TKP-ML MK SB Üyesiyle Röportaj: “DEVRİM HEDEFİ OLANLARIN HALK SAFLARINDAKİ DİNAMİKLERLE…”

 “DEVRİM HEDEFİ OLANLARIN HALK SAFLARINDAKİ DİNAMİKLERLE SIKI BİR ŞEKİLDE BİRLEŞMESİ; DÜŞMAN SAFLARINDAKİ GELİŞMELERİ DOĞRU ELE ALMASI ZORUNLULUKTUR!”

 

– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.

– Konuşmak istediğimiz konu son süreçte başta devrimci kamuoyunun gündemi olmak üzere halkımızın ilgisine mazhar olan Birleşik Devrimci Mücadele… Bu noktada hareketle eylem birlikleri ve ittifaklar konusunda partinizin neler düşündüğü ve bu bağlamda da HBDH… Öncelikle soralım, eylem birlikleri ve ittifakların sizin açınızdan önemi nedir?

– Süreç her bakımdan sınıf savaşımının daha çetin ve zorlu geçeceğini göstermektedir. Emperyalistler, işbirlikçileri ve uşaklarının saldırılarına karşı, çerçevesi doğru çizilmiş eylem ve güç birlikleri, ittifaklar vb. dayanışma örnekleri üzerinde durmak ve bu yönlü pratikler geliştirmek zorundayız. Bu birlikler legal, illegal tüm mücadele alanlarını kapsayabileceği gibi sınırlı da olabilir. Burada önemli olan eylem birliği içinde yer alan her partinin-örgütün birlik ruhuna uygun olarak özgün bir biçim yaratma becerisini gösterebilmesidir. Çünkü asıl olan halkın, devrimin genel çıkarlarını işin merkezine oturtmaktır.

Komünistler soruna bu tarihsel bilinç çerçevesinde yaklaşmaktadırlar. Eylem birlikleri ve ittifaklar, içinden geçilen sürecin zorlukları, eksiklerimiz, yetmezliklerimiz vb. üzerinden bakarak ümitsiz, geleceksiz bir şekilde ele alınmamalıdır. Keza tüm ezilenlerin, emekçilerin haklı ve meşru mücadelelerinin aktif bir örgütleyicisi ve bileşeni olmak için aynı siperlerde ve mevzilerde dövüşme pratiklerini her dönem önemsemeliyiz.

Faşist diktatörlüğün azgın saldırılarına karşı her alanda ortak pratikler örgütleme olgunluğu ve cüretini gösteremeyenler, büyük yığınları birleştirme siyasetinde asla başarılı olamazlar. Sorun, revizyonistlerin, reformistlerin geniş emekçi yığınları bölme, devrimci enerjisini tüketme siyasetlerine dair teorik tartışmalar yürütmekten öteye bir sorundur. Çünkü geniş emekçi yığınları halk demokrasisi, bağımsızlık ve sosyalizm mücadelesinde birleştirme, harekete geçirme görevi bizlerindir ve asıl olan bizim bu tarihsel görevi nasıl yerine getirdiğimiz ya da getireceğimizdir.

Dolayısıyla halk güçlerini somut sorunlar üzerinde birleştirme ve harekete geçirme siyasetinde ısrarlı olmak zorundayız. Bu ısrar, geniş yığınları birleştirmenin de yolunu açar. Bu temelde ortaya konulan her pratik, yalnız devrimin dostları ve müttefiki olan güçleri olumlu yönde etkileyerek değiştirmez, aynı olumlu etkiyi her örgüt açısından kendi bünyesinde de yapar. Yaparak öğrenmek, değiştirerek değişmek eylemi, sınıf savaşımı mantığı içinde tamamen nesnel bir olgudur.

 

– Eylem Birliklerine bakışınız genel olarak nedir?

– Halk saflarında yer alan parti ve örgütlerle eylem birliği ve ittifaklar sorununu ele alışımız partimizin kuruluşuna kadar dayanır. Partimiz bu konudaki yaklaşımını 1. Konferansı’ndan hemen sonra ortaya koymuştur.

1978 tarihli Komünist’in 2. sayısında partimizin eylem birliğine yaklaşımı komünistler ve halk güçleri açısından değerlendirilmektedir. İlgili değerlendirmede eylem birlikleri, işçi sınıfı ve ezilen halkın birliği ve ortak mücadelesini sağlamada geçici, görece kısa süreli ve taktik bir mesele olarak tanımlanmaktadır.

Aynı belgede eylem birliklerinin içerik ve ilkeleri Lenin yoldaşın “Anlaşmaktan, partili olmayanlar ‘bir taktik karar’ ya da çizgi ‘saptama’yı anlarlar. Partililer için anlaşma parti çizgisini sürdürme işine başkalarını katan girişimdir” tezinden hareketle açılımlanmış ve eylem birliklerinin içeriğinin Marksist-Leninist çizginin asgari programına uyan güncel hedef ve taktikleri kapsadığı, siyasi hedef ve stratejilerini yansıttığı ifade edilmiştir.

Sonuç olarak partimiz, eylem birliklerine yaklaşımını şu ilkeler temelinde somutlamış durumdadır; “Birincisi, eylem birliği taktiğini kesinlikle komünistlerin birliğini sağlayacak bir temel olarak görmüyoruz.

İkincisi, halkın birleşik cephesinin inşası meselesi ile eylem birliği taktiklerini birbirinden kalın çizgilerle ayırıyoruz. … Sınıfsal ittifak, kalıcı, programa bağlı bir işbirliğidir. Eylem birlikleri ise somut siyasi kampanyaların yürütülmesinde izleyeceğimiz bir taktiktir.

Üçüncüsü, bugünkü şartlarda, çeşitli somut siyasi hedeflerde, Demokratik Halk Devrimi’nin gerçekleştirilmesine hizmet edici ortak mücadele platformları tespit edilip uygulanması şeklinde eylem birlikleri gerçekleştirilebilir ve gerçekleştirilmelidir.”

Görüleceği üzere burada altı çizilen eylem birlikleri kısaca “somut siyasi kampanyaların yürütülmesinde izleyeceğimiz, somut hedefler içeren halk saflarındaki siyasetlerin birlikteliği” olarak tanımlanmaktadır. Önemli bir diğer nokta olarak da çalışma tarzına vurgu yapılmaktadır; “…Dördüncüsü bu temelde bir eylem birliğinin gerçekleşebilmesi için, halk saflarındaki siyasetlerin kendi aralarında halk demokrasisini uygulamaları, ‘propaganda ve ajitasyonda serbestlik, eylemde birlik’ ilkesini kayıtsız şartsız kabul etmeleri gereklidir.

Eylem birliğinde en başta gelen temel ilke budur. Bu ilkenin iki yönünden anlaşılması gereken nedir?

Her şeyden önce eylem birliğinin oluştuğu platforma sadık kalmak, bu platformda belirlenen ve verilmek istenen mesajların yığınlara ulaşıp, malolmasını sağlamak ve kitleleri bu hedefler için harekete geçirmek. Bu, eylemin birlik yönünü oluşturur.

Eylemin serbestlik yönünü ise eylemin hazırlanması çalışmalarında yürütülecek ajitasyon, propaganda, siyasetler arası ideolojik mücadele, her siyasetin kendi çizgisini kitlelere kavratmaya yönelik çalışması, eleştiri-özeleştiri, kısacası eylem öncesi, esnası ve sonrası yapılacak bu tür faaliyetler oluşturur.

…..

Ajitasyon ve propagandada serbestlik ilkesi, her türlü ajitasyon ve propagandanın yapılması, bunun sınırsız olarak uygulanabilmesi anlamına gelmez. Bütün siyasetler bu ilkenin kabulü temelinde hareket etmeli ama somut durumda eylem birliğinin oluşmasına sebep olan meselelerde birlik yönüne ağırlık vermeli; ajitasyon propaganda yapıyorum gerekçesiyle eylemin muhtevasını karartacak, saptıracak tarzda davranış ve anlayışlara karşı olmalıdırlar. Yapılan eylem birliği belli siyasetlerin sınırlı sayıdaki unsurunu değil kitleleri kucaklamaya yönelmelidir. Açıktır ki, serbestlik ilkesinden pratikte herkes istediğini yapar sonucunun çıkararak kitleleri kucaklamaya yönelinemez.

Biz bu bakımdan ajitasyon-propagandada serbestlik ilkesinin çeşitli eylemlerde pratik olarak kitle gösterilerinde o eylemin muhtevası çerçevesine sınırlanabileceği, bunun gerekli ve aynı zamanda mümkün olduğu görüşündeyiz. Şimdiye kadar edinilen pratik tecrübeler bu tür tutumların; eylemin muhtevası çerçevesinde ortak şiarlar tespit edip ona ağırlık vermenin olumlu ve halkın yararına olduğunun göstermiştir.

Sonuç olarak, eylem esnasında platform öncelik taşır; eylem esnasında serbestlik yönünü ilkenin birlik yönünün sınırları çevreler.

Bu konuda bir diğer mesele, eylem birliği içindeki siyasetler arası eşitliktir. Siyasetler eylem birliği içinde propaganda imkanlarının kullanılmasında, söz almada eşit haklara sahip olmalıdır. Eşitliğin öbür yönünü de elbette yapılacak çalışmalara ortak olmak ve sorumluluk almak oluşturur.

Beşincisi, bu eylem birliklerinde halk demokrasisi, bu siyasi hareketler arasında eleştiri-özeleştiri mekanizması işletilerek pekiştirilmelidir.

Halk saflarındaki siyasetlerin birbirine karşı eleştiri-özeleştiri de devrimci dürüstlüğü elden bırakmamaları; halkın çıkarının önüne geçmiş olan grupçu zihniyetlerin yıkılmasında önemli bir meseledir. Biz, ne özeleştirinin bir küçüklük ne de eleştirinin eylem birliğini ortadan kaldırmaya yönelik bir hareket olduğu görüşündeyiz. Bütün siyasi hareketler yaptıkları özeleştirinin sadece birbirine karşı değil, esas olarak halka karşı olduğunun bilincinde hareket etmelidirler.” (age)

Devrimci ve komünist hareketin tarihine baktığımızda devrimci eylem birlikleri ve de ittifaklar noktasında olumsuz pratiklerin yanısıra olumlu pratikler de görürüz. Bugün bu olumlu pratiklerde derinleşme göreviyle karşı karşıyayız. Nitekim HBDH örgütlenmesi, bu somut ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıkmış durumdadır.

 

– HBDH’a hemen geçmeyelim. “Devrimci ve komünist hareketin tarihine baktığımızda eylem birlikleri ve de ittifaklar noktasında olumsuz pratiklerin yanısıra olumlu pratikler de görürüz” dediniz. Bu olumsuz pratiklerin nedenleri neler olabilir?

– Şu gerçeği vurgulamamız gerekir ki; yukarıda ifade edilen biçimde teorik olarak eylem birlikleri sorununun doğru temelde ele alınması, pratik başarının garantisi olamaz. Pratik başarı için her meselede olduğu gibi bu konuda da uygulayıcıların sorunu derinlemesine kavramaları gerekir.

Mücadele tarihimizin birçok cephesinde yaşanan pratik başarısızlıkların varlığı tartışılmazdır. Şüphesiz bu başarısızlığa yol açan ideolojik, siyasal ve örgütsel bir anlayış vardır. Bu anlayışın şu veya bu şekilde eylem birlikleri pratiğimize de yansımaması düşünülemez. Yetersizliklerimizi açığa çıkarma ve bu sorun özgülünde tarihi sürecimize daha sorgulayıcı bir tarzda yaklaşmamız için bu bilimsel yöntem ışığında hareket etmemiz gerekir.

MLM kaynağından beslenen, kendi içinde tüm eksikliklere rağmen eleştiri-özeleştiri silahını ve demokratik merkeziyetçilik ilkesini uygulamaya çalışan bir parti olmamız; ortak bir kültür yaratma, farklı anlayışlarla birlikte yürüme noktasında her zaman bize bir avantaj sağlamıştır. Ama derinlemesine kavrama noktasındaki sıkıntılarımız, dezavantajlı bir durumun oluşmasına neden olmuştur.

Dolayısıyla eylem birlikleri ya da ittifaklar sorunundaki başarı ve başarısızlığımızın oranı kavrayış düzeyimizde gizlidir. Eylem birlikleri-ittifaklar konusunda ısrarcılık, bu ve benzeri pratiklerin sınıf mücadelesine kattığı olumlulukları kavrama ile ilgili bir sorundur. Emperyalizme, feodalizme, faşizme, ataerkiye ve her türden gericiliğe karşı kolektif aklın önderliğinde ortak bir iradenin oluşmasına inanmak, bu konuda ortaya çıkan engelleri aşmada kararlı bir duruşun sergilenmesine vesile olur. Her şeyden önce her faaliyetin büyük bir emek gerektirdiği gerçeğini kavramamız gerekir. Her olumlu faaliyetin yoğun bir emeğin eseri olduğunu bilince çıkarmak, zorluklarla mücadele etmenin en büyük güvencesidir.

 

“POLİTİKANIN SOMUTLANMASI İÇİN MÜCADELEDE ISRARCI VE TAKTİKLERİN UYGULANMASINDA YARATICI OLMALIYIZ!”

– Eylem birliği-birlikleri ve de ittifak dediğinizde tam olarak nasıl bir yapıyı anlamalıyız? Ya da farklılıkları var mıdır, nelerdir bunlar?

– Eylem birlikleri ve ittifaklar birbirinden çok kalın çizgilerle ayrılmamakla birlikte hedef ve içerikleri bir ve aynı değildir. Bu durum hem bu güçlerin niteliğiyle hem de ulaşmak istedikleri hedeflerle doğrudan ilintilidir. Devleti yıkmak için biraraya gelecek güçlerle; çeşitli reformlar ya da işçi hakları, politik tutsakların özgürlüğü, kadın kurtuluş mücadelesi vb. için biraraya gelecek güçler arasındaki fark önemlidir.

Örneğin eylem birlikleri nispeten daha kısa zaman dilimlerini kapsayan oluşumlardır. Bu durum, eylem birliklerinin daha çok, tek gündemli ve bir hedefe kilitlenmesiyle alakalıdır. Hedef somuttur, kısa vadelidir ve de değişkendir. Neye kilitlenmişse onu kapsamakta ve belirlenen hedefe ulaşıldıktan sonra da sona ermektedir. Görece kısa vadeli eylem birlikleri, tek tek eylemlere göredir, istikrar kazanmamıştır, eylem sonuna kadar devam eder. Denilebilir ki, eylem birliği son kertede, komünist partisinin siyasi iktidar mücadelesinde, başta devrimci ve demokrat güçlerin birlikteliğini sağlamak amacıyla devrimin düşmanlarına karşı mücadele yürüten ve yürütmek isteyen, devrimde menfaati olan, bu devrimci sınıf ve tabakaların meslek ve siyasi örgütleriyle, siyasal mücadelenin ekonomik, demokratik vb. somut talepleri üzerinde yaptığı birlikteliklerdir. Bu aynı zamanda komünist partisinin devrimci çevreleri etkileme, kazanma, bir biçimde politikalarına, taktiklerine, tavırlarına bu çevreleri katma çabasıdır.  Partimizin de içinde yer aldığı onlarca eylem birliği pratiği bunu somut olarak göstermiştir.

Eylem birlikleri ile ittifak pratiğini birbirine karıştırmamak gerekir. Eylem birliğinde de birlik yapılan güçlerle bir ittifak yapılıyor demektir. Yani her eylem birliği aynı zamanda bir ittifaktır. Ama devrimden menfaati olan güçlerle ittifak daha geniş kapsamlı, daha uzun vadelidir ve daha merkezidir.

KP’nin –ya da direkt denetimindeki kurumlarının– dahil olduğu ittifaklar nispeten daha uzun vadeli birlikteliklerdir. Muhtevası, kapsamı ve hedefi onu oluşturan güçlere bağlıdır; merkeziyetçiliği daha fazla ve istikrarı olan oluşumlardır. Bunun nedeni, uzun vadeli ve içeriğinin kapsadığı hedeflerin fazlalığıyla ilintilidir. İttifaklarda, uyulması gereken kurallar, ajitasyon ve propaganda onu meydana getiren güçlerce belirlenir ve hayata geçirilir.

Ancak ister eylem birlikleri, ister ittifak olsun vb. –ki bazı dönemler düşmanın saldırısı ve ezilenlerin konumlanışı nedeniyle bunların arasında büyük farklar da olmaz– tüm bunlar kısa, orta ve uzun süreli anlaşmalardır. Bir neden ve hedef için masaya oturan taraflar, karşılıklı anlaşarak-ortaklaşarak, tavizler vererek belli bir hedef için birleşerek harekete geçerler. Bunların tümü esas olarak güçlerin birleştirilmesidir. Sorun sadece bir tek parti ya da örgütün tek başına başarı imkanının olmadığı durumların dışında, devrimci, yurtsever ve ilerici güçlerle bir araya gelme eylemidir. Katılımcı parti ya da örgütlerin gücü ne olursa olsun, aynı mevziye yürüyen güçlerle ortaklaşma meselesidir.

Soruna bu bilinçle yaklaşmak, faaliyetlerin önemi açısından belli farklılıklar içerse de, bunun da diğer tüm çalışmalarımızın bir parçası olduğu gerçeğinin peşinen kabul edilmesi gerekir. Böylesi bir kavrayış, beraberinde soruna daha ciddi bir yaklaşımı gerektirir. Yani politikanın somutlanması için mücadelede ısrarcı ve taktiklerin uygulanmasında yaratıcı olunmasını sağlar.

Eylem birlikleri ve ittifaklar, birden fazla güçle gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla bir tarafın ortaya doğru bir tutum koyması tek başına sorunun çözümünü sağlamaz. Sorunun pratikte hayat hakkı bulması için tüm tarafların ortaklaşma konusunda daha esnek ve birleştirici bir çizgi izlemeleri gerekir.

Kolektif akıl; farklı fikirleri tartıştırarak, doğru ve yanlışları ayrıştırarak, ortak paydalar üzerinde pratiğe yönelmek demektir. Bu tartışmaları seviyeli ve devrimin genel çıkarlarını ön planda tutarak yürütmek her türlü önyargıyı kırar. Önyargıların törpülendiği veya kırıldığı bir ortamda sunulan öneriler soğukkanlı ve sorumlu bir yaklaşımla dinlenir. Önerinin kimden geldiğinden çok eylemi güçlendirici bir rol oynayıp oynamadığı noktasına bakılır.

Devrimci ve komünist hareket bu bakış açısına uygun olarak asgari düzeyde bir derinlik yakalarsa, yürütülen birçok gereksiz tartışmadan da uzak durulur. Tartışmalarda ayrıntılar üzerinde zaman öldürme yerine, ana noktalar üzerinde ortak bir düşünce yaratma ve hareket tarzı oluşturma çabası içine girilir. Çünkü ortak örgütlenerek başarılan her eylemde, kazanacak olan halk güçleri ve halkın davasıdır. Kaçınılmaz olarak bu sonuç, her hareketin eylem içindeki pozisyonuna uygun biçimde genel ve bölgesel çalışmalarına da yansır. Diğer bir anlatımla, doğru bir tarzda örgütlenen ve başarılan her eylem, ittifak içinde yer alan her hareketin çalışmalarına olumlu temelde katkı sunar.

Merkezi ya da bölgesel düzeyde, kısa ya da uzun vadeli eylem birlikleri ve ittifaklarda pratik faaliyet öncesinde kolektif bir tartışma sürecinin yaratılması oldukça önemlidir. Bugün bu yönlü pratikleri bütünlüklü bir tarzda uygulamanın koşulları sınırlı olabilir. Ama anlayış düzeyinde bunun savunulması, bu yönlü pratik adımların atılması, daha ciddi ortak yürüyüşlere zemin hazırlar. Bu aynı zamanda doğru ve yanlış fikirlerin tartışılması sürecine hizmet eder. Eğer her anlayış, her pratik bir ideolojiden besleniyorsa, yapılan ve yapılmaya çalışılanın bir ideolojik mücadele olduğu gerçeğinin de görülmesi gerekir.

 

“TÜM EZİLENLERİN HAKLI VE MEŞRU MÜCADELELERİNİN AKTİF BİR ÖRGÜTLEYİCİSİ OLMAK İÇİN AYNI SİPERLERDE DÖVÜŞME PRATİKLERİNİ HER DÖNEM ÖNEMSEMELİYİZ!”

 

– Sadece saldırı dönemlerinde ya da saldırılara karşı ortaklaşmaktan bahsetmiyorsunuz anladığımız kadarıyla…

– Evet, elbette düşmana karşı mücadelede halk güçleri arasında ortak sorunlar üzerinde pratik bir davranış birliği yaratmak halkın davasına sunulan büyük bir hizmettir. Dolayısıyla halk demokrasisi, bağımsızlık ve sosyalizm mücadelesinde ve dahası demokratik hak ve özgürlüklerin sınırlarının genişletilmesinde samimi olan herkes aynı yöne doğru yürüyen güçlerle daha kuvvetli ve düzenli bir yürüyüş kolu oluşturmak zorundadır.

Böylesi bir yürüyüş düşmanı ürküttüğü gibi başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçiler ve ezilen halklar üzerinde de olumlu bir etki yaratır. Büyük kuvvetlerin etki gücü, ezilenlere cesaret verir, moral kaynağı olur. Sürece dâhil olmalarını tetikler. İleri kitlelerin sürekli devrimcilerin birliğinden, birlikte hareket etmelerinden söz etmeleri bu güce duydukları ihtiyacın ürünüdür.

Büyük güçlerin hareketliliği her zaman yığınları sarıp sarmalayan korku mikrobunun da panzehiridir. Özellikle devrimci ve komünist güçlerin kitleler üzerindeki otoritesinin sarsıldığı, kitle bağlarının zayıfladığı dönemlerde ilerici, devrimci ve komünist güçlerin ortak sorunlar üzerinde ortak pratikler geliştirmeleri daha bir önem kazanır.

Korku ve güvensizlik mikrobunun emekçi yığınlar içinde hayat hakkı bulması her türlü devrimci faaliyeti sakatlar, ağırlaştırır. Buna en iyi örnek faşist darbeler dönemidir. Böylesi dönemlerde omuz omuza yürüme pratiklerinde daha bir yoğunlaşmak kendi içinde anlaşılır bir durumdur. Ama eylem birliği, ittifak politikasını hep bu dönemlerde gündemleştirmek, hatırlamak kabul edilemezdir. Sorunu saldırılar ve güç derekesine indirmek, basitleştirmektir.

Bu yüzeysel yaklaşımdan dolayıdır ki; belli bir güce ulaşan parti veya örgütler, düşmana karşı mücadelede ortak yürümesi gereken güçlerle, ortak yürüyüşler örgütleme çabası içine girmezler. Bu gibi güçlerin ortak yürüyüşten anladıkları şey, “arkamdan yürüyün”dür. Şu bir gerçek ki; ortak sorunlar üzerinde birlikte yürüme konusunda hiçbir çaba içine girmeyenlerin “birlik” ve “dayanışma”ya dair yapacakları tüm çağrıların, açıklamaların pratik değeri yoktur.

Üzerinde yaşadığımız topraklarda eylem birliği ve ittifaklar politikasında inişli-çıkışlı bir rota izlense de bu sorun, devrimci ve komünist güçler arasında hep tartışılmış kimi zaman da hayat bulmuştur. Tüm yetersizliklere ve olumsuzluklara rağmen bundan sonra da gündemdeki yerini koruyacaktır. Çünkü bu politikanın nesnel bir zemini vardır.

Eylem birlikleri ve de ittifakların daha etkili sonuçlara ulaşması için tüm katılımcıların örgütlü güçlerini eğitmesi gerekir. Pratikte ortak paydaların ön plana çıkarılması konusunda yürütülecek çalışmalar ve yaratılacak şekilleniş, ortak yürüyüşü kolaylaştırır. Aynı mevzide ve aynı siperde olmanın beraberinde getirdiği bazı ortak sorumluluklar vardır. Bu sorumlulukların layıkıyla yerine getirilmesinin ön koşulunu, çalışma alanlarında halk güçleri arasındaki ilişkilerin devrimci hukuk ilkelerine uygun bir tarzda sürdürülmesi oluşturur. Bu tarz bir ilişki karşılıklı olarak bilgi alışverişini sağlar. İlişkilerde düzenlilik, eylem birliği ve ittifaklar politikasına daima güç katar. Bu ortak çaba, güven ortamı yaratır, önyargıları kırar, eleştiri ve özeleştiri silahının daha sağlıklı bir tarzda işlemesini sağlar.

 

– Bir de Halkın Birleşik Cephesi tartışması var…

– Evet, yukarıda kısaca özetlediğimiz eylem birlikleri ve de ittifakları ele alışta hatalı anlayışlardan birisi, eylem birliği ve ittifak politikasının direkt Halkın Birleşik Cephesi şeklinde kavranmasıdır. Örneğin HBDH, kendisini bir eylem birliği/ittifak olarak deklare etmesine karşın, içerik tartışmasından kaynaklı bir cephe olduğunu ileri sürülerek devrimci hareket saflarında da bizim saflarımızda da tartışmalar yapılmıştır.

Yukarıda da değindiğimiz gibi eylem birlikleri (EB), ittifaklar ile Halkın Birleşik Cephesi (HBC) kalın çizgilerle birbirinden ayrılarak ele alınmamalıdır. Halkın Birleşik Cephesi’nin “özel bir ittifak” olmasının yanında başından sonuna kadar bir mücadele ve savaş sürecinden bahsettiğimiz unutulmamalıdır. Ancak bunun yanında HBC’yi olağan bir EB ya da ittifak olarak ele almak yanlıştır.

Bilindiği gibi halk, çıkarları düzenle çelişen, devrim taraftarı farklı sınıf ve tabakalardan oluşmuştur. Objektif olarak her sınıf kendi çıkarları doğrultusunda hareket gösterir. Farklı halk kesimleri bir dizi ortak mücadeleden geçmeden birbirlerine sağlam bir güven besleyemezler; sağlam ve en sürekli dostluk, somut bir dizi ortak mücadele deneyimlerine dayanan dostluktur. Bu ortak mücadele beraberinde ortak eylemleri, birlikte mücadeleyi getirir. Bütün bunlar Halkın Birleşik Cephe örgütlenmesi öncesindeki savaşın doğal seyri içinde gerçekleşir.

HBC siyaseti Marksist-Leninist-Maoist bir siyasettir; işçi-köylü temel ittifakının üzerinde yükselir ve özünde, ulusal burjuvazinin (ve ezilen ulus burjuvazisinin) ikili niteliğini dikkate alarak devrim saflarında yer almasını sağlama politikasının somut ifadesidir. Komünistlerin ve onların önderliğinde işçi sınıfının birliğinin sağlanması ise işçi-köylü temel ittifakının kurulması ve giderek HBC’nin gerçekleştirilmesi için gerekli bir ön adım olarak ortaya çıkar.

Yani, işçi sınıfının komünistlerin önderliğinde birliği sağlanmalı ve pekiştirilmelidir ki, sınıfın halka önderlik etme kapasitesi, yani, işçi-köylü temel ittifakını inşa etme ve buradan HBC siyasetinin pratikleştirilmesinin imkanı yaratılabilsin. İşçi sınıfı komünistlerin önderliğinde kendi birliğini sağlayamadığı, işçi-köylü temel ittifakını sağlam bir şekilde kuramadığında HBC siyasetinin hayata geçirilmesi mümkün değildir. Yani HBC siyasetinin pratikleştirilebilmesinin yegane yolu, işçi sınıfının birliğinin sağlanması, işçi-köylü temel ittifakının kurulmasıdır.

 

– Bu noktada karşımıza ezilen bağımlı ulus burjuvazisinin HBC siyaseti doğrultusunda sınıfsal ittifaklar içinde ele alınıp alınamayacağı sorusu çıkıyor…

– Komünistler, ulusal sorunların kendine özgü yanlarını dışlamaz, proleter sosyalist dünya devrimi açısından değerlendirir ve meselenin özünü çeşitli ulus ve milliyetlerden işçi sınıfının kendi birliğinin sağlanması, işçi-köylü ittifakının sağlam ve mümkün olan en geniş temelde kurulabilmesi temelinde ele alırlar. Dolayısıyla, proletaryanın önderlik etmediği ulusal hareketlerin ikili niteliği gözden kaçırmadan, demokratik halk devrimi mücadelesinin müttefiki, kurulma koşulları oluşması halinde HBC’nin içerisinde yer alabilecek devrimci demokratik güçler olarak görürler.

HBC, parti ve ordu örgütlenmesi dışında “halkın üç silahı”ndan biridir ve esas olarak kırsal alandaki silahlı mücadele yoluyla inşa edilecek olan proletaryanın birliği ve işçi-köylü temel ittifakı üzerinde yükselir. Komünistler, işçi sınıfının birliği ve işçi-köylü temel ittifakını inşa etme mücadelesini sürdürürken, bu politikalarını güçlendirecek bir birleşik cephe taktiği hayata geçirebilirler. Örneğin küçük burjuvaziyle ya da ezilen ulus burjuvazisiyle ilişki geliştirebilir, milli burjuvaziyi birleşik cephe siyasetine kazanmaya çalışabilirler.

Hiç kuşkusuz; bu meselede taktik sorun, halk sınıflarının asgari ortak programı olan demokratik halk devriminin anti-emperyalist, anti-feodal, anti-faşist, anti-ataerkil platformunun, güncel hedef ve taktiklerin, stratejik hedeflerle birlikte halk sınıflarına kitle mücadelesi içinde kavratılması olarak ortaya çıkar. Bu ihtiyacı karşılayabilmenin yolu da devrimci örgütlerle kısa ya da uzun vadeli eylem birlikleriyle ortak düşmana karşı mücadelenin örgütlenmesi ve somut siyasi kampanyaların gerçekleştirilmesinden geçmektedir.

Bu siyasi kampanyalar, halkın mücadelesinin ortaya çıkardığı somut sorunların çözümlenmesi ve demokratik halk devrimi platformunun somut bir yönü olarak siyasi içeriği ile birlikte halk kitlelerine kavratılması demektir. Halk kitlelerini kucaklayacak bir siyasi kampanya yürütme meselesi ise yukarıda ifade ettiğimiz eylem birlikleri sorununu, yani halk saflarında yer alan devrimci-demokratik parti ve örgütlerle kısa ya da uzun vadeli eylem birliklerinin örgütlenmesini doğurur.

Şu gerçeği bilince çıkarmak önemlidir; HBC’nin oluşumu için (istikrara kavuşmuş bir birliği gerçekleştirebilmek için) henüz istikrara kavuşmamış bir dizi kısa ve uzun vadeli eylem birliklerinden, ortak mücadelelerden geçmek gerekir. Bu süreç, diyalektik biçimde gelişir. Süreç boyunca her sınıf ve tabaka, kendi sınıfının çıkarlarının bilincine ulaşarak istem ve programlarını netleştirir, en devrimci sınıfın proletarya ve en ileri proletarya öncüsünün olması nedeniyle proletarya kapsamına giren ortak bir hedef içinde emekçi kitlelerin bir tek programın etrafında birleştirilmesi ve Halkın Birleşik Cephesi’nin örgütlenmesi mümkün hale gelir.

Halk kitlelerinin birbirine güven duyması, savaşma ruhunun gelişmesi için kitlelerin eğilim gösterdiği bütün mücadelelere katılıp onları örgütlemesi ve mümkün olan bütün birleşme eğilimlerine somut olarak cevap verilmesi gerekir.

 

“PARTİMİZ HBDH ÖRGÜTLENMESİNİN GÜNÜMÜZÜN DEVRİMCİ PLATFORMUNU-İTTİFAKINI OLUŞTURDUĞU GÖRÜŞÜNDEDİR!”

– HBDH’ye gelirsek…

– HBDH tam da yukarda sıraladıklarımız üzerinden önem kazanmaktadır devrimci komünistler açısından. Ve tam da bu sebeplerle taktik sürece hizmet eden dönemsel politikanın –toplumda bulunan çelişkilerin seyrine bağlı olarak şekillenmesi gerektiğindendir ki-, Kürt sorununu önde tutan bir yaklaşımla geliştirilmesi ve bunun somut ifadesi olan HBDH’yi örgütlemesi ve her alanda güçlendirmesi zorunludur.

Kürt ulusal sorunu ve HBDH’yi öncelemek, tıpkı başka politik süreçlerde olduğu gibi, geniş yığınların kendi özgül ağırlıkları bağlamında yaşanan çelişki ve çatışmaların ihmal edilmesini doğuran, bu yönde faaliyet yürütülmesini yadsıyan bir sonuç yaratmaz, yaratmamalıdır. Birbirinin karşısına koymanın asla gerekmediği koşullarda, birbirinden kopuk ele almak da bir o kadar yanlıştır. Bu kopukluğa izin verilmediği durumda da çelişkilerin toplamı olarak görüntü veren tablodaki kesişme, toplanma ve odaklanma noktalarını doğru tespit etmek gerekir.

Faşist rejimin Kürt hareketinin mücadelesini bir “beka sorunu” olarak gördüğü koşullarda, bu mücadeleyle ilişkilenmemek, ortak bir mücadele zemininde buluşmamak tarihsel bir hatadır. Bu açıdan HBDH, Türkiye devrimi açısından önemli bir olanak ve mücadele aracı olarak görülmelidir.

12 Mart 2016 tarihinde kuruluşunu ilan eden HBDH, tarihsel bir adımdır. HBDH’nin ilanı Türkiye Devrimci Hareketi ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’nin mücadelelerini ittifak temelinde birleştirmeleri ve TC faşizmine karşı özellikle silahlı mücadeleyi ön plana çıkartan yaklaşımı nedeniyle son derece önemlidir. Bununla birlikte HBDH’ye katılım gösteren her örgütün kendi sınıfsal temsiliyetine ve çizgisine uygun olarak Birleşik Devrimci Harekete yaklaştığını vurgulamak gerekir. Bu nedenle Harekete katılım sağlayan her örgütlenmenin kendi ideolojik duruşu ve siyasetiyle meseleye yaklaştığını, bu somut gerçekliğin de kendi içerisinde kimi sıkıntılar yaratacağını/yaratabileceğini, “birlik” meselesini ön plana çıkarmak için kimi tavizleri içinde barındıracağını öngörmek gerekir.

Partimiz açısından HBDH’nin üç önemli yönü bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’yle devrimci temelde ilişkilenmek, ikincisi bunu da kapsayan bir şekilde Türkiye Devrimci Hareketi içinde yer alan devrimci parti ve örgütlerle Türkiye Demokratik Halk Devrimi mücadelesinde uzun süreli bir ittifak ilişkisi geliştirmek, üçüncüsü; faşizm koşullarında tüm bu güçlerin ortak hareketinin örgütlenmesi ihtiyacı.

Buradan hareketle altını çizmeliyiz ki; HBDH örgütlenmesi bizim açımızdan “sıradan bir eylem birliği”nin ötesinde faşizme karşı savaşta ortaklaştığımız, birlikte yürüme iradesini gösteren bütün parti ve örgütlerle ortak düşmana yönelmenin somut adıdır. Dolayısıyla HBDH, coğrafyamızda devrim mücadelesinin geliştirilmesinin bir adımı olarak da görülmektedir.

HBDH’de yer alışımız, partimizin halk sınıflarının asgari ortak programı olan demokratik halk devriminin anti-emperyalist, anti-feodal, anti-faşist, anti-ataerkil çizgisinde güncel hedef ve taktiklerin, stratejik hedeflerle birlikte ele alınmasının ürünüdür. Partimiz stratejik hedeflere ulaşabilmenin yolu olarak, HBDH örgütlenmesinin günümüzün devrimci platformunu-ittifakını oluşturduğu görüşündedir. HBDH’ı, HBC siyasetini hayata geçirebilmesinde önemli bir ön adım, faşizme karşı mücadele içinde olan devrimci yapılarla uzun süreli bir ittifak olarak değerlendirmektedir.

Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ve devrimci örgütlerle oluşturduğumuz HBDH, somut koşullarda başta ulusal sorun olmak üzere bir dizi meseleye yanıt olma, aynı zamanda bunu da içine alacak şekilde faşist diktatörlüğe karşı devrimci bir odak oluşturma noktasında önemli bir yerde durmaktadır. Ancak her birliktelik gibi HBDH de kendi içinde kimi çelişkileri barındırmaktadır. Bu ise işin doğası gereğidir. Önemli olan bu çelişkileri nasıl ele aldığımız, “birlik” yönünde mi yoksa “parçalanma” yönünde mi yaklaştığımızdır. Asolan tali noktaları değil birlikteliği öne çıkarmaktır. Bu yaklaşım “birlik-mücadele-daha üst birlik” olarak formüle edilebilir. Tali noktaları değil esas noktaları ön plana çıkarmak ve faşizme karşı savaşmak isteyen, mücadele edenleri kısa ya da uzun süreli eylem birliği-ittifak temelinde birleştirmek önemlidir. Bu siyaset, devrimci bir siyasettir.

Devrimci ulusal hareketlerle ilişkilenme, ittifaklar kurma vb. konularda önümüzde bir engel yoktur. Partimizin kurulduğundan bu yana pratiği bu yönlüyken son olarak 1. Kongresi’nde: “…sürecin ağırlığı ve faşizmin saldırganlığının üst boyutta olması, beraberinde devrimci ve komünist hareketlerin birlikte hareket etmesini ikili ya da çoklu eylem birlikleri içinde süreci karşılamasını dayatmaktadır. Bu anlamıyla HBDH’yi önemli bir mevzi olarak değerlendirmek gerekir” denilmiştir. (Komünist 72, Nisan 2019, s. 167)

Partimiz açısından HBDH örgütlenmesi, Halkın Birleşik Cephesi’ne karşılık gelmemekte, onun kurulmasına da hizmet eden bir politik yaklaşımla taktik bir ittifak olarak ele alınmaktadır.

(Bir parantez olarak altını çizmek isteriz ki, birleşik cephenin nasıl bir şekil alacağına, kapsamına, ne zaman ihtiyaç haline geleceğine dair ne Dimitrov ne de Mao’da “evrensel” ve tüm zamanlara içkin bir tanımlama yoktur. Tam aksi ifade ve uyarılar vardır.)

O halde ülkemizde ister “eylem ve güç birliği” ister “cephe” olsun ilk önce üzerinde anlaşmamız gereken böyle bir yapının Türkiye’deki savaşın nitelikleri ve güç dengeleri dikkate alındığında gerekip/gerekmediği, bizim içinde olup-olmamamız veya nasıl ilişkilenmemiz gerektiğinin saptanmasıdır. Yani önemli ya da belirleyici olanı, genel ya da soyut düşüncelere göre değil, somut koşullara göre belirlemeliyiz.

 

– Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’yle ilişkilenmemeyi hareketin “reformist ve tasfiyeci” olmasına bağlayan anlayışlar var… Bu tür değerlendirmelerin ortaklaşmada etkisi nedir?

– Ulusal Hareketin bırakalım devrimci olmasını reformist bir çizgi izlemesi halinde dahi onunla ittifak politikası –koşullara bağlı olarak– gerçekleştirilebilir. Hareket –hangi hareket olursa olsun– reformistleştiği oranda somut koşullardan hareketle bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu noktada Komintern, “reformist ulusal hareketlerle” ilişkilenme konusunu –belli şartlarla birlikte– mümkün kılan bir yaklaşım sergilemektedir: “Komünist partisinin ulusal reformist muhalefet ile her bir blok oluşturması reddedilmelidir; bu kitle hareketini geliştirmek için burjuva muhalefetin eylemleri kullanılabiliyorsa, ve böylesi anlaşmalar komünist partisinin kitleler ve onların örgütleri içindeki ajitasyon özgürlüğünü hiçbir tarzda kısıtlamıyorsa emperyalizme karşı belirli eylemlerde geçici anlaşmalar ve koordinasyonları dıştalamaz. Komünistlerin aynı zamanda burjuva milliyetçiliğine karşı ve işçi hareketi içinde onun etkisinin en küçük belirtilerine karşı en keskin ideolojik ve siyasi mücadele yürütmeyi kavramak zorunluluğu kendiliğinden anlaşılır bir şeydir. Böylesi durumlarda komünist partisi sadece özellikle kendi siyasi bağımsızlığını bütünüyle elde tutmayı ve kendi çehresini korumakla kalmamalı, bilakis aynı zamanda, böylece bu muhalefetin tam güvenilmezliğini ve onun tarafından yayılan burjuva demokratik hayallerin tehlikesini tanıması için muhalefetin etkisi altındaki emekçi kitlelerin olgular temelinde gözünü açması da zorunludur.”

Evet, günümüzde Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’yle ilişkilenmemeyi, onunla ortak zeminlerde bir ittifak içine girmemeyi, hareketin “reformist ve tasfiyeci” olmasına bağlayan anlayışlar vardır. Sosyal şoven kimi anlayışların Kürt hareketini “milliyetçilik” ve “emperyalizmle işbirliği” gibi değerlendirmelerinin dışında, bu türden yaklaşımlara verilecek cevap –yukarıda Komintern’in de açıklıkla ifade ettiği üzere– Kürt Hareketi’nin devrimci ve komünist harekete yaklaşımında görülebilir. Her şey bir yana Rojava Devrimi pratiği ortadadır.

Günümüzde Kürt Hareketi’nin devrimci bir zeminde durması, onunla ilişkilenmenin, ortak mücadele mevzilerinde faşizme karşı mücadele etmenin gerekliliğini ve zorunluluğunu ortaya koymaktadır: Unutmamak gerekir ki; Ulusal Hareketin ‘birleşik devrim’, Türkiyelileşme’ vb. söylemleri ve ele alışı, onu kendi varlık gerekçesi olan ulusal sorun dışındaki başka toplumsal sorunlara da kayıtsız kalmamaya itmektedir. Elbette ki bu sorunlara getirdiği programatik çözüm ve yaklaşımlar düzen içidir, yani reformlar düzeyindedir. Ancak bu noktada sorun, Ulusal Hareket’te değil başta komünist hareket olmak üzere devrimci hareketin zayıflığı ve güçsüzlüğündedir.

Ulusal Hareket’in halihazırda politik-pratik tutumu, üzerinden yükseldiği toplumsal tabanın direnişi ve özgürlük talebi, beraberinde hareketin devrimci yanına dair güçlü bir örnek oluşturmaktadır. Tam da bu niteliği dikkate alarak onunla ilişki geliştirmek ve başta HBDH gibi örnekler olmak üzere ittifak ya da eylem birlikleri geliştirmek -hele ki Türkiye devrimi açısından başlıca çelişmeler içinde ezen ulusla ezilen ulus ve milliyetler arasındaki çelişmenin var olduğu koşullarda- anın devrimci görevlerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır. Bu politik yaklaşım hem Ulusal Hareket’in ulusal hak mücadelesinin devrimci dinamikleriyle güçlü bir birlik sağlayacak hem de bu zeminin gelişip güçlenmesine katkı sunacaktır.” (K 72, Nisan 2019, s. 168)

Halihazırda Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ile ilişkilenmede bir zemin yakaladığımız ve birlikte hareket edebilmekte bir mesafe kat ettiğimiz bir gerçektir. HBDH ile bu ilişki somut bir örgütsel forma kavuşmuş durumdadır.

Ulusal Hareket’in demokratik muhtevasının desteklenmesi ve bu desteğin demokratik her türlü hakkın savunulması biçiminde ele alınmasının yetersiz bir ele alış olduğu açıktır. Mesele sadece destek politikasıyla tanımlanmamalı, aktif olarak savaşın tarafı olduğumuz bilinciyle ele alınmalıdır.

Öte yandan herhangi bir muğlaklığa izin vermemek için komünistler açısından ittifaklar sorununun ideolojik-ilkesel bir sorun olarak görülmediği, siyasal mücadelenin taktiksel bir sorunu olduğunu vurgulayalım. Buradan hareketle ittifaklar sorunu her türlü basmakalıp formülün dışında, anın objektif ve subjektif somut koşulları içerisinde değerlendirilir.

Ayrıca sadece halk saflarında değil, düşman kamplarda yaşanan çatışmalar da proletaryanın iktidar mücadelesinde önemlidir ve dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla devrim diye bir hedefi olanların hem halk saflarındaki dinamiklerle sıkı bir şekilde birleşme, hem de düşman saflarında gelişmeleri doğru bir şekilde ele alması gerekir. Bizler ittifaklar meselesine ülkemizin somut koşullarından hareketle yaklaşmaktayız ve var olan somut koşullarda Türkiye devrimi için Kürt ulusal mücadelesiyle ilişkilenmek, çeşitli zeminlerde ittifak ilişkisi geliştirmek zorunludur.

 

– O zaman, sizin için uygunsa, konuyla da ilgisi bağlamında partinizin ulusal sorun konusundaki görüşlerinden de kısaca bahsedelim mi?   

– Partimiz, ulusal sorun dahil her türlü sorunu devrim perspektifi içerisinde ele almaktadır. Emperyalizm ve proleter devrimler çağında, ulusal sorun dahil her türlü sorunun gerçek ve nihai çözümü, proletarya önderliğinde olacaktır. Proletaryanın önderlik etmediği çözümler, geçici kalmaya mahkumdur ve de yeni anlaşmazlıkların tohumlarını içlerinde barındırırlar. Bu nedenle, yarı-sömürge ve sömürgelerde ulusal sorunlar da dahil, demokrasi sorunlarının çözüme kavuşturulması proletaryanın görevleri arasındadır.

Emperyalizm ve proleter devrimler çağında, ulusal sorunun bir iç mesele olmaktan çıkarak dünya meselesi haline gelmesi, bu sorunları proleter sosyalist dünya devriminin bir parçası haline getirmiştir. Bu, kimin önderlik ettiğinden bağımsız olarak böyledir. Ancak proletaryanın önderlik etmediği ulusal sorunlarda dahi bu hareketlerin yöneldiği milli baskının sorumluları ile proletarya önderliğindeki demokratik devrimin yöneldiği gerici güçler (emperyalist-feodal-faşist güçler) aynıdır.

Ulusal sorunun çağımızda proletaryanın nihai olarak çözmesi gereken bir sorun haline gelmiş olması, sorunun proletaryanın önderliği dışında ortaya çıkmayacağı, gelişmeyeceği anlamına da gelmez. Proletaryanın önderlik etmediği bütün ulusal hareketler son tahlilde milli burjuvazinin önderliği altında gelişen ulusal hareketlerdir. Bu ulusal hareketlerin sınıfsal bileşeni, hareketin devrimci dinamiği açısından önemlidir. Fakat milli burjuvazinin bizzat başlatmadığı ve örgütsel katılımının çok düşük olduğu durumlarda dahi hareketin ideolojik önderliği milli burjuvazidir. Proletaryanın önderlik etmediği ulusal hareketlerin ikili niteliği de buradan kaynaklanır.

Ulusal sorun dediğimiz, nihayetinde haklar ve statü sorunudur. Adı üstünde sınıfsal bazda çözülecek bir sorun değildir. Nihai çözümünün sınıfsallığa bağlanmış olması onun kendisi açısından ara “çözüm”ler üretmesinin önünde engel değildir. Örneğin çağımızdaki ulusal sorunların bazıları emperyalist müdahalelerle “çözüm”e kavuşturulmuştur. Ulusal sorunun demokratik hakların güvencesi ve kendi pazarını oluşturma bağlamında esas olarak yöneldiği devlet kurma talebi yine farklı örneklerdeki “özerklik” tercihi ile başka bir aşamaya taşınabilir olmuştur. Zira başta dil olmak üzere toplu karakterdeki kültürel haklar, politik statü ve örgütlenmenin sağlandığı koşullar ulusal ölçütler bakımından “ileri” bir noktayı tarif etmektedir.

Burada bizim açımızdan belirleyici olan, ulusal sorun bağlamında Ulusal Hareketin değil devrimci komünistlerin ne yaptığıdır.

Bu açıdan baktığımızda Kaypakkaya’nın açık ve net ifade ettiği görev, coğrafyamızda hayata geçirilememiş, proletarya ve onun öncüsü sürece yanıt olamamıştır. Bu durum, Kürt ulusunun kendi önderliğini yaratarak ulusal özgürlük mücadelesi yürütmesini doğurmuştur. Gelinen aşamada sadece T. Kürdistanı’nda değil dört parçada örgütlenen ve mücadele eden bir ulusal özgürlük hareketi ortaya çıkmış ve süreç içinde savaşla birlikte TC rejimini her alanda zorlayan, sıkıştıran bir muhtevaya bürünmüştür.

Kürt sorununun gelinen aşamada rejimi her açıdan zorlayan rolü, beraberinde faşist diktatörlüğün, savaş ikliminden beslenme yoluyla kendisine meşruiyet yaratma çabalarından, sınıf mücadelesine müdahale pratiklerindeki yöntem ve taktiklerine kadar “belirleyici” bir “düşman” olgusu yaratmış durumdadır. Öyle ki rejim, Kürt hareketinin sadece ülke içindeki mücadelesini değil, sınırları dışındaki kazanımlarını, mevzi elde etmesini de kendi varlığı açısından bir “beka sorunu” olarak tanımlamaktadır. Dolayısıyla Kürt sorunu dediğimizde şiddetli ve sarsıcı biçimde etkileyen bir sorundan söz ettiğimiz bilinmelidir.

 

– “Kaypakkaya’nın açık ve net olarak ifade ettiği görev” dediğiniz nedir?

– İbrahim Kaypakkaya, Kürt Ulusal Hareketi’nin tarihsel gelişimini incelerken sözü, dönemin TKP’sinin izlediği politikaya getirir ve şunları ifade eder:

Kürt köylülerinin milli baskılara duyduğu kuvvetli ve haklı tepkiyi proletarya önderliğiyle birleştirmek yerine, Türk burjuva ve toprak ağalarının peşine takıldı, böylece de iki milliyetten emekçi halkın birliğine büyük zarar verdi. Kürt emekçileri arasında Türk işçilerine ve köylülerine karşı güvensizlik tohumları saçtı.” (İK, Bütün Eserleri, s. 243, Nisan Yayıncılık)

Kaypakkaya, “Kürt emekçilerinin haklı tepkisini proletarya önderliğinde birleştirmek”ten bahsetmektedir. Bu, komünist hareketin görevidir. Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’nin günümüzde milli baskıya karşı olmak önceliğinde faşizme karşı mücadelesiyle birleşmeyen ya da bu hareketin “komünist, devrimci olmadığı ulusal karakterde bir hareket olduğu” gerekçesiyle bırakalım “birleşmeyi”, şu veya bu nedenle uzak duran her hareket, isterse adı komünist olsun en başta Kürt emekçilerinin Türk işçi ve emekçilerine karşı güvensizlik duymasına yol açacaktır ve açmaktadır.

 

– Bu görevi nasıl somutluyorsunuz?

– Kürt ulusal sorunu, hem T. Kürdistanı hem de diğer parçalarda yaşanan savaş ve gelişmeler sayesinde doğurduğu sonuçlardan kaynaklı olarak, faşist rejimi dikey ve yatay düzeyde kesen özellikleriyle, ağırlık taşıyan bir olgu haline gelmiş ve halk savaşının esas mücadele alanını kaplayan boyutuyla da sınıf mücadelesinin geleceğine/kaderine ciddi derecede etkide bulunacak bir özellik kazanmış durumdadır. Bu gerçeklik bir çıkış noktası haline getirilmeden ileriye doğru yürümenin mümkün olamayacağı görülmek zorundadır. Sorunun sistemin ana payandalarına bağlanan zincirleri, sınıf mücadelesine fena halde dolanmış bulunmaktadır. Bu görülmeden ve bilince çıkarılmadan politika adına atılan her adım bir yanıyla eksik kalacaktır.

Devrimci komünistleri, Kürt ulusal sorunu ile ilgili tavırlarını gözden geçirmeye, pratiklerine özeleştirisel yaklaşmaya, Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ve somut olarak HBHD ile ilişkilenerek soruna dair özel bir politika belirlemeye iten esas neden budur. Ağırlığını giderek artıran karakteriyle, bu sorun ekseninde büyüyen çelişkiler yumağı, diğer alanları da etkisi altına alan bir derinlik yaratmış ve sistemi tehdit eden bir “öncelik” statüsüne taşınmıştır. Bu, hakim sınıfların bütün programlarına açıkça akseden, bütün pratikleriyle dolaylı ya da dolaysız biçimde kesişen boyutlarıyla böyledir.

Gelinen aşamada Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi, A. Öcalan’ın tutsak edilmesinden sonra bir dizi iç tartışma ile beraber, politik hattını “ekolojik, demokratik, cinsiyet özgürlükçü toplum paradigması” olarak ilan etmiştir. Bu politik çizgi doğrultusunda da askeri hattını “öz savunma temelinde ‘devrimci halk savaşı’ stratejisi” olarak formüle etmiş durumdadır. Bu paradigma beraberinde Türkiye Devrimci Hareketi saflarında, Kürt hareketini “reformizm”den “emperyalistlerle ilişkili” olmaya, “milliyetçilik”ten “tasfiyeciliğe” kadar uzanan bir yelpazede değerlendirmeyi de açığa çıkarmıştır.

 

– Bu tür değerlendirmeler yapılamaz mı?

– Elbette yapılabilir ancak bu tahlilleri, hareketle ilişkilenmemeye gerekçe yapanların gerçek sorunu, kendi ideolojik-politik hatlarına güvenle ilgilidir. Yukarıda saydığımız olasılıklar ulusal hareketler ortaya çıktığı andan itibaren zaten vardır ve elbette savaşın ilerleyen her aşamasında yerine ve durumuna göre bu hususlara dikkat çekilmesi, eleştirilmesi, uyarılarda bulunulması vb. devrimci bir görevdir. Ama ön planda tespit ve eleştirilerimizi tutup, ilişkilenmeme durumu, sorunlu bir yaklaşımın ürünüdür.

Bir yandan Kürt halkının mücadelesi, bunun sınıf mücadelesine kattıkları vb. övülecek, gerilla savaşına, özsavunmaya vb. övgüler dizilecek diğer yandan buna önderlik eden mekanizma sürekli reformizm, emperyalizmle ilişki, tasfiyecilik vb. ile “eleştirilecek” ve “ortaklaşılmayacak”! Burada bir çelişki, sorunlu bir yaklaşım ve kafa karışıklığı olduğu açıktır. Bir hareketin sınıf hareketi vasfını taşımaması, onu emperyalizme ve yerli gericilere karşı mücadelede tutarlı ve kararlı bir hat izleme konusunda silahsızlandırır, teslimiyete ve tasfiye olmaya daha açık hale getirir. Ancak onu doğrudan reformist, tasfiyeci ve emperyalist işbirlikçisi yapmaz. Hareketin niteliğinin komünist olmaması beraberinde o hareketin deyim yerinde ise “son noktayı koyamamasını”, dönem dönem gelişen duruma göre yalpalaması olasılığını getirir.

Ancak sürekli bu ihtimali –genel olarak da her hareket için ihtimalleri– gündemleştirmek, “sonu belli” bir harekete güvensizlik temelinde “araya mesafe koymak” ve tüm bunları Kürt hareketiyle ilişkilenmemenin “gerekçesi” olarak öne sürmek doğru değildir. Durum –saydığımız olasılıklar– üç aşağı beş yukarı ne kadar devrimci, ilerici, demokrat yapı varsa onlar için de geçerlidir. Böyledir diye bu hareketlere karşı “güvensizliği”, “ortaklaşmamayı” önceleyen bir yaklaşım sunmamız ve dayanışma örgütlemememiz, eylem birlikleri yapmamamız, ittifaklar kurmamamız doğru olabilir mi? Ama durum, ulusal bir hareket sözkonusu olduğunda farklılaşmakta ve hem mesafeli, hem kaygılı bir tavır takınılmakta hem de “öğreten” konumu alınmaktadır.

Bu yaklaşımın arka planında, ezen ulus komünistleri-devrimcileri olarak/gibi şekilleniş vardır.

Bizim açımızdan Kürt sorunu, önder yoldaşımızın döneme ilişkin parlak çözümlemelerine, konuya öncelikli kapsamda/ağırlıkta yer vermesine karşın, örgüt olarak içeriden bir yaklaşımla ele alınamamış, buna göre örgütlenme ve konumlanma sağlanamamış, dolayısıyla “uzak bir nokta”ya düşülmüştür. Bu durum, komünistlerin özellikle Kürt işçi ve köylülerinin önemli ve ağırlıklı kesimiyle doğru temelde ilişkilenememesini doğurmuştur. Önce bu gerçekliğin altını çizmek durumundayız.

 

“KÜRT ULUSUNUN MÜCADELESİ KARŞISINDA ‘YETERSİZ’ KALMAKTANSA ‘AŞIRI GİTME’Yİ TERCİH ETMELİYİZ!”

– Peki sizin ulusal hareket karşısındaki tutumunuz nedir?

– Öncelikle şu konu bizim açımızdan son derece nettir. Proletaryanın önderlik etmediği ulusal hareketlerin ikili niteliği bulunmaktadır. Ulusal hareketler bu ikili niteliklerine rağmen demokratik halk devrimimizin müttefikleri, kurulma koşullarının oluşması halinde birleşik cephemizin içerisinde yer alacak devrimci-demokratik güçlerdir. Ulusal hareketlerin ulusal baskı ve zulme yöneldikleri ölçüde bu nitelikleri daha belirgindir. Diğer taraftan bu hareketler genelde yoksul köylülerin yoğun katılımının olduğu ve kent küçük burjuvalarının yer aldığı hareketlerdir.

Bu nedenle komünistler her şeyden önce ezilen ulus burjuvazisinin mücadelesinde (onun ikili niteliğini gözardı etmeden) taraf olunmasını savunurlar. Sorunu “gerçek çözüm” adı altında devrime havale etmek, Özgürce Ayrılma Hakkı’ndan bıktırırcasına bahsederek özgül ağırlığından koparmak ve bu yolla güncele dair politik zeminin uzağına düşmek, Türkiye devriminin çıkarları açısından kabul edilemez bir durumdur. Sorunun ülkemiz şartlarından kaynaklı, kendi dinamikleriyle çözülebilecek nitelikte olmaması, o dinamiklere aynı zamanda başka misyonların da yüklü olduğu anlamına gelmektedir. Bu yükü kaldırabilme kapasitesini giderek artıran gücü ve realitesi ışığındaki Kürt sorunu, Demokratik Halk Devrimi mücadelemizde son derece önemli bir yerde durmaktadır.

Sosyalizmden vazgeçmeksizin, baş düşmanımıza, büyük güçlerin burjuvazisine karşı, gerici bir sınıfın ayaklanması olmadıkça, her ayaklanmayı desteklemek zorundayız. İlhak edilen bölgelerin ayaklanmasını desteklemeyi reddedersek, objektif olarak ilhakçı oluruz. Tam da başlamakta olan sosyal devrim çağı olan ‘emperyalizm çağında’ proletarya, ilhak edilen bölgenin ayaklanmasını bugün özel bir enerjiyle destekleyecektir ki, böyle bir ayaklanmayla zayıflatılmış ‘büyük’ güç burjuvazisine yarın ya da hatta aynı zamanda saldırabilsin.” (Lenin, Ulusal ve Sömürgesel Ulusal Sorun Üzerine, İnter Yayınları, s. 366, bba)

Sosyalizm iddiasından vazgeçmeksizin –gerici bir sınıfın ayaklanması dışında-, komünistlerin her ayaklanma ve mücadeleyi zorunlu olarak desteklemesi gerekliliği ile karşı karşıyayız. Yine Lenin, “gerçekten devrimciyse ve bizim çalışmamıza engel çıkarmazsa” ve “Komüntern en azından başlangıçta küçük burjuvazi, köylüleri ve hatta işçi sınıfının önemli bir kesimini harekete geçirdiği” için burjuva ulusal hareketlerin devrimci olanlarını desteklememiz gerektiğini tartışmaya yer bırakmayacak açıklıkta ifade etmiştir. Dolayısıyla devrimci nitelikteki ulusal hareketler ile ilişki geliştirmemiz, HBC’nin kurulmasına hizmet edecek tarzda kısa ya da uzun vadeli ittifaklar içinde yer almamız görevlerimiz arasındadır.

Öte yandan Kaypakkaya yoldaşın da “Bugün Kürt milli hareketinin ayrılmayı açıkça formüle etmemiş olması, yarın etmeyeceği anlamına gelmez. Fakat iki ulusun burjuva ve toprak ağaları sınıfları arasında çeşitli uzlaşmalar da mümkündür; bunu da aklımızdan çıkarmayalım. Nitekim Irak’ta Barzani hareketi kısmi özerklikle yetinmiştir. Ayrıca Kürt milli hareketinin bir kanadı ayrılmayı savunurken, bir başka kanadı aksini de savunabilir. Bu nedenlerle henüz dereyi görmeden paçaları sıvamayalım” (İK, Bütün Eserler, Nisan Yayıncılık, s. 258) diyerek devrimci ulusal harekete yönelik berrak bir bakış açısına sahip olduğunu görmekteyiz.

Kaypakkaya yoldaş “dereyi görmeden paçaları sıvamayalım” derken Kürt ulusal hareketinin kendi dönemindeki parçalı ve henüz hiçbirinin Özgürce Ayrılma Hakkı talebi ile ortaya çıkmamış olmasını dikkate almıştır. Tezleri kaleme aldıktan birkaç ay sonra tutsak düştüğü ve katledildiği hatırlanacak olursa, daha fazlasını beklemek kendi görevlerimizi silikleştirmek olacaktır. O dönemde, –öncekileri saymazsak– var olan Kürt ulusal hareketi henüz devrimci bir çıkış yapmamıştı. Dönemin hengamesi içerisinde 1978’de kuruluşu bir yana 15 Ağustos Atılımı ile ulusal bağımsızlık bayrağını kaldıran Kürt ulusal hareketi ile birleşik cephe olmasa dahi farklı formlar altında bir ilişki geliştirmemizin önünde bir engel yoktu. Bunun yapılmaması büyük bir fırsatın kaçırılması olmuştur.

 

– Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ile ilişkilenmek ve özellikle de HBDH içinde yer almak dahi kimilerince “Ulusal Hareket’in peşine takılmak”la ve “kuyrukçuluk” olarak da eleştiriliyor…

– Evet, bu türden iddialara yanıtımızı yine Kaypakkaya yoldaşın Lenin’den yaptığı bir alıntıyla yanıt verelim: “… Milli haksızlık kadar proleter sınıf dayanışmasının gelişmesini ve güçlenmesini geciktiren hiçbir şey yoktur; bir milletin ‘gocunan’ fertleri her şeyden çok, eşitlik konusunda ve sırf ihmalden ötürü ya da latife olsun diye dahi olsa bu eşitliğin çiğnenmesi, kendi proleter yoldaşlarınca çiğnenmesi konusunda hassastırlar. İşte bunun içindir ki, milli azınlıklara taviz verme ve hoşgörüyle davranma hususunda yetersiz kalmaktansa, aşırı gitmek daha iyidir.” (Doğuda Ulusal Kurtuluş Hareketleri, s. 383-384, Aktaran İbrahim Kaypakkaya, Bütün Eserler, Nisan Yayıncılık, s. 256)

Deyim yerindeyse bizler, Kürt ulusunun mücadelesi karşısında “yetersiz” kalmaktansa “aşırı gitme”yi tercih etmeliyiz. Şimdiki durumda Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ile ilişkilenmek, HBDH gibi ortak bir mevzide faşist rejime karşı mücadele birlikteliği içinde olmak kimilerince ille de “kuyrukçuluk” vs. şekillerde eleştiriliyorsa, dönüp Lenin’in ortaya koyduğu anlayışa bakmalıdırlar.

Her şey bir yana Kürt Hareketi’yle bu zeminde bir mücadele birlikteliği yaratmak ve yürütmek başta şovenizm zehri olmak üzere önemli bir panzehir görevi görecektir. Kaldı ki HBDH örgütlenmesinin birleşik karakteri, Rojava Devrimi’nde sınanmış siper yoldaşlığı üzerinden tarif edilebilecek gerçeklikte bir nitelik olarak öne çıkmış durumdadır.

Kısacası, Kürt sorunuyla doğru temelde ilişkilenmeyen bir sınıf hareketinin, sınıf mücadelesine önderlik etme ve yön verme şansı bulunmamaktadır. Bu, günümüzün gerçeğidir. Kimsenin bu gerçeğe yüzünü dönerek, kendi kurguladığı bir senaryo etrafında hareket etme şansı yoktur. Böyle bir şansı olduğunu sananlar, kaçınılmaz biçimde kendilerini sorunun içinde bulmakta, doğru bir yaklaşımla yola çıkmadıkları için de tekrarlarla sürüklenmektedirler.

Gelinen aşamada sorunun kapsamı ve özellikle de Türkiye’de sınıf mücadelesine etki eden, Türkiye toplumunun gündemleri arasında devasa bir yer tutan boyutuyla Kürt sorunu karşısında takınılan tutum, Türkiye devrimi karşısında takınılan tutuma dair turnusol kağıdı işlevi görmektedir. Bu gerçekliği kavramayıp Kürt hareketiyle devrimci temelde ilişkilenmeyen, gerekçe olarak da “reformistliği”ni, sınıfsal karakterini veya çizgisini ileriye sürenlerin, Türkiye devrimi diye bir sorunları olmadığı açıktır.

TDH ile Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi arasındaki ilişki, ender rastlanan bir ilişkidir. Öyle ki, bugünkü durumda Ulusal Hareket, komünist hareketten de devrimci hareketlerden de daha örgütlü ve güçlüdür. Kitlesel tabanı ve örgütsel yapısı kıyas kabul etmeyecek derecede üstündür ve de komünistlere ve devrimci hareketlere olumsuz bir yaklaşım içinde değildir. Aksine, HBDH örgütlenmesinde olduğu gibi birleşik bir mücadelenin örgütlenmesi çabası içindedir.

Hal böyleyken, bir devrimci ya da ilerici örgütün, kendisinin de düşman bellediği devlete tarihinin belki de en ağır darbelerini indiren, ulusal temelde örgütlenen ve içerisinde devrimci ve demokrat özellikler barındıran ve milyonlarla ifade edilen bir kitle tabanı yaratmış bir hareketle ilişkilenmemesi, dahası ortak bir mücadele zemini yaratma çabası içinde olmaması sorunlu bir yaklaşımdır. Bunun en başta gelen nedeni bizce “milliyetçiliğe” karşı çıkma adına “milliyetçilik” yapılmasıdır.

Başka ülke devrim pratiklerinde de olduğu gibi şovenizm, hakim ulusların ana zehri olarak damarlara en büyük dozda zerk edilen zehirdir. Resmi ideoloji ekseninde, yaşamın her alanında, beşikten mezara sistemli olarak maruz kalınan bu zehrin defedilebilmesi için ciddi bir hesaplaşma ve arınmadan geçmek gerekir. İdeoloji bunun için vardır. Nitekim Marks, “başka bir ulusu ezen ulus hiçbir zaman özgür olamaz” derken kulağa hoş gelsin diye konuşmamıştır.

Lenin, Marks’ın bu yaklaşımını şu şekilde değerlendirmektedir: “Başlangıçta Marks, ezilen ulusun ulusal hareketini değil, ezen ulus içindeki işçi hareketinin İrlanda’yı kurtaracağına inanıyordu. Marks ulusal hareketleri mutlaklaştırmıyor, çünkü ancak işçi sınıfının zaferinin, tüm milliyetlerin tam kurtuluşunu sağlayabileceğini biliyor. Ezilen ulusların burjuva kurtuluş hareketleriyle ezen ulus içindeki proleter kurtuluş hareketleri arasındaki tüm olası karşılıklı ilişkileri önceden hesaplamak (bugünün Rusya’sında ulusal sorunu bu kadar zorlaştıran sorun tam da budur) olanaksız bir şeydir.

Fakat olaylar öyle gelişti ki, İngiliz işçi sınıfı, oldukça uzun bir süre liberallerin etkisi altına girip onun uzantısı haline geldi ve liberal bir işçi politikasıyla bizzat kendi boynunu vurdu. İrlanda’da burjuva kurtuluş hareketi güçlendi ve devrimci biçimler aldı. Marks kendi anlayışını gözden geçirir ve düzeltir. ‘Başka bir halkı boyunduruk altına alması bir halk için nasıl bir talihsizliktir.’ İngiltere işçi sınıfı, İrlanda İngiliz baskısından kurtulmadıkça kurtulamayacaktır! İngiltere’deki gericilik İrlanda’nın köleleştirilmesiyle güçlenip besleniyor. (Rusya’daki gericiliğin bir dizi ulusun köleleştirilmesiyle beslendiği gibi.)” (Lenin, Ulusal ve Sömürgesel Ulusal Sorun Üzerine, İnter Yayınları, s. 250)

Ulusal kurtuluş mücadelesini milliyetçilikle damgalayanlar, bunun karşısına kendi milliyetçiliklerini, ama daha önemlisi “mazereti” olan, “anlaşılır” bulunan milliyetçiliği değil, temelinde ırkçılık yatan, şovenizm bulunan bir milliyetçiliği koymaktalar. Kürt sorunu ABD projesi olarak görülmekte ya da kendi dışında bir “ezilen ulus sorunu” olarak ele alınmakta ve çözümü çarpık biçimde “kavradıkları” Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’na havale edilmektedir vb. Sorunlara karşı olmanın, sorunlara yabancılaşmanın, daha önemlisi sorunların karşı tarafında konumlanmanın doğal karşılığı budur.

Kaypakkaya yoldaş; Kürt Ulusal Hareketi’ne dair yaptığı değerlendirmede şu ifadeleri kullanır: “Eğer komünist hareket, Kürt ulusunun ayrılmasının proletaryanın sınıf menfaatleri açısından faydalı olacağına karar verirse, mesela ayrılma halinde Kürt bölgesinde devrim imkânı artacaksa, o takdirde bizzat ayrılmayı savunurdu; hem Türk işçi ve emekçileri arasında, hem de Kürt işçi ve emekçileri arasında ayrılmanın propagandasını yapardı. Her iki halde de, Türk işçi ve emekçileriyle Kürt işçi ve emekçileri arasında sıcak ve samimi bağlar doğardı. Kürt halkı, Türk halkına ve komünistlere büyük bir güven ve dostluk duygusu beslerdi. Halkların birliği pekişir, devrimin başarısı daha da kolaylaşırdı.” (İK, Bütün Eserler, Nisan Yayıncılık, s. 245)

Görüleceği üzere, bırakalım Kürt Ulusal Hareketi’nin “bölücülüğü”nü bizzat Kaypakkaya yoldaş, proletaryanın sınıf çıkarları açısından eğer bir devrim olanağı ortaya çıkarsa bizzat “bölücülüğü” savunmakta, deyim yerindeyse “milliyetçilik” yapmaktadır! Mesele tamamen somut şartların somut değerlendirilmesiyle ilgilidir ve kesinlikle hangi gerekçeyle olursa olsun soruna kayıtsız kalmamak gerekir.

Benzer bir biçimde günümüzde Kürt Hareketi’ni “emperyalizmle işbirliği” yapmakla eleştirip, bunu hareketle ilişkilenmemenin ve nihayetinde HBDH ile ortak bir zeminde mücadele etmemenin gerekçesi olarak sunan anlayışlara yine Kaypakkaya yanıt olmaktadır: “…Şeyh Said İsyanının arkasında İngiliz emperyalizminin parmağının olduğunu varsayalım. Bu şartlarda bir komünist hareketin tutumunun nasıl olması gerekir? Birinci olarak, Türk hakim sınıflarının Kürt milli hareketini zorla bastırma ve ezme politikasına kesinlikle karşı çıkmak, buna karşı aktif bir şekilde mücadele etmek, Kürt milletinin kendi kaderini kendisinin tayin etmesini istemek, yani ayrı bir devlet kurup kurmamaya bizzat Kürt milletinin karar vermesini istemek. Bu, pratikte dışardan müdahale edilmeksizin, Kürt bölgesinde genel oylama yapılması, ayrılma veya ayrılmama kararının bu yolla veya buna benzer bir yolla bizzat Kürt milleti tarafından verilmesi anlamına gelir. Kürt hareketini bastırmak için bütün askeri birliklerin geri çekilmesi, her türlü müdahalenin kesinlikle önlenmesi, Kürt milletinin kendi geleceği hakkında kendisinin kararını vermesi, Komünist hareket birinci olarak bunun için mücadele eder ve Türk hakim sınıflarının bastırma, ezme, müdahale politikasını kitlelere teşhir eder, ona karşı aktif olarak savaşırdı” (İK, Bütün Eserler, Nisan Yayıncılık, s. 244, bba.)

Genel olarak ulusal sorun özel olarak da Kürt Ulusal Sorunu karşısında yaşanan yalpalamanın ve geçmişte Kürt Hareketi’yle doğru bir temelde ilişkilenmemenin nedeni, birinci olarak Kaypakkaya yoldaşın ortaya ileriye sürdüğü tezlerin yeterince kavranmaması, ikinci olarak bu tezlerin aradan geçen zaman dilimine uygun olarak güncellenip yeniden üretilememesidir.

Baştan beri ifade etmeye çalıştığımız iki noktayı tekrar vurgulamamız gerekirse; Birincisi bu meseleyi tartışırken içinde bulunduğumuz çağın emperyalizm ve proleter devrimler çağı olduğu, ikincisi ise her meselede olduğu gibi somut koşulların somut tahlilinden hareket etmemiz gerektiğidir. Ulusal hareketleri ve de bu hareketlerle eylem birliklerini, ittifakları vb. değerlendirirken sadece teorik bir tartışma yürütmemek gerekir. Kaypakkaya’nın yaklaşımında çok net olan ve üstelik de çeşitli faraziyelere de yanıt olması anlamında oldukça somut olarak ortaya konulan noktaları doğru açılardan incelemek gerekir.

Nitekim Lenin, ezilen ülkelerin ulusal hareketlerinin biçimsel demokrasi bakımından değil tam tersine emperyalizme karşı genel mücadele bilançosundaki gerçek sonuçları bakımından değerlendirilmesi gerektiğini yani soyutlanarak değil tam tersine dünya ölçeğinde değerlendirilmesi gerektiği söylerken haklıydı.” (Lenin, Bütün Eserler, c. 19, s. 318) Dolayısıyla genel dünya devriminin çıkarlarından bağımsız, soyut bir ulusal sorun niteliği tartışması yapmamak gerekir.

Meselenin birinci boyutu içinde bulunduğumuz çağda –yukarıda da altını çizdiğimiz gibi- sömürge ve yarı-sömürgelerde ulusal devrim ile demokratik devrimin iç içe geçmesi meselesidir. İkincisi ise “somut koşulların somut tahlilinden hareket etme” ilkesidir.

 

– Evet, epey geniş ve anlaşılır bir değerlendirme oldu. Teşekkür ediyoruz

– Ben de Partimiz adına teşekkür ediyorum.