Kadınların Birleşik Silahlı Mücadelesi Faşizmin Sonunu Getirecek!

Kadınların Birleşik Silahlı Mücadelesi

Faşizmin Sonunu Getirecek!

 

2019’un henüz ilk günlerinden itibaren kadınların gündemi yine çok yoğundu: Kadın ve LGBTİ+ cinayetlerinden erkek şiddetinin meşrulaştırılmasına, çocuk istismarına, nafaka hakkını hedef alan tartışmalardan giderek artan kadın düşmanı politikalara, kadınların nerede ise tüm protesto eylemlerinin etkisizleştirilmesi-hedef gösterilmesi-çarpıtılmasından hayatın her alanında karşımıza çıkan cinsiyetçilik, homofobi ve transfobiye, güvencesiz çalıştırılmaktan ücret eşitsizliği ve emek sömürüsüne, “Bir grup ezana sloganlarla ıslıklarla terbiyesizlik ettiler” çığlıkları ile küçümsenmesinden dövizlerden yansıyan öfkenin aşağılanmaya çalışılmasına, 8 Mart’tan 31 Mart yerel seçimlerine, Leyla Güven’in çaktığı kıvılcımla devam eden açlık grevi ve ardından ölüm orucu eyleminin taleplerinin önce sessizlik ve ardından da saldırı ile bertaraf edilmeye çalışılmasına, tutsak analarının hapishane önlerinde vahşice gözaltına alınmasına, birçok mücadele alanından yükselen direniş çığlığını kısma-kesme amaçlı artan tutuklamalara, OHAL’le birlikte kapatılan kadın derneklerinden işçi kadınların mücadelesine…

YEREL SEÇİMLER YA DA AKP İKTİDARININ “BEKA” SORUNU

31 Mart yerel seçimleri adeta genel seçim havasında gerçekleştirildi. Genel anlamda ezen sınıf siyasetinin tarihi bize Türkiye’de hiçbir yerel seçimin, aslında yerel olmakla sınırlı kalmadığını gösterse de bu kez hakim sınıf klikleri arasında derinleşen çatışma, uluslararası arenada bir emperyalist kapitalist odaktan diğerine savrulan AKP gerçekliği, ekonomik krizin artık söylemden çıkıp evlerin içine yansımasının ardından toplumsal muhalefette dipte biriken rahatsızlık ve öfke, iktidarı, yerel ayaklarının korunması, genişletilmesi ve yeniden inşa edilmesi merkezli bir yaklaşımla seçimleri yerelden genele çekmeye zorlamıştır. Nitekim faşist Erdoğan tüm hazırlık süreci boyunca doğrudan alanlarda seçim çalışması yürütmüş, suç ortağı MHP ve Devlet Bahçeli ile birlikte en önemli argüman olarak “beka” söylemine sarılmıştır.

Bu durum, yerel seçimlerin hem hakim sınıflar hem de ezilen emekçi kitleler açısından daha merkezi ve bağlayıcı sonuçlar ortaya çıkarmasına neden olmuştur. Aralarında İstanbul, Mersin, Antalya ve Ankara gibi illerin de olduğu 14 büyükşehirin kaybedilmesi iktidar bloğunda ciddi bir sarsıntı yaratmıştır. Meydanlarda bir yanardağ ağzı gibi kükreyen ve Kürt ve kadın düşmanlığına sarılan Erdoğan, buna rağmen örneğin İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyelerini kaybetmiş, Ankara’da ırkçı faşist çizgilerine daha uyumlu gördükleri için olsa gerek sonuçlara itiraz etmemiş ancak İstanbul’da kaybettiği büyükşehir belediye başkanlığını geri almak için MHP ile birlikte elinden geleni yapmış; türlü hukuksuzlukların altına utanmazca imza atmış ve sonuçta YSK eliyle seçimin yenilenmesi kararını aldırmıştır. Eşine az rastlanır bu riyakarlığı, 15 Temmuz Darbe girişiminden bu yana yaşananların şimdilik zirve noktası olarak değerlendirmek mümkündür.

EKONOMİK KRİZ PİRAMİDİNİN EN ALTINDA KADINLAR BULUNUYOR!

Egemenlerin yaşadığı bu sarsıntının en önemli konu başlıklardan biri kuşkusuz derinleşen ekonomik ve sosyal koşullardır. AKP, 15 Temmuz’un ardından süreklileştirilen OHAL rejimi ile sadece geniş halk kitlelerini kazanılmış temel hak ve özgürlüklerinden mahrum etmemiş aynı zamanda Cumhuriyet tarihinin en derin krizine de mahkum etmiş ve büyük bir yoksulluğu dayatmıştır/dayatmaktadır. Uzun bir sürecin ardından patlama anı olarak da isimlendirilebilecek olan krizin artık kayıtdışı kimi gelirlerle, kredi kartı harcamalarıyla, parlatılan inşaat sektörüyle, “Eyyy IMF” vb. efelenmeleriyle, “teğet geçti” yalanlarıyla vb. gizlenebilecek bir yanı kalmamıştır. AKP iktidarının özellikle de bu konuda yalanı tükenmiştir. Tükenmese de, artık evin içinde, özellikle de mutfakta yansımasını bulan krizin üstü örtülemez noktaya gelmiştir. Ekonomide bir “dengelenme” sürecinin içinden geçildiği, “yatırım için en uygun zamanların yaşandığı”, “her şeyin yolunda olduğu” ya da “en kötüsünün geride kaldığı” lafları koca bir balondan ibarettir. Özellikle işsizlik verileri, krizin daha bu adımının bile sonuçlarını gözler önüne sermektedir.

Ekonomik kriz dönemlerinin toplumun en yoksul kesimlerini çok daha derinden etkilediği aşikârken yoksulluk, işsizlik, güvencesizlik vb.lerinden payına en fazla yük düşenin kadınlar olduğu da bir gerçektir. AKP iktidarı burada da ya rakamlar üzerinde oynayarak manipülasyon yapmakta ya da kadın istihdamındaki artıştan dem vurmaktadır. Ancak bilinmektedir ki, kriz dönemlerindeki istihdam artışı, işten çıkarmalar ve işsizliğin “salgın” hale gelmesinin ardından kadınların evlerinden çıkarak iş aramaları ve ne iş olursa, hangi koşullarda olursa olsun çalışmaya başlamalarından kaynaklanmaktadır. Patronlar bir yandan erkek işçilerin bir kısmını işten çıkarmakta diğer yandan da onların yerine kadınları güvencesiz, sigortasız ve alabildiğine düşük ücretlerle çalışmaya zorlamaktadır. Parlatılan tanzim satış noktaları nasıl tarımdaki çöküş ve mutfaktaki yoksulluğun resmiyse, kadın istihdamındaki artış da ekonomideki çöküşün resmidir.

Ekonomik krizin ve krizin kadınlara yansımasının en etkin bir şekilde görüldüğü alanların başında tarım sektörü gelmektedir. Bu sektördeki kadın istihdamı ciddi oranlara varan bir düşüş içindedir, ki zaten tarımdaki kadın istihdamının esasını da ücretsiz aile işçiliği oluşturmaktadır. Tarımsal alanda yaşanan çöküş, doğal olarak aile işçisi ya da ücretli işçi olarak olsun, en başta kadınların yaşamına doğrudan etki etmektedir. Tarımsal alandaki çöküş sonucu bu sektörden uzaklaşan kadın kitlesinin biriktiği sektörler ise fazlaca fiziki güç gerektirmeyen mesleklerin yanısıra büro ve müşteri hizmetleri vb. olmaktadır. Burada mesele yukarıda da değindiğimiz gibi krizin kadınları çalışmaya itmesinin yanında kadınların buralarda en rahat ve ilk elden işten atılmalarının kolaylığı olarak ortaya çıkmaktadır.

Erkek istihdamı sert bir şekilde düşerken kadın istihdamındaki bu cılız artış, yeri geldiğinde iktidar tarafından kullanılmaktadır. Ama bu, işsizlik sorunundaki gidişatı etkilememektedir bile. İstihdam artışının arka planındaki bahsini ettiğimiz gerçeği yok saysak dahi işsiz sayısındaki artış, bu rakamı neredeyse üçe katlıyor durumdadır. 2018’in son çeyreğinde, bir yıl öncesine kıyasla, kadın istihdamı artışı 56 bin iken işsiz sayısındaki artış ise 159 bin civarındadır.

Bunun yanında kriz bir başka açıdan da yoksullaşma ile özellikle ev emekçisi kadınların yükünü artırmakta, krizle birlikte muhafazakar, gerici politikalar erkek egemenliğini perçinlemekte, pekiştirmekte ve kadınların günlük yaşamını daha da güçleştirmektedir.

KÜRT VE KADIN DÜŞMANLIĞINDA ZİRVE!

Elbette AKP iktidarının krize çözüm bulma ihtimali bizzat krizin yaratıcısı olduğu için mümkün değildir. Ve tam da bunun farkında olduğu için AKP-Erdoğan da derinleşen yoksulluk ve işsizliğin nedenlerini gizlemek ve dikkatleri başka bir yöne çekmek için paslı silahlarından ikisine sıkı sıkı sarılmıştır. Kürt ve kadın düşmanlığı! Ne var ki seçim meydanlarındaki şoven ve cinsiyetçi dil de AKP iktidarının yarasına merhem olmaya yetmemiş ve giderek MHP’lileşen AKP’nin daha saldırganlaşmanın dışında bir çıkar yolu kalmamıştır. Bu anlamda beka söylemi bir bütün olarak yersiz değildir. Egemen sınıflar ciddi bir kaygı ve korkuyu haklı olarak yaşamaktadırlar.

Kaldı ki seçimlerin –öncesinde yaşananlar hadi bir yana– hemen ardından Kürt illerinde yaşanan tablo, devam eden OHAL durumu, gözaltı, tutuklama ve her türlü eyleme saldırı pratikleri tam da bu korkunun ürünüdür. Korktukça 8 Mart’ta tüm yasaklama ve engellemelere rağmen alanları hınç hınç dolduran kadın ve LGBTİ+’lar hedef gösterilmekte, “ıslıklarla ezanı protesto ettikleri” ileri sürülerek gericilik göreve çağrılmakta, kadınların ellerindeki dövizler aşağılanmakta; her türlü eylem ve etkinlik yasaklanmakta; hapishane önlerinde çocuklarının yaşamı için direnen anneler hunharca engellemeye çalışılmakta; beyaz tülbent bile yasadışı ilan edilmek istenmekte; 70-80 yaşındaki anneler yerlerde sürüklenmekte, Cumartesi Anneleri ara sokaklara sıkıştırılarak beyhude bir çaba ile görünmemezlikle sönümlendirilmek istenmekte, ülke adeta dev bir hapishaneye çevrilmekte vb…

Hiç kuşkusuz Kürt halkına saldırıların en önemli ayaklarından biri İmralı’da tutsak edilen, PKK önderi Abdullah Öcalan’a yönelik uygulanan ağır tecrit politikasıdır. Kürt ulusuna yönelik imha ve inkar saldırıları A. Öcalan’a yönelik tecrit ile iç içe geçmiştir. Bu gerçeklik, A. Öcalan’ın üzerindeki tecridin kalkması için başlatılan açlık grevi ve sonrasındaki ölüm oruçlarının taleplerinin sahiplenmesinde somutlanmaktadır. Bu nedenle faşist TC karşısında yıllardır mücadele eden Kürt ulusunun mücadelesini sahiplenmek aynı zamanda A. Öcalan üzerindeki tecritin kaldırılması ve de Leyla Güven öncülüğünde başlatılan açlık grevlerine her alanda destek olabilmek için mücadele vermek anlamına gelmektedir.

31 MART’TAN 1 MAYIS’A….

Uluslararası proletaryanın birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’ı emekçi kadınlar cephesinden özetle bu koşullarda kutladık. Hem coğrafyamızda hem de tüm dünyada kitlelerin sokaklarda taleplerini haykırdığı bir 1 Mayıs’ı geride bıraktık. Her eylem ve etkinlik gibi 1 Mayıs da “an”daki koşullarda sınıf mücadelesine dair önemli ve kuvvetli ipuçları taşıdığı ve veriler sunduğu için önemlidir. Bu anlamıyla faşizmin koyu karanlık rüzgarlar estirdiği bugünkü koşullarda 1 Mayıs günü sokağa yansıyan kitlesellik, coşku ve öfke önemlidir. 2019 1 Mayıs’ı, tüm dezavantajlı koşullara rağmen işçi sınıfı ve tüm ezilenlerin; kadın ve LGTBİ+’ların, ezilen ulus ve milliyetlerin, farklı inanç gruplarının sloganlarının yankılandığı bir toplama işaret etmiştir. Yer tartışmalarından sonuçlanmayan İstanbul seçimlerine, ekonomik krize çare olarak egemenlerin kıdem tazminatına göz dikmesinden işsizlik ve pahalılığa, 7 binin üzerindeki tutsağın açlık grevi ve ölüm orucu ile ilgili taleplere desteğe kadar uzanan bir yelpazede gündemlerle dolu olan 1 Mayıs, bir bakıma 31 Mart’a eklenen yeni bir halka olmuştur.

Bu yıl 1 Mayıs meydanlarında önceki yıla kıyasla daha fazla genç ve kadının katılımı da önemli bir nokta olarak not edilmelidir. Bu artış hiç kuşkusuz faşist AKP uygulamalarına yönelik hoşnutsuzluk ve öfkenin bir göstergesi durumundadır. AKP, her geçen gün halk gençliğini daha fazla işsizlik, bunalım, yoksulluk ve geleceksizlikle karşı karşıya bırakırken yaşam alanlarını da daraltmaktadır. Diğer yanda da iktidarın sürekli hedefi olan emekçi kadınlar ve kadın hareketleri vardır. Bir bütün AKP iktidarı döneminde kadına yönelik taciz, tecavüz, cinsel istismar vb. suçlarında yaşanan rekor düzeyindeki artış, kadınların her fırsatta sokaklarda olmalarına yol açmakta, hareket tüm saldırı ve tehditlere rağmen toplumun en dinamik kesimini oluşturmaya devam etmektedir. İktidarın, en başta da R.T. Erdoğan’ın dilinden düşürmediği kadın bedeni ve kimliğine yönelik saldırıların yanında Leyla Güven şahsında devam eden açlık grevleri ve ailelere yönelik saldırılar, toplumun bütün iktidar ilişkilerinin mikro düzeyde yoğunlaştığı bir örnek olması açısından Şule Çet cinayeti ve devletin tüm kurumları ile cinayet karşısında takındığı kirli tutum, benzer şekilde Rabia Naz cinayetinde bir ailenin ve cinayetin karşısında devletin ve temsilcilerinin kirli ittifakı, çocuklara yönelik istismar oranlarındaki artış, iş cinayetleri, temel hak ve özgürlüklere yönelik saldırı ve gasp, işsizlik, kriz, nafaka tartışmaları, kıdem tazminatına el konulmak istenmesi vb. gündemler kadınları 1 Mayıs’a taşımıştır.

KADINLAR FAŞİZME KARŞI MÜCADELENİN ÖZNESİDİR!

Yukarıda kısaca çizmeye çalıştığımız tabloda, kadınların devletin saldırılarının hedef tahtasında olmasının bir nedeni, ataerkil sistemin iktidarın temel dayanaklarından biri olması iken, diğeri hiç kuşkusuz bu sisteme yönelik mücadelenin de en kararlı öznelerinden birinin kadınlar olmasıdır. Bu gerçeklik, mücadelenin sürdürüldüğü tüm alanlar için geçerlidir.

Genel olarak, önemli toplaşma alanları olmasına karşın AKP-Erdoğan iktidarında somutlanan faşist sisteme karşı mücadelenin parçalı oluşu, AKP-Erdoğan iktidarının en önemli avantajıdır. Bunun bir yansıması da tüm güçlü eylemlerine ve diri duruşuna karşın kadın mücadelesinde yaşanmaktadır. Kadınların birlikte güçlü olduğu vurgusuyla yapılan eylemlerin tüm toplumda yarattığı etkinin-enerjinin büyüklüğü, birleşik mücadelenin ortaya çıkarılmasında da kadınların özne olduğuna işaret etmektedir.

Ancak diğer yandan açıktır ki, kadınların mücadelesi tek bir cepheden ibaret değildir ve ordusuyla, polisiyle, sivil faşist güçleriyle tepeden tırnağa silahlı ve saldırgan bir iktidara karşı sadece demokratik eylem hakkının kullanılmasıyla başarının sağlanması mümkün değildir. Çünkü her gün ve her an kendini yeniden üreten ataerkil sisteme karşı tek bir cepheden mücadeleyle onu ortadan kaldırmak mümkün değildir. Ataerkil sistemin temel ayaklarından birini oluşturduğu bu faşist sistem, tüm kurumlarıyla birlikte yerle bir edilmeden kadın özgürlük mücadelesinin başarıya ulaşması mümkün değildir. Hiçbir eylem biçimi ve yöntemini reddetmemekle ve hepsini savunmakla birlikte kadın özgürlük mücadelesi son tahlilde silahlı mücadeleyle başarıya ulaşacaktır. Nitekim Partimiz TKP-ML’nin 1. Kongresinde kuruluşunu karar altına aldığı KKB (Komünist Kadınlar Birliği), tam da bu gerçekliğin kavranışının somutlanmasıdır.

Diğer yandan bugün, kadınların birleşik silahlı mücadelesinin en önemli ve etkin araçlarından biri KBDH’dır. Kadınların mücadelesi… Kadınların birleşik mücadelesi… Kadınların silahlı birleşik mücadelesi… üçlemesinin somut ifadesi olan KBDH, güçlendiği oranda faşist sistemi yıkma mücadelesinde de önemli adımlar atılacaktır. KKB olarak bu mücadelenin öznesi olmaktan gurur duymaktayız.