6-7 Eylül Pogromu’nu Düzenleyen Faşist Devletten Hesap Soracağız!
TC, ilk kuruluşundan bugüne Teşkilatı Mahsusa geleneğinin takipçisidir. Onun kuruluş kodlarını, ulus inşasını belirleyen budur. Soykırım ve pogromlar, asimilasyon ve tekçilik, Türklük inşası ve ulus devlet oluşumunun harcı yapılmıştır. Bu temelde, Ermeni Soykırımı, zorla mübadele, varlık vergisi vb. ile adım adım Ermeni, Rum ve diğer Müslüman olmayan halklar katledilmiş, yerinden yurdundan sürülmüş, mallarına mülklerine el konulmuştur. 6-7 Eylül Pogromu ise onca katliamdan ve soykırımdan sonra geride kalanlar için yine devlet eliyle örgütlenmiştir.
Bir pogromun düzenlenmesi için, öncelikle toplumsal, siyasal koşulların oluşturulması; tarihsel, dinsel, ulusal ayrılık ve çelişkilerin kaşınması gerekir. 6-7 Eylül’e tam da bu şekilde yüründü. 1954’te Rumlar, Kıbrıs’ta İngiliz işgalinin son bulması ve Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleşmesi için harekete geçmişti. Bu gündemle birlikte, Kıbrıs Türkiye’nin milli meselesi haline getirildi. Şovenizmin cansuyu artık Kıbrıs davasıydı. Bir Gladio örgütlenmesi olan Seferberlik Tetkik Kurulu’nun (daha sonra Özel Harp Dairesi olacaktır) ince işçiliğiyle, Türkiye’nin dört bir yanında, Kıbrıs Türktür Cemiyetleri açıldı. Ve Kıbrıs davası etrafında ırkçı-faşist bir hareket örgütlendi. Böylece Rumlar başta olmak üzere, Ermeni ve Yahudi halklara karşı, sistematik bir saldırı konsepti harekete geçirildi.
6-7 Eylül, kendiliğinden sokağa dökülen yığınların öfke patlaması değil baştan sona, devlet tarafından özenle hazırlanmış bir pogromdur. Bindirilmiş kıtalar ortaya sürülmüş ve sınırları devlet tarafından belirlenmiş bir katliam sahneye konulmuştur.
Bir Türk istihbarat elemanı tarafından Mustafa Kemal’in Selanik’teki evine atılan bomba ile pogromun startı verildi. Kıbrıs Türktür Cemiyetleri tarafından, İstanbul’un her tarafından, yetmedi Anadolu’nun birçok ilinden, araçlarla şovenizm zehriyle sersemletilmiş kitle Beyoğlu’na götürüldü. Kalabalık, Türk bayrağı, Mustafa Kemal resimleri ve ‘Kıbrıs Türktür, Türk kalacak’ sloganları eşliğinde, öncesinde belirlenmiş, başta Rum olmak üzere Ermeni ve Yahudilerin ev ve işyerlerine saldırdı. O dönemin kayıtlarına göre İstanbul nüfusunun onda birinin katıldığı bu linç gösterisinde, 12 kişi katledildi, yüzlerce insan yaralandı, 400 kadına tecavüz edildi. Ve Müslüman olmayan halkların evleri, işyerleri yakılıp yıkıldı, talan edildi. Tam iki gün boyunca Beyoğlu’ndan başlayarak İstanbul’un birçok yerinde ve İzmir’de bu halklara bir pogrom yaşatıldı.
Bu örgütlenme, dönemin iktidarı tarafından ülkede artan toplumsal muhalefeti baskılamak; yoksul işçi ve emekçilerin öfkesini rotasından saptırarak onları faşizmin bindirilmiş kıtalarına dönüştürmek için kullanıldı.
Öte yandan asimilasyon ve Türkleştirme planı sadece Müslüman olmayan halklara karşı uygulanmadı. Kürt halkı da tekçi ve asimilasyoncu cumhuriyeti sorguladığı, ulusal kimliği ile var olmak istediği her kesitte, büyük katliamlarla karşı karşıya kaldı, kalıyor. Diğer halklar gibi topraklarından sökülüp atılamayan, yok edilemeyen Kürt halkı, kimliği ile var olmak için ayağa kalktığı her isyanda, TC’nin soykırım, pogrom ve katliamlarla genetik koda dönüştürdüğü tekçiliğine çarptı.
Faşist Türk devleti, Kürt özgürlük mücadelesinde, Kürt devriminde, kendi yok oluşunun dinamiğini görüyor. Bundan dolayı 40 yıldır, Kürt halkına karşı amansız bir savaş yürütüyor. Bugün faşist Erdoğan iktidarı, birinci önceliği olarak, dört parça Kürdistan’da, Kürt halkının kazanımlarını hedefe koymuş durumda. Kürdistan’ı aralarında pay etmiş olan diğer bölge devletleriyle, Kürt halkına karşı kirli ittifaklar geliştirerek, yetmedi ihanetçi KDP çizgisinin desteğini de alarak, G. Kürdistan’da ve Rojava’da işgal saldırılarını derinleştirmeye çalışıyor. Emperyal hayallerini, bölgede Kürt düşmanlığı üzerinden yaşama geçirmenin politikasını yapıyor.
Faşist TC’nin konumlanışı, bugün Kürt halkı başta olmak üzere bölge halklarına karşı savaş içerisinde bir konumlanıştır. O, yayılmacı ve işgalci siyasetini sürdürmeksizin, tekçi-inkarcı ve asimilasyoncu karakterini korumaksızın, halkların bugününe ve geleceğine kan doğramaksızın kendisini var edemez. Halkların kendi kimlikleri ile özgürce yaşamaları, faşist TC’nin üzerine oturduğu temeli sarsacaktır. Türk işçi ve emekçileri, faşist devletin beka sorununu kendi bekaları olarak kabul ettikleri müddetçe, sınıf düşmanlarıyla aynı safta, ezilen halklara karşı tutum almış olacaklardır. Oysa Türk işçi ve emekçilerin, egemen güçlerle ne kavgaları ne de davaları birdir.
İşgalci Türk devletinin yok ettiği veya yok saydığı halklar sorunu, faşizmi yıkacak temel dinamiklerden biridir. TC’nin red ve inkarcı, asimilasyoncu karakteri sürdüğü müddetçe, ulusal kimliği ile özgürce yaşamak isteyen Kürt halkının tepesine bombalar yağdığı müddetçe Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri, özgür olamaz. Yine Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri, kendisini baskı ve tahakküm altına alan, alınterini gaspeden burjuva-faşist devlete karşı, kaderini Kürt halkıyla birleştirmeksizin, sömürünün olmadığı bir dünya için savaşamaz. Türkiye halkları, bugün faşist devlete karşı soykırım ve katliamların hesabını sorma bilincini yüklenmiş olarak, Kürdistan’daki savaşa karşı sesini yükseltmeli ve Kürt halkıyla birleşik devrimi mücadelesini büyütmelidir. Bu coğrafyanın soykırım ve katliamlardan oluşan tarihini, ancak bu şekilde ters yüz edebilir ve halkların baharı olan devrime yürüyebiliriz.
Birleşik devrim güçleri olarak, bulunduğumuz her alan ve savaş cephesinde, 6-7 Eylül Pogromu’nda katledilenlerin hesabını sormak, halkların acılarını dindirmek için faşizme karşı mücadeleyi yükselteceğiz.
Yaşasın Halkların Birleşik Devrim Mücadelesi!
HBDH Yürütme Komitesi
6 Eylül 2023