Devrim için ölümsüzleşenlerimizi onlara verdiğimiz sözleri tutarak saygıyla anıyoruz!
Sınıf mücadelesi hiçbir zaman “rahat”, “sıkıntısız” bir dönemden geçmemiştir/geçmeyecektir de. Zira sınıfsız ve sınırsız dünya kuruluncaya kadar emperyalist kapitalist sistemin ne kâr hırsı ne de bu hırs uğruna nüfuz alanlarının paylaşımı için rekabeti-savaşı bitecek; ne kâr-daha fazla kâr adına işçi sınıfı ve ezilen halk yığınlarının sömürüsü ne de yoksulluk-açlık ortadan kalkacak. Dolayısıyla egemen sınıfların, hakimiyetlerini sürdürmek için ezilen sınıflara yönelik baskısı, zulmü, saldırganlığı, katliamları bu ceberut sistem ortadan kalkıncaya kadar daimi olacaktır.
Hakim sınıfların, işçi sınıfı ve ezilen halklar karşısındaki gerçekliği, geçtiğimiz yıl boyunca tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi sürecinde daha bir görünürlük kazanmış, devletlerin bir avuç asalak sermayenin ve işbirlikçilerinin devleti olduğu gözler önüne serilmiştir. Pandemi koşullarında idama mahkum edercesine işçi sınıfını çalıştırmaya devam eden, tüm “yardım paketleri”ni burjuvazinin kârı düşmesin diye açan iktidarların, virüsün yayılmasını engellemek için aldıkları önlemlerin “evde kal” çağrılarının ötesine geçmediğini bütün dünya halkları gördü. Pandemiyi fırsata çeviren emperyalist-kapitalist sistemin efendileri ve onların işbirlikçi-uşakları, bir yandan halkları denetim altına alacak, kazanılmış haklarını gasp edecek yasaları çıkarmakla uğraşırken, diğer yandan “aşı savaşları”yla halkların yaşamını kapitalist rekabete “kurban” etmekteler.
Bugün de emperyalistler Ortadoğu’dan Kafkaslar’a, Afrika’dan Asya’ya dünyanın dört bir yanını savaş alanına çevirmiş, halklar için bir zulüm cenderesine, soygun mekanizmasına, yağma-talan düzeneğine dönüştürmüştür. Ama bunu yaparken, karşıtlarını yani mezar kazıcılarının öfkesini de mayalamakta, bu öfke dipte kalamayacak kadar büyüyerek, irili ufaklı dalgalanmalarla parça parça yüzeye vurmaktadır. Tüm bunların elbette bir karşılığı olacaktı: ABD’deki Siyah isyanda; Fransa’da sokakları yakan öfkede, Mısır’da, Lübnan’da, Irak’ta yoksulluğa karşı sokakları dolduran kalabalıklarda; kadınların yasakları hiçe sayan isyan dalgasında, işgale, zulme, talana karşı savaşan Rojava, Karabağ halklarının direnişinde… olduğu gibi.
Bu durumu, elbette kendi ülkemizde, AKP-MHP iktidarının çırpınışlarında da görmek mümkündür. Geçtiğimiz yılın ikinci yarısında hareketlenen işçi sınıfının birbirinden kopuk, devrimci komünist öncülükten yoksun, dolayısıyla sistemi bir bütün tehdit eder boyutta olmasa dahi hareketlenmesi, fabrika ya da patronların evlerinin önlerinde, Ankara yürüyüşlerinde, sokaklarda direniş örgütlemeleri, Kürt ulusal mücadelesinin tüm baskı, kayyum, tutuklama, katliam saldırılarına karşın hala devleti en fazla köşeye sıkıştıran direngenliği, kadınların tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de gerek sokakta gerek sosyal medyada gündem belirleyen ve haklarını korumayı başaran isyanı, gençliğin birleşik mücadeleyi örgütlemek üzere yaptığı hamle, faşizme karşı mücadeleyi ortaklaştırma pratiği vb. özellikle 2016 “darbe girişimi”nin ardından geçen dört yıllık sürecin en hareketli ve gelişmeye açık süreci olduğunun işaretleridir. AKP-MHP iktidarı da bu durumun farkındadır ve halkları “çökertme planları”nın boşa düşmesiyle derinleşen beka sorununu çözmek için daha da saldırganlaşmakta ama saldırganlaştıkça da onu bekleyen “hazin son”u yakınlaştırmaktadır.
Yüzeydeki bu dalgalanmaların sönmesinde, bazen başarısızlıkla sonuçlanmasında umutsuzluğa kapılmak için bir neden bulunmamaktadır, zira öncüleriyle buluştuğu-birleştiği oranda bu dalgalanmalar dev dalgalara dönüşecek, “efendilerin dünyasının” yarattığı bu zulüm denizinde onları boğmayı da bilecektir. Bu bir kehanet öyküsü değil, diyalektiğin bir avuç sömürücü asalak burjuvaziye “sürprizi”dir.
Sistemin efendileri, bu gerçeği Paris Komünü’nden Ekim ve Çin Devrimlerine kadar edindiği tecrübeyle bilmekte, tam da bu nedenle zulmün derecesini yükseltip, halkları nefes aldırmayacak bir baskıyla boğmaya çalışmaktadır. Tam da bu nedenle eceli gelmiş canavar gibi hamle üstüne hamle yapmakta, işçi sınıfı ve ezilen halkların mücadelesi karşısında öfke nöbetleri geçirmektedir. Ezilenler cephesindeki bu huzursuzluk, bu mayalanmakta olan öfke yüzeyde birleşip dev dalgalar oluşturarak iktidarları yıkıp geçmekten henüz görece uzak olsa da, bu dahi ezenlerin rahat uyumasını engellemektedir. Onların uykularının üzerine devrim ve komünizm yürüyüşünde yaşamlarını yitirerek ölümsüzleşenlerimizin “heyulası” dolaşmaktadır.
Devrim ve komünizm şehitleri, tıpkı bugün olduğu gibi “en zor şartlarda” devrimcilik yaparak ölümsüzleştiler. Ne dedik; sınıf mücadelesi hiçbir zaman “rahat”, “sıkıntısız” bir dönemden geçmemiştir/geçmeyecektir de. Aksi bir ihtimal olsaydı devrimcilik yapmak şehrin en ışıltılı, en temiz caddelerinde gezintiye benzerdi, ama biz yoldaşlarımızı, siperdaşlarımızı dağ başlarının zorlu koşullarında, kentlerin ücra mahallelerinin çamurlu ve dik yokuşlarında, karanlık pusularda, zindanlarda devrim için ölümsüzlüğe uğurladık. Biz onları sonsuzluğa uğurlarken, onlar bizim komünizme olan inancımızı süreklileştiren, umudumuzu pekiştiren, cesaretimizi artıran, halk kitlelerine olan sevgimizi büyüten birer sembol olarak başucumuzdan ayrılmadılar. Sadece iyi-güzel-devrimci yönleriyle değil, yaptıkları hatalarla, hatalarıyla baş etme yöntemleriyle, her gün yeniden mücadele etme kararlılığını kuşanmalarıyla, yenilgilerin-ihanetlerin yollarına çıkardığı engelleri aşma kararlılıklarıyla, umutsuzluğu umuda çevirme bilinçleriyle hep başucumuzda oldular, bize öğrettiler. Onlardan öğrendiğimiz oranda önümüze çıkan eşikleri aştık, öğrenemediğimiz oranda aynı hatalardan bir kez daha öğrenmek zorunda kaldık… Kısacası onlar egemen sınıfların, asalakların rüyalarını nasıl kabusa çeviriyorlarsa, bize de yol göstermeye devam ediyorlar. Biz de onlardan aldığımız güçle, yenilgilere, ihanetlere, bizi bataklığa çekmeye çalışanlara karşı, rüzgarı karşımıza alıp yürüyüşümüzü sürdürüyor, komünizm bayrağını en yukarıda tutmaya devam ediyoruz.
Biliyoruz ki, haklı olmanın; iyiyi, doğruyu ve güzeli, bundan ötürü de geleceği temsil etmenin anlam/değer kattığı gerçeklik; şehitlerimiz nezdinde ölümsüzlüğe tutulan bir fenerdir. Onların anısı ve mücadelesi, faaliyetimizin yolunu aydınlatmakta, hedeflerimizi berraklaştırmakta, kararlılık ve cesaretimizi artırmaktadır. Onlar bizlere büyük bir misyon devrederek ayrıldılar aramızdan. Değeri ve önemini bir kat daha artırdıkları bu görevi yerine getirmek, hepimizin görevimizdir.
Silahlarını devralarak, bayraklarını daha yükseğe kaldırarak savaşlarını daha ileri taşıyalım…
Yarınlara yıkılmaz köprüler kuran yoldaşlarımızın vasiyetini yerine getirmek için ileri!
Onların kahramanlıkları mücadelemizde sonsuza dek yaşayacak!
Yaşasın Partimiz TKP-ML, önderliğindeki TİKKO, KKB ve TMLGB!
TKP-ML MK
Ocak 2021