EMPERYALİST İŞGALCİLER KAYBETMEYE MAHKUMDUR

EMPERYALİST İŞGALCİLER KAYBETMEYE MAHKUMDUR

En özlü tanımıyla savaş, siyasetin başka araçlarla sürdürülmesidir. Ve insanlık tarihinde ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen sınıfların ortaya çıkışıyla birlikte aralarında sürdürdükleri mücadele tarihi tarih yapan öğedir. Diğer bir ifadeyle, insanlık tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir. Ve bu mücadelede her sınıfın kendine özgü politikası vardır. Ve sınıflar arası mücadele keskinleştiğinde, sınıflar bu politikalarını silahla sürdürmeye başlarlar. Yani her savaş sınıfsal bir muhtevaya sahiptir. Ve sınıflar var oldukça savaşlar da kaçınılmaz olacaktır.

MLM’ler sürdürülen savaşın haklı ve meşru ya da haksız ve gayri meşru olduğu olgusunu belirlerken, öncelikli verileri sürdürülen savaşın hangi sınıfın çıkarlarına hizmet ettiği gerçeğine bakarlar. Sınıfsal bir perspektiften kopuk bir savaş değerlendirmesi, yanılgılı sonuçlara götürmesi kaçınılmaz olur. Nitekim savaşın haklı ve meşruluğuna bakmadan, tümden savaşa karşı çıkan, emperyalist savaşı ile sınıfsal, ulusal savaşları birbirinden ayırt edemeyen ve toptan ret edenler, gıdasını bu sınıfsal zeminden kopuk yanlış bakış açısından alıyorlar. Yine, haklılığı ve haksızlığı ezen ve ezilenin sınıf savaşımı yasasında aramak yerine, ilk saldıran ve saldırıya maruz kalanlar noktasında arıyorlar vb. vb.

Açık olan şu ki; sınıf bakış açısından kopuk, savaş ve savaşa karşı mücadele sorunlarını irdelemekle ortaya doğru sonuçlar çıkarmak mümkün değildir. Mesela, tarihte emperyalist savaşa imzasını atan Hitler’in haksızlığı, ilk saldıran olmasından değildir. Onun haksızlığı, egemen sömürücü sınıfların temsilcisi olmasındandır. Onun haksızlığı emperyalist tekellerin siyasetini silahla sürdürme ve dünya üzerinde egemenlik kurma haydutluğundadır. Ve Hitler’i Hitler yapan da emperyalist tekellerin siyasetidir. Hitler’in geri zekalılığı değildir.

Ezilenlerin yürüttüğü savaşımının haklılığı ve meşruluğu da baskıya, sömürüye, işgale karşı durmalarıdır. Emekten yana olmalarıdır. Dolaysıyla, kavgada attıkları her adım, yapılan haksızlığa bir itirazdır. Sıktıkları her kurşun, zalimlerin zulmüne en üst düzeyde dur deme, yok etme eylemleridir. Haksızlığı ortadan kaldırma pratiğidir. Dolaysıyla meşrudur. Ve haklı bir savaştır.

İlericilik, demokratlık adına, haklı ve haksız savaşları birbirine karıştıran yaklaşımlar, sonuç itibarıyla burjuvaziye hizmet ediyorlar. Objektif olarak emperyalist-kapitalist sistemin devamından yana tutum takınmış oluyorlar. Bu ön açıklamadan sonra, bugün yanı başımızda sürdürülen emperyalist saldırganlığın nedenleri -ki nedenlerinden çok yol açacağı sonuçlar ve buna karşın devrimcilerin, komünistlerin görevleri üzerine duracağız.

Emperyalist İşgale Hayır!

Evet, bu bir emperyalist işgaldir. Bu emperyalist işgalin amacı Ortadoğu petrollerini ve bölgenin diğer enerji kaynaklarını deneti altına alma çabasıdır. Baş haydut ve figüran suç ortağı bu hedeflerine ulaşmaları için, yalnız ezilenlerin üzerine bombalar yağdırmıyorlar. Aynı zamanda da rakip emperyalist güçlerin hareket alanlarını daraltmayı hedefliyorlar. Bunun için yeri gelince üzerinde hem fikir oldukları “uluslararası hukuk” maskesini de hiçe sayıyorlar.

Baş haydut ve figüran ortağının Irak işgali ile birlikte bu gerçek bir kez daha açığa çıktı. Emperyalistlerin iktisadi, siyasi ve militarist hegemonyalarını perdelemeden başka bir işlevi olmayan NATO-AB-BM gibi kurumlar, bu işgal hareketiyle birlikte bir kez daha işlevsizleştiler. Çünkü, emperyalistler arası rekabet esas, uzlaşma talidir. Baş haydut içine düştüğü ekonomik krizi savaş siyasetiyle aşmaya çalışıyor.

Yani petrol ve bölgenin diğer enerji kaynaklarını denetim altına alarak, bir anlamda geleceğini garanti altına almaya düşlüyor. Ki bunu yaparken bir yandan Rusya’nın arka bahçesine yığınak yapıyor, diğer yandan önemli oranda Ortadoğu petrollerine bağımlı olan Fransa, Almanya vb. Avrupalı emperyalistlerinin hareket alanlarını daraltıp, belli ölçüde kendisine bağımlı kılmayı hedefliyor. Yine BM üyesi olan Çin’in bölgedeki yayılmacılığını böylece frenleyeceğini düşünüyor.

Tüm bu gerçeklere baktığımızda, karşımızda emperyalizmin pazarlarını genişletme haydutluğunu görüyoruz. Gerçek olan bu. Irak’ın BM Güvenlik Konseyi kararlarına uymadığı, elinde kimyasal silahlar bulunduğu vb. iddialar; baş haydut ve figüran ortağının gerçek amaçlarını gizlemeye dönük birer yalandan ibarettir. Nitekim, önceleri BM kararı çıkarmak için belli bir çaba içerisine giren emperyalist işgalciler, BM üyesi diğer emperyalist devletlerin kendi çıkarları için bu işgale onay vermemelerini hiçte dikkate almadılar. Deyim yerindeyse, yüzlerine geçirdikleri ve üzerinde BM yazılı olan haydutlar hukuku maskesini de hemen çıkardılar.

Böylece, müdahale için ileri sürdükleri kendi gerekçelerini gene kendi elleriyle yırtmış oldular. Bu sonuç devrimciler ve komünistler için şaşırtıcı bir durum değildir. Çünkü emperyalistlerin hukuku, hukuksuzluktur. Emperyalistlerin hukuku kendi sınıfsal çıkarlarını korumak için kamuoyuna aldatmaya dönük uydurdukları sahte bir maskedir. Maskenin çıkarılmasını veya takılmasını belirleyende sınıfsal çıkarları ve koşullarıdır. Emperyalist işgalcilerin iktisadi ve siyasi çıkarları bu somut durumda maskeye de ihtiyaç duymamayı dayattı, ya da gereksizleştirdi.

Bu durumda şu gerçeğin altını şimdi de çizebiliriz. İşgal hareketinin sonucu ne olursa olsun, emperyalist cephedeki rekabet ve bloklaşma varlığını koruyacaktır. Hiç şüphesiz bu emperyalist işgalin sonucu var olan rekabetin azalıp veya şiddetlenmesi üzerinde belli etkileri olacaktır. Mesela işgalciler hedefine ulaşırsa, hem diğer emperyalist güçlerin hareket alanını daraltmak isteyecekler, hem de yeni işgaller için yeni planlar hazırlayacaklardır.

Elbetteki böyle bir tablo kaçınılmaz olarak Almanya, Fransa, Rusya hatta Çin vb. daha başka emperyalist güçlerin aralarındaki ilişkilerinin daha da gelişmesine de neden olabilir. Sorunun bir yanı bu iken, diğer yanı da yalnızlaşan işgalciler savaş sonunda karşı bloklaşmayı parçalamak için daha özel politikalar yürütecekleri açıktır. Hatta işlevsizleştirdikleri kurumlara yeniden işlev kazandırmak için çaba sarf edeceklerdir. Tüm bu gerçeklerin göz ardı edilmemesi gerekir.

İşgale hayır demek, Saddam’a evet demek değildir. Bizim için bugün emperyalist işgale hayır demek, bu uğurda mücadele etmek güncel bir görevdir. Bu görevimizi yaparken biran olsun bugün işgalcilere karşı mücadeleye yön veren Saddam iktidarının sınıfsal niteliğini unutmayalım. Bunu unutarak sorunu duygusal bir zemine kaydırmak, bizi yanılgılı bazı sonuçlara götürebilir.

Evet, işgale hayır diyoruz çünkü, sorun emperyalist işgalcilerin iddia ettiği gibi, Irak halkını Saddam diktatöründen kurtarma, Irak halkına demokratik bir ortam yaratma sorunu değildir. Tam tersine, işgalcilerin tüm bu söylemleri demagojik söylemlerdir. Gerçek olan, emperyalist işgalcilerin Irak’ın zenginlik kaynaklarını denetim altına alma ve giderek bölgedeki egemenliklerini pekiştirmektir.

Burada önemle görülmesi gereken, emperyalist işgalcilerin bir halkın iradesini hiçe saydıklarıdır. Bir ülkeyi zorla işgal ederek, yakıp-yıktıklarıdır. Bu yıkım siyasetine karşı bir halkın kendini savunması kadar doğal bir şey olamaz. Bu direnişe, gerici iktidarın önderlik etmesi, bu gerçeği değiştirmez ve direnişin haklılığını ortadan kaldırmaz.

Hemen parantez içinde şunu belirtmeliyiz ki; emperyalist işgalcilere karşı, ilerici-devrimci hareketlerin önderliğinde gelişen anti-işgalci ya da anti-emperyalist hareketleriyle, bugünkü Irak özgülünde yaşanan pratiği birbirine karıştırmamak gerekir. Yani önderlik ve direnişe yön veren siyaset anlamında.

O halde bugün somut olarak Irak halkının direnişini tereddütsüz bir şekilde sahiplenmeliyiz. Ve bilinen söylemlerle ifade edecek olursak, okun sivri ucunu emperyalist işgalcilere yöneltmeliyiz. Propaganda ve ajitasyon yönümüz ağırlıklı olarak bu eksenli olmak zorundadır.

Eğer politikayı somut duruma göre belirlersek, bugün somut olarak Irak halkının öfkesini ve direniş gücünü emperyalist işgale karşı bağımsız bir politikayla örgütleyip yürüten – yürütebilecek ilerici veya komünist bir parti ve örgütten söz edemeyiz. En azından pratik olarak böyle somut bir olguyla yüz yüze değiliz. Dolayısıyla, bu özgüllüğe dair, genel doğruları burada tekrarlamanın pek pratik bir anlamı yok.

Tabii ki bu sözü edilen o genel doğruların, doğruluğunun tartışılır hale getirmiyor. Burada dikkat çekmeye çalıştığımız o genel doğruları somutlayıp pratiğe uygulayacak subjektif öğenin yokluğu – ya da zayıflığı bu politikanın bugün uygulanmasını zorlaştırdığı gerçeğidir. Ama gerçek olan başka bir şey daha vardır. O da Irak halkının işgalcilere karşı sergilediği direnişin anti-emperyalist bir bilincin gelişimini güçlendirdiği olgusudur. Bu olgu ezilen halkların mücadelesi için çok önemli ve anlamlıdır.

Irak halkının tarihsel direnişinin önemini doğru algılamalıyız

Fazla uzağa gitmeye gerek yok. Geçen yüzyılımızın son çeyreğine baktığımızda, baş haydut ve suç ortaklarının dünya da müdahale ettiği tüm ülkelerde karşılarında çok ciddi direnişler göremediler. Yani sonuç itibariyle öngördüğü politikaları uyguladılar. Elbetteki bu politikalarla istikrar değil, istikrarsızlık yarattılar. Katliam ve yıkımlarla kitleleri sindirmeye çalıştılar. Özellikle, sosyalist maskeli bürokratik burjuva diktatörlüklerin birer birer yıkılması, emperyalist kapitalist sistemin ideolojik plandaki saldırıları için uygun zemin yarattı. Emperyalizmin yenilmezliği propagandası, baş haydut ve suç ortaklarının geçici başarıları eşliğinde kitlelere empoze edilmeye başlandı. Ve bundan belli ölçüde de başarılı oldular.

Yukarıda da altını çizmeye çalıştığımız gibi; sosyalist maskeli bürokratik burjuvaların pratik başarısızlıkları ve yıkımlarının faturasını, emperyalistler sosyalizme çıkardılar. Bu da kaçınılmaz olarak, ezilenler cephesinde devrim ve sosyalizme karşı bir güvensizliğin gelişmesine yol açtı. Ortaya çıkan bu sonuç, yalnız anti-emperyalist bilincin zayıflamasına yol açmadı. Bununla birlikte kitlelerde emperyalizmin yıkılmazlığı düşüncesine de geliştirdi. Bu düşünüş tarzı, sistemle birlikte yaşamayı, mücadelenin sınırlarını sistem içinde hapsetme anlayışını güçlendirdi.

Her renkten reformist ve tasfiyeci güçlerin bu tarihi kesitte güçlenmesi, bu objektif tablonun ürünüdür. Baş haydut ve diğer işgalci güçlerin bu denli pervasızlaşması, ortaya çıkan bu tablonun sonucudur. Öyle ki; ABD’siz sorunlar çözülmez neredeyse, tüm ‘problemi’ bölgelere ABD ve suç ortaklarının müdahale etmesi kazanılmış bir hak haline geldi.

Özet olarak, tüm sorunların kaynağı olan emperyalistlerin, sorunların çözücüsü olarak görüldüğü ya da öyle gösterilmeye çalışıldığı tarihi bir süreçte geçtik – geçiyoruz. Dolayısıyla Irak halkının direnişini bu tarihi koşullarla birlikte ele alıp değerlendirdiğimizde ancak, yerli yerine oturta biliriz. Bu objektif tablonun ezilenler mücadelesine nasıl hizmet ettiği gerçeğini ancak bu nesnel değerlendirme sonucunda görebiliriz.

Irak halkının direnişi emperyalizmin yenileceğinin teminatıdır.

Her türlü teknolojik olanağa sahip olan, askerî açıdan dünyanın en büyük gücü olan baş haydut ve figüran ortağı günlerdir havada ve karada Irak halkı üzerine bombalar yağdırıyor. Irak halkının kendilerini ‘çiçekle’ karşılayacağını iddia eden katiller, topraklarını ve onurunu korumaya çalışan direnişçi bir halk gerçeğini gördüler. Teslim olmaktansa direnerek ölmeyi yeğleyen Irak halkı, işgalcilerin yüreğine korku salmaya başladı.

Irak halkı, ‘tarihin geri kalan kısmı bizim tarafımızdan yazılacaktır’ diyen Bush’a, tarihi yaratanın kitleler olduğunu bir kez daha hatırlattılar. Haksızlığa karşı direnmesi bilincini kuşanan kitlelerin tarihi yazan tarihi yaratan gücü, bir kez daha Irak topraklarında işgalci güçlerin tankları altında patlayan bedenler de işgalci güçlerin ilerleyişini engellemek için, on binlerce militarist güce karşı birkaç yüz Iraklının günlerce bir kasabada sürdürdükleri direnişte ispatladılar.

Evet, Irak halkı işgalcilere karşı direniyor. Irak halkı emperyalizmin yenilmezlik psikolojisini ağır bedeller ödeyerek dağıtıyor. Irak halkı iki günde Bağdat’a gidilir diyen işgalcilerin tüm kirli kalemşörlerini şaşkına çevirdi. Tüm bunlar yaşanan gerçeklerdir. Halkın gücüne güvenmeyen emperyalizmin yenilmezliğine inanan tüm inançsızlara verilen tarihi bir derstir. Ve işgalcilerin ölüm saçan savaş makinesini 72 yaşındaki bir Irak köylüsü piyade tüfeği ile düşürüyor. Irak köylüleri ellerindeki kalaşnikoflarla tanklara karşı kendilerini savunuyorlar.

Bu gücü görmeyenler, bu gücün farkına varamayanlar hep emperyalizm ve gericilik karşısında tarihin köle ruhlu lanetlisi olarak kalmaya mahkumdurlar. İşte Irak halkı lanetliliği ret ediyor. Irak halkı emperyalizmin zulmü karşısında sinmiş lanetli duruma gelmiş herkese lanetliliği değil, direniş ve ölümü vaat ediyor. Baş haydut ve figüran suç ortağının bundan sonra yeni ülkeler ve kentleri bombalayarak kadın ve çocukları kolay kolay öldüremeyeceği dersini veriyor. Diğer bir ifadeyle, Irak halkı bölge haritasını yeniden çizmeye gelen işgalcilere hiçbir şey düşündüğünüz kadar kolay olmadığının gerçeğini gösteriyor.

Evet, direniş öğretiyor. Direniş en berbat, en rezil haydutları dahi konuşturuyor. Hiçbir kural hiçbir hukuk tanımayan katil Bush teslim alının askerlerinin görüntülerini TV’lerde görünce aklına uluslararası sözleşmeler geldi. Halkımızın deyimiyle söyleyene değil söyletene bakmak gerekir. Başkan Mao’nun, “emperyalizm kâğıttan kaplan”dır söylemindeki derinliği burada aramak gerekir. Hiç şüphesiz emperyalist işgalcilerle, Irak halkı arasındaki süren savaşın sonucunu şimdiden, tam olarak kestirmek zordur.

Ama zor olmayan bir şey var ki o da Irak halkının direnişi dünyanın birçok coğrafyasında anti-Amerikancı öfkeyi büyüttüğüdür. Anti-emperyalist bilincin kitlelere taşınması noktasında uygun zeminler yarattığıdır. Hiçbir şey eskisi gibi olamaz diyen emperyalist haydutlara, evet hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Ama sizin düşündüğünüz gibi hiç olmayacaktır gerçeğini de hatırlattı. Bu objektif olarak böyledir. Direnişin Saddam diktatörünün şahsında somutlaşması da bu gerçeği değiştirmiyor.

Bölgenin petrolünü, zenginlik kaynaklarını denetim altına almak için, kadınların, çocukların üzerine bombalar yağdıran işgalciler bölge halkının nefretini kazandılar. Sokaklar işgalcileri lanetleyen yığınların öfkesiyle dolup taşıyor. Bu öfke emperyalistlerin uşakları, kralları, şeyhleri, diktatörleri korkutuyor. Bu korku, uşakların emperyalist efendisine bu kadarda olmaz dedirtiyor. Bir yandan bunu söyletirken, diğer yandan da Irak’tan sonra sıra kendilerine de gelebilecek kaygısıyla yaşıyorlar.

Kısacası, kitlelerin baş hayduta karşı yükselen öfkeleri, bölge gericiliğin uykusunu kaçırıyor. Kimi gerici yönetimler için ise, ikili bir rol oynuyor. Irak’ta hedefine ulaşmayan bir ABD, bundan sonra bölgede bazı uşaklarına karşı daha temkinli davranacağı açık. Yani uşaklık hakkını kaybetmeyecekler. Ama Irak’ta hedefine ulaşan ve bölgeye iyice yerleşen baş haydutun uşaklarına karşı eskisi kadar daha cömert davranmayacaktır. Baş haydutun bölgedeki stratejik uşağı TC’yi bile şimdiden bu korku sarmaya başladı.

Elbetteki bizler işgalcilerin, geçici başarı ve başarısızlıklarının karşı devrim cephesinde yaratacağı etkiler üzerinde duracağız, güncel politikalarımızda tüm bu gelişmeleri hesaba katacağız. Ama bizim esas güncel görevlerimiz işgalciler şahsında, yeniden anti-emperyalist bilinci kitlelere taşımaktır. Emperyalizm var oldukça, ezilenlerin rahat yüzü göremeyeceği gerçeğini döne döne kitlelere anlatmaktır. Bugünkü somut durum bu yönlü propaganda ve ajitasyon için oldukça uygun bir zemin yaratıyor. Bu fırsatı iyi değerlendirmeliyiz.

Bugünkü somut durum, işgalciliğe karşı tavır alan parti, örgüt, demokratik kurumlarla ve dahası geniş yığınlarla ilişki kurmamız ve var olan ilişkilerimizi daha da geliştirmemiz için uygun bir ortam yaratıyor. Bu uygun ortamda pratiğe yönelmek, hareketsiz olan güçlerimizi hareketlendirmek her militanın görevidir. Bunun için yerlerden talimat almak gerekmiyor. Bunlar yapmamız gereken görevlerdir. Başka zaman sarf edeceğimiz enerjinin yarısını sarf edersek dahi tüm bunları başarabiliriz. Bu konuda kendimize güvenmeliyiz. Özellikle, kitle eylemlerinde yaratıcı olmalıyız. Aynı zamanda her türlü dar grupçu, sığ ve sekter davranışlardan uzak durmalıyız.

Sonuç olarak, emperyalist işgalcilerin bölgedeki varlığı artarak devam edecektir. Bu demektir ki, işgalcilere karşı mücadele önümüzde duran kısa vadeli değil, bilakis uzun vadeli bir görevidir. Kitlelere anti-emperyalist bilinin taşınmasında, ittifak politikasında, propaganda ve ajitasyonun önceliklerinde tüm bu gerçekleri hesaba katmalıyız. Ve bu sorumluluk bilinciyle faaliyetlerimizde daha bir yoğunlaşmalıyız.

Komünist, Sayı: 45, Nisan  2003