HBDH Konseyi’nden 2022 Yılının Askeri-Politik Değerlendirmesi

İsyanlar Büyüyor, Devrim Günceldir!

Sarsıntılar ve büyük alt üst oluşların yaşandığı, mevcut sermaye birikim rejiminin tıkandığı ve yerine yeni bir birikim modelinin ise konamadığı bir zaman aralığındayız. Tüm dünyayı devrimler silsilesi veya yok oluş eşiğine getiren emperyalist-kapitalist sistemin bu içsel krizi, eşitsiz gelişme yasasının işlemesiyle çok daha keskinleşiyor. Bu durum, emperyalist kapitalist sistemin hiyerarşisini sarsmakta, dünya çapında bir hegemonya krizini derinleştirmektedir. Tam da bu yüzden siyasetin en yoğunlaşmış hali olarak savaşlar devreye girmektedir.

Dünya Genelinde Politik-Askeri Gelişmeler

Ukrayna’da başlayan ve nerede biteceği belirsiz olan savaş, emperyalist-kapitalist güçler açısından bir tercih değil tarihsel ve nesnel gelişmelerle birlikte bir zorunluluk olarak yaşanmaktadır. Bu savaş, pandeminin sonlandığı ve dünya çapında ekonomide canlanmaya dönük beklentilerin oluştuğu koşullarda patlak verdi ve derinleşerek devam ediyor. Savaş esasında, Ukrayna-Rusya savaşı olarak değil “ABD/NATO ile Rusya savaşı” olarak ilerliyor. Dünya enerji piyasasında önemli bir aktör olan, özellikle de Avrupa’nın enerji ihtiyacının ağırlıklı bir bölümünü karşılayan Rusya’nın savaşta olması ve Batı emperyalizminin ağır yaptırımlarıyla karşı karşıya kalması doğrudan enerji fiyatlarına yansıdı. Fiyat artışını, ABD, OPEC ülkelerine baskı yaparak engellemeye çalışsa da buna karşılık bulamadı. Hegemonya krizinin söz konusu olduğu bir dünyada, Rusya’ya karşı Suudileri ve BAE’yi bile petrol üretimini artırma noktasında kendisine yedekleyemedi.

Yine savaş ve kriz koşullarında küresel tedarik zincirlerinde yaşanan tıkanmanın da bir sonucu olarak dünya ticaret hacminde büyük düşüşler yaşanıyor. Dünyanın önemli tahıl ihtiyacını karşılayan Ukrayna’nın savaş nedeniyle gıda ihracında yaşadığı tıkanma, önümüzdeki birkaç yılda gıda krizi riskini açığa çıkartıyor. Hem enerji hem de gıda krizinin bir sonucu olarak artan hayat pahalılığı ve yüksek enflasyon oranları, emperyalist kapitalist sistem için pandeminin ardından yeni bir darbe oldu. Tüm Avrupa kıtasında çetin kış koşullarına karşın toplumsal yaşam başta olmak üzere enerjide kısıtlamalara gidildi. Avrupa emperyalistleri yeni enerji kaynakları için gözünü Ortadoğu’ya dönmüş durumda.

Gerileyen ekonomisi, 2008 krizi sonrası hedeflediği büyüme oranlarını yakalamak bir yana, resesyonla karşı karşıya olan ABD, ülkeyi bir barut fıçısına döndüren enflasyonu dengeleyebilmek için faizleri arttırarak borçlanmayı zorlaştırıyor. Bunlar, büyük tekeller dışındaki kapitalist sermaye grubunun yaşadığı zorlanmayı arttırıyor. Mali-sömürge pozisyonundaki ülkeleri ise iki kat daha fazla zorluyor. Bu gelişmeler, tüm dünyada işçi-emekçilerin kapitalizme karşı öfkesini kontrol altına alabilmek, halk ayaklanmalarını önlemek için sermaye sınıfının verebilecekleri tavizlerin de artık limitini tükettiği anlamına geliyor. Pandemi sonrası ezilen emekçi halkların ve proletaryanın yaşam koşulları daha da zorlaştı. Her birinin nesnel koşulları, politik talepleri farklı olsa da Avrupa-Amerika ve diğer ülkelerde, grev-direnişlerle birlikte gelişen ayaklanmaların maddi zemini güçlendi.

G20 ülkelerinin Endenozya’da yaptığı son toplantısında, Rusya’nın Ukrayna topraklarından tamamen ve koşulsuz şekilde çekilmesi talep edilirken, nükleer silahların kullanılmaması öne çıktı. Avrupa Birliği’nin son toplantısında ise Rusya’ya karşı yeni bir yaptırım paketi açıklandı. Ancak ABD ve AB ekseninde belirginleşen bu kararlara rağmen, bu eksen içinde, enerji dar boğazı ve ekonomik krizin basıncıyla, Rusya ile uygun bir uzlaşı için farklı ses ve arayışların arttığını söyleyebiliriz. Zira, üretimin ve sermayenin bu denli uluslararasılaştığı bir dünyada Rusya gibi bir ülkeyi ekonomik-siyasi ve askeri olarak kuşatmanın tek boyutlu sonuçlarının olmayacağı aşikardı.

Avrupa-Amerika emperyalistleri bu savaş üzerinden siyaset yaparak Avrupa işçi ve emekçilerini, olası savaş senaryolarıyla korkutma ve ABD-AB devletleri safında, taraflaştırma yolunu izliyor. Savaş aynı zamanda yaratıcı yıkımı sağlayarak başta silah tekellerinin dev çapta sermaye birikimini koşullar. Ukrayna-Rusya savaşı özelinde yaşanan; Ukrayna’ya ekonomik ve ileri düzeyde askeri-teknik yardımların akıtılmasının ve savaşın kızıştırılmasının bir boyutu da budur.

Türkiye, savaşın başladığı günden bu yana jeostratejik konumunun avantajlarını da kullanarak Rusya ile, ABD’nin başını çektiği emperyalist blok (NATO üyesi olmasına rağmen) arasında dengeci bir tutum izledi. Bir yandan Ukrayna’ya Bayraktarları yığarken, NATO toplantısında Rusya’yı düşman ilan eden metne imza atarken, diğer yandan Rusya’ya dönük yaptırımlara büyük oranda dahil olmadı. Yine tahıl koridoru projesiyle hem Ukrayna hem de Rusya ile diplomasi görüşmeleriyle, bu savaştan çok yönlü rant elde etmeye çalışıyor. Bu dengeci siyasetiyle Kürdistan’da yürüttüğü savaş ve işgal stratejisine bağlı olarak ihtiyaç duyduğu uluslararası desteğe zemin oluşturuyor.

Yine Erdoğan, yakın zamanda bölgesel güç ve hegemonya mücadelelerinin bir sonucu olarak ‘kavgalı’ olduğu Mısır, BAE ve Suudi Arabistan’la, -Filistin halkını savunduğu için değil- çıkar çatışması yaşadığı için restleştiği siyonist İsrail devletiyle yüksek perdeden restleşmiş olmasına rağmen geri adım attı. Her birinde yaşadığı keskin dönüşler, özellikle içinde bulunduğu ekonomik krizle birlikte sıcak para akışını sağlama ihtiyacı, içeride ve dışarıda yaşadığı sıkışma; yanı sıra bölgesel güç olma konumunu koruma çabası bu geri adımın başlıca nedenidir.

2023 Ocak-Şubat aylarında, Rusya’nın, Kiev’i de hedefleyecek temelde, yeni bir kara harekatına başlaması ve savaştaki denge durumunu bozacak bir hamleye girişmesi gündemde. Savaşın Rusya bakımından ekonomik zorlayıcılığı dışında, en temel sorun, fiziki askeri güç toparlamada yaşanıyor. Rusya, seferberlik ilanları ile yeni bir operasyonel ordu oluşturarak, askeri gücünü takviye etmeye çalışıyor. Öte yandan Ukrayna tarafından Rusya sınırlarının içine yapılan askeri vuruşlar, Rus ordusunun asker kayıpları, Rusya’ya tahmin ettiğinden daha zor bir savaş sürecinde olduğunu gösterdi.

Temmuz 2022’de, ABD başkanı Biden’in Ortadoğu ziyaretinin ardından Çin de mevcut sermaye birikimi, artan siyasal ve (henüz geriden gelse de) askeri gücüyle Ortadoğu’da, ABD’ye rakip olduğunu beyan eden adımlarını arttırdı. Çin Devlet Başkanı’nın, Suudi Arabistan ziyaretinde, Suudilerle vardığı anlaşmaların yanı sıra, hem Körfez İşbirliği Örgütü üyeleri, hem de Arap Birliği liderleri ile görüştü ve bölgesel çapta birçok stratejik adım attı. Yine İran’la da enerji başta olmak üzere ekonomik ve askeri birçok yatırım ve anlaşmaya varmıştı.

Ayrıca Çin, sadece Ortadoğu’da değil Afrika’da da gittikçe artan etkisiyle dikkat çekicidir. Çin, Asya ve Afrika kıtalarını kapsayan ve modern İpek Yolu olarak da adlandırılan “Kuşak-Yol” projesiyle, 2049 yılına kadar bir dizi ülkeye yatırım yapmayı amaçlıyor, hegemonya alanını genişletmeyi hedefliyor.

ABD/NATO eksenli blok ile Rusya-Çin bloğunun hegemonya mücadelesinin kızıştığı diğer bir alan da Kafkaslardır. Rusya’nın çevrelenmesi, Çin’in “Kuşak-Yol” projesinin engellenmesi bağlamında Kafkaslar jeostratejik konumuyla emperyalist kapitalist dünyanın kapışma sahasına dönüştürülmüş durumdadır. Türk devletinin askeri teknik desteği ile Azerbaycan, Dağlık Karabağı işgal etti. Bölgenin istikrarsızlaştırmasının adımı atılmış ve rolantide olan diğer birçok çelişkinin suları ısıtılarak yeni çatışma alanlarının önü açılmıştır. Dağlık Karabağ’da Ermeni burjuvazisinin ihaneti ile birlikte ulaşım ve nakliye yolları Azeri devleti tarafından kesildiği için burada yaşayan Ermeni halkı açlık tehlikesi ile yüz yüze kalmış durumdadır. Bölgenin en ceberrut devletlerinden olan faşist TC devletinin kanlı elleri, bu coğrafyada da ezilen halkların üzerinde kara bir bulut gibi dolaşmaktadır. Yine Kazakistan’da yaşanan ayaklanma bizzat Rus oligarkları tarafından askeri müdahale ile bastırılmaya çalışıldı. Bölge halkları arasında dayanışmanın güçlendirilerek geliştirilmesi, emperyalist ve bölge hegemonik güçlerinin kanlı planlarını boşa çıkarmaya muktedirdir.

Kosava ve Sırbistan arasındaki gerilim, Kosava’da Aralık ayında yapılacak seçimler nedeniyle daha da tırmandı. Kosava’da Sırplar, yerleşim alanlarında, sokak barikatları kurarak polisle çatıştı, eylemler gerçekleştirdi. Sırbistan, Kosava’yı, sınır ötesi askeri harekat başlatmakla tehdit etti. Sırbistan, Kosava’da kendi sınırına yakın bölgelerde, Kosava devletinin ayrımcı politikalarına maruz kalan Sırpların Sırbistan’a katılma istemlerini gerekçe gösterdi. 2008’de kurulan Kosava devleti ise, bu süreçte, AB’ye ve NATO’ya üyelik başvurusu için harekete geçerek, pozisyonunu güçlendirmeye çalışıyor.

Kapitalist dünyanın bu kısa panoramasının da bize gösterdiği; emperyalist kapitalist sistem, derinleşen kriziyle tam bir çıkışsızlık halini yaşamaktadır. Çok kutuplu yeni bir dünya gerçekliği içinde, kutuplaşmış her kapitalist devlet, bölge ve dünya ölçeğinde hegemonya savaşının bir tarafında konum almaktadır. Esas olarak birinci ve ikinci emperyalist dünya savaşında çizilmiş dünyanın siyasi haritası sorgulanmakta ve şiddetli bir savaşa dayalı olarak yeniden yapılandırılmak istenmektedir. Bunun ezilen milyonların daha fazla sömürülmesi, daha çok savaş gücü metası haline gelmesidir; kadınların üzerindeki kölelik zincirini daha da ağırlaştırılması ve gençlerin kapitalist tüketim kültürünün bir alıcısı olmaya zorlanmasıdır.

Ancak kapitalistler, her istediklerini yapma gücüne ve iradesine sahip değiller. Onlar bu kadar güç yoğunlaşması yaşarken onların mezar kazıcıları da güç biriktiriyor, harekete geçiyor ve fırsatını bulduğunda hamle yapıyor.

İşçi ve Halk Hareketleri

Emperyalist tekeller ve işbirlikçilerine karşı bütün dünyanın işçi ve emekçilerinin çıkar birliği, dünkünden daha geniş maddi dayanaklara sahip. Bunların toplumsal-siyasal sonuçları milyonların öfkesi, kitlesel gösteri ve eylemler, isyanlar olarak açığa çıkıyor. Emek-sermaye çelişkisi, devlet-halk çelişkilerinde görünür hale geliyor. Proletaryanın safları, ezilen-emekçilerin safları her geçen gün genişliyor. “21. yüzyıl ayaklanmalar ve devrimler yüzyılı olacak” belirlemesi, her geçen gün daha fazla olgunlaşıyor. Bunu gören kapitalist-emperyalist sistem, bu öfkeyi kontrol edebilmek için Avrupa-Amerika’da örnekleri görüldüğü gibi faşizmi ideolojik-politik olarak geliştiriyor. Politik olarak faşist, ırkçı örgütlenmelerin önü açılıyor. Bu planlarının yine de kapitalizmin yol açtığı yoksulluk, ekonomik kriz koşullarında, ayaklanma-isyan diyalektiğini engellemeyi başaramadığını söyleyebiliriz.

Emperyalist kapitalist ülkeler de dahil, bugün her ülke sınıfsal çelişki ve karşıtlıkların keskinleşmesi, ezilen ulus/ırkların, kadınların karşı karşıya kaldığı saldırılar nedeniyle toplumsal bir yarılma yaşamaktadır. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin, ezilenlerin öfke ve isyanları artıyor. Birçok Avrupa ülkesinde, hayat pahalılığına, kemer sıkma politikalarına, işçi sınıfı ve emekçilerin kimi tarihsel kazanımlarının gasp edilmesine karşı grev ve direnişler, protesto eylemleri yaşandı. Önümüzdeki kış aylarında enerji darboğazının çarpan etkisiyle, işçi sınıfı ve emekçiler cephesinden ekonomik kriz ve savaşın faturası ağırlaşacaktır ve buna karşı güçlü bir isyan ve direniş dalgasının gelişmesi muhtemeldir.

Yunanistan’da, 5 Aralık’ta Kostas adında Roman bir gencin polis tarafından katledilmesi sonucu, on binlerce kişinin katılımıyla yaygın, polisle çatışmalı eylemler gerçekleşti, Romanların yaşadığı bölgelerde ulaşım hatları durduruldu. Yunanistan’da polis kurşunuyla ölen 15 yaşındaki Alexis’in 14. ölüm yıl dönümü eylemleri, Kostas’ın ölümünü protesto eylemleriyle birleşti. Yunanistan antifaşistlerinin politik refleksleri ve sokağı direnişe çevirme kararlılığı yine kendisini gösterdi.

Güney Amerika ülkesi Peru’da, seçimi kazanarak Temmuz 2021’de başkan olan Pedro Castillo, göreve geldiği andan itibaren solcu kimliği nedeniyle Peru egemen sınıflarının ve faşist devletin hedefinde oldu. En son kendisini azletme yönünde oylama için toplanacak olan kongreyi feshedip seçimlere gitme kararı almasıyla da faşist Peru devleti tarafından görevinden alınıp tutuklandı. Bu karar karşısında Peru halkı sokak eylemleri gerçekleştirdi. Son yaşananlar, gıda krizinin etkilerini yaşayan yoksul halka ve sol-sosyalist kitle hareketine yönelik darbeyi andıran faşist politikaların artacağını gösteriyor.

Kolombiya devleti, paramiliter güçleri ve narko-ekonomiye dayalı yapısıyla bölge halklarına ve devrimci-demokratik güçlere dönük kirli politikaların ve katliamların yürütücüsü oldu. Gerilla karşısında aldığı yenilgi nedeniyle, FARC’la müzakere sürecini başlattı. Öte yandan bu süreci yeni bir karşı devrimci saldırıya hazırlanmanın basamağı olarak kullandı. Ve bu zaman zarfında, FARC’ın devrimci, komutan ve gerillalarına yönelik çok sayıda katliam geliştirdi. ELN bu müzakere sürecini doğru bulmayarak, politik-askeri çalışmalarını sürdürmüş, etkili eylemlerle örgütsel gücünü büyütmeye devam etmişti. Geçtiğimiz yaz, yükselen toplumsal muhalefetle de paralel olarak seçimlerde, eski M-19 gerillası Gustavo Petro başkan, siyah feminist Francia Márquez de başkan yardımcısı olarak seçildi. Bu sürecin sonucu olarak, ELN de yeni sol hükümetin kimi vaat ve demokratik adımları sonrası siyasi müzakere sürecini kabul etti. Gelinen aşamada, ELN’nin girdiği bu müzakere sürecinin nedenleri ve ortaya çıkaracağı sonuçların ne olacağı önemli bir yerde duruyor. Şimdilik ELN tutsaklarının serbest kalması ve ELN gerillaları denetimindeki tutuklu Kolombiya devleti askerlerinin bırakılması konusunda karşılıklı anlaşma sağlandı.

Filipinler Komünist Partisi ve silahlı kanadı Yeni Halk Ordusu’nun, Filipinler devletinin faşist Duterte diktatörlüğüne karşı yürüttüğü kararlı mücadele, kitleselleşen gerilla ve milis gücüne dayanan başarılı eylemlerle devam ediyor. FKP’nin kurucusu ve Filipinler işçi sınıfının öğretmeni ve yol gösteren ışığı olarak görülen Josa Maria Sison, sürgün koşullarında yaşamını sürdürdüğü Avrupa’da ölümsüzleşti. Yine Filipinler hükümetinin, FKP’nin direnişini sekteye uğratmak için son altı ayda üyelerine ve taraftarlarına yönelik artan siyasi infazlar, katliamlar, bugüne kadar uyguladığı tasfiye konseptinin devamı niteliğindedir. Ancak tüm bunlar Filipinler halkının ve FKP’nin mücadelesini geriletememektedir.

Etiyopya’da, faşist merkezi hükümete karşı savaşan, TPLF (Tigray Halk Kurtuluş Cephesi)’nin bir yıl önce, denetimini sürdürdüğü Tigray’ın savunmasını güçlendirme ve Etiyopya’nın başkentini ve yeni bölgeleri özgürleştirme amacıyla başlattığı askeri hamle, Etiyopya devletinin karşı saldırılarıyla bastırılmaya çalışılmıştı. Taraflar, yoğun çatışmalarla geçen bir sürecin ardından, Kenya’da müzakere sürecine girerek, kasım ayı itibariyle karşılıklı ateşkes kararı aldılar. Ele geçirdiği bazı bölgelerden geri çekilme kararı alan TPLF’nin denetimindeki alanlarla Etiyopya hükümeti denetimindeki alanlar arasında ‘kırmızı hat’ ilan edilmesi, iç savaşın geldiği yeni askeri aşama olarak tanımlanabilir.

Sri Lanka, büyük yolsuzluk ve soygun politikalarıyla derinleşen ekonomik krizin sonucu iflas etti. İşçi ve emekçilerin, başta yakıt ve gıda olmak üzere en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamadığı 2022 baharında başlayan ve giderek büyüyen kitle eylemleri Temmuz ayında ekonomik ve siyasi krizin vardığı düzey nedeniyle, artık önü alınamaz bir ayaklanmaya döndü. Sri Lanka halkı, başkanlık sarayını basarak, başbakanın evini ateşe vererek doğrudan iktidarı, ülkeyi aile şirketine dönüştüren Rajapaksa’yı, hedef aldı. İktidarı alaşağı etmesiyle, sokaklara kurduğu barikatlarla, komün yaşam noktalarıyla birlikte oluşturduğu devrimci durum sayesinde, 2022 yılının direniş sembollerinden biri olmayı başardı. Rajapaksa’yı defeden ve ona ülkeden kaçmak dışında çare bırakmayan halk ayaklanması, devrimci öncülük ve önderlik sorunu nedeniyle devrimle taçlandırılarak halk iktidarına dönüştürülemedi.

Sudan’da bir yıl önce gerçekleşen askeri darbenin yıl dönümü nedeniyle halk, tüm saldırılara rağmen sokağa çıktı ve özgürlük talebiyle cumhurbaşkanlığına yürümeye çalıştı. 2019’da El Beşir diktatörlüğünü yıkan devrimsel süreci oluşturan halkın mücadelesi, burjuvazinin askeri darbesi ve yeni rejimiyle bastırılmaya çalışılsa da Sudan halkının direnişi sürüyor.

Devrimlerin Beşiği Ortadoğu ve Devrimci Önderlik İhtiyacı

Dünyanın farklı kıta ve coğrafyalarında kapitalizme karşı gelişen öfke seli; ayaklanmalar, isyanlar olarak ortaya çıkıyor. Ortadoğu, emperyalistler için siyasi-ekonomik hegemonya ve pazar alanlarıdır. Çözülememiş tarihsel-yapısal sorunların yanı sıra güncel olarak da sömürü ve baskı politikaları altında ezilmiş milyonların isyan hareketleriyle devrimlere gebe olan bir coğrafyadır. Bugünkü küresel emperyalist dünya düzeni içerisindeki merkezi konumu nedeniyle bölgedeki mücadeleler, dünyanın ve insanlığın geleceğini belirleyecek potansiyeli taşıyor.

Ortadoğu, emperyalist küreselleşme döneminin bütün çelişkilerinin en keskin biçimde açığa çıktığı ve düğümlendiği bir bölge konumunda. Bölgesel işbirlikçi egemen sınıflar ve devletler üzerinden tarihe dayanan dinler, mezhepler, uluslar, cinsler arasındaki kadim çelişkiler, en keskin biçimleriyle yaşanmaktadır. Bu durum bölgede, devrimci önderlik yoksunluğunda çürüme ve çöküş diyalektiğini de açığa çıkartıyor. Diğer bütün çelişkiler, devlet-halk çelişkisi biçiminde keskinleşmektedir. Emperyalist ve bölgesel işbirlikçi, militarist, ırkçı devletler, bölgede emperyalist dünya düzeninin varlığı ve devamının, bölge halklarının kontrol altında tutulmasına bağlı olduğunu çok iyi bilmektedirler. Ortadoğu’da işgalci ve saldırgan bir güç olan Amerikan emperyalizmi, ırkçı siyonist rejim ve Anglo-Sakson ittifak, İran’a yönelik saldırganlığını tırmandırmakta ve İran’a dönük olası bir işgalci müdahale gündemindedir.

ABD emperyalizminin desteklediği ırkçı, siyonist İsrail rejiminin bütün yıkıcı saldırılarına rağmen yok edemediği Filistin halkının direnişi sürüyor. Yeni oluşan ırkçı savaş hükümeti, işgal altındaki Filistin topraklarında, yaş-cins ayrımı gözetmeden katliamlarına devam ediyor. Emperyalizmin ideolojik/politik olarak kuşatma ve tüm kirli planlarına, reformist, işbirlikçi çizgideki Filistin örgütlerine rağmen, Filistin halkı yeni direniş unsurlarını bağrından çıkararak ulusal kurtuluş mücadelesini büyük bedellerle sürdürüyor.

Nesnel zemini ve politik taleplerindeki farklılıklarla birlikte 2000’lerin başında başlayan Tunus’taki ayaklanma, Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyasına yayıldı. Arap halk isyanları bölge gerici devletlerinin ve emperyalistlerin müdahalesiyle yenilgiye uğradı. Bununla birlikte gelişen Rojava Halk Devrimi, Ortadoğu’nun da kaderini değiştiren sonuçlar açığa çıkardı. Bugün üç ayı aşkındır devam eden Rojhilat/İran’da yükselen halk ayaklanması, dünya ezilen halklarının umudunu büyütüyor. Sri Lanka’dan, Sudan’a ve Rojhilat/İran’a kadar gelişen halk isyanlarındaki en temel eksiklik, birleşik bir devrimci önderlikten yoksunluktur. Bu nedenle halk isyanlarının kapitalizme karşı gelişen devrimci eylemsel eleştirisi bir iktidar mücadelesine dönüşmüyor. Kapitalizm karşısında yıkıcı ve yeni bir sistemi kurucu düzeye ulaşmıyor. İran’daki isyan dalgası da önderlik yetersizliği durumunda, emperyalist güçlerin emekçi halkların demokratik ve özgürlük talepleri üzerinden gelişen süreci rotasından saptırma sorunuyla karşı karşıyadır. Bu bağlamda, isyanlardan bir adım daha ileri giden Rojava halk devrimini koşullayan en temel şey, devrimci öncünün varlığı, devrime hazırlık programı, örgütlenme, stratejiyle bağı içinde devrimci savaş hazırlığı olmuştur. Ayaklanmaların devrimlere, devrimlerin zafere ulaşması, birleşik devrimci önderliğin yol göstericiliğinde işçi sınıfının, ezilen emekçi halkların, kadınların, birleşik mücadelesini büyütmek, devrimci savaşını yayarak geliştirmekle mümkün olacaktır.

Rojhilat’ta Halk Ayaklanması ve Devrimin Güncelliği

Rojhilat ve İran ayaklanması, “21. yüzyıl toplumsal devrimlerin yanı sıra kadın devrimleri yüzyılı olacaktır” tespitini bir kez daha doğrulamıştır. İran gibi gerici, faşist devletlerde kadınların erkek egemenliğine karşı en küçük itirazları dahi erkek egemen bariyere çarpmakta ve büyük bedeller ödemeyi gerektirmektedir. Kadın devrimi, toplumsal kurtuluş mücadelesiyle iç içe geçmiştir. Bu nedenle Jina’nın katledilmesiyle başlayan Rojhilat’taki ayaklanma İran’a yayılmış ve bütün toplumsal kesimler “Jin, Jiyan, Azadî” sloganında birleşmiştir.

Rojhilat ve İran’daki ayaklanma bir kere daha göstermiştir ki emperyalist kapitalizmin varoluşsal kriz koşullarında kadınlar başta olmak üzere işçi-emekçilere, ezilenlere hiçbir gelecek üretme kabiliyeti kalmamıştır. Burjuvazi ayakta kalmasının yegane yolunu sömürünün, baskının arttırılmasında bulmaktadır. Bugün yaşanan ayaklanmada, halkların özgürlük tutkusunun gücü, devrimci kararlılığı nedeniyle tüm işkence, zulüm, idam ve türlü zorbalığa rağmen bastırılamadı. İdamlarla kitle hareketini teslim almayı, ürkütmeyi hedefliyor olsa da kitleler aynı kararlılıkta sokakta olmaya devam ediyor. Beluc, Kürt, Fars, Azeri, birçok milletten halk rejime karşı ortak taleplerde birleşmiş durumda. Ayaklanmada kadın ve gençler önde olsa da öğretmenler, sanatçılar, işçiler, üniversite öğretim üyeleri, sendikacılar gibi geniş bir toplumsal kesimin katılımı söz konusu. Yapılan genel grev ve direnişler tüm baskılara rağmen sokak eylemleriyle birlikte geliştirildi ve büyütüldü. Çelişkiler artık uzlaşmaz noktalara varmış ve devrimci çözümü dayatır nesnelliğe ulaşmıştır. Rojhilat’taki ayaklanmayı devrime dönüştürmek birleşik devrimci önderliğin yol göstericiliğiyle, devrimci eylem programıyla ancak mümkündür. Fakat bugün Rojhilat’ta ve İran’da birleşik devrimci önderlik yetersizliği yaşanmaktadır. Ayaklanmanın bir devrime dönüşmesi, Rojava Devrimi bakımından da muazzam bir güç sağlayacaktır.

Türkiye ve Kürdistan’da Devrim Günceldir

Devrim günceldir. Çünkü, düzen ciddi bir ekonomik ve siyasal krizle karşı karşıya. Yıllardır dindirilemeyen ve daha da şiddetlenen ekonomik kriz, kapitalizmin dünya çapındaki çöküşünden bağımsız değil. Emekçi kitlelerin yoksulluğu derinleşiyor. Toplumsal çürüme yaygınlaşıyor. Kitleler bir yol ayrımına doludizgin koşar adım ilerliyor. Ya yoksulluğa, sefalete, işsizliğe, toplumsal sorunlara boyun eğecekler ya da sokaklara akacaklar, birleşik devrime yürüyecekler.

Egemenler bu derin siyasal, ekonomik ve toplumsal krize derman bulamıyor. Faşist rejim Türkiye/Kuzey Kürdistan’da ezilenlerin politik özgürlük, eşitlik, insanca bir yaşam ve yaşam hakkı mücadelesine karşı azgın bir faşist terörü reva görüyor. Politik özgürlük talepleri, devlet şiddetiyle bastırılırken ezilen cinsel kimlikler hedefe konularak ‘ailenin korunması’ üzerinden toplumsal zemin erkek egemen cinsiyetçi ideoloji temelinde güçlendiriliyor. Faşist devlet, 2015’ten itibaren başlattığı çöktürme planını şiddet yoluyla sürdürüyor. Vekillere dönük dokunulmazlıkların kaldırılması ve siyasi yasaklar, her türlü ekonomik-demokratik hak mücadelelerine dönük yasaklamalar, zindanlarda tutsaklara dönük saldırılar artıyor. Faşist katliamlara maruz kalan, adalet mücadelesinin simgeleri haline gelen Emine Şenyaşar ve ailesine, Suruç Aileleri’nin etkinlik ve eylemlerine dönük yasaklama ve müdahaleler süreklilik kazanıyor. 25 Kasım eylemleri yasaklanıyor ve cinsiyetçi-faşist saldırılarla karşılaşıyor. İmralı’da tecrit ağırlaştırılmış olarak sürdürülüyor. Gerillaya dönük kimyasal saldırılar karşısında tutum alanlar -onurlu aydın tavrı gösteren Şebnem Korur Fincancı örneğinde olduğu gibi- gözaltı ve tutuklama terörüyle karşı karşıya kalıyor. Bir yandan da Kürdistan’da işgalci saldırılar, gerilla alanlarına ve Rojava’ya dönük işgal planı sürdürülüyor. İç savaş stratejisi izleniyor. Buna rağmen emekçi halklar, faşist devlete, sermaye egemenliğine karşı her yerde sokaktalar. İşçi ve emekçiler grevlerle, direnişlerle sokaktalar. Kürt halkı, gerillaları ile faşist devlete karşı açıktan savaşa tutuşmuşken her fırsatta sokaklara akıyor; zindanlardaki evlatlarına sahip çıkıyor, boyun eğmediğini haykırıyor. Gençler, özgürlükleri ve gelecekleri için mücadeleye atılıyor. Ezilenlerin, emekçi halkların, kadınların, Kürt halkının, Alevi, Ermeni ve tüm ezilen halkların özgür, insani ve eşitlik temelinde inşa edilmiş bir yaşama kavuşması için radikal bir altüst oluşa ihtiyaç var. Bu düzenin emekçilere verebileceği hiçbir şey kalmamıştır.

Tam da bu koşullarda seçim sath-ı mahaline girilirken kitlelerin temsili demokrasi aldatmacasıyla sisteme yedeklenmesi amaçlanıyor. Kitleleri aldatmak ve düzene geri çekebilmek için egemenlerin, bir bütün olarak düzeni ayakta tutma amaçlı seçim stratejileriyle ilerlediği görülüyor. Bununla birlikte SADAT gibi paramiliter faşist örgütlenmeler güçlendiriliyor. Sivil faşist güçlerin bu denli açık biçimde burjuva siyasal iktidar mücadelesinin enstrümanı haline getirilmesi, burjuva seçim stratejilerini de sınıf mücadelesini de dolaysız olarak belirliyor. Bu da nasıl bir seçim yapılacağını -ya da yapılmayacağını- bizlere gösteriyor.

Egemenler Arası Hegemonya Mücadelesi Sürüyor

Yakın zamanda CHP’de somutlanan burjuva kliğin seçim stratejisi bağlamındaki başörtüsü hamlesi faşist Erdoğan’ın karşı atağıyla yanıtlandı. Faşist Erdoğan iktidarı, bu imkanı ‘an’ında değerlendirdi. Öteden beri rezervinde tuttuğu anayasa değişikliği paketini, yeni anayasa teklifiyle siyasal sürecin belirleyici gündemlerinden biri haline getirmeyi başardı. Çözülen toplumsal meşruiyet ve daralan siyasal hegemonyasını bu zeminde genişletme imkanı gördüğü için duraksamaksızın bu imkanı değerlendirmeye girişti. Egemen burjuva klikler arasında çatışmanın bir yansıması da Ekrem İmamoğlu’na verilen ceza oldu. Ceza, AKP/MHP’de temsilini bulan MÜSİAD sermaye grubu ile bunun karşısındaki CHP’de somutlanan TÜSİAD’da yoğunlaşan sermaye gruplarının çatışmasının sonuçlarından biri olarak da değerlendirilebilir. İmamoğlu, Erdoğan’ın gelecek seçimlerdeki rakibi olarak öne çıkartılıyor, böylece önü açılıyor. Sonuç böyle olur mu bilinmez ama, emperyalistlerin ve içerde de egemen sınıfın bir kesiminin Erdoğan karşısında alternatif arayışları olacaktır. Fakat burjuvazi ve emperyalist egemenler arasındaki mücadelede sonuç ne olursa olsun, ister AKP/MHP faşist partilerinin iktidarı devam etsin isterse CHP ve şürekası ile vizyon belgeleri gelsin; bu arayışları ne faşist Türk devletinin ekonomik, siyasi krizlerine çare olacak ne de emekçilerin, Kürt halkının özgürlük ve kurtuluş ümitlerine cevap olacaktır.

Faşist Rejim Tarikatlardan Besleniyor

Faşist rejimin temel ittifak kuvveti olan tarikat ve cemaatlerin çocuklara yönelik istismar saldırısına bir yenisi eklendi. Gündeme gelen sayısız olay ve açığa çıkan bu cinsel saldırı faşist AKP/MHP rejiminde cisimleşmiş erkek egemen cinsiyetçi politikanın sonucudur. Yapılan suçtur ve bir bütün olarak rejim bu suça ortaktır. Tarikatlar, faşist AKP hükümetinin ittifak kuvvetleri olduğu kadar genç neslin politik İslamcı ideoloji doğrultusunda yetiştirilmesinde özel rol üstlenmiş durumdadır. Bununla beraber tarikatlar tek başına faşist AKP dönemine mahsus ortaya çıkmış da değildir. Cumhuriyet tarihinin tüm aşamalarında varlıklarını sürdürmüşlerdir. Laik-şeriatçı ekseninde oluşan kutuplaşma, tüm cumhuriyet tarihi boyunca burjuvazinin egemenlik mücadelesinde var olmuştur. Emek ile sermaye arasındaki çelişkiyi gizlemek için bir örtü görevini üstlenmiş, kitleleri aldatmanın bir aracı haline gelmiştir.

Seçimlere giderken faşist iktidar; kadın, aile, LGBTİ+ konuları etrafında yürüyen tartışmalarla birlikte (laik-şeriatçı ekseni ve buna bağlı izlenen siyasetle) yeniden kendi toplumsal zeminini güçlendirmeyi amaçlıyor. Her iki burjuva cephe de bir kez daha din ve inançlar üzerinden toplumu konsolide etmenin, burjuva rejime angaje etmenin, devleti esas alan politik İslamcı ya da laik, ama özünde burjuva milliyetçi, kadın düşmanı egemen anlayışa yedekleyecek bir politika izliyor. Kadınların özgürlük mücadelesi burjuva egemenliğin hangi kesimi iktidarda olursa olsun her zaman günceldi ve güncel kalmaya devam edecektir.

Faşist hükümetin ve burjuva Türk devletinin tarikatlarla ilişkisi sadece politik ve toplumsal bakımdan değil, ekonomide de hayli gelişkin durumdadır. Ekonomide tarikat sermayesinin geldiği noktayı ve çatışmaları göstermesi bakımından, BİM vb. marketlere dönük ekonomik yaptırımlar, düzenlemeler somut bir örnektir. Erenköy Cemaati’nin “hizaya çekilmesi” için marketlerinin kontrol adı altında denetlenmesi iktidar klikleri arasındaki mücadelenin ekonomik görüngüleri olarak yansımıştır. Sadece BİM değil, Türkiye’deki -marketler başta olmak üzere- birçok sermaye tekelinin sahibi tarikatlardır.

Laik-antilaik eksenindeki saflaşma ortamında, işçi sınıfı ve ezilenlerin devrimci-demokratik mücadelesinin gelişim yolunu açmak için; toplumsal hayatın politik İslamcı çizgide şekillendirilmesi hamlelerine karşı olan potansiyel kuvvetler, devrimci-demokratik tarzda mevzilendirilmelidir. Politik özgürlük mücadelesinin bir başlığı olarak ezilen din ve mezheplerin inanç özgürlüğü talebini sahiplenmek önem kazanıyor. Ayrıca siyasal İslam ve cemaatlerin hedef kitlesi olan muhafazakar yoksul emekçi halk kitlelerinin, din kisvesi altında istismar ve tecavüzde sınır tanımayan zihniyete karşı aydınlatılması, birleşik devrimci güçlerimizin görevidir. Faşist rejimin güç aldığı toplumsal tabanda yaratılacak bu yarılma, faşist rejimi de güçten düşürecek, meşruiyet zeminini daraltacaktır. Dini kendisine payanda eden egemen sınıflara ve onların temsilcilerine karşı yürütülecek mücadele, sadece kadın hareketinin değil tüm politik güçlerin önündedir.

Hak ve Özgürlüklere Dönük Saldırılar Devam Ediyor; İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Direnişi Büyüyor

Yeni bir işçi dalgasının rüzgarı esiyor. Geride kalan dönemde onlarca işçi direnişi, grevi yaşandı. Tekstil sektöründen belediyelere, metalden kuryelere kadar işçi sınıfı sayısız mücadelelere atıldı. Sermaye sınıfı da gerek polis saldırısı gerek sarı sendikaları gerekse de örgütlenme ve eylem/grev yasakları ile mücadelenin gelişimini durdurmaya çabalıyor. Faşist rejim erkek egemen devlet şiddetiyle işçi direnişleri etrafında gelişen dayanışmayı engelleme çabasında. Fakat buna rağmen direnişlerin önemli bir kısmı fiili olarak sürüyor. Bekaert işçileri, grevleri yasaklanmasına rağmen greve çıkarak işçi sınıfının mücadelesine örnek oldular, dönemin simgesi olacak bir adım attılar. Milyonlarca asgari ücretli, açlık sınırının altında bir ücretle örgütsüz bir şekilde çalışıyor. Grev yasakları, aynı zamanda toplu sözleşme hakkının da fiilen ortadan kaldırılması, sendikalaşma hakkının ise içinin boşaltılması anlamına gelmekte ve işçileri sadaka ücretine mahkum kılmaktadır.

Hayat pahalılığına, yoksulluğa, işten atılmalara, emek ve beden sömürüsüne karşı direnişler geliştikçe faşist iktidarın tabanı da giderek daha fazla daralıyor. İşçi sınıfında ve emekçi kitlelerde mücadele arzusu ve eğilimi giderek artıyor. Ortaya saçılan faşist rejimin yolsuzlukları, kara para aklamaları, burjuvazinin şatafat ve lüks içinde yaşamları da emekçilerde ezen-ezilen, yoksul-zengin çelişkisinin derinleşmesini pekiştiriyor. Sınıf mücadelesi geliştikçe asgari ücretin güncellenmesinden tutun da pek çok hakların alındığını göreceğiz. Kısa süre içinde asgari ücretin birden fazla kere güncellenmesi bunun bir göstergesidir.

Emekçi köylülüğün toprağı, havası, suyu için direnişleri sürüyor. Egemenler adına AKP’nin hazırladığı ve zeytinlik alanlarda madencilik faaliyetlerinin önünü açan torba yasası verimli ekim alanlarının ranta ve sermaye birikimine açılması anlamına geliyor. Bir buçuk yıldır mücadele eden İkizköy, Akbelen ve Destinli köylüleri ve sendika temsilcileri eylemlerini çeşitli biçimlerde sürdürüyor. Faşist iktidar, gelişen tepkilerin ardından geri adım atmak zorunda kaldı ve torba yasa taslağında zeytinliklerin maden şirketlerine peşkeş̧ çekilmesi anlamına gelecek tasarıyı şimdilik gündemden çekmek zorunda kaldılar. İstanbul Şahintepe, Tozkoparan, Tokatköy ve Fetihtepe’de kentsel dönüşüm adı altında yerleşim alanlarının rantsal projelere peşkeş çekilmesine ilişkin bölge halklarının tepkileri sürüyor. Halkların, yaşam alanlarını, topraklarını savunma isteği, kararlılığı dikkat çekici. Gelişen tüm direniş ve mücadelelerin politik özgürlük mücadelesiyle birleştirilerek faşist devlet karşısında yıkıcı bir güce dönüştürülmesi ancak devrimci güçlerin öncülüğünde mümkündür.

Zindanlarda Tecrit Saldırısı ve Direniş

Zindanlarda işkence, baskı, tedavilerin engellenmesi, hasta tutsakların katledilmesi, Garibe Gezer’e dönük yapılan ve deşifre olan işkence görüntüleri, tutsakların infazlarının yakılması… Başta İmralı olmak üzere tecrit uygulamaları ağırlaştırılmış olarak tüm zindanlarda devrimci tutsaklara dayatılıyor. Kürt Halk Önderi Öcalan yoldaş üzerinde uygulanan tecrit özel bir savaş politikası olarak Kürt halkına, gerillaya, Kürt halkının örgütlülüklerine dönük ‘çöktürme’, imha politikasından bağımsız değildir. Faşist devlet, İmralı Zindanı’nda Abdullah Öcalan yoldaşı ağırlaştırılmış tecrit altında tutarak Kürt halkını, önderinden ve özgürlük mücadelesinden uzaklaştırabileceğini, örgütlü devrimci mücadelesini dağıtabileceğini sanıyor. Kürt halkı ve emekçi sınıflar, faşizme karşı mücadeleye devam eden ve boyun eğmeyen devrimci tutsaklara sahip çıkmak için zindanların önünde eylemler yapıyor, İmralı’ya yürüyor, evlatları için nöbet tutuyor. İmralı’daki Abdullah Öcalan yoldaşı ve direnen tüm devrimci tutsak yoldaşları selamlıyoruz. Direnişlerinin kentlerde milis güçlerimize, dağlarda birleşik devrim gerilla gücümüze ve tüm direnen halklara büyük bir ideolojik güç oluşturduğunu belirtmek istiyoruz. Zindanlardaki tüm tutsak yoldaşlarımıza ‘Faşizmi yıkacağız, Özgürlüğü Kazanacağız! İleri… Daha ileri’ hamlemizde somutlanan amacımıza bağlılık sözünü yükseltiyoruz.

Aleviler Demokratik Hakları İçin Mücadeleyi Yükseltmeli

Alevilere dönük asimilasyon politikası faşist saldırganlıkla paralel yürütülüyor. İbadethanelerine ve temsilcilerine dönük saldırılar sürüyor. Faşist AKP/MHP iktidarı, Alevi halkımızın inanç özgürlüğü mücadelesinin gelişmesini ve Alevilerin seçim sürecinde faşist rejime karşı saflaşmasını istemiyor. Değişik saldırılarla bunu durdurmaya, Alevi-Sünni çelişkisini canlı tutarak kitle konsolidasyonu da yaratmaya çalışıyor. Faşist devlet, Alevi halkının demokratik taleplerini yok sayarken “devletin Alevisini” yaratma projesi kapsamında, seçimlerde Alevi halk kitlelerini yedeklemeyi hedefliyor. Faşizmin dayatmasını kabullenmeyen, inanç̧ özgürlüğünde ve bağımsızlıkta, demokratik kazanımlar için mücadelede ısrar edenleri de yasadışı ilan ederek baskıyla ve hedef göstererek yıldırmak istiyor. Faşist AKP/MHP iktidarı seçimler yaklaşmasıyla yaptığı yasal düzenleme ile Alevi demokratik örgütlerini Kültür Bakanlığı boyunduruğuna alma şartıyla, Cemevlerinin bazı ihtiyaçlarını karşılama yönlü adım attı. Özünde Alevilerin demokratik hak taleplerini yok saydı. Alevi halkımız, eşit hak ve inanç özgürlüğünde somutlanan demokratik hakları için mücadele kararlılığını sokaklarda gösterecektir.

Kürt Halkının Özgürlüğünü Savunmaksızın Türkiye İşçi Sınıfı Özgürleşemez

Faşist devlet; işçilere, emekçilere açlık sınırında bir yaşamı, Kürt halkına savaş, asimilasyon, imhayı dayatıyor. Faşist rejim, Kürdistan’da işgalci savaşa ve iç savaşa göre kendini organize ediyor. Bu nedenle yeni yıl bütçesi de savaşa endeksli olarak hazırlandı. Faşist rejimin muktedir sözcüleri defaatle yayılmacı savaş ile ekonominin ilişkisini kuruyorlar. İşgalci, haksız savaşın finanse edilmesini doğal milli ödev gibi propaganda ediyorlar. Artan gıda fiyatlarına karşı yoksul halklarımızın büyüyen hoşnutsuzluğu ve eleştirilerini baskılamak, haksız yayılmacı savaşı meşrulaştırmanın alanına dönüştürmek için fırsata çeviriyorlar. İşgalci savaşı meşrulaştıran ve savaşın bedelini işçi sınıfı ve yoksul emekçi halklarımızın, kadınların sırtına yükleyen bu faşist rıza üretme politikaları, gücünü ve kaynağını Türk burjuvalarının egemen ideolojisi şovenizmden almaktadır. Bu bağlamda, ekonomi-politika ilişkisi devrimci politika sahasında tam da bu yalınlıkta kurulmalıdır. Çünkü ekonomik sorun ve talepler son kertede politik kararla çözülür. Bu nedenle ekonomik taleplerin Kürdistan’da süren savaşa karşı mücadeleyle birleştirilmesi güncel bir sorundur. İşbirlikçi Türk egemenlerinin Kürt ulusunu boyunduruk altında tutmayı amaçlayan yayılmacı savaşına karşı açık eylemli politika yürütülmeksizin şovenizm geriletilemez. İşçi sınıfı ve ezilenler ancak egemen sınıf çıkar ve düşüncesinden koparak bağımsız sınıf çizgisi oluşturabilir. Bunun yolu açık ve bellidir. İşçi sınıfı yayılmacı savaşa, savaş bütçelerine, sömürü ve zulme karşı kendi sınıf çıkar ve taleplerine yaslanarak eylemli politika yapmalıdır.

Türkiye’de Faşizm, Kürdistan’da İşgalciler Yenilecek

Faşist diktatörlüğün Kürdistan’ın Bakur, Başûr ve Rojava’da yürüttüğü ‘topyekun savaş’ın da en kritik aşamasına geldiği görülüyor. Başûr ve Rojava’da işgalci faşist Türk devleti topyekun bir savaş konseptiyle hareket etmekte; tüm saldırılarına, yürüttüğü savaşa rağmen istediği sonucu alamamaktadır. Askeri ve politik tüm veriler, işgalci faşist Türk devletinin yürüttüğü topyekun savaşta bir kırılma eşiğinde bulunduğunu gösteriyor.

Başûr Kürdistan’da gerillanın fedai tarzı savaş ve direnişiyle karşılaşan ve anlamlı bir ilerleme gösteremeyen işgalci faşist Türk ordusu, durumu lehine çevirmek için tüm tekniği, askeri gücüyle yükleniyor. Kimyasalından taktik nükleerine her türlü silahla Kürt özgürlük gerillalarına saldırıyor ve işgalini derinleştirmeyi hedefliyor. Buna rağmen gerillanın adeta birer granitten kaleye dönüştürdüğü savaş tünellerine giremiyor, işgal ettiği alanlarda gerillanın etkili vuruşlarıyla ağır kayıplar veriyor. Gelişmeler, Güney Kürdistan’da süren işgal savaşında yeni bir eşiğe gelindiğini gösteriyor. 17 Nisan 2022’de başlatılan ve bugüne kadar durdurak bilmeksizin devam eden en kapsamlı işgal savaşına rağmen, düşman Kürt özgürlük hareketini bastıramamış, mevzilerinden söküp atamamıştır.

Bu sergilenen devrimci irade ve savaş çizgisi karşısında hangi silahı kullanırsa kullansın yenilmeye mahkumdur. En son gerillaya karşı savaş tünellerinde kimyasal silahların kullandığının açığa çıkmasıyla başta Türkiye/Kürdistan’da olmak üzere geliştirilen direnişle faşist rejim teşhir oldu. Yine Rojava’ya dönük 19 Kasım’da başlatılan hava bombardımanına, yeni bir işgal girişimi ve savaş tehdidine karşı da Türkiye ve Kürdistan’da tüm abluka ve faşist teröre karşı halklar yeterli düzeyde olmasa da sokak eylemleri yaptı, Rojava devrimini savunma refleksiyle hareket etti.

Şu açıktır ki işgalci faşist Türk devleti, Başur’daki işgal planları için KDP’yi kendisine dayanak haline getirmektedir. KDP işbirlikçi çizgiden ulusal ihanet çizgisine gelmiştir. Kürt özgürlük hareketinin tasfiyesi, Rojava Devrimi’nin berhava edilmesi ve KDP işbirliğinin işgal politikaları nezdinde kölelik çizgisine çekilmesi faşist Türk devletinin beka sorununun ve bu temelde geliştirdiği stratejinin sacayaklarıydı. Öte yandan, varlığını, Kürt halkına dönük bu savaşa bağlayan başta AKP-MHP faşist bloku olmak üzere, işbirlikçi Türk egemen sınıfları, işgalci savaşta umduğu hatta ilerleyememektedir.

Türkiye’de faşizmin yenilmesi ile Kürdistan’da işgalcilerin yenilmesi aynı denklemin birer parçasıdır. Bu, aynı zamanda birleşik devrim hareketinin yaslandığı zemindir. Türkiye işçi sınıfını ve emekçileri kendi sınıf düşmanları ile yan yana düşüren şovenizm zehrine karşı güçlü bir savaşım yürütülmeksizin bu denklem kurulamaz. Sınıfsal, toplumsal, cinsel tüm çelişki ve çatışmaları örgütleyerek işçileri, emekçileri, kadınları, ezilen cinsel kimlikleri, gençliği, ezilen din ve mezhepleri burjuva-faşist devletle cepheleştirmeksizin Kürt halkının devrimci çıkışı ile buluşulamaz, birleşik devrim hareketi büyütülemez. Tüm toplumsal mücadele dinamiklerini kapsayacak, kitlelerin biriken öfkesini devrime akıtacak militan sokak eylemlerinden devrimci şiddeti kitlelere doğru yayma perspektifiyle yürütülecek gerilla ve milis eylemleriyle dağda, şehirde devrim savaşını harlayacağız.

Rojava Devrimi’ni Bekleyen Tehlikeler ve Devrimin Korunmasının Önemi

Rojava devrimi, halkçı-eşitlikçi özellikleri, kadın kazanımlarıyla, emperyalist güçler ve bölge kapitalist gerici erkek egemen devletler bakımından bir tehdit unsurudur. Bir anlamda, Rojava Devrimi şahsında karşı karşıya gelen, iki ayrı dünyadır. Tam da bunun için askeri işgal saldırılarının yanı sıra, ekonomik-siyasi ambargo, ideolojik kuşatma politikasıyla Rojava Devrimi’nin kazanımlarını yok etme planları yürürlüktedir. Rusya-Ukrayna savaşının belirlediği uluslararası siyasal konjonktür, işgalci Türk egemen sınıfları için bölgesel çapta yeni imkan ve fırsatlar yarattı. Verili konjonktürün yarattığı imkanları değerlendirmek isteyen faşist Türk devleti, Rojava işgali için askeri hazırlık ve planlamalara girişti. Rusya-Ukrayna savaşında, NATO ve Rusya ile dengeci bir ilişki sürdüren faşist rejim, yeni bir işgal savaşının yoklamasını yaptı. Yine, İran’da/Rojhilat’ta patlak veren devrimci ayaklanma da yeni bir siyasal parametre oldu. Rojhilat Kürdistan’ının ve İran halklarının devrimci ayaklanmasında öne çıkan etkin ve sürükleyici rolü, Kürdistan’da işgalci iki devleti -İran ve Türkiye’yi- Kürdistan sorunu bağlamında yeni ve güncel bir ittifaklaşmaya itiyor. Son Astana görüşmesinde; Kürdistan sorunu, Kürt halkının özgürlüğü ve siyasi statüsü bölge için tehdit unsuru olarak belirlendi. Türkiye’nin Rojava’yı işgal sürecinin hazırlamasının diğer bir ayağını ise Irak’la işbirliği ilişkilerini derinleştirme, İsrail ve Mısır’la normalleşme süreçlerini başlatma, Suriye ile ilişkileri geliştirme hamle ve çabaları oluşturdu.

Faşist Türk devleti aynı zamanda bölgesel temelde eski ilişki eksenini yeniden tesis ederek yayılmacı politik hattını derinleştirmeyi de hedefliyor. Düne kadar Esad rejimini yıkmak için Suriye’yi iç savaşa sürükleyen başlıca aktörlerden biri olarak sivrildi. Bugün ise, Rojava Devrimi’ni boğmak, işgali derinleştirmek için ortam hazırlama, Kürtlere karşı beraber iş tutma amacıyla, Rusya’nın da yönlendirmesi sonucu, yana yakıla Suriye devleti ile ilişki kurma çabası içerisindedir. Dün de bugün de faşist Türk devleti başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı bir savaş devleti olarak konumlanmakta; bu karakteriyle, bölgede İsrail devletine benzer bir rol ve misyonu üstlenmektedir.

Ukrayna-Rusya savaşının oluşturduğu konjonktür ve bölgesel düzeyde yaşanan gelişmeler temelinde yeni bir işgal savaşının şartlarının olgunlaştığını değerlendiren faşist Türk devleti, İstiklal Caddesi’nde kontrgerilla geleneğinin bir icraatı olan saldırıyla işgal için kendi gerekçesini üretti ve harekete geçti. İstiklal Caddesi’ndeki faili belli saldırıyı bahane ederek 19 Kasım gecesi Rojava’ya kapsamlı bir hava saldırısı başlattı. Hava saldırısı sürerken kara harekatıyla Til Rıfat, Minbiç ve Kobanê’yi işgal etme hedefini de duyurdu. Daha önceki işgallere benzer bir süreci işletmeye başladı. Rusya ve ABD ile Rojava işgali için kirli pazarlıklara girişti. Ancak henüz bir sonuç alabilmiş durumda değil. Öte yandan karadan işgal saldırısı güncel bir tehdit olarak varlığını koruyor. Devrimin, başta Kuzey ve Doğu Suriye halklarına dayanarak devrimci savaş stratejisini geliştirmekten, bölge ve dünya halklarının enternasyonal dayanışmasına sırtını yaslamaktan başka bir şansı yoktur.

Faşist Türk ordusu Zap’ta, Avaşîn’de fedai gerilla direnişiyle durduruldu, yer yer geri püskürtüldü. Bu savaştan kendisine büyük bir zafer hikayesi yazamayan AKP-MHP faşist iktidarı, seçim sath-ı mahaline girilirken Rojava işgaliyle ilerlemeyi, işçi sınıfı ve emekçileri savaş konjonktüründe köpürteceği şovenizm rüzgarıyla kendisine yedeklemeyi hedefliyor. Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin, ezilen halkların, Rojava devrimine karşı bir düşmanlığı olamaz. TÜSİAD’ından MÜSİAD’ına tüm burjuvazinin işçi sınıfı ve emekçilere düşmanlığın yanı sıra Rojava Devrimi’ne düşmanlıkta buluştuğu kesindir. Bugün Rojava Devrimi’ni savunmak, Kuzey-Doğu Suriye halklarına hazırlanan kan banyosunu engellemek için savaşım vermek, işçi sınıfı ve emekçi kitleleri bu temelde saflaştırmak birleşik devrim hareketinin temel sorumluluklarından biridir.

Ezilenlerin Haklı Şiddeti ve Devrimci Şiddetin Ayrıştırıcılığı

Son 7 yıllık dönemde AKP/MHP faşist iktidarının devrimci hareketi ezip dağıtma, tasfiyeci saldırılarla teslim alma konsepti sokakta direnen ve savaşan güçler tarafından en ağır bedeller ödenerek göğüslendi ve boşa çıkarıldı. Mersin’deki devrimci şiddet eylemini kınayıp mahkum edenlerin bir bölümü devlet planı olan İstiklal Caddesi Katliamı’nda daha da kötü biçimde devlet safına savruldu. Devrimci özsavunma ve devrimci şiddeti reddeden, şiddet ve politika ilişkisini tümden koparan reformist parti ve örgütlerin politikalarını devrimci şiddet düşmanlığından devrimci düşmanlığına dönüştürme riski vardır. Reformist hareketteki bu savrulmaya karşı ideolojik-politik mecrada olduğu gibi eylemin gücüyle mücadelenin yükseltilmesi zorunluluğu ortaya çıkıyor. Bir yandan da devrimci şiddetin meşruluğunu ezilen halklara taşımak, onların bilincinde bir güç haline getirmek birleşik devrim mücadelemizin görevidir.

Rojhilat Ayaklanması’nı tetikleyen isyan ögesi Türkiye/Bakur Kürdistan’da fazlasıyla mevcut. Faşist Türk devleti ve AKP/MHP hükümeti, burjuva sınıf da bunu görüyor. Bu nedenle yeni Gezi Ayaklanması, 6-8 Ekim Serhildanları egemen sınıfların korkulu rüyası olmaya devam ediyor. Mağma misali altta kaynamakta olan, biriken isyanı harekete geçirmek için güçlü öncü sarsıntılara ihtiyaç var. Bu da birleşik devrim önderliğine duyulan ihtiyaca işaret ediyor. Hattımız; devlet ve halk çelişkilerini büyütmek, işçi-emekçilerin sermayeye karşı öfkesini genel grev-genel direnişle buluşturup yüzünü devrime dönmesini sağlamak, halk direnişleri ve isyan yangınını körüklemek olmalıdır. Bu temelde hareket tarzımız, biriken isyanları, direniş ateşini HBDH’ın öncülük edeceği devrimci savaşa evriltmek üzerine kuruludur.

Faşizmin yarattığı korku duvarı, sokakta militan, direngen, öncü eylemlerle yıkılabilir. Birleşik devrimin politik-askeri örgütü olarak HBDH, faşist devletin kapitalist krizini ve yönetme krizini derinleştiren, ezilen halkları, işçi sınıfını, kadınları egemen sınıflar karşısında saflaştıran ve mücadeleyi yükselten bir yerde durmayı esas edinmektedir. HBDH olarak “Faşizmi Yeneceğiz, Özgürlüğümüzü Kazanacağız. İleri… Daha ileri!” hamlemize de bu yön vermiştir. Bir yılı aşkın bir süredir sürdürdüğümüz hamleyle, ezilen halklara, işçi sınıfına, kadınlara yönelik devrimci politika yapmayı başaran, faşist psikolojik saldırganlık karşısında politik analizlerimizle uyumlu pratiğimiz yön tayin edici oldu. Birleşik devrim hareketimiz, faşizmin her türlü şiddeti karşısında ezilenlerin şiddetini ve devrimci zoru, politikanın asli unsurlarından biri olarak gördü.

Hamlenin sürükleyici öncü gücü olarak ele aldığımız HBDH-KBDH milislerini aktifleştirme olanaklarını zorladı. Hem yaygın hem de nitelikli eylem arayışlarını sürdürdü, bu temelde imkanları sonuna kadar değerlendirdi. Faşist Türk burjuva devletinin ekonomik, siyasi, askeri, ideolojik kurumsal yapıları ve faşist rejime hizmet eden kişilere dönük yüzlerce eylem gerçekleştirildi. Faşist devlet, hesap sorucu eylemlerimizin yarattığı hasar ve kayıpları burjuva basın sansürüyle gizlemeye çalışsa da başarılı olamadı. Doğru politik hedefler ve gelişkin taktiksel eylemlerimizle bunu aşmayı başardık. Birleşik gerilla gücümüz gelişkin gerilla taktiğiyle, tünel savaş pratiğiyle, davaya adanmışlıkla, kuşandığı yüksek iradesiyle faşist Türk ordusuna büyük bir hezimet yaşattı. Birleşik devrim güçlerimiz bulundukları bütün alanlarda yetersizliklerine rağmen devrimci politikanın tüm araçlarını bu dönemde etkin kullanarak kitlelerle buluşma yönelimini korudu. Kitleleri birleşik devrimci politika etrafında harekete geçirdi.

Türkiye ve Kürdistan bugün emperyalist-kapitalist sistemin en zayıf halkalarından biridir. Çünkü; bölge gerici, faşist devletlerinin tüm baskı ve zulmüne, yoğunlaşmış saldırılarına rağmen emekçi halklar, ezilenler, kadınlar küçük bir kıvılcımla birlikte sokakları kuşatmak için tetiktedir. Gelişen tüm direnişler, mücadeleler, ayaklanmalar devrime doğru mayalanmaktadır. Devrimci mücadele geleneği, faşizmin fiziki imha, yok etme, tasfiye saldırılarına rağmen yok edilemiyor, bu topraklardan sökülüp atılamıyor. Bütün ideolojik/politik/örgütsel imha ve tasfiye saldırılarına rağmen silahlı mücadele geleneği faşizmin krizini derinleştiriyor, halklara umut olmaya devam ediyor. HBDH, Türkiye ve Bakur Kürdistan’da birleşik devrimin silahlı öncü gücü olarak faşizme/kapitalizme karşı, devrimci savaşını büyük bir iddia, kararlılık, cesaretle büyütüyor. Faşizmin yönetme krizini derinleştiriyor. Birleşik devrim bugün her zamankinden daha fazla günceldir.

Faşizmi Yeneceğiz, Özgürlüğümüzü Kazanacağız!

İleri… Daha İleri…!

HBDH Konseyi

Aralık 2022