PARTİMİZİN SENDİKALARA BAKIŞ AÇISI

PARTİMİZİN SENDİKALARA BAKIŞ AÇISI

İşçi sınıfı içinde örgütlenme ve çalışma, ML olmanın en temel kriterlerinden birini oluşturur. İşçi sınıfı, partisi aracılığıyla devrime ve tüm devrimci sınıf ve katmanlarına önderlik eder. İşçi sınıfının böyle bir özelliğe sahip olması, her şeyden önce partisiyle sıkı ve bölünmez türden bağlar kurmasıyla, partinin işçi sınıfının önder sınıf rolünü eksiksiz oynaması ve otoritesinin tüm diğer halk saflarındaki sınıf ve katmanlarca kabulünü sağlayacak, militan bir güce erişmesini siyasal sınıf bilinciyle, eğitmesi, mücadelesinin her aşamasında önderlik etmekle mümkün olacaktır, işçi sınıfını bu bilinçle eğitmek için ne yapılmalı sorusunun cevabı, işçi sınıfı içine gitmek olmadığı daha doğrusu bununla yetinmek olmadığı bilinir. Parti bir yandan sınıfın en acil sorunu olan siyasal sınıf bilinciyle eğitme sorununu, tüm ülke çapında kapsamlı siyasal teşhir ve ajitasyonu bir yönüyle örgütleyerek yerine getirirken, diğer yandan pratikte aktif olarak yer alır. Siyasal ajitasyon görevi bizzat çalışmanın içinde yer almakla mümkündür. Partinin sınıfa karşı olan görevi, siyasal sınıf bilinciyle eğitmek ve toplumun önder gücü olduğunu pratik mücadelede ortaya koymak zorundadır. Parti içi sınıfının mücadelesinde zorunlu ve temel olan örgütlenmeleri gerçekleştirdiği ölçüde başarıya ulaşır. Görevimiz temel ve zorunlu örgütlenmelerin yaratılmasında işçilere yol göstermek ve önderlik etmektir. Böyle bir çalışmayla işçi sınıfı içinde yer edinen tüm küçük burjuva anlayış ve ideolojileri kesin bir yenilgiye uğratarak, işçi hareketinin örgütlü sınıf birliğini sağlayabiliriz.

İşçi sınıfının temel ve zorunlu örgütlenmelerinin başında sınıfın en yüksek örgütlenme biçimi olarak parti yer alır. Partiden sonra sendikalar ve fabrika örgütleri gelir. Mücadele, temel ve zorunlu örgütlenmelerin yanısıra her aşamada ihtiyaca duyulan yeni örgütlenme biçimlerini gündeme getirecektir. Gelişmenin her aşamasının dayattığı zorunluluk, doğru ele alınıp çözümlediği ölçüde sınıfın temel örgütlenmelerinin gelişip, yetkinleşmesi sağlanabilir.

Sınıfın temel örgütlerinden olan sendikalar ve fabrika örgütleri arasında öncelik sonralık sorunu, mücadelenin kendisinin ortaya çıkarıp belirleyeceği bir sorun olacaktır. Böyle bir ilişkinin belirlenmesi objektif koşulların tayin edeceği bir sorundur. Fakat parti çalışması ve örgütlenmesi açısından fabrika örgütleri işçi sınıfı içinde örgütlenmemizin temelidir. Sorunu ele alıp açacağız.

SENDİKALAR

Ülkemizde sendikal hareketin geçmişi işçi sınıfının ilk nüvelerinin ortaya çıktığı 1800’lü yıllara dek uzanır. 1900-24 yılları arasında, özellikle TKP’nin kuruluş yıllarında sendikal hareket işçi sınıfının örgütlü bir muhalefeti olarak önemli toplumsal bir gücü temsil etmiştir. TC’nin kuruluşuyla iktidarı ele geçiren Kemalistler, işçi sınıfına karşı yoğun saldırılara girişmiştir. 1936’daçıkarılan 3008 sayılı iş yasası ile sendika kurma yasaklanarak, saldıralar doruğuna vardırılmıştır. 1946 Haziran’ında reformcu TSEKP ve TSP’nin örgütleri işçi derneklerini aktif mücadeleleriyle hakim sınıflar “sınıf esasına dayalı örgütlenmeyi kabul etmek zorunda kaldılar. Bu kısmi demokratik hakkın elde edilmesi, işçi sınıfı mücadelesinin bir anda zincirinden boşanırcasına gelişmesine yol açtı. Bundan ürken hakim sınıflar aynı yılın 17 Aralığında savaş dolayısıyla var olan ve kalkmamış olan sıkıyönetime dayanarak, TSEKP ve TSP’ye bağlı olan işçi örgütleriyle birlikte tüm reformcu partilerin çalışmaları yasaklanıp kapatıldı, iktidar partisi olan CHP bu dönemde parti ve devlet organı gibi çalışan faşizan sendikalar örgütleme işine girişti.

1947’de Grev hakkı engellenmiş şekliyle sendikaların kurulmasına izin verildi. 31.7.1951’de Türk-İş kuruldu. Eylül 1952’de Türk-iş l. Kongresi yapıldı. Bu dönemde işçi sınıfı ve bağımsız sendikalar üzerinde baskıların yoğunlaştığı bir dönem oldu. ABD Emperyalizmi’nin başını çektiği soğuk savaş rüzgarlarının estiği bu dönemde Kore iç savaşına, ABD’nin maşası olarak katılan hakim sınıflar, iç faşistleşmeyi daha da ağırlaşırdılar. TCK’nın 141-142. maddeleri yapılan düzenlemelerle ağırlaştırıldı.

1952 Türk-İş genel kurulunda DP ve CHP ve benzer nitelikle sendikacılar ABD’ci sendikacılarla birlikte Demokrat sendikacıları tasfiye ederek, Türk-İş yönetimin ele geçirdiler. 1960’lara dek elle tutulur bir gelişme görülmez. Türk-İş, CIA güdümlü ABD sendikalarının yardımıyla, hükümetin tolerans ve yardımlarıyla işçi sınıfına düşman bir yol izlemiştir. 1960 darbesiyle hakim sınıflar kısmen demokratik hakları tanımak zorunda kaldılar. Bu dönemde halk muhalefetinin hızla örgütlendiği bir dönem oldu. Bu dönemde çoğunluğunu Türk-İş içinde yer alan sendikacıların önderliğinde TİP kuruldu ve ilk genel seçimlerinde büyük bir başarı kazandı.

1967’lerde DİSK kuruldu. DİSK’in kurulmasına giden yolun ilk taşı 1966 Paşabahçe’de Kristal-İş’in başlattığı grevin Türk-İş yönetimiyle işveren arasında yapılan anlaşmayla kırılmaya çalışılmasına rağmen, grevi sürdürmede kararlı olan Kristal-İş’in desteklenmesi sonucu Türk-İş yönetimiyle destekleyen sendikalar arasında çelişkilerin yoğunlaşmasıyla atıldı.

Yıllarca Türk-İş’in çatısında düzenin eksiksiz bir kölesi haline getirilmeye çalışılan işçilerin atılımıyla ve sendika önderlerinin toplu sözleşme masalarında kararlı davranması DİSK’in gelişip ve büyümesini hızlandırdı. 15-16 Haziran’a gelindiğin de sendika önderlerinin yetersizliklerinin yanı sıra sınıfsal nitelikleri de daha iyi açığa çıktı. Bu dönemden sonra DİSK yönetimi sosyal-faşist bir niteliğe büründü. Ve sahte TKP’nin yasallaşması uğruna işçi sınıfını CHP’nin oy deposu haline getirerek, işçi sınıfı mücadelesinin önüne bir engel olarak dikildi. Daha sonra CHP kökenli sendikacılar 1978 yılında DİSK yönetimini ele geçirdiler. Ve bu gelişmeyi perçinlediler. Her iki yönetimde DİSK içi devrimci muhalefeti tasfiye için yoğun çabaları eksik etmediler. Bu dönemde esas olarak korsan sendikaları ele geçirme taktiği hem ML’ler hem de diğer devrimci-demokrat gruplar tarafından sınırlıda kalsa başarılı olmuştur. 1980, 12 Eylül’üne gelindiğinde işçi sınıfı mücadelesi hat safhada idi. Ama nicel gelişimiyle nitel gelişimi uyumlu değildi. İşçi sınıfının önderliği, burjuva reformist ve sosyal-faşist sendika ağalarının elindeydi. Partimizin etkisi sınırlı ve yereldi. Sınıf, devrimci kitle örgütlerinden yoksundu. Sınıf birçok devrimci kitle örgütlerine sahip olmasına rağmen, komünist önderlik yetersizdi. Fabrika örgütlenmeleri temelinde, fabrika savunma birimleri gibi örgütlenmelerden yoksundu. Bunun önemi, en ileri mücadele edinilen Tariş direnişi incelendiğinde, daha da berrak görünür.

12 Eylül darbesiyle iş başı yapan faşist cunta tüm halk muhalefetine azgınca saldırdı. Hakim sınıfların temsilcisi olan partilerde kısmen kendilerine düşeni aldılar. Nüfusun en ağır darbesini yiyen kesimi işçi sınıfı, yoksul- köylülük ve şehir küçük burjuvazinin önemli bir bölümü oldu. İşçi sınıfının tüm hakları gaspedildi. Ağır bir hak yoksunluğu ve sefalete itildi. 1936’lardan daha da geriye gidildi. Yoksullaşma o denli ileri boyutlara vardı ki, emekçiler kendilerini yeniden üretmek için gerekli olan ücretin, fiziki sınırlarının sonuna dayandılar. Hakim sınıfların içine düştükleri bunalımı aşmada uygulamaya koydukları “24 Ocak istikrar paketi”nin özü buydu. Programın uygulanması için hakim sınıfların tümü AFC uygulamasından başka bir yol göremedikleri için, darbe konusunda hapsi görüş birliği içindeydiler.

Başta işçi sınıfı olmak üzere toplumun hiçbir kesiminde saldırı karşısında bir karşı koyusun olmayışından gerekli dersleri çıkarmak zorunlu görevimizdir. Bu gerileyiş yalnızca faşizmin tüm devlet güçleriyle azgınca saldırısıyla açıklanamaz. Bu işçi sınıfının kısmi demokratik ve ekonomik haklarını dahi koruyacak, savunacak bilinç ve örgütlenme yoksunluğu ile açıklanabilir. Proletarya partisinin bu anlamda sınıfa karşı görevlerini yerine getiremediğini gösterir.

SINIF MÜCADELESİNDE SENDİKALARIN ANLAMI VE ÖNEMİ

Sınıf mücadelesi tarihine baktığımızda proletarya, parti bilincine ulaşmadan çok önce kapitalistlerin örgütlü gücüne karşı koymak için basit, ilkel örgütlenmelerden, sendikal örgütlenmelere ulaşmıştır. Bu noktaya ulaşılmasından sonra işçi sınıfı hareketi önemli gelişmeler kaydetmiş, sosyalizmin bir bilim olarak hareketin yanı sıra gelişip serpilmesiyle, hareketin gelişiminin sürekliliğini ve istikrarını, hareketin tüm yönlerin ve çalışmalarını kendi bünyesinde merkezileştiren en ileri örgütlenme olan parti aracılığıyla, kendisi için olduğu kadar tüm toplumun kurtuluşunu ve ilerlemesini sağlayan devrimci bir güç olarak temsil etmeye başlamıştır. Parti ve sendikal örgütlerin uyumlu çalışmaları sonucu işçi sınıfı hareketi önemli gelişmeler kaydetmiş, toplumun önder motor gücü olduğunu salt üretimde yer almasıyla değil, ama siyasal ve ideolojik olarak ta en ileriyi temsil etmesi açısından da bu otoritesini kabul ettirebilmiştir. Bunun en somut ve belirgin örneği Alman işçi sınıfı hareketidir. Rus işçi sınıfı hareketidir.

Sendikalar ve proletarya partisinin karşılıklı uyumlu çalışmaları olmadan işçi sınıfının gelişmesi olanaksızdır.

Sendikaların önemi yalnızca “işçilerin dağınık ve güçsüz durumuna son verip onları ilk sınıf gruplaşmalarını gerçekleştirmek”te değil. Yalnızca “ilk kez olarak tam bir örgütsüzlük durumundan ilkel, aşağı, en basit (ve burjuva demokratik ön yargılardan henüz kurtulmamış olanlar için) en kolay ulaşılabilir örgüt biçimi” olmakla-da kalmaz. Aynı zamanda sendikalar devrimin hazırlanması döneminde büyük bir kol oynamaktadırlar. Toplumsal devrim anında olağan üstü bir rol oynayacaklar ve proletaryanın zaferinden sonra proletarya diktatörlüğünün organları haline geldiklerinde sosyalist inşanın en önemli görevi onlara düşecektir.” (Lenin, 3. Enternasyonal SY. Sf: 82)

Kısacası sendikalar, devrimle -görevlerini tamamlamış- örgütlenmeler değil, devrimden sonra daha üst seviyeye yükselen ve en önemli görevler üstlenen iktidar organları olarak stratejik örgütlenmenin bir parçasını oluştururlar.

“Sendikaların kazanılması yığınların kazanılmasıdır.” (age, sf: 82) Sendikal çalışmada perspektifimiz bu olmalıdır. Sendikal çalışmamızın hedefi, yığınları kazanmaktır. Yığınlar içinde çalışılmadan yığınların desteğin öz verili bir çalışma ile kazanmadan kısacası, yığınları kazanmadan sendikaların kazanılması olanaksızdır, işte yığınların bulunduğu yerden çalışmaya girişmek gerekir. Bu nedenle fabrikaları kalelerimiz haline getirmeliyiz. Özellikle büyük işletmelerde çalışmaya daha fazla önem vermeliyiz.

Proletarya partisi bunu fabrika hücreleri temelinde yerine getirirler. Özellikle işçi sınıfı içinde zayıf olduğumuz bir dönemde parti şehirlerdeki esas gücünü bu çalışmanın örgütlenmesine, işçi sınıfının kazanılmasına ve sınıf içerisinde durumunu ve gücünü geliştirmesi için görevlendirmelidir. Parti çevresini oluşturan sempatizan ve çalışanları belirli bir plan doğrultusunda büyük fabrikalarda çalıştırmalıdır. Bu hücreler aracılığıyla işçi sınıfı içinde çalışmayı gerçekleştirmelidir. Böyle bir çalışma aynı zamanda partinin bu çalışmanın yönlendirici merkezi olan organlarda kendi bünyesinde oluşturmasını gerektirir. Parti işçi sınıfı içinde çalışmayı bünyesinde merkezileştirmeden, çalışmanın sürekliliğini ve istikrarını sağlayamaz. Bu çalışmayı merkezi şekilde nasıl ele alacağını çözüme kavuşturmak zorundadır. Çözümlemenin en doğrusu çalışmayı ülke çapında örgütleyip, yönlendiren merkezi bir organizasyon oluşturmakla mümkündür. Ancak böyle bir çalışma yöntemiyle yerel çalışmanın inisiyatifinden daha öteye geçilinebilinir ve çalışmanın bölük pörçük, kendiliğinden, kısır döngü içinde deviniminin durmasının önüne geçinilebilinir. Bu şekilde parti sınıfının öncüsü olarak tüm ülke zemininde işçi hareketinin gelişiminin her aşaması ve tümü üzerinde otorite ve karar sahibi olur. Sorunu aydınlatmak için İKP’nin önderi Togliatti’den bu soruna ilişkin bir alıntı aktaralım:

Hücreler temelinde örgütlenme biçimi… sıradan propaganda örgütleri olarak yetinmeyen kitle partileri olmak ve siyasal görevlerini sürekli ilişki içinde yapmak isteyen KP’lerin özgün örgütlenmesidir. Bu hedefe ulaşmak için gereken mücadele işçi sınıf mm çoğunluğunu kazanmak için açmak zorunda olduğumuz mücadele ile aynıdır… Kendini öncü olarak, ama hiçbir zurnan asıl ordusundan ayrılmayacak bir öncü olarak kabul eden bir parti için ise fabrika ile organik bağ tersine yaşamsal bir zorunluluktur. Hücreler temelinde örgütlenme, çoğunluğu kazanma, Leninist taktik terimleri birbirine uygun düşen terimlerdir. Bu sözler yalnızca şu anlama gelirler. KP ancak bir kitle partisi olursa, olabildiğince sıkı bir biçimde kitlelerle bağı bulunursa, taktiğini ve parolalarını kitlelerin içinde yaşadıkları ve hareket ettikleri nesnel koşullara uy durursa, bu biçimde, hareketin gerçek ve kararlı bir yönetimine sahip olma olanağını kazanırsa yaşayabilir ve görevini yapabilir.“—Togolati Yaşamı-Savaşımı Sf: 116—

Hücreler temelinde örgütlenme parti faaliyetinin tümünün temel örgütlenme biçimidir. Parti sendikalarda çalışmayı da aynı anlayışla ele alır.

Sendikalar ve sendikal çalışma ağır kısıtlama ve baskılara rağmen legal çalışma alanı ve olanaklarıdır. Proletarya partisi çalışmanın başarısı için legal çalışma ile illegal çalışmayı doğru bir şekilde ele alıp çözülmemelidir. “Legal örgütler, illegal çekirdeklerin fikirlerini kitleler arasına yaymak için dayanak noktalarıdır.” (Lenin Örgütlenme Şef: 175) Sözü edilen “illegal çekirdekler” hücrelerdir. Legal örgütler (sendikalar ve çeşitli kitle örgütten), parti çalışmasının kitlelere ulaşmasında dayanak noktalarıdır. Yani kitleler ile parti arasında ilişkiyi sağlayan volan kayışlardır. Legal örgütlerin, özellikle sendikaların işçi sınıfı ile parti arasında volan kayışı görevini yerine getirebilmeleri için her şeyden önce ML’ler bu örgütleri partinin bir kalesi veya ciddi bir etkinliğini sağlamayı başarmış olmaları gerekir. Bunun için demokratik merkeziyetçilik (DM) ilkesini tutarlı ve taviz vermez bir kararlılıkla savunarak tüm sorumlu görevlilere ML’lerin ve ML’lerin destekledikleri üyelerin gelmesi savunulmalıdır.

Hücrelerin başarısı çevrelerinin genişlemesiyle orantılıdır. Hücreler çalıştıkları alanın özgül koşullarına kendilerini uyarlamada ne denli esnek olurlarsa o denli gizliliklerini korumayı başarabilirler. İllegalite kafayı kuma sokmak olmadığı için bu önemlidir. “Örgütlerin biçimi açısından bakıldığında illegal alan kendisini legal alana uydurur. Ama partimizin çalışmasının özü açısından bakıldığında, legal faaliyet kendisini illegal fikirlere uydurur.” (Lenin, örgütlenme, Sf: 175) Hiç kuşkusuz bu çalışmanın başarısı hücrelerin uzmanlaşmasına bağıldır. Sunuda ancak parti merkezi temelde çalışmayı örgütleyip yönlendirdiği sürece ve ancak bu amatörlükten kurtulup uzmanlaşmayı sağlayabilir. Parti örgütünden başka hiçbir şey bu olanakları veremez.

Parti, fabrika çalışmasının tüm yönlerini özelden genele doğru yaygınlaştırıp özetleyen broşürler, yayınlar yoluyla beslemelidir. İllegal olsun legal olsun yayın faaliyetine işçi sınıfına ilişkin sürekli ve sistemli bir tarzda yazılar çıkmalıdır. Fabrika ve sendika çalışmalarıyla ilgilenen sürekli bir bölüm ayrılmalıdır.

FABRİKA VE SENDİKA ÇALIŞMASINA İLİŞKİN PERSPEKTİFİMİZ

İşçi sınıfının partisi siyasal mücadeleyi esas olarak, işçilerin ekonomik ve demokratik taleplerinin savunulması mücadelesinde onların en yakın ekonomik istemlerinin temeli üstünde ajitasyon ve propaganda yaparlar. Bilinmelidir ki hem siyasal ajitasyon hem de ekonomik ajitasyon proletaryanın sınıf bilincini geliştirir. Öz yaşamda gösterilen dayanışmalı birlik KP’nin işçi sınıfı içerisindeki örgütlenmesinin zeminini de oluşturur. İşçileri bu tür eylemler, onları komünist düşüncelere uğruna savaşımında eğitir. Bu konuda Lenin yoldaş şunları söylüyor: “Sosyal-demokratlar en yakın ekonomik istemlerin temeli üzerinde işçiler arasında ajitasyon yaparak, işçi sınıf mm en güncel siyasal gereksinmelerine, sıkıntılarına ve istemlerine bağlı ajitasyonu, yani grevlerde işçiler ile sermaye sahipleri arasında çıkan her çatışmada kendini gösteren polis terörüne karşı ajitasyonu… Siyasal ajitasyon gibi ekonomik ajitasyonda proletaryanın sınıf bilincinin gelişmesi için aynı ölçüde gereklidir ve siyasal ajitasyon gibi ekonomik ajitasyonda Rus işçisinin sınıf savaşımı için gereklidir, (abç.) Çünkü her sınıf savaşımı bir siyasal savaşımdır, öteki ajitasyon gibi berikide işçilerin bilincini uyandırır, onları örgütler ve disipline sokar, dayanışmalı eylem ve sosyal-demokrat fikirler uğruna savaşım için eğitir ve bundan dolayı işçilere, en yakın sorunlarda, en ivedi gerekliliklerde kendi güçlerini deneme olanağı verir, kısmi sorunlarda düşmandan zorla ödünler koparma ve böylece kendi ekonomik durumunu iyileştirme olanağını işçilere sağlar, işçilerin haklarını genişletmeye ve onların istemlerine kulak vermeye hükümeti zorlar, (abç) (İşçi Sınıfı Partisi Üzerine, Sf: 161)

KP, her dönem ve her şart altında demokratik ve ekonomik talepleri savunmaz. Onun, bu talepleri savunma kriteri, somut o özgülde bu talebin KP’i ve devrimci mücadeleyi ne oranda geliştirdiğine bağlıdır. Öyle talepler vardır ki, devrimci mücadelenin o kesitte almış olduğu boyutlar, KP’ni sübjektif mücadeleci yönü iyi tespit edilemezse, bu talep mücadelenin gelişmesi önünde bir engel teşkil eder. Basite indirgenerek halk savaşının son aşamasında fabrikalarda isçilerin ekonomik talepleri doğrultusundaki mücadeleye güç seferber etmek, işçi sınıfını devrim mücadelesinden alıkoyup onu ekonomik taleplerin tutsağı yapmaktır.

İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşında PDA ile girdiği polemikte doğru bir şekilde tespit ettiği gibi, biz siyasal hedeflerimizi karartmayan ekonomik ve demokratik talepleri destekleriz. Ancak bu ekonomik ve demokratik taleplerin her şart altında savunulması anlamına gelmez. İşte KP’nin perspektifi bu olmalıdır.

KP’i ekonomizmin bütün yönleri ile savaşmak zorundadır. Bu hastalıklar, kendiliğindencilik mantığının bir ürünü olarak işçilerin bütün ekonomik ve demokratik taleplerin kayıtsız şartsız desteklemek, onların sadece ve sadece bu taleplerle siyasal bilinç kazanacağını savunmak tipik bir ekonomist mantıktır. Bu anlayış siyasal bilincin işçilere dışarıdan verilmesi gerektiği Leninist öğretiyi reddetmektir. Tredi-unioncular gibi KP’nin işlev ve görevini sendikalardan ibaret gören, mesleği profesyonel devrimcilik olan KP örgütlülüğünü sendikal mücadelenin sınırları içinde hapsetmeye çalışan tipik sağ oportünist anlayıştır. Bunun Türkiye’deki şampiyonluğunu “bütün işçilerin ekonomik-demokratik taleplerini savunmayı esas almak” kisvesi altında “mücadele” yürüten “TDKP” ve benzeri gibi revizyonist gruplardır.

Sapmanın ikinci bir yönü de “sol ekonomizm” denilen hastalık oluşturur. Bir avuç aydının öfkesini herşey gören işçi sınıfı adına koymuş oldukları bireysel eylemlerle kendilerini sınırlayan anlayıştır. Bununda kendiliğindencilikten hiçbir farkı yok ve özde aynıdırlar. Lenin yoldaşın doğru bir biçimde formüle ettiği gibi; “Cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir. “Bugün ‘sol ekonomist” mantığın tipik temsilcisi Dev-Sol’dur. Şehirlerde yaptıkları silahlı eylemlerin hedefini “zam, zulüm, işkenceye karşı” gibi ekonomik ve demokratik taleplerle sınırlamaları bu ekonomist mantıklarının ürünüdür. Keza devrimci mücadelelerin sınırlarını cezaevlerindeki baskılara karşı olmakla sınırlamaları da bu mantıklarının bir ürünüdür. Bu konuda Lenin bu tür sapmalara karşı tavrı şöyle koyar: “işçi sınıfının siyasal gelişmesini ve siyasal örgütlenmesini desteklemek bizim, en önemli ve temel -görevimizdir. Bu görevi arka plana iten, tüm kısmi görevleri ve tek tek savaşım yöntemlerini ondan sonraki bir yere koymayan herkes, yanlış bir yola girer ve harekete ciddi zararlar verir. Ancak bu görevi arka plana itenler, birincisi, işçi hareketinden kopuk tek tek suikastçı grupların güçleri ile hükümete karşı savaşılmasını devrimcilerden isteyen kişilerdir. Bu görevi arka plana itenler, ikincisi, siyasal propagandanın, ajitasyonun ve örgütlenmenin içeriğini ve çapını daraltan, işçilere yalnızca yaşamlarının özel anlarında yalnızca kutlama fırsatı çıktığında ‘politika’ savunmayı olanaklı ve yerinde sayanlar, mutlakıyet yönetiminin vereceği bazı ödünlere ilişkin istemleri mutlakıyet yönetimine karşı yapılacak savaşımla değişmek konusunda çok f azla çaba gösteren, ama tek tek ödünlere ilişkin bu istemlerin, devrimci işçi partisinin mutlakıyet yönetimine karşı sistematik ve kararlı bir savaşım yolunda gelişmesi için yeterince çaba göstermeyenlerdir.” (Age. sf: 174) Görüldüğü gibi Lenin yoldaş, iki sapmanın gerek nedenlerini ve gerekse de sonuçlarını berrak bir şekilde ortaya koyuyor. Bu anlamda KP, bu tür sapmalara karşı her zaman uyanık olmak zorundadır.

“Ekonomik taleplere siyasal muhteva kazandırma” biçimindeki ekonomist sapmaya ilişkin uzun uzun tavırlar belirlemeyi gerekli görmüyoruz. Çünkü bu konuda partimizin kurulmasına tem teşkil eden belgelerimizde İ. KAYPAKKAYA yoldaş ML’lerin görüşlerini net bir biçimde ortaya koymuştur. Marksizmin abc kadar bilinen her ekonomik ve demokratik talebin zaten siyasal bir muhtevayı içerdiğidir. Ona bir siyasal muhteva kazandırmaya çalışmak kendisini ML diyenlerin görevi değildir. Bunu her dönem Lenin yoldaşın belirttiği gibi, “burjuva polisi bu görevi daha iyi yerine getirir.”

Diğer önemli gördüğümüz bir sapmaya gelince; bazı düşüncelere göre, ‘ekonomik ve demokratik talepleri siyasal mücadele ile kaynaştırmak bu taleplerin sınırları içerisinde mümkün değildir’ biçimindedir. Bu sakat görüş her ne kadar bugün işçi sınıfı hareketi içerisinde güçlü görünmüyorsa da ‘sol’ görünümlü, özünde burjuvaziye hizmet eden bir anlayıştır. Çünkü bu anlayışa göre işçilere dışarıdan siyasal bilinç götürme “gazel okumakla eşdeğer”dir. Mücadeleyi sınıfın yaşam zemininde sürdüreceğine onlardan kopuk, bireylerin peşinde işçi sınıfının birkaç “politik” sözle geleceğine kendisini inandırmaktır. Bu ise pratikte işçi sınıfını burjuvaziye karşı öndersiz bırakmak ve işçi sınıfının yerine devrimin “sosyal tabanı” olarak lümpenleri geçirmektir.

İşçi sınıfının partisi yürüyen sınıf savaşımı içerisinde ortaya çıkmış bu burjuva sapmalara karşı ideolojik ve siyasal mücadeleyi daha da yükseltmelidir. Önümüzdeki süreç Türkiye işçi sınıfı gerek siyasal gerekse de ekonomik talepler doğrultusundaki mücadeleleri yükseltecektir. Bu anlamda ML’ler sendikalar içerisindeki mücadeleyi bilince çıkarırken; mücadeleyi salt sarı sendika ağalarına karşı değil aynı zamanda “sınıf sendikacılığı” adıyla ortaya çıkan ve çıkacak olan küçük burjuva ve burjuva düşüncelere karşı amansız yürütmelidir. Peki nasıl bir sendika?

SINIF VE KİTLE SENDİKACILIĞI

Sendikalar sınıf örgütleridir.

Sendikalar sınıfın en ileri örgütlenmesi olan partiden farklı olarak, işçilerin ekonomik ve demokratik çıkarlarının koruma mücadelesi veren ve mesleki temellerde kurulmuş olan sınıf örgütleridir. Kitle örgütleri (KÖ) olan sendikalar tüm diğer KÖ’lerden sınıfsal oluşlarıyla ayrılırlar. Tüm sendikalar sınıf örgütü olmakla birlikte tümü sınıfının hizmetinde değildir, örneğin, işte MİSK, Hak-İş vb. sendikalar sınıfının hizmetinde sınıfın ilk örgütlenmelerini sağlayan örgütlenmeler olarak tarihsel görevlerini yerine getirebilmeleri için sınıfsal öz, yani nitelik asla bulanıklaştırıl-mamalı ve kaybedilmemelidir. Yoksa sendikalar sınıfının siyasal iktidar mücadelesine hizmet eder dolaylı araçlar olamazlar. İyi örgütlenmiş bir sendikal çalışma veya örgüt işçilere, tamam sınıf eğitimini hem teorik ve hemde pratik olarak sağlayan eşsiz okullardır. Uzağa gitmeye gerek yok, DİSK’in olanakları partimizin elinde olsaydı, bunun nasıl olanaklı olduğu anlaşılırdı. Bunun için işçi sınıfı, sınıf niteliklerini koruyup geliştiren güçlü sendikalara sahip olmayı hedefler. Sendikaların sınıfsal niteliklerini koruyup, pekiştirebilmeleri için ML’ler ideolojik mücadelelerini hiç gevşetmeden sürekli ve sistemli bir tarzda sürdürmek zorundadırlar. Sendikalar sınıflar üstü olmadıkları gibi, siyaset üstünde değildirler. Devrime dolaylı katkı aynı zamanda sendikaların anti-faşist, anti-emperyalist ve anti-feodal niteliğe sahip olmalıdırlar.

Sendikalar kitle örgütleridir

Sendikalar en geri işçilerin ulaşabildikleri en kolay örgütlenmelerdir. Sendikaların görevlerinde başarılı olup, olamadıklarının bir ölçüsü, en geniş yığınları kendi bünyesinde örgütleyip, örgütlememeleriyle ölçülür, sendikalara katılma bilincine erişmiş her işçi üye olmak istiyorsa, hangi ideolojiyi savunduğu, hangi burjuva partisini desteklediği vs. gibi hiçbir koşula bağlamadan, engel çıkarmadan üye olması sağlanmalıdır. Sendikalar ne denli geniş kitleyi bünyesinde örgütleyebilmiş, sendikal örgütler aracılığı ile kitleler içindeki etkide o oranda artacaktır.

Sendikal çalışmada kavranması gereken en önemli sorunlardan biri, nicelik-nitelik çelişmesinin doğru ele alınmasıdır.

Nicelik çoğalma, yani kitleselleşme, niteliğe yani sınıfsal özüne gölge düşürmemelidir. Kitleselleşmeden vazgeçilemeyeceği gibi, sınıf özüne gölge düşürmemelidir. Kitleselleşmeden vazgeçilemeyeceği gibi, sınıfsal özünden de vazgeçilemez. Görev bu çelişkiye karşı sürekli tetikte olmak ve doğru çözümler sağlamaktır. Kitleselleşme adına sınıfsal öz yitirilirse, sınıf sendikacılığından söz edemeyiz. Bu sağ sapmadır. Sınıfsal özü koruma adına kitleselleşmeyi yadsımak, kitlelerden tecrit edip koparır. Bu da “sol” sapmadır.

Bütün demokratik KÖ olduğu gibi demokrasi, sendikal çalışmanın zorunlu bir önkoşuldur. Bu, D. merkeziyetçiliğin temel kuralı olan azınlığın çoğunluğa tabi olmasını ön görür. Özgürlük merkeziyetçiliğe göre vardır. Bizim özgürlükten anladığımız küçük burjuva hizipçilik anlayışı değildir. Merkeziyetçilik ise, salt atamaların, hiyerarşik yapının diktatörlüğü değildir. Sendikalarda tayan ye taban ilişkisi tabanın demokratik bir şekilde özgür iradesini seçimlerle üste yansıtarak belirlemelidir. İşçi sınıfının yürütmüş olduğu sınıf mücadelesinin bir aracı olarak ortaya çıkan bu örgütlenmeler, siyasal alanda isçi sınıfının partisi doğrultusunda mücadeleler yürütürlerken, örgütsel alanda KP ile var olan bağı direk üst-alt ilişkisi değildir. Bundan şu yanlış sonuç çıkmamalıdır: KP’ler bazı tarihsel süreçlerde DKÖ’e atamalarda yapabilirler. Bu hiçte anti-demokratik olmaz. Sendikaların KP ile olan organik bağını yadsıyan, sendikaların sınıflar üstü bir konuma sahip, yalnızca işçilerin günlük talepleri ile kendisini sınırlayan bir örgütlenme gören Troçki ile 1920’lerde polemiğe giren Lenin yoldaş; “Sendikalar tarihsel bakımdan gerekli olmakla kalmaz, proletarya diktatörlüğünü koşulları altında bütünü ile bu koşulların içine aldığı sanayi proletaryasının tarihsel bakımdan vazgeçilmez bir örgütüdür.” (age, Sf: 403) derken sosyalizm koşullarında bile KP ve sendikalar arasındaki organik bağın önemini vurgular. Dolayısıyla sendikalar ve diğer DÖK’leri sınıf mücadelesinin aldığı boyuta ve ülkenin objektif koşullarına paralel, bu organik bağı, kah direk kah indirek yürütürler. “Siyasal özgürlüğe sahip ülkelerde sendikal örgütle siyasal örgüt arasında ayrım, trade-unionlarla sosyal-demokrasi arasındaki ayrım gibi tamamıyla belirgindir… Ama sendika örgütü ile sosyal-demokrat parti örgütünün aynı şey olması, özgür ülkelerde söz konusu olamaz. Rusya’da ise ilk bakışta mutlakıyet yönetiminin baskısıyla sosyal-demokrat örgüt ile işçi birliği arasındaki ayrım silinmiştir, çünkü tüm işçi birlikleri ve tüm gruplar yasaktır, (abç) ve çünkü işçilerin ekonomik savaşımının en önemli anlatım aracı ve aleti-grev-genel olarak ağır (ve bazen de) bir suç kabul edilir.” (Lenin, age, sf: 197-198) demek ki, bütün olaylarda olduğu gibi KÖ-KP ilişkisi ve organik bağı, somut koşulların somut tahlili yapılmadan ele alınırsa doğru bir yaklaşım perspektifine de sahip olunmaz.

Komünist, sayı: 17, 1989