TKP-ML TİKKO Genel Komutanlığı ile Röportaj

“Yol Göstericimiz, İlham Ve Güç Kaynağımız Partimiz Önderliğinde Yaşasın TİKKO Konferansımız!”

TKP-ML’nin 1. Kongre’de aldığı karar doğrultusunda “Halk Savaşı’nda derinleş, gerillada uzmanlaş” şiarıyla Konferans gerçekleştiren TİKKO’nun Genel Komutanlığı’ndan Ekin Vartinik ve Azad Axpanos kendilerine yöneltilen soruları yanıtladı.

– Konferansla ilgili sorulara geçmeden önce kısaca ülkedeki ve bölgedeki durumu nasıl değerlendirdiğinizi öğrenebilir miyiz?

Ekin Vartinik/Azad Axpanos: Başlamadan önce devrim ve komünizm mücadelesinde ölümsüzleşenlerimizi saygı ve minnetle anıyor, kavgalarına bağlılığımızı yineliyoruz.

Azad Axpanos: Bugün artık kimsenin inkar edemeyeceği bir sistem kriziyle karşı karşıya olduğumuzun altını çizerek başlayalım. Hatırlanacağı gibi, bugünkü krizin baş aktörü konumundaki AKP, işbaşına geldiğinde faşist TC’nin restorasyonu kapsamında bir dizi vaatte bulunmuştu. Özellikle Kürt sorununun çözümü, geçmişle yüzleşme, kapsayıcı yeni bir anayasa gibi bir dizi başlıkta bu vaatleri sıralamak mümkün. Tabii ki çok geçmeden bu vaatlerin –bizce zaten malum olan– sahteliği ortaya çıktı. AKP de kendinden öncekiler gibi takiyye yapıyordu. Diğer yandan AKP iş başına geldiğinde her ne kadar geniş bir kitle tabanı yakalasa da devlet içinde kurumsallaşamamıştı. O dönem devlet içinde hala kendini laik olarak tanımlayan Kemalist kliğin ciddi bir ağırlığı vardı ve “demokrasi treni”ne aldığı kesimlerle birlikte sürekli değişen ittifaklarıyla iktidar olmayı başardı.

Ekonomik alanda da 2001’deki ekonomik krizin ardından Kemal Derviş yasaları olarak hatırlanacak süreçte, kamuya ait her şey özelleştirilerek ve “15 günde 15 yasa” ile ezilen halk kitlelerini soyarak emperyalistlerin çıkarları temelinde Türk hakim sınıfları açısından belli bir rahatlama yaratılmıştı. İşte AKP, hükümete geldiği ilk yıllarda bu rüzgarı da arkasına alarak ekonomik alanda sahte bir bahar havası estirmeyi başardı.

Bu kadar eskiye giderek anlatıyoruz, çünkü AKP’nin bugün geldiği durumu anlamak için işbaşına getirildiği koşulları iyi analiz etmek gerekir. Zira bugün o sürecin, sahte demokrasi ve sahte refahın sonuçlarıyla yüz yüzeyiz.

Elbette bu sonuçların bu kadar derin yaşanmasının, sınıfsal çelişkilerin bu kadar açık bir şekilde keskinleşmesinin bir nedeni de pandemi koşullarında halkın egemen sınıflarla “aynı gemide” olmadığını, küçülen ekmekleriyle birlikte idrakına daha fazla farkına varması yatıyor. Sadece ülkemizde değil tüm dünyada neo-liberal rüzgarların, dolayısıyla tasfiyeciliğin en sert şekilde estiği 2000’li yılların başlarını hatırlayın. O süreçlerde burjuva ideologlar, dünya halklarını ezen/sömüren-ezilen/sömürülen sınıflar denkleminden çıkartarak kimlikler, dinler, kültürler, “medeniyetler arası” çelişkilere yönlendirme çabası içindeydi. Sınıfsal çelişkilerden bahsedenlere aklını oynatmış, yüzyıl öncesinde kalmış dinozorlar olarak bakılıyordu, hatta dalga geçiliyordu. Ancak bugün baktığımızda bu ideologların yalanları bir bir açığa çıktı, sınıf çelişkisi ve çatışmasının tarihin başlangıcından itibaren olduğu gibi devam ettiği ve bilakis derinleştiği çok açık bir şekilde görüldü.

Diğer yandan AKP-MHP faşist iktidarının, ekonomik ve toplumsal krizinin yanısıra, özellikle ABD-Rusya emperyalistleri arasında cambazvari hareketlerle ince bir ip üzerine kurduğu saldırgan/işgalci dış politikasının gelinen aşamada çöktüğünü görüyoruz. İktidarın, bir hayalden öteye gidemeyeceği zaten açık olan Osmanlıcılık oyunu giderek komediye dönüşmüş durumda. Libya’dan Doğu Akdeniz’e, Ukrayna’dan Kafkaslar’a, Rojava başta olmak üzere bir bütün Kürt coğrafyasına yönelik saldırganlığı ve işgalciliğinde tıkanma noktasına gelmiştir TC.

Hatta 2014 yılında yapılan MGK toplantısında başta Kürt ulusal özgürlük hareketi olmak üzere tüm muhalefeti yok etme planı olarak gündeme getirdikleri “Çöktürme Eylem Planı” kendi hızlı çöküşlerinin de başlangıcı olmuştur diyebiliriz.

 

Ekin Vartinik: Hal böyle olsa da ülke topraklarını da içine alan geniş bir bölge olan Ortadoğu açısından, AKP-MHP iktidarı halkların başına bela olma konumunu korumaktadır ve burada işgal ettiği topraklardan kolay kolay da çıkmayacaktır. Her ne kadar bu bölgede de ABD ve Rusya ile bugüne kadar kurduğu denge sürdürülemez noktaya ilerlemiş olsa da bizzat işgalci bir güç olarak ve beslediği çeteleriyle birlikte bölge halkının direnişi başarıya ulaşmadan elini çekmeyecektir.

Özellikle son süreçte Kobane ve Til Temir’e yönelik gerçekleştirdikleri saldırılar, bir yandan TC devleti ve Erdoğan’ın Kobane’ye yönelik intikamcı hazımsızlığını ifade ediyorken bir yandan da, emperyalistlerin tepkilerini ölçerek işgalini genişletme çabasına işaret ediyor. Ama karşılarında, kendilerini büyük bir irade ve onlarca şehitle gerileterek işgaline izin vermedikleri halk ve savaş gücü gerçekliğinin olduğunu yaşadıkları kibir içinde unutuyorlar. Rojava halkı ve özsavunma gücü işgali genişletmesini bırakın, Efrin’i geri almak için büyük bir iradi duruş gösteriyor.

Nitekim Medya Savunma Alanları’nda, özellikle Gare, Zap, Avaşin ve Haftanin’de gerillanın büyük direnme gücü karşısında yaşadıkları yenilgi, Türk devletini daha da saldırgan olmaya itiyor. Düşmanın yaralanması bizim için yeterli değil, bu haliyle daha da saldırganlaşmaktan başka çaresi yok, tek yol onun tamamen ezilmesinden geçiyor.

Bir iki başlıkta ifade ettiğimiz konuların açığa çıkardığı potansiyel fırtınalara da değinmek gerekir. Ülke halkı açısından ekonomik ve toplumsal krizin yarattığı öfkenin kolektif bir bilince ve harekete dönüşmesi şimdilik söz konusu olmasa da bunun için önemli bir imkan ve zemin oluşmuştur. Sokaklar tutuşmasa da son derece politikleşmiştir. Gündem ekonomik krizdir, gündem alım gücünün düşüklüğüdür, gündem dolardaki yükseliştir, gündem zenginlerin daha da zenginleşmesi, mafya dünyası, derin adaletsizlik ve ülkeyi yönetenlerin çılgınca safahat içindeki yaşamlarıdır… Bu durum elbette iktidar tarafından da görülmekte ve halkın öfkesinin yaratacağı hareketten duyulan korku, onları çeşitli önlemler almaya itmektedir. Bu önlemlerin halkın öfkesini bastırmaya yönelik olduğunu söylemeye gerek yok sanırız. Diğer yandan muhalefet olarak tanımlanan diğer düzen partileri ise özellikle ekonomik krizi tamamen AKP hükümetinin beceriksizliğine, yolsuzluğuna vs. bağlayarak bu öfkenin bir bütün sisteme yönelmesinin önüne geçmeye çalışmaktadır. Oysa çöken AKP değil, neo-liberal politikalarla halkın sırtındaki yükü günbegün ağırlaştıran mevcut burjuva-feodal sistemin kendisidir. Bu öfkenin sistemin dışına taşmasını sağlayacak olan ise devrimci ve komünistlerdir.

 

– Bu tablo içinde silahlı mücadele nasıl bir güncellik taşıyor?

Ekin Vartinik: Silahlı mücadele ya da en genel söylemle “zor”, sınıf mücadelesi devam ettiği müddetçe geçerliliğini koruyan bir mesele. Bizim gibi faşizmin, egemen sınıfların temel örgütlenme ve yönetme biçimi olarak sürdüğü sürece de silahlı mücadelenin geçerliliğini kaybetmesi mümkün değil. Bu açıdan, silahlı mücadeleyi tartışılır duruma getirmek en iyimser tabirle sınıf mücadelesinden vazgeçmek anlamına gelir. Gerek partimizin gerekse de ordumuzun silahlı mücadelenin gerekliliği noktasında bilinci açıktır. Demokratik Halk Devrimi’ne ulaşmanın yolu olarak Halk Savaşı Stratejisi’ni benimsiyoruz. Stratejimizin kendisi adından da anlaşılacağı gibi bir savaş stratejisidir. Bizimki gibi ülkelerde veya gerici işbirlikçi devletlerin işgali altındaki ülkelerde bu strateji uygulanabilir olma özelliğini korumaktadır. Bu tartışma konusu bile değildir. Hele ki en genel haliyle silahlı mücadeleden bahsedildiği yerde sorunun ortaya konuşu ideolojiktir. Reformizmle Marksizm arasındaki temel ayrım çizgilerinden biridir bu. Marksizm, tarihin tekerleğinin ileriye doğru dönmesi için “örgütlenmiş zorun kaçınılmazlığı”ndan bahseder.

Öte yandan savaş meselesi soyut, maddi koşullardan bağımsız, kendi başına bir olgu değildir. Tam tersine kendi içinde dinamik, hareketli ve sürekli gelişim halinde olan bir olgudur. Son yirmi yıla baktığımızda savaş alanında bazı gelişmelerin yaşandığını kabul etmek gerekir. Özellikle savaş teknolojisi, sıçramalı bir şekilde ilerleme kaydediyor. Bu durum, savaşın biçimleri ve yürütülüş koşulları üzerinde belli oranda etkili de oluyor. Fakat bu bizleri “savaşılamaz” teorisine kesinlikle götürmemelidir.

Gerilla savaşının geçerli olup olmaması teknik gelişmelerle açıklanacak bir sorun değildir. Gerilla tarzı savaş, her koşulda sürdürülebilir bir savaş yöntemidir. Gerillacılığı bir tarz veya yöntem olarak kavrarsak bunun her dönem ve koşulda yürütülebildiğini görürüz. Bunun sayısız örnekleri bir dizi ülkenin ve yanı başımızdaki Kürt ulusal özgürlük hareketinin tecrübelerinde vardır. Burada temel mesele, yeni teknik gelişmeler karşında buna uygun gerilla tarzını nasıl yaratacağımız ve kendi koşullarımıza nasıl uygulayacağımızdır. En temel sorunun bu olması gerekir. Bugün gerilla savaşı tek başına Halk Savaşı Stratejisi’ni benimseyen komünist partiler önderliğinde verilmiyor. Ulusal bazlı hareketlerden tutalım da küçük burjuva devrimci örgütlere ve hatta gerici olarak tanımladığımız bir dizi örgüt de savaş biçimi olarak gerilla savaş tarzını uygulamaya, yürütmeye çalışıyor.

Gerilla savaşı en yalın haliyle güçsüz ve küçük bir gücün kendinden daha kalabalık, güçlü ve donanımlı bir güce karşı geliştirdiği bir savaşma yöntemidir. Gerilla tarzı, tek bir yöntemi olmadığı gibi belli bazı kalıplara sığdırılamaz. Gerilla savaşı ona kim önderlik ediyorsa o doğrultuda şekil alır. Fakat gerillacılığın bir de herkes için ortak olan yanları vardır.

Bizim gibi Halk Savaşı Stratejisi’ni benimseyen komünist partilerde gerilla mücadelesi savaşı başlatmada, onu ileriye taşımada stratejik bir rol oynar. Gerilla savaşı kendini verili koşullara uyarlamak zorundadır. Çünkü verili koşullar, her zaman aynı kalmaz, sürekli bir değişim ve hareket halindedir. Özellikle son on yıldır verili koşullardaki değişim daha fazla gözle görülür hale geldi. Gerilla bu duruma elbette ki gözlerini kapatamaz.

Uyarlanma-güncellenmeden kastımız ise gerillanın kendi harekat tarzından tutalım da taktikte ustalaşması ve yenilenmesidir. Tekniğin kaydetmiş olduğu düzeyi yakalayan, taktiğini buna göre güncelleyen gerilla, başarı kazanabilir. Düşmana nihai darbeyi vuracak olan elbette ki tek başına gerilla değildir. Zira Halk Savaşı Stratejisi sadece gerilla savaşına bağımlı bir strateji de değildir. Bundan daha önemlisi ve tayin edici olan işçi sınıfı başta olmak üzere geniş kitlelerin bu savaş içerisinde örgütlenmesi ve savaşmasıdır. Gerilla savaşı bunun içinde somutluk kazanır. En gelişmiş teknik, halktır dediğimizde somut bir şeye vurgu yapıyoruz. Stratejik düşünmek belirleyici olandır. Kitleler ne kadar artan şekilde savaşın içine çekilirse düşman tekniği o kadar çok boşa düşürülecektir. Tekniğin gözlerde bunca büyümesinin nedeni kitlelerin örgütsüzlüğü ve parçalı oluşudur. Dediğimiz gibi teknik gelişme, savaşma biçimleri, tarzları üzerinde değişimler yaratır ama savaşın kaderini halk belirler. Halkı kim kendi tarafına çekerse o kazanır. Bu sadece sınıf mücadelesi için değil tüm savaşlar için geçerlidir.

Kaldı ki teknik, yalnızca bulunduğumuz coğrafyada gelişmiyor. Nerede bir savaş durumu varsa orada savaş tekniğinin geliştirilmesine yönelik çabalar en üst seviyede olur. Tekniğin savaş alanlarındaki gelişme hızı, toplumu etkileyen diğer alanlara nazaran katbekat daha ileridedir. Çünkü hasımlarımız bu savaşın son kanlı savaş olduğunu çok iyi biliyorlar. Sovyet ve Çin devrimleri, emperyalist kapitalist sisteme sonlarını ve insanlığın geleceğini gösteren muazzam bir tecrübe oluşturdu. Hasımlarımız da bu tecrübeden kendi paylarına ders çıkardılar.

Elbette ki bu şu demek değildir: Düşmanımız en ileri teknoloji ile saldırırken ilkel silahlarla aynı tarzda hareket edilecektir. Gerilla savaşı, kendini savaşın gelişimine uyarlamalı ve yenilemelidir. Ve bu yenilenme elbette ki oluyor ve olacaktır. Gerilla tarzında olmasının güçler dengesi ile alakası vardır. Bu nedenle gerçekleştirdiğimiz Konferansımız da “bilinçli insan” vurgusunu önemle öne çıkarmıştır. Bu da tartışılan-tartıştırılan bir mesele.

Bilinçli insan faktörünü iki yönlü ele alıyoruz. Birincisi yürüttüğü mücadele ile kendi arasında kurduğu ilişkide bağlılık ve fedakarlığın öne çıkması; ikincisi de tekniğin bilgi ve becerisine sahip olmasıdır. Bilinçli insanın bir tankı durdurması önermesinde olduğu gibi ancak o tankın bilgisine sahip olanlar onu durdurabilir. Elbette ki tek başına mücadeleye bağlılık bir tankı durduramaz, onun bilgisine sahip olmak gerekir. Mao yoldaş “hem uzman hem de kızıl olun” diyor. Bu, gerilla savaşı yürüten güçler açısından daha fazla geçerli bir durumdur.

Savaşın kendine ait bir zekası vardır. O zekayı kullanabilecek komutan ve savaşçıların yetiştirilmesi gerekmektedir. Savaşın zekasını kullanabilen komutanların savaşın sonucunun tayin edilmesinde belirleyici bir rolü vardır. Tarihte de hep böyle olmuştur. Başkan Mao, Marksizm biliminin ustası olmasının yanında savaş hakkında da tarihin kaydetmiş olduğu en ileri akıllardan biridir.

Gerilla mücadelesi bugün açısından önceki dönemlere nazaran daha fazla nitelikli insan unsuruna ihtiyaç duyuyor. Bunun için birden fazla branşta uzmanlaşmış, uzmanlaştığı branşlarda taktik geliştirebilen gerilla birimlerine ihtiyaç vardır. Meseleyi tutunma veya basit bir var olma biçiminde kavramıyoruz. Nitekim savaşta tutunabilmenin de bazı gereklilikleri vardır. Bu gereklilikleri yerine getirebilenler tutunabilirler. Bu tarz bir kavramlaştırma, işin başında başarıyı karşı tarafa teslim etmek olur. Süreci ajitatif bir slogana dönüştürmeden, gerçeklerle hareket etmek gerekir. Bu sürecin zorluklarını aşabilecek savaş tarzının yaratılmasıdır esas olan. İbrahim yoldaşın “küçük gruplar büyük cüretler” olarak tarif ettiği şey de budur. Buna daha fazla eğitilmiş ve donatılmış, hareket kabiliyeti yüksek, her zamankinden daha inisiyatifli gruplar şeklinde eklemeler yapmak gerekir. Partimizin kuruluşunda yani 50 yıl önce elimizdeki kırmalar savaşı başlatmaya yetebiliyorken bugün yetmiyor. Bugün başka şeyler de yapmak gerekir. Bunu nitelikli insan unsurunu ön plana alarak tanımlıyoruz.

 

Azad Axpanos: Dünya geneline baktığımızda (bazı istisna durumları saymazsak) savaşın ilerlediği iki tane yatak vardır. Bunlardan birincisi egemenlerin ve emperyalistlerin geliştirmeye çalıştığı savaş tarzı, diğeri de Maoizm’i kendine rehber edinen komünist hareketin geliştirdiği savaş tarzı. İşçi sınıfı ve ezilenlerin kendi savaş tarzını geliştirmesinde Maoizm öncü-önder bir rol oynamıştır. Bugüne kadar ve bugün de önemli ölçüde Hindistan’dan tutalım Filipinler’e, Nepal ve Peru’ya kadar silahlı mücadele hattında emperyalistleri ve onların yerli işbirlikçilerini korkutan ve silahlı mücadele hattında burjuvaziden iktidarı almaya en yakın olanlar Maoistlerdir. Halk Savaşı Stratejisi, MLM’nin savaş bilimi olarak rüştünü ispatlamıştır. Bu tesadüfi değildir. Savaşın yeni biçimlerini kavrayacak, halk savaşının genel mantığına uyarlayacak ve onu ileriye taşıyacak olanlar Maoistlerdir.

Özellikle son 40-50 yıl içerisinde sınıfsal çelişkilerin yoğunlaşmasına paralel tüm dünyada çeşitli şekillerde halkların ayaklanmasına, isyanına tanık olundu. Ancak bunların hiçbiri Marksist-Leninist-Maoist partilerin önderliklerinde gelişen Halk Savaşı pratikleri kadar büyük başarılar elde etmedi. Hiçbiri halkın iktidarı ele geçireceği bir pozisyona gelemedi. Peru, Nepal, Hindistan, Filipinler gibi ülkelerin ortak özellikleri MLM partilerin öncülüğüne sahip olmaları ve Halk Savaşı Stratejisi’ni başarılı bir şekilde ülke gerçekliklerine uygulayabilme yetenekleridir.

Bunu, bugün de özellikle Filipinler’de Filipinler Komünist Partisi önderliğindeki Yeni Halk Ordusu ve Hindistan’da Hindistan Komünist Partisi (Maoist) önderliğindeki Halk Kurtuluş Gerilla Ordusu’ndaki yoldaşlarımızın savaş pratiklerinde gözlemleyebiliyoruz. Kardeş ordularımızın örneklerine neden vurgu yapıyoruz? Çünkü benzer teknolojik gelişmelerle onlar da karşı karşıyalar ve kitlelerle kurdukları bağı ileriye taşıyabildikleri oranda ona karşı başarılı askeri pratiklere imza atabiliyorlar. Bizim de hem nitelikli insanı bulacağımız hem de savaşın tekniğini yaratacağımız adres kitlelerdir. Kitlelerin içine daha fazla nüfuz edebildiğimiz oranda hem daha fazla nitelikli insan hem de savaşın ihtiyaç duyduğu tekniği yaratabiliriz. Bu açıdan bizim fabrikamız halktır. Bu doğrumuzdan asla vazgeçmememiz gerekir.

 

– Medya Savunma Alanları ve Rojava’daki süreci biraz daha ayrıntılı aktarabilir misiniz?

Azad Axpanos: Evet, buraya biraz daha vurgu yapmakta fayda var. Zira hemen yanı başımızda Kürt ulusal özgürlük hareketinin ortaya koyduğu savaş pratiği vardır. En başta Kürt ulusal özgürlük hareketinin savaş bilimine değerli katkıları olduğunu kabul etmek gerekir. Gerilla savaş tarzında, Ortadoğu coğrafyasında önemli ve değerli katkıları var. Yıllardır Türk ordusu ile yürütülen savaşta savaşın her aşamasını doğrudan takip etmiş ve aldığı biçimlere göre kendini yenilemiştir. Özellikle DAİŞ’e karşı savaşta dağdaki gerillacılığı ovaya ve şehre taşımış ve oradan da büyük bir tecrübe elde edilebilmiştir.

Türk ordusu, Gare alanına yönelik gerçekleştirmiş olduğu işgal saldırısında güçlü bir darbe aldı. Düşmanın almış olduğu bu darbe, tarihsel önemdeydi. Tam da düşmanın elindeki tekniğe güvenerek artık gerillanın kendi karşısında duramayacağı propagandasını yaptığı bir süreçte gerçekleşti bu darbe. Hatta TC’nin İçişleri Bakanı’nın çıkıp bir-iki operasyon daha yapıp gerillayı tümden yok edeceklerini beyan ettiği bir süreçte gerçekleşti zafer.  Sonrasında gerilla Haftanin, Zap gibi bölgelerde de önemli başarılar kazandı. Düşman işgal ettiği bazı alanlardan geri çekilmek zorunda kaldı.

Bu gelişmeler, PKK’nin yeni dönem gerillacılığı olarak adlandırdığı yeni savaş tarzının düşman karşısında almış olduğu başarılardır. 2016 yılından sonra düşmanın belli bir dönem hem askeri hem de psikolojik üstünlüğü elde ettiğini kabul etmek gerekir. Özellikle T. Kürdistanı’nda gerilla mücadelesi veren yapılar ağır kayıplar verdiler. Partimiz TKP-ML, PKK ve MKP olarak bu süreçte önemli kayıplar yaşadık. Fakat bu sürecin gelinen aşamada tersine dönmeye başladığını vurgulamak gerekiyor. Gare zaferi bu açıdan bir kırılma noktasıydı. Gerilla, yarattığı yeni tarzla bunu aşma yönünde önemli bir adım atmıştır.

Bizim de benimsediğimiz yeni dönem gerillacılığının geçmişle arasında belli başlı bazı karakteristik özellikleri bakımından farklılıklar var. En belirgin özelliği, tim savaşı denilen, sayı olarak tamamen küçültülmüş, niteliği artırılmış grupların verdiği savaş tarzı. Artık eskisi gibi görece kalabalık grupların birarada hareket etme koşulları bugün açısından ortadan kalkmıştır. PKK, gerillanın yeni dönem hareket tarzını “derin gizlilik” ve “ince kamuflaj” olarak tarif ediyor. Yer altında yaşamını sürdüren, ihtiyaç dahilinde hareket eden, diğer gruplarla teması en aza indirilen, esas işi düşmanı darbelemek olan, teknik bilgi ve becerisi gelişmiş, onu kullanabilen tim tarzında örgütlenmiş grupların savaşı olarak tarif ediyor. İnisiyatif ve gizlilik, bu dönemin karakteristik özelliğidir. Düşmanın bugünkü tekniği bilgiyi kullanmada ona belli bir hız kazandırmıştır. Gerilla da hızını buna göre ayarlayacak bir yöntem geliştiriyor/geliştirmelidir.

Her dönem bu böyle olmuştur; düşman bir teknik geliştirdiğinde gerillanın onu algılaması, anlaması sürecinde belli kayıplar verilmiş ve düşman bir süre inisiyatifi ele geçirmiş; gerilla düşman tekniğini-tarzını çözüp ona karşı kendi tarzını yarattığında ise tekrar inisiyatifi kazanmasını bilmiştir.

Eskiden yeraltı sistemi daha çok üslenme, kamp, eğitim yerleri vb. amacıyla ele alınmaktaydı. Ancak Gare süreciyle birlikte gerilla, yeraltını bir savaş mevzisi haline getirmek için çalıştı. Çok yaygın bir şekilde tüneller hazırlandı savaş için. Savaş tünelleri aslında ilk kez kullanılıyor değildir. Örneğin ABD emperyalizminin Vietnam işgalinde Viet Minh ve Vietnam Halk Ordusu gerillaları da benzer savaş tünellerini kullanmışladır. Yakın tarihte ise İsrail’e karşı Hizbullah da yeraltını kullanmıştır. Şimdi ise PKK gerillalarının bu yöntemi kullandığına tanık oluyoruz. 23 Nisan’ı 24 Nisan’a bağlayan gece, faşist TC’nin Metina, Zap, Avaşin’e yönelik başlattığı işgal saldırılarda gerilla, tünel savaşı taktiğiyle hem düşmana ciddi darbeler vurmuş hem de az kayıp vermiştir. Faşist TC, yaptığı çok ciddi hava saldırılarına rağmen, istediğini alamamış, bunun için de gerillaya yönelik ciddi miktarlarda kimyasal gaz kullanmış ancak gerilla buna karşı da önlem almayı bilmiştir.

Düşmanın yürüttüğü savaş, keşif ve istihbarata dayalıdır. Esas olarak hava gücünü savaşın temel unsuru yapmaya çalışsa da karaya bağımlılığı devam ediyor. Bunun için gerilla savaşının temel hedefi öncelikle düşman istihbaratını felce uğratıp yok edecek tarzın geliştirilmesidir. Bilgi olmadığı sürece düşmanın tekniği hiçbir işe yaramayacaktır. Meselenin düğümlendiği nokta burasıdır. Bu açıdan düşmanın görece elde ettiği kimi başarılar sanıldığının aksine hava araçlarını etkin olarak kullanmasında değil bilgi-istihbarat alanında yakalamış olduğu düzeydedir. Teknik bu açıdan bilgi-istihbarat elde etmenin koşullarını kolaylaştırmıştır. Keşif uçaklarının misyonu da esasta bilgi istihbarat toplamak vb.’dir. HPG-YJA Star gerillaları, Medya Savunma Alanları’nda bunu belli ölçüde boşa çıkarmıştır.

Düşman da gerilla karşısında yaşadığı kimi başarısızlıkları gizleyemez duruma gelmiştir.  Öyle ki gerillanın Gare’de TC’yi yenilgiye uğratması ve genel olarak Medya Savunma Alanları’nda faşist orduya karşı verdiği savaşta gösterdiği direniş saklanamayacak boyutlardadır. AKP-MHP faşist bloğunun meclise getirdiği tezkereye faşist devlet partisi CHP’nin “hayır” oyu vermesinin altında yatan en büyük neden, gerillanın muazzam direnişidir. Yoksa CHP’nin savaş istememesi vb. değildir.

 

– Rojava’daki işgale karşı yürütülen savaşta ve Rojava Devrimi’nde yer almanızın size kattığı deneyimi nasıl özetlersiniz?

Ekin Vartinik: Gücümüzün savaş deneyimini iki farklı şekilde ele alabiliriz. Gücümüz hem Türk ordusuna karşı gerilla savaşında hem de özellikle DAİŞ’e karşı verilen savaşta önemli tecrübeler kazanmıştır. Yeni dönem gerillacılığının öğrenilmesi ve niteliğinin artırılması noktasında bazı çalışmalarımız oldu. Biz de özellikle bu dönemde, niteliği ön planda tutan ve ona yönelen bir tarz izledik.

Partimizin kimi zaman geriye düştüğü dönemler olsa da kesintisiz bir savaş deneyimi ve tarihi vardır. Özellikle son yirmi yılın gerilla mücadelesinin almış olduğu biçimler konusunda onu bugünlere getirebilmiştir. Elbette ki 2015 sonrası yaşadığımız kayıplar, yaşanan darbeci tasfiyeci saldırı bizi belli oranda geriye çekti. Fakat partimiz bu süreçte silahlı mücadele çizgisinde ısrar ederek yoluna devam etti. Nitekim savaş durumunda yaşanan değişimlere paralel her dönem kendi kadrolarını yaratmıştır. Bu sürecin askeri kadroları da kendini yenileyerek öne çıkacaktır.

Türk devleti ile olan savaşımız hiç kesintiye uğramadı. Bölgede yaşanan işgal-ilhak saldırıları karşısında güçlerimiz hep en önde oldular. Savaşı kendi gelişimi içerisinde takip etme olanağını bizzat savaşın içinde tecrübe ettiler. Bu açıdan kendimizi şanslı görüyoruz. Tek bir biçime takılı kalmadan savaşı farklı boyutları ile sürdürme ve bunda belli bir düzey yakalama durumu oldu.

Gücümüz DAİŞ’in Kobane’ye yönelik başlayan saldırılarına karşı direnişin içinde aktif yer almış, savaşın içinde ciddi bir deneyim kazanırken, aynı zamanda diğer devrimci örgütlerle birlikte direnişin önemli bir parçası ve de öznesi olmuştur. Şehir savaşını öğrenerek hem bu tecrübeyi yazılı hale getirerek partiye sunmuş hem de özellikle askeri eğitimlerde tecrübe ve kazanımları bir eğitime dönüştürerek, yeni savaşçı yoldaşların eğitim almalarını sağlamışlardır. Kobane savaşının dışında da gücümüz aynı zamanda DAİŞ’e karşı gerçekleştirilen hamlelerin çoğuna katılmıştır. Özellikle DAİŞ’e karşı sürdürülen savaş boyunca hem şehir hem köy hem de arazi savaşına yönelik ciddi tecrübe kazanmış, düşmanın teknik ve taktiklerine hakimiyet ve de düşmandan da öğrenme konusunda belli adımlar atmışlardır.

Diğer yandan güçlerimiz, TC’nin Efrin ve devamında Serekaniye işgaline karşı cephenin en ön saflarında savaştı. Bulundukları mevzileri terk etmediler. Bu savaşların gücümüzün şekillenmesinde önemli katkıları oldu. Yani güçlerimiz, çöl veya ovalık alanlarda da gerilla tarzında savaşmayı öğrendiler. Bu önemli bir şey. Daha öncesinde ordumuzun askeri tecrübesi Dersim veya Karadeniz alanlarında şekillenmişti. Bu alanlar hem ormanlık hem de dağlık arazileridir. Bu açıdan gerillaya bir düzeye kadar avantaj da sağlıyordu. Ama bahsi geçen alanlar böyle değildir. Taktik zenginliğe daha fazla ihtiyaç duyulan yerlerdir. Hızlı olanın kazandığı, arazinin farklı biçimlerde kullanıldığı alanlar buralar. Bu açıdan bu alanlarda edindiğimiz deneyim, savaşımızın gelişiminde değerli katkılardır. Efrin ve Serekaniye savaşlarında bir bütün askeri güçlerin adaptasyon ve hazırlık sürecinde ciddi eksiklikler yaşandı. DAİŞ’e karşı verilen savaştaki tarz ve taktiklerle TC’ye karşı verilecek savaşın tarz ve taktikleri belli boyutlarda aynılık taşısa da esasta “somut koşulların somut tahlili” yapılarak ciddi bir değişikliğe ihtiyaç vardı. Düşmanın ciddi bir hava üstünlüğü olduğu, 24 saat keşif ve uçak saldırıları yapabildiği, bu anlamıyla ciddi avantajları olan düşmana yönelik verilecek savaşta ciddi bir hazırlık ve tarzda da taktikte de ciddi bir değişim gerekiyordu. Kısacası gerilla tarzı gerekiyordu. Bu anlamıyla TC’nin işgal saldırılarında yer alan güçlerimiz tüm bu olumlu ve olumsuz süreçlerin içinde deneyim ve dersler çıkarmış, ciddi bir nitelik kazanmışlardır.

Kısacası bölgedeki en önemli kazanımlarımız güçlerimizin çeşitli tarzlardaki savaşların içinde aktif rol alarak yetkinleşmesi, eksiklik ve ihtiyaçların pratik içinde ortaya çıkması, bunlar üzerinden eğitimler alması ve yine pratiğe dönmesidir. Bu, bir savaşçı güç için muazzam bir olanaktır. Yine çok çeşitli branşlarda uzmanlık eğitimi almanın, teknik konuların araştırılıp incelenmesi, yine bu konularda derinleşme olanaklarının yaratılması anlamıyla bölgenin katkıları çok olumlu düzeydedir. Şimdiye kadar hiç ilgilenmediğimiz alanlarda, bazı branşlarda yoğunlaşma ve eylem pratiğine dönüştürme fırsatı yakaladık. Özellikle askeri bir örgüt mutlaka hem dost güçlerden hem düşmandan öğrenmeye açık olmalıdır. Böyle olmadığında, yani öğrenmeyi bilmediğinde gelişime kapalılık da ortaya çıkar. Öğrenme ve öğrendiklerimizi kendimizde bir güce ve niteliğe dönüştürme konusunda önemli adımlar attığımızı düşünüyoruz. Bölgede, askeri gücümüz, artık kendi akademilerini kurmak, uzmanlık eğitimleri vermek, teknik konularda yoğunlaşmak üzere belli özgün çalışmalar örgütlemek ve daha bir dizi askeri meselede belli bir düzeye gelmiş durumdadır. Bu açıdan da önemlidir, bölgenin ciddi katkıları olmuştur, olmaya devam etmektedir.

Keza bu alanlardaki gerilla tarzı savaşta Serekaniye direnişi sonrası kendini yenileyerek gelişme kaydetti. Hatırlarsanız, AKP’nin başındaki zat, Temmuz başlarında yeni bir işgalin yapılacağını duyurdu fakat sonrasında bu alanlarda geliştirilen tarzın avantajları karşında yeni bir işgal saldırısını göze alamadılar.

Yani hem Medya Savunma Alanları’ndaki gelişmeler hem de Rojava alanındaki askeri gelişmeler gerilla mücadelesini besleyecek ve geliştirecek gelişmelerdir.

 

– Bölgedeki diğer silahlı örgütlerle ilişkiniz nasıl?

Ekin Vartinik: Bilindiği gibi partimiz ve KKB, çeşitli biçimlerde silahlı mücadele iddiasında olan yapıların ittifak temelinde kurduğu HBDH ve KBDH’nin bileşeni. Bu açıdan diğer silahlı örgütlerle kurduğumuz ilişki, bir ittifak temeline dayanıyor. İttifak örgütlerle sık sık biraraya gelerek ortak bir kafa yoruş ve pratik örgütlemenin yolları tartışılıyor.

Ortadoğu coğrafyasında aynı zamanda onlarca silahlı örgütlenme bulunuyor. Bunların içerisinde ilerici olanlar olduğu gibi gerici, doğrudan karşı-devrime hizmet eden yapılar da bulunuyor. Özellikle silahlı mücadeleyi benimseyen ilerici yapılanmalarla ilişkilenmeyi, birlikte hareket etmeyi önemsiyoruz.

Faşist TC, bölge halklarının düşmanlığını kazanmış bir devlettir. Hem Medya Savunma Alanları hem de Suriye ve Rojava topraklarının bir kısmı Türk devletinin işgali altındadır. Bu toprakların üzerinde yaşayan halklar, yerlerinden edilerek kendi topraklarında mülteci durumuna düşürüldüler. Kürtler, Araplar, Asuriler, Süryaniler, Ermeniler vd. TC devletinin işgal ve ilhak saldırılarına karşı kendi özsavunma güçlerini, silahlı güçlerini oluşturarak işgale karşı mücadele etmektedirler. Bu mücadele ilerici-devrimci ve haklı bir mücadeledir. Biz de bu mücadeleyi destekliyoruz. Bu halklarla birlikte faşist TC’ye karşı savaşmayı önemsiyoruz. Devrimci dostluk ilişkileri bağlamında belli bir halkayı yakaladığımızı düşünüyoruz.

 

– Rojava Devrimi’nde aktif olarak yer alan enternasyonal savaşçılarla ilişkinizden de bahseder misiniz?

Ekin Vartinik: Rojava’da DAİŞ’e karşı mücadelede saflarımızda şehit düşen Lorenzo Orsetti yoldaşı saygıyla anarak başlamak isterim.

Enternasyonal savaşçılarla kurduğumuz ilişkiye geçmeden önde şunu belirtmeyi bir gereklilik olarak görüyorum; TDH dışında özellikle Rojava Devrimi’ne katılımda uluslararası komünist hareketin ilgisi yok denecek kadar azdır. Sadece komünist harekette değil, kendini Marksist olarak tanımlayan hareketler de Rojava Devrimi’ne karşı ilgisiz-kayıtsız bir pozisyondalar. Rojava Devrimi’nin oluşmasında, sürdürülmesinde ve savunulmasında birçok enternasyonal yoldaş şehit düştü, birçoğu yaralandı. Rojava Devrimi’ne katılan enternasyonal yoldaşların çoğu anarşist veya kendini ilerici-demokrat olarak tanımlayan bireylerden oluşuyor. Sadece savaş alanında değil; devrimin inşa edilmesinde de enternasyonal yoldaşlar ellerinden gelen çabayı sergiliyorlar.

Bu yoldaşlarla Rojava’da savaş alanlarında birlikte mücadele yürütüyoruz. Birçok enternasyonal yoldaş, bölgedeki gücümüzle hareket ederek askeri, ideolojik, politik eğitimler görmekte, güçlerimizle hamle, operasyon, eylem pratiklerinde birlikte yer almaktadırlar. Birçoğunun partimizi tanıması, yakınlaşması ve örgütlenmesi konularında başarılı bir süreç geçirildiğini söylemek mümkün. Birçoğu ülkelerine dönseler bile, partimizle bağlarını gittikleri ülkelerde sürdürmek için bir çaba içinde olmaktadır.

 

– Şehit Nubar Ozanyan Taburu ile ilgili bilgi verebilir misiniz? Tabur ne zaman ve nasıl kuruldu, savaş deneyimi ve yaklaşımı nedir?

Azad Axpanos: DAİŞ çeteleri, Suriye ve Rojava topraklarını işgal edip kendine biat etmeyen halkları katletmeye başladığında Kürt halkı başta olmak üzere etnik ve dinsel kimliğini tehlikede gören herkes öz savunma temelinde kendi askeri gücünü oluşturup direnişe geçti. Rojava Devrimi ile birlikte yüz yıldır kendi kimlikleri üzerinde örgütlenmesi yasak olan kesimler hızlıca örgütlendiler. Asuriler, Süryaniler, Ezidiler vb.lerinin üzerlerindeki tüm siyasi yasaklar kalktı. Suriye topraklarında eskiden bu mümkün görünmüyordu. Bu açıdan Rojava Devrimi özellikle azınlıkta kalan halklar için belli oranda özgürlük ortamı yarattı.

Bu süreçte kendi örgütlülüğünü oluşturma noktasında atıl kalan tek halkın Ermeni halkı olduğu söylenebilir. Bunun tarihsel bazı nedenleri bulunmaktadır. Ermeni halkı 1915 Soykırımının izlerini üzerinde taşımaya devam ediyor. Suriye topraklarına sürülen ve hayatta kalan Ermeni halkının kendi devrimci partisi olmamış. Ermeni halkı içinde Taşnak ve Hınçak partileri esasta örgütlü durumda olmuşlar. Bu partiler de esasta rejim yanlısı, teslimiyetçi ve silahlı mücadele fikrinden dahi ürken bir yapıdalar. Yani bırakalım rejime karşı örgütlenmeyi, DAİŞ barbarlığına karşı kıllarını kıpırdatmadılar. Bu partiler, Ermeni meselesi üzerinde kendilerine rant alanı açmış durumdalar. Bundan dolayı DAİŞ’e karşı savaşa Ermeniler ya bireysel temelde katıldı ya da Süryanilerle birlikte dahil oldular. Bahsi geçen partiler halen de önemli oranda rejim yanlısı bir siyaset izliyorlar. Aynı zamanda zorla Müslümanlaştırılmış ve geldiğimiz aşamada kendini bu şekilde tanımlayan Ermenileri de kabul etmeyen, onları dışlayan bir tutum sergiliyorlar. Yani soykırım meselesine karşı ikiyüzlü bir politika ortaya koyuyorlar.

Bu süreçte buzu kıran Nubar Ozanyan yoldaşın şehadeti oldu. Ermeni halkının bir kesimi bu süreçten sonra yüzünü daha fazla Rojava Devrimi’nden yana çevirmeye başladı. Şehit Nubar Ozanyan Ermeni Taburu’nun kurulma fikri bu süreçten sonra açığa çıktı. İlk başta dar bir çekirdek etrafında oluşturulan tabur, zamanla hem Hıristiyan hem de Müslüman Ermenilerin biraraya gelerek öz savunmalarını oluşturdukları askeri bir güç haline geldi. Taburda aynı zamanda Ermeni genç kadınlar özgün bir şekilde örgütlenmiştir. Çok büyük oranda konumlandıkları noktayla, yaşamıyla, komutanlarıyla, eğitimleriyle kendilerinin örgütlediği bir gelişkinliğe ulaşmış durumdadır. Tabura katılım almak için de kitle faaliyeti örgütlenirken aynı zamanda taburdaki kadın savaşçılar, dönem dönem kadınlara özsavunma temelli silah eğitimi vermektedirler.

Şehit Nubar Ozanyan Taburu, TC’nin işgaline karşı cephede konumlanarak işgal karşısında yer aldığını göstermiştir. Serekaniye işgali döneminde gerçekleştirdiği kimi saldırılarla birlikte işgalcilere kayıplar verdirten bir tabur haline geldi. Tabur, özgünlükleri olmakla Rojava Devrimi’nin ve onun askeri yapılanmasının bir parçasıdır. Esas görevi Rojava Devrimi’ni savunmak ve kazanımlarını korumaktır.

 

TİKKO içerisinde, TKP-ML’nin 1. Kongresi’nde kuruluş kararı alınan Komünist Kadınlar Birliği de yer alıyor. KKB’ye ve Ordu içindeki çalışmasına dair neler söyleyebilirsiniz?

Ekin Vartinik: KKB’nin kuruluşunun ilan edilmesinin ardından ordu içerisinde bir KKB Komitesi kuruldu. Bu durum bizler için yeni bir deneyim olmakla birlikte pratikte ortaya çıkan sorunlarla ve ihtiyaçlarla birlikte tartışmalarımızı ilerlettiğimiz bir süreç olarak ele almaya çalışıyoruz.

TİKKO içerisinde tüm savaşçı ve komutanlara KKB’nin politikaları çerçevesinde eğitimler veriliyor. Yine yapılan eleştiri-özeleştiri toplantılarında kadın ve LGBTİ+ gündemi sabit olarak yer almaktadır. Kadın ve LGBTİ+’lara yönelik tüm özgün konularda KKB Komitesi ilgilenmekte, komutanlıklara perspektif sunmakta, karar alma süreçlerinde görüş alışverişi yapılmaktadır. Bu konularda yetki tartışmasına girmek, bizi ilerletmeyeceği gibi çok geri tartışmalara ve anlayışlara da götürebilir. Henüz ayrı özgün bir askeri örgütlenme olmadığı için tüm tartışmalar TİKKO disiplini altında yapılıyor. Ancak tekrar vurgulamak gerekirse, özgünlük söz konusu olduğunda, KKB komitesinin görüşleri olabildiğince sürece ve alınacak kararlara yansıtılmak zorundadır.

Askeri alanlar erkek egemenliğinin eril dil ve davranışlarının kendine çok rahat alan bulabildiği ve alan açabildiği bir alan olması itibariyle, çok fazlasıyla iç mücadele gerektiren bir alandır. Bu açıdan KKB komitesi, dönem dönem TİKKO gücüne bu eksende eğitimler vererek, kolektif ve bireysel tartışmalar yürütmektedir. Yine toplumsal cinsiyetin kadın ve LGBTİ+’lar üzerinde etkileri, bunun savaşta, askerileşmede aldığı biçimler üzerinden kendi iç eğitimlerini yapmakta, komite dışında kalan kadınlarla da bu tartışmaları yürütmekte, daha inisiyatifli ve kendisini savaşın öznesi gören bir anlayış oluşturmak için hem ideolojik hem de askeri eğitimler vermektedir.

TİKKO Konferansı, hazırlık sürecinde de özgün eğitim ve toplantılar örgütleyerek, savaşta ortaya çıkan erillik, yine kadın ve LGBTİ+ların rolü ve yönetmelik değişikliği gibi çeşitli tartışmalar yürüterek sonuçlarını Konferansımıza açmışlardır.

 

– Gerçekleştirdiğiniz Konferans nasıl geçti, öncesi hazırlık sürecini nasıl örgütlediniz?

Azad Axpanos: Partimiz, 1. Kongresinde TİKKO Konferansı yapma kararını aldıktan hemen sonra, hazırlık sürecine başladık desek abartmış olmayız. Konferans gündemlerinin hemen hemen tamamı tüm TİKKO yapısının dahil olduğu, olabildiğince kolektif tartışmalar şeklinde örgütlendi. Bu açıdan her bir gerilla yoldaşın görüşlerinin konferansa yansıdığını söylemek gerekir. TİKKO Yönetmeliği genel güçle birlikte tartışılırken, bir de kadın ve LGBTİ+ yoldaşlarımız özgün toplantılar düzenlemiş, özgün tartışmalar yürütmüş ve sonuçlarını kolektifle paylaşmışlardır.

Konferans hazırlık sürecini iki parçada ele aldık. Biri gündemler çerçevesinde ciddi yoğunlaşmalar, araştırma inceleme ve toplantılar şeklindeyken, diğeri de aynı zamanda güçlerimizin kendini askeri açıdan da yetkinleştirip geliştirecekleri uzmanlık eğitimleri almaları, eylem ve cephe pratikleriydi. Bu noktada da hazırlık sürecimizin başarılı geçtiğini ifade etmeliyim. Büyük oranda güçlerimizin uzmanlık eğitimleri bitmiş, aldıkları eğitimleri pratiğe geçirici düzenlemeler ve görevlendirmeler yapılarak ciddi tecrübeler elde etmişlerdir.

Bu süreçte aynı zamanda kısa bir zaman zarfı içinde güçlerimiz düşmana yönelik 4 eylemin içinde yer almış, yapılan 3 füze eyleminde düşman büyük kayıplar vermiş, diğer sabotaj eyleminde ise, beklenilen düşman aracı gelmemiş, sonrasında da konulan bomba deşifre olmuştur. Bunun gibi çeşitli askeri pratik ve eğitimlerden gelen yoldaşlarımız konferansa ciddi bir nitelik katmışlardır. Konferansımızda, tüm yoldaşlarımız görüşlerini ifade etmede ve alınan kararların pratikleşmesi konularında ciddi bir irade söz ve eylem birliği ortaya koymuşlardır.

 

– Konferansta aldığınız kararlar ya da tartışma konuları hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz?

Azad Axpanos: Aslında konuşmamızın içinde aldığımız kararlara dair bazı vurgular yaptık. Üzerinde önemle durduğumuz mesele yenilenme oldu. Genel anlamda savaşı diğer meselelerden ayıran çok önemli bir faktör var. Savaş, yenilenmeyeni asla affetmiyor. Birçok konuda sürecin gelişmelerin gerisinde kalabilirsiniz. Bunlar hayati sonuçlar doğurmayabilir. Ama savaşta öyle değildir. Gelişmelerin andaki durumu doğru kavramadığımızda bunun sonuçları bazen hiç istemediğimiz şekilde ağır olabiliyor.

Bunun için süreci, anı yakalayacak bir yenilenme askeri şekillenişimizin temeline oturmalıdır. Statükoculuk, alışkanlık, tarzda taktikte tekdüzelik bizi geriye çeken, ağır kayıplar vermemize neden olan hastalıklarımızdan oldu. Tarzda-taktikte yaratıcı, kendini kalıplara hapsetmeyen, gerektiğinde hızlıca kendini yenileyebilen kadroların yetiştirilmesi tartışmalarımızın merkezine oturdu diyebiliriz.

Halk Savaşı stratejimizin yeni dönemde nasıl yürütüleceği, bunun örgütlenme biçimlerinden tutalım da dönemin askeri çizgisine kadar bir dizi kararlar aldık.  Burada hem Dersim’de yürüttüğümüz gerilla savaşının deneyimleri hem de Rojava alanında DAİŞ ve işgalci TC ile yürütülen savaşın deneyimleri çıkış noktamız oldu diyebiliriz. Özellikle son on beş yılda yeni dönemin savaş tarzının bazı karakteristik özelliklerinin ortaya çıkmasından itibaren bu değişimleri doğrudan savaş pratiği içinde yaşayarak bugüne taşımak, önümüzü görmek açısından oldukça faydalı oldu.

Savaşın yürütülmesinde askeri çizgi tayin edici bir yerde durmaktadır. Askeri çizginin kavranması ve döneme uygun şekilde uyarlanması yönelimimizin ana başlıklarından bir diğerini oluşturdu. Bu açıdan genel askeri çizgimizin yanında dönemsel askeri çizgimiz ortaya koyduğumuz yönelim doğrultusunda şekillendi.

Genel askeri çizgimizin üzerinde şekilleneceği zemini parti kongremiz ortaya koymuştu. Hem başlıca çelişkiler hem de parti programımız halk savaşı stratejimizin askeri çizgisini oluşturuyor. Açıktır ki, Halk Savaşı’nda askeri çizgi meselesi doğrudan politik çizginin somutlaşmış halidir. Demokratik Halk Devrimi’nin yolu nasıl ki Halk Savaşı stratejisi ise askeri çizginin somutlaşmış hali de parti programı ve ortaya konan çelişmelerin toplamıdır. Yani bütün bir parti faaliyetini kapsamına alan karakterdedir. Halk Savaşı’nda askeri çizgi partinin ideolojik-siyasi ve örgütsel çizgisinin askeri bir strateji doğrultusunda sürdürülmesidir. Parti önderliğinde olmayan ve proletaryanın sınıf karakterini taşımayan tüm askeri yönelimler bize ait değildir.

Konferansımızda ayrıca düşmanın durumu, bizim ve dost güçlerin durumuna dair yaptığımız değerlendirmelerin yanı sıra mevcut HBDH içinde askeri olarak ordumuzun misyonu üzerinde durduk. Yine teknik ve tekniğin savaşta oynadığı rol ile buna karşı mücadele yöntemleri tartıştığımız önemli başlıklardan biriydi. Gerilla savaşımızın tekniği kullanma biçimleri vb. yine bir başlık olarak gündemlerimiz içerisinde yer aldı.

Psikolojik savaş, özel savaş gibi savaşın hasım güçler üzerindeki ve en genel haliyle kitlelerin üzerindeki etkisi ve buna karşı mücadele ve kendi ajitasyon-propaganda araçlarımızın zenginleştirilmesi için somut adımların atılması da kararlarımızın içerisinde yer almaktadır.

Yine önemli adımlarımızdan biri de Partimizin 1. Kongresi doğrultusunda TİKKO Yönetmeliği’ni, savaşın gelişen ihtiyaçları doğrultusunda güncellememiz oldu. Bu da ordumuzun örgütsel omurgasının oluşturulmasında önemli bir adım olarak değerlendirilmelidir.

Konferansımızda, Partimizin 1. Kongresinde aldığı yüzde otuz kadın-LGBTİ+ kotası kararı TİKKO’daki tüm yönetici komutanlıklarımız için de tartışıldı ve karar altına alındı. Yönetmeliğimiz, KKB’nin kurulmasıyla birlikte daha da netleşen kadın ve LGBTİ+ özgürlük çizgimize uygun yeniden gözden geçirildi ve buna uygun maddeler eklenerek düzenlemeler yapıldı.

Kararlarımız daha geniş şekilde açıklanabilir fakat en genel haliyle bu şekilde özetlenebilir.

Konferansımız savaş sorunlarına dair incelememizin sentezlendiği bir alan oldu. Savaş meselesinin dediğimiz gibi somut olgular üzerinde yükselmesi gerekir. Çıkış noktamız DHD’nin ve partimizin andaki ihtiyaçlarına yanıt olabilmektir. Silahlı mücadeledeki ısrarımızın somut karşılığı, yaptığımız konferanstır. Partimizin 50 yıllık tarihine baktığımızda devrimci ısrar ve inadını görürüz. Kimi dönem yenilgi ve başarısızlıklara uğrasa da doğruda ısrar, partimizi diğerlerinden ayıran en önemli faktördür. Kazanana kadar devrimci ısrar militan duruşumuzun mayasını oluşturuyor. Konferansımız, ordumuza ciddi görevler yüklemektedir. Ancak bu konferansın başarısı, tüm partinin konferansı ve konferans kararlarını sahiplenmesiyle ve buna uygun pratik adımlarıyla ölçülecektir.

Önderliğimiz, ortaya koyduğu merkezi bir plan dâhilinde, tüm alanlarımızın bu planın gerçekleşmesi için ne kadar sürede ne yapması gerektiğinin somutlandığı ve bunun yapacak olanlara kavratıldığı planların yapılması, çalışmalarımızın daha hızlı gelişmesi bakımından önemli bir yerde durmaktadır.

 

– Son olarak ifade etmek istediğiniz bir nokta var mı?

Ekin Vartinik: Konferansımızın kamuoyuna açıklanmasını özel olarak Parti ve Devrim Şehitleri Haftası’na ve Partimizin 50. mücadele yılına denk getirmek istedik. Bu iki nokta, bizim için son derece önemli. TİKKO, Partimiz gibi ölümsüzleşenlerimizin omuzlarında, onların silahlı mücadele ve Halk Savaşı’ndaki ısrarıyla büyüyen bir ordudur. Ölümsüzlerimize borcumuzu devrimi başarıya ulaştırarak ödeyeceğiz. Ölümsüzleşen her bir yoldaşımızın TİKKO’ya kattığı bir değer vardır, ister gerillada ister farklı faaliyet alanlarında şehit düşmüş olsun.

Diğer yandan Halk Savaşı Stratejisi’nin temel özelliğinin Komünist Parti’nin önderliğinde yürütülmesi gerçeğine paralel ordumuz TİKKO da Partimiz TKP-ML’nin önderliğinde savaşan bir ordudur. 50. yılında hala silahlı mücadelede ve Halk Savaşı Stratejisi’nde ısrar eden TKP-ML’ye bağlı bir ordu olmaktan gurur duyuyoruz.

Yol göstericimiz, ilham ve güç kaynağımız Partimizin bize yüklediği tüm görevleri, ısrarla ve kararlılıkla yerine getireceğimizden kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

Bu görevlerimizi, onun önderliği altında Partimizin tüm örgüt ve komiteleriyle, tüm faaliyet alanlarıyla birlikte gerçekleştireceğiz.

Englısh: https://www.tkpml.com/interview-with-tkp-ml-tikko-general-command/