalışma içinde olmanız, keyfi- hukuksuz ve komplocu bir yöntemle tutuklanmanız için yeterlidir.

Kısacası, tutuklanmanız için başka kanıt istemez, muhalif olmanız kafidir!

01/09/2010

Suzan Zengin, Tutuklu Gazeteci- Çevirmen, Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi B/4 

********

O da özel yetkili mahkeme mağduru

Adı: Suzan Zengin.
İşçi Köylü gazetesinin Kartal bürosunda gazetecilik ve çevirmenlik yapıyordu.
Sosyalist bir yayında çalışıyordu; yani devletin gözünde “sakıncalıydı.”
28 Ağustos 2009 tarihinde sabaha karşı evine yapılan baskınla gözaltına alındı.
Tutuklanmasından ancak bir yıl sonra hakim karşısına çıkabildi. Adalet “hızlıydı” ya artık, ikinci duruşması bundan altı ay sonra görüldü. Ve üçüncü duruşması; tutukluluğunun ikinci yılında gerçekleşti!
52 yaşındaki Suzan Zengin’in çok sayıda sağlık sorunu vardı ve hapishane şartları vucudunda yeni hasarlar yarattı.
14 Haziran 2011 tarihinde “özgürlüğüne” kavuştu!
Hapis yattığı Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi’nden tahliye olup, Koşuyolu Kalp ve Göğüs Hastalıkları Hastanesi’ne tedavi görmeye gitti.
Ve…
Yaklaşık iki hafta önce hayatını kaybetti!
İki yıl tutukluluğun ardından, “özgürlüğünü” hastanede yaşam mücadelesi vererek yaşayan gazeteci Suzan Zengin’in cenazesi Tuzla Aydınlı Mezarlığı’nda sessizce toprağa verildi.
Suzan Zengin, Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın öncülüğünde yayınlanan “Tutuklu Gazete”ye geçtiğimiz Temmuz ayında bir yazı kaleme aldı.
Zengin yazısında; Terörle Mücadele Yasası’nın (TMY) ve Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması gerektiğini dile getirdi. Ama ömrü onların kaldırıldığını görmeye yetmedi.
Odatv, yakınlarına bir kez daha baş sağlığı diliyor ve Gazeteci Suzan Zengin’i vefat etmeden önce kaleme aldığı o yazıyla anıyor.
25 Ekim 2011 Salı

İşte Tutuklu Gazete’deki o yazı:

TMY ve Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması talebini, daha yüksek sesle dillendirelim!
TÜM kamuoyunun da artık-kaçınılmaz olarak bildiği-gördüğü üzere, muhalif kesimleri sindirme-susturma-etkisizleştirme vb. tanımlamalarla adlandırabileceğimiz süreç, uzunca zamandır gazetecilere dönük yoğun tutuklamalar şeklinde ilerliyor. Bugün 70 kadar gazetecinin ülkenin çeşitli hapishanelerinde yatıyor olması, durumun vahametini yeterince açıklıyor.
Ancak bu kadar çok sayıda gazetecinin içeride olmasına karşın, resmi ağızlar “gazetecilik yaptığı için tutuklu olan gazeteci yoktur. Bunlar TMY kapsamında suçlardan yatanlar” vb. açıklamalarını sürdürüyorlar.

MUHALİF GAZETECİ OLMAK HEDEF OLMAK DEMEK

Evet, bu ülkede gazeteciler uzunca zamandır TMY kapsamında yargılanıyorlar, hapis yatıyorlar, çeşitli cezalara çarptırılıyorlar. Gerçekte yaptıkları sadece gazetecilik olsa da, eldeki bulgular bunun ötesine geçmese de, bu durum gazetecilerin, özellikle de muhalif gazetecilerin ‘terör örgütü üyesi’ vb. suçlamalarla hapsedilmelerini, uzunca yıllara varan hapis cezaları almalarını engellemiyor. Aksine, muhalif gazeteci olmak, bu uygulamaların hedefinde olmayı da beraberinde getiriyor. Bunun en acı tecrübelerini yaşayanlar ise Kürt basınında ve sosyalist basında çalışan gazeteciler-basın emekçileri olmuştur ve bunlar “tecrübe” edinmeyi sürdürmekteler. Çünkü tutuklu olan 70 kadar gazetecinin ezici çoğunluğunu bu kesimin gazetecileri oluşturmaktadır.
Bundan kısa süre öncesine kadar, ben de sosyalist basın çalışanı bir gazeteci- çevirmen olarak Bakırköy Kadın Hapishanesi’nde tutuklu bulunmaktaydım. Hapishanede iki yılımı doldurmaya çok az bir zaman kala, 14 Haziran 2011’de tahliye edildim. Şu an tutuksuz yargılanıyorum.
Tutuklanma sürecim, bugün tutuklu bulunan çok sayıda gazetecinin süreçlerinde de ortaya çıktığı gibi, açık bir komploydu. Durumumu kısaca özetlersem, bu noktada daha net bir fikir oluşacağını düşünüyorum. Aynı zamanda gazetecilerin tutuklanma süreçlerinin nasıl da birbiriyle büyük bir benzerlik gösterdiği de bir kez daha görülsün istiyorum.
Tutuklandığım dönemde, yirmi yılı aşkın süredir yayın yapan Umut Yayımcılık bünyesinde çıkan, İşçi-Köylü, Partizan vd. yayınların Kartal bürosunda gazetecilik ve çevirmenlik yapıyordum. Yani yasal bir yayın evinde, uzunca yıllardır göz önünde yürütülen, doğal olarak da yasal olan bir çalışmam söz konusuydu. Her gün gazete bürosundaydım ve 14 yıla yakın bir süredir de aynı evde ikamet ediyordum. Bilenler bilir, muhalif-sosyalist basın ve çalışanları hemen her daim devletin, başta polis olmak üzere, çeşitli organlarının denetimi-gözetimi altında faaliyetlerini sürdürürler. Bunun içindir ki benim gazetecilik-çevirmenlik dışında, başka herhangi bir çalışmamın olmadığının bilinmemesi de mümkün değildi.

EVİMDE YAPILAN ARAMADA HİÇBİR ŞEY BULUNAMADI

Nitekim, 28 Ağustos 2009 tarihinde sabaha karşı evime yapılan baskınla gözaltına alındığım sırada evde yapılan aramada da, gazetecilik çalışmamın dışında herhangi bir bulguya rastlanmadı. Benimle ilgili başkaları tarafından verilen herhangi bir ifade, teşhis vb. durum da yoktu ortada.
Ancak benim gazetecilik çalışması dışında bir çalışmamın olmadığı, eldeki bulgulardan da açıkça görülmesine rağmen, eylem vb. iddialarla yargılanan başka sanıkların da olduğu, TMY kapsamındaki bir dosyaya dahil edilmiştim. Buna dahil edilme de denemezdi. Ben bu dosyaya resmen “monte” edilmiştim! Çünkü gerek diğer sanıklarla gerekse onlara atfedilen suçlamalarla aramda hiçbir bağ kurulmamıştı. Ne dosyada ne de iddianamede bana dönük bu bağlamda bir iddia vardı. Bana dönük tek iddia, en küçük bir somut delile dayanmayan, soyut bir ‘yasa dışı örgüt üyesi olmak’ iddiasıydı.
Gerek tutuklanmamdan tam bir yıl sonra çıkarıldığım ilk duruşmada olsun, gerekse bundan altı ay sonra görülen ikinci duruşmada olsun, ( bu her iki duruşmada kendi durumumu açıklayıp, gazeteci ve çevirmen olmamın dışında herhangi bir çalışmamın söz konusu olmadığına dair, somut deliller sunmuş ve tanıklar dinletmiştim) bana dosyanın o kısmına ilişkin herhangi bir soru da sorulmadı. Ben, deyim yerindeyse, adeta davanın izleyicisi pozisyonundaydım. Sanık sandalyesinde oturuyor olmasam, kendimi rahatlıkla arkadaki izleyicilerin yerine koyabilirdim! 14 Haziran’da çıkarıldığım üçüncü duruşmada, iddia makamına neden böyle bir dosyada yargılandığımı sordum. Eylem vb. iddialarla ve de bu iddialarla yargılanan kişilerle benim aramda, dosyada ve iddianamede yer almayan, dolayısıyla da bilmediğim nasıl bir bağ kurulduğuna, eğer örgüt üyesiysem bu örgüt adına ne yaptığıma, neresinde yer aldığıma, bu iddianın hangi somut delillere dayandığına vb. durumlara açıklama getirilmesini talep ettim. Bu talebim üzerine bana sadece gazete bağlantılı üç soru yöneltildi ki bunların gazete çalışması kapsamında olduğu da zaten açıkça görülüyordu. Ve ben böylelikle 14 Haziran 2011’de yapılan bu duruşmada tahliye edildim. Tabii bu tahliye, aradan iki yıla yakın bir zaman geçtikten sonra gerçekleşiyordu. Şu an tutuksuz olarak yargılanıyorum.

2 YIL TUTUKLULUĞUM SAĞLIĞIMI OLUMSUZ ETKİLEDİ

Yaklaşık iki yıl süren tutukluluğumun, 52 yaşında ve çok sayıda kronik sağlık sorunu olan biri olarak sağlığım üzerinde büyük ve yeni hasarlar yarattığını da buradan eklemiş olayım. Zaten sağlık sorunu bugün hapishanelerdeki başlıca sorunlardan biri haline gelmiş bulunuyor. Hapishanelerde sayıları yüzlerle ifade edilen çok sayıda ağır hastanın bulunduğu, bunların içinde onlarcasının ölümcül hastalıklara yakalandığı ve yasalarda yer almasına rağmen dışarıda tedavi haklarının görmezden gelinerek, çeşitli gerekçelerle engellendiği de biliniyor.
Tekrar sayıları 70 civarında olan tutuklu gazetecinin durumlarına dönecek olursam. Bunların hemen tamamına yakını, benim sürecimle büyük benzerlik taşıyan bir süreç yaşamaktalar. Ama yine neredeyse tümü, benim gibi TMY kapsamında dosyalarda yargılanmaktalar. Bu da Özel Yetkili Mahkemelerde yargılanmak anlamına gelmektedir. TMY ve eski DGM’lerin yerine getirilen Özel Yetkili Mahkemelerin esas olarak sistem muhaliflerine dönük bir düzenleme olduğu bilinmektedir. Muhalif gazetecilerin bu mahkemelerin yargılama alanına giren dosyalarda yargılanıyor olması bile tek başına, onların sadece muhalif gazetecilik yaptıkları için bu uygulamalarla yüz yüze kaldıklarına bir göstergedir. TMY kapsamında yargılanmaları ise, gerçekte muhalif gazeteci olduklar için yargılanıyor olmalarını perdelemek gibi bir amaca hizmet etmektedir. Bu amaç hükümet yetkilileri tarafından yapılan “Gazetecilik yaptığı için tutuklu bulunan gazeteci yoktur” vb. açıklamalardan da çok net anlaşılmaktadır. Bu durum aynı zamanda dış kamuoyuna karşı (baskıları-eleştirileri engellemek, demokrasi görünümü vermek vb. amaçlı), tutuklu gazeteci sayısını az ya da hiç yok göstermek için düşünülmüş bir taktikten başka bir şey değildir.

EŞİT KARDEŞCE YAŞAMA İÇİN ÖZEL YETKİLİ MAHKEMELER VE TMY KALDIRILMALI

Sonuç olarak; insan temel hak ve özgürlükleri ve demokrasi için verilen mücadelenin önünü açabilmenin ve özgür eşit ve kardeşçe bir arada yaşanabilen bir toplum yaratabilmenin önkoşullarından, hem de en önemlilerinden biri de bugün, sadece gazetecilerin değil, tüm toplumun üzerinde “Demokles’in kılıcı” gibi sallanan TMY’nin ve Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılmasıdır. Bunun içindir ki, tutuklu gazetecilerin durumu kamuoyunun gündemine taşınırken, TMY ve Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması talebi de yüksek sesle dillendirilmeye devam edilmelidir.
Suzan Zengin

*******

GAZETECİ ZENGİN’İ KAYBETTİK

“Onu Cezaevi Koşulları Öldürdü”

İHD çalışanı, gazeteci ve çevirmen Suzan Zengin, iki yıl tutuklu kaldığı cezaevinde başlayan kalp rahatsızlığı nedeniyle dün hayatını kaybetti; İHD’den Yurtsever, “onu cezaevi koşullarının öldürdüğünü” söyledi.

Ayça Söylemez

İstanbul – BİA Haber Merkezi

13 Ekim 2011, Perşembe

Gazeteci ve çevirmen Suzan Zengin, iki hafta önce olduğu açık kalp ameliyatının ardından bulunduğu Koşuyolu Göğüs Hastalıkları Hastanesi’ndeki yoğun bakım servisinde dün (12 Ekim) akşam 52 yaşında hayatını kaybetti. Zengin, iki yıl kaldığı Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi’nde hastalanmıştı.

İşçi Köylü gazetesinin Kartal bürosu temsilcisi Zengin, 28 Ağustos 2009’da evi basılarak gözaltına alınmış ve çıkarıldığı mahkemede tutuklanmıştı. İlk duruşmasına, bir yıl sonra, 26 Ağustos 2010’da çıkabildi.

Zengin, Türk Ceza Kanunu (TCK) 314/2. “örgüt üyesi olmayıp örgüt adına suç işlemek” maddesinden, “TKP/ML-TİKKO örgütüne üye olmak” suçlamasıyla 15 yıla kadar hapis cezası istemiyle Beşiktaş’taki İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanıyordu.

“Neden buradayım?”

Kaldığı hapishanede yoğun kemik erimesinin yanı sıra kalp rahatsızlıkları da baş gösteren Zengin, 14 Haziran’da çıktığı duruşmada, “Neden burada olduğumu bilmiyorum. Benim ne bu insanlarla ne de iddianamedeki eylemle bağım olduğuna dair tanık ve kanıt var. Çoğu sendika olan haber kaynaklarıyla, gazete telefonundan yaptığım görüşmeleri de kanıt olarak iddianameye kondu. Yasa dışı örgüt suçlamasına dayanak yapılmak istenen materyaller bundan ibarettir” demişti.

Savcı Kasım İlimlioğlu’nun tahliye talebi kabul eden mahkeme kararıyla, Zengin tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. Yaşasaydı, 3 Kasım’da tekrar hakim önüne çıkacaktı.

Hapishaneden çıktıktan sonra, Umut Yayımcılık Kartal Büro’da çalışmaya başlayan Zengin, gazetecilerin tutuklanmasını ve yargılanmasına karşı, “Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları” (ANGA) gurubunun düzenlediği 18 Haziran’daki eylemde basın açıklamasını okumuş ve diğer tutuklu gazetecilerle tahliye edilmeyen hasta mahkumlara dikkat çekmişti.

“Yargısız infaz değil mi?”

Ragıp Zarakolu, Zengin’in ameliyatının ardından yazdığı yazıda onun 15 gündür yoğun bakımda olduğunu söylemiş ve “Devlet, ’emanet’e bir kez daha saygı göstermedi. Sağlıklı teslim aldığını, ailesine sağlıksız teslim iade etti. Bu da bir çeşit yargısız infaz değil mi?
Zamana yayılmış bir ölüm cezası değil mi?” diye sormuştu.

bianet’e konuşan İnsan Hakları Derneği’nden Leman Yurtsever, Zengin’in İHD Cezaevi Komisyonu’nda “canla başla çalıştığını” söyledi ve şöyle devam etti: “Onu cezaevinde görmeye gittiğimde haksız yere tutuklandığına isyan ediyordu. Kalp rahatsızlığı ve kemik erimesi hastalıkları cezaevinde başladı. Orada tedavi hakkının engellendiğini söylemişti, eğer dışarıda olsaydı arkadaşlarının ve akrabalarının yanında olacaktı, tedavi edilebilecekti, hastalığı bu kadar ilerlemeyecekti. Onu cezaevi koşulları öldürdü.”

Zengin de cezaevinden yazdığı  mektupta, “Tutuklanmak için kanıt istemez, muhalif olmak kafi” demişti. Zengin’in cenaze töreni 14 Ekim Cuma günü saat 12:00’de Tuzla Aydınlı Cemevi’nde yapılacak.

Cezaevinde de çalıştı

Sivaslı bir ailenin altı kızından biri olan Zengin, 10 yaşında gittiği Almanya’da 18 yıl kaldı. Orada eğitimini sürdürdüğü sırada göçmenlerin sorunlarıyla ilgilendi. Bekir Zengin ile olan evliliğinden iki çocuğu oldu.

“Kıbrıs Elen Edebiyatı”, “Selanik Öyküleri”, “Süryani Halk Öykü ve Türküleri” gibi birçok antolojiyi Türkçe’ye kazandıran Zengin, hapishanede de Tessa Hoffmann’ın “Birinci Dünya Savaşı ve Sonrasında Anadolu Hristiyanlarının Sürgün, Kıyım ve Tasfiyesi” kitabını baskıya hazırlamıştı.

*****

Muhalif gazeteci Suzan Zengin…

Eren KESKİN

Güncellenme: 18.10.2011 09:24

Suzan Zengin bir insan hakları ve demokrasi mücadelecisiydi.

Ve geçtiğimiz hafta dünyamızdan sessizce ayrılıp gitti.

Geçirdiği ağır hastalık sonucu yaşamını yitirdi.

Suzan Zengin muhalif bir gazeteci olmanın yanında, aynı zamanda iyi bir çevirmendi.

Türkiye’nin gizli tarihini ortaya çıkaran birçok kitabi okurlara kazandırdı.

Çevirdiği kitaplar arasında ‘Anadolu Hıristiyanlarının Etnik Arındırılması’, ‘Kıbrıs Rum Edebiyatı Antolojisi’ ve ‘Süryani Halk Öyküleri ve Türküleri Antolojisi’ gibi kitaplar vardı.

Suzan Zengin, mücadelesi boyunca birçok baskıya maruz kaldı. Defalarca kez gözaltına alındı, tutuklandı.

En son 2 yıl önce tutuklanarak Bakırköy Kadın Cezaevi’ne konuldu.

Suçlama ‘yasadışı örgüt üyeliği’ idi.

Suzan Zengin, durumunu anlatmak üzere kamuoyuna yazdığı mektupta şöyle diyordu;

“Hapishanelerdeki gazetecilerin büyük çoğunluğunun, benim örneğimde görüldüğü gibi ‘yasadışı faaliyet-örgüt üyeliği’ vb. komplocu yöntemler sonucu oluşturulan dosyalarda yargılanıyor olmaları da ayrı bir durumdur. Bunu yaparken güdülen amaçlardan biri de, gerçekte muhalif gazeteci olduğu için, muhalif düşüncelerinden dolayı tutuklanan-yargılanan kişileri, bu tarz komplolarla ‘terör suçlusu’ kapsamına sokarak, toplumun-halkın gözünden düşürme ve itibarsızlaştırma çabalarının yanısıra, özellikle de muhalif düşüncelerinden dolayı yargılanan gazeteci sayısını da (AB uyum yasaları vb. nedenlerle) az göstermektir. Birkaç ay önce bir hükümet yetkilisi ne demişti: “Bunlar gazeteci kılığında teröristler…!”

Evet, bunları söylemişti Suzan Zengin..

Cezaevinden tahliye oldu, ancak içinde bulunduğu mücadelenin zorlu koşularının yarattığı beden yorgunluğuna dayanamadı. Ve sessizce çıkıp gitti hayatımızdan..

Suzan Zengin’den insan hakları savunucuları ve birkaç gazeteci dışında hiç kimse söz etmedi.

Suzan Zengin, muhalif olduğu için devlet güçleri tarafından kendisinin de söylediği gibi hep ‘gazeteci kılığında terörist’ olarak görüldü.

Kendinden önce dünyamızdan ayrılan birçok muhalif gazeteci gibi…

Gazetemiz bünyesinde görev yapan gazeteciler, bu gerçeğin en büyük mağdurlarıdır aslında,..

Türkiye’nin kırmızı çizgileri konusunda örneğin, Kürdistan, Ermeni soykırımı, Kıbrıs’taki askeri işgal ve Kemalist-despotik-laiklik gibi konularda, rejimden farklı düşünen onlarca gazeteci katledildi coğrafyamızda..

Onlara karşı bir borcumuz var. Canları pahasına bize doğru haberi ulaştırmaya çalışan gazetecileri aramızdan alan bu militarist sisteme karşı mücadeleden hiçbir şekilde vazgeçmemiz gerekiyor.

En son aramızdan ayrılan Suzan Zengin’e karşı da verilmiş bir söz olsun bu sözler

******

FÜSUN ERDOĞAN’DAN “GÖRÜLMÜŞTÜR” MEKTUPLARI

Sevgili Suzan…

İki yıla varan tutsaklığın boyunca sağlık sorunlarının iyice arttığından haberdardım. Ama emin ol, bu kadarını, ölümün o soğuk yüzünü yanına bile yaklaştırmadım hiç… Basından takip ediyordum seni… Katıldığın her etkinlikte ardında bıraktığın hasta tutsakların sesi olmaya çalıştın hep…

Füsun Erdoğan

Kandıra – BİA Haber Merkezi

28 Ekim 2011, Cuma

Sevgili Suzan;

Günlerden Cumartesi… Hazan mevsiminin tam ortasında, Ekim’in 15’indeyiz.

Dışarıda griye kasmış asık suratlı, soğuk bir hava hüküm sürüyor.

Bense her zamanki gibi pencerenin önünde masamdayım…

Betonun o keskin soğuğu ayak parmaklarımdan dizlerime doğru ilerlerken; hüzün yüklü bu sonbahar gününde, bardaktan boşalırcasına yağan yağmurun şarkısını dinliyorum.

Beynimin kıvrımlarında dolaşıyorsun. Gazetedeki fotoğrafın canlanıyor gözünde. Öfke dolu yüreğim sıkılı bir yumruk gibi, isyan ediyor gidişine.

Yağmurun betona çarparken çıkardığı ses, bir çığlık gibi kulaklarımı dolduruyor.

Bu haksız, bu erken gidişe doğanın isyanı da bu olsa gerek diyorum kendi kendime.

Radyodan tahliye haberini dinlediğimde çok sevinmiştim. Sevdiklerinin yanında olacaktın artık. Sevgileriyle seni sarıp sarmalayacaklardı. Sağlığına kavuşmanın için hep yanında olacaklardı.

Her hastaneye gidişinde, bir dizi eziyeti çekemeyecektin.

Muayene sırasında ısrarla içeride kalmak isteyen askerler olmayacaktı.

Hastane yolunda ringin o havasız, pis kokusunu solumak zorunda kalmayacaktın.

Tutsaklığın karşına çıkardığı sorunlardan uzak olacaktın.

Bütün bunları düşünüp tahliyene sevinirken; bilemezdim(dik) bu tahliyenin seni sevdiklerinin yanında ölüme göndermek olduğunu…

İki yıla varan tutsaklığın boyunca sağlık sorunlarının iyice arttığından haberdardım. Ama emin ol, bu kadarını, ölümün o soğuk yüzünü yanına bile yaklaştırmadım hiç.

Basından takip ediyordum seni. Katıldığın her etkinlikte ardında bıraktığın hasta tutsakların sesi olmaya çalıştın hep.

Kendini “şanslı” sayıyordun belki.

Bizde öyle düşünmüştük senden yana.

Meğer hepimiz yanılmışız. Kalbinin artık son sınırına geldiğini anlayamamışız.

Gidişini Perşembe sabahı duruşmada öğrendim.

Avukat Gülizar Tuncer savunmasında yargı sistemindeki adaletsizliğe ve keyfiliğe dair örnekler veriyordu. Söz senin yargılandığın dosyaya da geldi.

O anda sevdiceğim akşam yaşamını yitirdiğini söyledi.

İnanamadım. İnanmak istemedim. Aklının ve yüreğimin isyanına eşlik gözyaşlarıma  “dur” demek içimden gelmedi.

Bilirsin böyle yerlerde, an’larda her zaman ağlamamak gerektiğini söylenir, telkin edilir.

Ne yazık ki, böyle bir kültür de yaratılmış.

Ama oldum olası, hiç sevmedim bu anlayışı.

Ağız dolusu gülmek, şen kahkahalar atmak ne kadar insaniyse, normalse… Acılar karşısında isyana duran aklımız ve yüreğimize gözyaşlarımızın eşlik etmesi de o kadar insani ve normal…

Ol sebepten türkülerimize, şiirlerimize işlenmiş “ölen ölür kalan sağlar bizimdir” söylemini de hiç benimsemedim. İnsanı nesneleştirdiğine inandım bu bakış açısının.

Bu nedenle acılarımızı da, sevinçlerimiz gibi özgürce yaşamamız gerektiğine inandım. Ve öyle yaşadım, yaşıyorum.

Sevgili Suzan; birlisin bu ülkenin yargılı ve yargısız infazlar cenneti. Sana yaşatılanlar ve bu erken gidişin de yargı yoluyla işlenmiş bir cinayet olarak tarihe geçecek.

Ve sen güzel kadın. Kadın yoldaşlarının omuzlarında sonsuzluğa uğurlanırken. Ardından bıraktıklarınla, gelecek düşlerimizde hep yaşayacaksın.

* Kandıra 2 Nolu T Tipi Hapishanesi

** Gazeteci Suzan Zengin 12 Ekim 2011 günü hayata gözlerini yumdu.

*******

TİKKO Müzik Topluluğu: Suzan Zengin