TKP/ML MK-SB Açıklaması: “ÇAĞIMIZ, PROLETARYA DEVRİMLERİNİN EMPERYALİZMİ TARİHE GÖMME ÇAĞIDIR! ÇAĞRIMIZ; 1 MAYIS’TA, BU TARİHSEL GÖREV İÇİN BAYRAĞI DAHA DA YÜKSELTME ÇAĞRISIDIR!”

ÇAĞIMIZ, PROLETARYA DEVRİMLERİNİN EMPERYALİZMİ TARİHE GÖMME ÇAĞIDIR!

ÇAĞRIMIZ; 1 MAYIS’TA, BU TARİHSEL GÖREV İÇİN
BAYRAĞI DAHA DA YÜKSELTME ÇAĞRISIDIR!

BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ VE EZİLEN HALKLARINA,

Takvimler 112. 1 MAYIS’a ulaştığımızı gösteriyor. Sondan kaçıncı 1 MAYIS olduğunu yazmıyorlar. Henüz kimsenin bilmediği bu sorunun yanıtını proletarya verecek. Emperyalizmin nihai yenilgiye uğratıldığı ve sosyalizmin dünya çapında zaferini ilan ettiği gün, 1 MAYIS’ların bileşkesi olarak yeni bir çığır açacak. O tarihten sonradır ki, komünizme doğru yol alırken insanlık, 1 MAYIS’lar için yeni bir takvim işlemeye başlayacaktır.
Emperyalizmin çok etkili vuruşlarla sarsıldığı, ağır yaralar aldığı 20.yüzyıldan, donanımını, birikimini ve deneyimini arttırarak çıkan proletarya ve müttefiki sınıflar; düşmanlarına yeni bir yüzyılı görme şansı vermek istemiyorlar. Can çekişen kapitalizmin yoğun bakımdan çıkmak amaçlı nafile çabalarına son vermek için acele edilmesi gerektiği, her zamankinden fazla kendisini dayatıyor. Yaşanan her saniye, insanlığın hanesine zarar olarak yazılıyor.
Günde 100 bin insan açlık ve yan etkilerinden ölüyor. Sadece 2000 yılında 36 milyon kişi bu nedenle yaşamını yitirdi. Bulaşıcı hastalıklardan ölen insan sayısı günde 50 bin. Her 7 saniyede bir çocuk hayatını kaybediyor. Her 6 dakikada bir, gerekli A vitamini alamadığı için bir insan kör oluyor. 6.2 milyar insandan 826 milyonu sürekli yetersiz besleniyor ve kronik açlık çekiyor. 1 milyar insan temiz suya ulaşamıyor. 2.4 milyar kişi yeterli sağlık koşullarından yoksun. Yılda 4 milyon çocuk ishalden ölüyor. 1.1 milyar Afrika’lı çocuk HIV virüsü taşıyor. Avrupa ile Afrika kıtaları arasında ortalama insan ömrü bakımından tam 25 sene fark var. ABD ve AB’de 1 yılda sadece parfümler için harcanan toplam parayla tüm dünya nüfusunun açlık sorununun çözülebileceği söyleniyor. 2000 yılında dünya çapında silahlanmaya harcanan paranın sadece yüzde 1’i bile açlık sorununu gidermeye yetiyor.
Yeryüzünde 70 milyon alkol bağımlısı var. 50 milyon kişi sara (epilepsi) hastası. 24 milyon kişiye şizofren teşhisi konmuş bulunuyor. Her yıl 1 milyon kişi intihar ediyor. Teşebbüs aşamasında kalanlar 10 ila 20 milyon arasında değişiyor. 180 milyon insanı etkisi altına alan dünya uyuşturucu ticaretinin toplam hacmi, yılda 1.2 trilyon dolar.
20. yüzyılda emperyalist paylaşım savaşları ve haksız savaşlar ( Sosyal bilimci Soronkin’in değişik verilerle yaptığı hesaba göre 15. yüzyılda 100, 16. asırda 180, 17. asırda 500, 18 ve 19. yüzyıllarda sırasıyla 370 ve 120 savaş çıktı. Emperyalizm ve proleter devrimleri çağını kucaklayan 20. asırda ise toplam savaş sayısı 3080) sonucu 100 milyonu aşkın kişi yaşamını yitirdi. Son 10 yılda sadece bu nedenle 2 milyon çocuk öldü, 6 milyonu yaralandı, 12 milyonu evinden ve yurdundan oldu. Her 20 dakikada bir kişi mayına basarak yaşamını yitiriyor. 120 milyon kara mayını 64 ülke topraklarına gömülü durumda. 11 Eylül öncesinde sadece Afganistan’da 60 bin koltuk değnekli çocuk yaşıyordu. 1 milyarın üzerinde işsiz var. 2.5 milyar kişinin üretken bir işi yok. 880 milyon yetişkin okuma yazma bilmiyor.
Dünyanın en zengin yüzde yirmilik nüfusu toplam gelirin yüzde 84.7’sine, en fakir yüzde yirmilik nüfus ise 1.4’üne sahip. Başka bir hesaba göre, yüzde 10’luk zengin kesim toplam değerin yüzde 70’ine, yüzde 15’lik kesim ise yüzde 80’ine el koyuyor. 112’si ABD’li olan 225 kişiye ait servet, 2.5 milyar insanın gelirine eşit. ABD’li en zengin 3 kişinin toplam serveti ise 48 ülkenin GSMH toplamına denk geliyor. Bunlardan birisi olan Bill Gates, “Küreselleşme karşıtları haklı, uluslararası ticaret zenginler lehine aşırı biçimde değişiyor.” diye açıklama yapmıştı.
120 en yoksul ülkenin toplamından daha fazla ihracat yapan 250 tekel dünya ticaretinin yüzde 70’ini kontrol ediyor. Dünya ticareti 2000 yılında 7800 milyar dolara ulaştı. Bunun üçte biri bu tekellerin kendi içinde, diğer üçte biri de kendi aralarında gerçekleşiyor. Kalan üçte biri ise, “dünya serbest ticareti” olarak adlandırılıyor. Dünyanın en büyük 500 şirketinin 115’i finans sektöründe. Bu bankalar bütün ipleri elinde bulunduruyor.
Dünya nüfusunun yarısı günlük 2 doların altında bir gelir ortalamasına sahip. Bunların 1.2 milyarı ise 1 doların altında yaşıyor. 2000 yılında gerçekleştirilen uluslararası yatırımların toplamı 1.3 trilyon doları buluyor. Bunun yüzde 79’u emperyalist-kapitalist ülkelere yapılıyor. Dünyadaki 89 ülkenin halkları son 10 yıl içinde 23 kat yoksullaştı. En yoksul 83 ülkenin son 7 yıl içinde ödedikleri dış borç faizi ana paranın 5 katına ulaştı…..
Yukarıdaki bilgilerin tamamı emperyalist kuruluşlara (BM-UNCTAD-UNICEF-FAO-WHO, DB vd.) ait. Kendi yarattıkları tablonun ne kadar gururlansalar az sayılabilecek verileri bunlar. Bu sayılar, dünya proletaryası ve ezilen halkların kanlarıyla yoğrulmuş bulunuyor. Kendilerinin dahi gizleyemedikleri, inkardan daha büyük zarar görecekleri için ifade ettikleri bu gerçekler, aynı zamanda neden bir an önce yok edilmeleri gerektiğini anlatıyor. Dünyamıza ait bu resim; komünizmin hem ana gerekçesine hem de ütopik değil bilimsel olduğuna işaret ediyor.
Emperyalist-kapitalist sistemin insanlığa verebileceği hiçbir şeyi olmadığına ve olmayacağına ilişkin gerçeğin dünya halklarınca bu kadar net görülebildiği bir dönem yaşanmadı. Bu ileri derecedeki teşhir olunmuşluk hali, dönemsel krizlerin süreklileşmesinden kaynaklanıyor. Nitekim sistemin kendini yenileme, tahkim etme yolunda son 15 yıldaki çabaları da benzersiz bir süreci tarif ediyor. Küreselleşme diye adlandırılan, iplere daha sıkı sarılma, kontrolü maksimum düzeye çıkarma, böylelikle iktisadi ve sosyal alandaki çöküşü önleme amacıyla sömürünün vahşileştirildiği koşullara uygun şekillenmeyi gerçekleştirmeye çalışıyorlar.
Küreselleşme, üretimden kopuk finans sermayesinin, dünyanın dört bir yanında, borsa, spekülasyon, kara para, döviz işlemleri, bono ve tahvil alım satımı gibi biçimlerde dolanması suretiyle boy gösteriyor. Bunun karakterize ettiği düzen, sermayenin dünya pazarlarında daha rahatça dolaşabilmesinin gerekli siyasi (hukuki, askeri) ve sosyal tedbirlerinin toplamı olarak da tanımlanabilir.
Sermayenin daha çok yoğunlaşması, emperyalistler arası hammaddelere sahip olma mücadelesini kızıştırmıştır. Hammaddelerin sınırlı ve pazarların önceden paylaşılmış olması, savaşımı daha da keskinleştirmektedir. Ekonomik, siyasi, askeri ve teknolojik güç dengelerindeki değişimlere bağlı olarak pazarların yeniden paylaşılması gündeme gelmektedir. Lenin yoldaş, “Emperyalizm, dünya halklarının bir avuç ‘büyük’ devletçe gitgide daha fazla ezilmesi çağıdır.”, “Emperyalizm, dünyanın bölüşülmesi ve yeniden bölüşülmesi için ‘büyük’ devletlerin girişikleri vahşi bir savaşımdır.” demişti.
Zaten küresel bir olgu olan emperyalizmin “globalizm” adı altında geliştirdiği, YDD’nin uzantısı olan süreç, kendi aralarındaki hegemonya dalaşının da körüklemesiyle, yaşam damarlarındaki daralmayı ve tıkanmayı (dünya pazarları ve mali piyasalar) açık bir biçimde yansıtıyor. Dünya ekonomisi 1974’ten beri ilk kez eşzamanlı bir durgunluğa girdi. İşten atılan emekçilerin sayısı milyonlarla ifade ediliyor. Ekonomik hedefler, üretim, tüketim eğilimleri, yatırımlar dibe vurmuş durumda.
Emperyalizm ile ezilen halklar ve uluslar arası, emperyalistler arası ve bu ülkelerde burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişkiler ile bunlara bağlı tüm çelişkiler şiddetlenmiş ve derinleşmiştir. Bundan ötürüdür ki çelişkilerin uçları da keskinleşmektedir.
Küreselleşme stratejisinin ideolojik ve siyasi ayağını askeri, hukuki ve kültürel hamleler oluşturuyor. İktisadi sürecin bir yansıması ve sonucu olarak da açımlanabilecek bu cephelerde toptan bir taarruz söz konusudur. “Alternatifsizlik” temelli ideolojik bombardıman, ideolojilerin öldüğüne, sosyalizmin yenildiğine, komünizm hayaletinin kaybolduğuna yöneliktir. “Yenilmezlik” ve “yıkılmazlık” üzerine inşa edilen saldırı, “sınıfsallık” olgusunu silme sloganıyla yürütülüyor. Özelleştirme ve serbest piyasanın, demokrasi barış ve refahın anahtarı olduğu işleniyor. “Tarihin sonu” ile başlayan, “medeniyetler çatışması” ile süren post-modernizm ile desteklenen ideolojik-kültürel propaganda, her türlü manüplasyon ile pompalanıyor. Her renkten revizyonist, oportunist ve reformist akımı da yedekleyerek dört koldan yürütülen bu kampanya, burjuvazinin sınıf savaşına yönelik seferberlik ilanıdır.
Askeri ve hukuki cephe bütünlüklü bir zeminde yürüyor. Uluslararası hukuk adı altında kendi koydukları kuralları, kotardıkları anlaşmaları ve belgeleri, oluşturdukları kurum ve kuruluşları kısmen veya tamamen devre dışı bırakarak, “insan hakları” ve “insani müdahale” gibi kavramlardan çabuk sıkılıp sınıf mücadelesinin kızgın pratiğinde maskelerini çıkararak, daha pervasız bir tarza tekabül eden biçimde, “anti-terörizm” eksenli imha aşamasına geçtiler.
11 Eylül saldırılarını da vites büyütmek için önemli bir kaldıraç olarak kullandıkları bu dönemde, petrol ve savaş tekellerinin temsilcisi Bush-Cheney yönetimindeki ABD’nin önderliğinde ve BM, AB, IMF, DB, DTÖ, NATO vd. emperyalist kuruluş ve koalisyonlar tarafından organize edilen ve yürütülen sınır ve ölçü tanımaz saldırganlıkla, dünyanın dört bir yanında kan döküyor, yakıyor ve yıkıyorlar. Kağıt üzerinde de kalsa, kullanım alanı sınırlı da olsa, başta kendi ülkeleri olmak üzere, dünyanın çoğu ülkesindeki “temel haklar ve özgürlükler” rejimini/düzenlemelerini, rafa kaldırmanın adımlarını atıyorlar.
Faşizmin klişelerini şiar edindiler. Kendilerinden olmayan, kendilerine hizmet etmeyen herkesi düşman/terörist olarak tanımlıyor, “katli vaciptir” diyorlar. Ara renkleri ve kavramları kaldırdılar. “Ya bizden yana olacak, ya da yok olacaksınız.” tehdidini açıktan savuruyorlar. Öteden beri sayısız biçimde gerçekleştirdikleri işgal, saldırı ve müdahaleleri, bu zeminde meşrulaştırmak, sistemleştirmek ve süreklileştirmek amacındalar. Afganistan ile açtıkları yeni dönemi; Kolombiya, Filipinler, Yemen ve Venezuella gibi küçük çaplı müdahalelerin yanı sıra bir yandan Irak hazırlığı yaparken, bir yandan da Filistin’le sürdürüyorlar. Gerçekleştirdikleri katliamların, işledikleri ve işlettirdikleri cinayetlerin, yaptıkları ve yaptırdıkları zulmün ve işkencenin haddi ve hesabı yok.
Bu dönemi ve hedeflerini, ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, 31.02.2002 tarihinde, Washington Ulusal Savunma Üniversitesi’nde stajyer subaylara yaptığı konuşmada, “Şu anda dört önemli alanda caydırıcı olabilecek kapasiteye sahip olmak için harekete geçmeliyiz. Artık aynı anda iki saldırganı yenebilecek, bu esnada da büyük boyutlu bir karşı saldırı yürütüp bir düşman başkentini yeni bir rejim yerleştirmek üzere işgal edebilecek seviyeye ulaşmalıyız.” diye net bir biçimde tarif ediyordu.
İnsanlığı sürüklediği günümüz felaket koşullarını aratacak bir cehenneme doğru doludizgin yol alan emperyalizm, aslında aynı hızla kendi sonuna yaklaşıyor. Proletarya başta olmak üzere dünyanın devrimci dinamiklerinin bu gidişata müdahale etmesi kaçınılmazdır. Bugün uç veren tepkilerin, kaynaşma ve hareketlenmelerin geometrik ve aritmetik bir artış gösterdiği ve “makul” düzeyi aşıp rahatsız edici boyutlara ulaştığı ortadadır.
Kitleler, bu sistemde yaşamayı reddettiklerini ve başka bir dünya istediklerini haykırıyorlar. Hatta başka bir dünyayı mümkün de görüyorlar. Ancak gerek o dünyanın ne olduğu, gerekse de ona nasıl ulaşacakları konusunda bilinçli değiller. Onları mevcut sistemin içinde tutmak için gösterilen çabalar yeterli olmuyor. Reformizmin güç yetiremediği koşulları yaşıyoruz. Devrimci durum her zamankinden daha çok fırsatlar sunmaktadır.
Öyleyse müdahaleci olmak ve emperyalizme öldürücü darbeyi vuracak olan Marksist-Leninist-Maoist ideolojiyi proletarya ve ezilen halklarla buluşturmak gerekiyor. Bu görev yakıcı bir biçimde kendini dayatıyor. Her tipten burjuva ideolojisiyle çatışmak ve bilimi galip getirmek, emekçileri zafere taşıyan yolu açmak aciliyet arz ediyor. Bu yol devrimlerin yoludur. Bu yol halk savaşıdır.
Savaşı bütün alanlara yaymak, kavgayı sınırsız bir biçimde körüklemek, mücadeleyi alabildiğine yükseltmek göreviyle karşı karşıyayız. Emperyalist burjuvazi topyekün bir seferberlik halindedir. Tarihi fırsatı kullandırmamak için tüm cephelerden var gücüyle yükleniyor. Zayıfladığının farkındadır. Devrimlerin eşikte olduğunu görüyor. Ezilenlerin soluğunu hissediyor. Barbarlaşması, daha saldırganlaşması ve kendi yasalarını tanımaz haline gelmesi bundandır. Kartlarını açık oynaması, kaybetme riski büyüdüğündendir.
DTÖ (WTO) Başkanı Michael Moore, (22.03.02), “Yoksulluk, özgürlüğün tam kalbindeki saatli bombadır.” derken, FAO Genel Müdürü Jacques Diouf, “ Aç insan, sinirli insandır.” diye açıklama yapıyordu. Devrime “bomba” benzetmesi yapıyor, ezilenlerin öfkesinden söz ediyorlar. Türkçede “Aç köpek fırın deler/yıkar” diye bir atasözü vardır. Aç kimsenin, karnını doyurmak için gücünün yetmeyeceği sanılan engellerle çarpışıp, istediğini elde edeceğini vurgular. Moore ve Diouf, geldiğimiz aşamayı anlatıyor ve kırmızı alarm düğmesine basıyorlar.
Geç kalmışlardır. Geri dönülmez bir yoldayız. Tarihin çarkını geriye döndürmeye kimsenin gücü yetmedi ki, onların o “muhteşem” sistemlerinin gücü yetsin. Tarihin çöplüğünde, mezar taşı bile olmayan sayısız imparatorluklar yatıyor. Bugün “imparatorluk” payeleriyle parlatılan ABD emperyalizminin 11 Eylül’de Başkan Mao’nun “kağıttan kaplan” tespitini hatırlatırcasına yediği darbeler son derece anlamlıdır. Ancak daha anlamlısı ve esas önemlisi Filistin topraklarında yaşanıyor. Dünyanın en gelişmiş savaş makinesiyle yüklenen emperyalist-siyonist ittifak, taş ve sapan karşısında yenilgi yaşıyor, Vietnam’ı hatırlıyor.
Cenin’de Nablus’ta bir halk direniş destanı yazılıyor. Emperyalizmin nasıl dize getirileceğini Filistin’li çocuklar öğretiyor. Nepal’de iktidara yürüyen yoldaşlarımız, Türkiye hapishanelerinde 16 aydır ölümüne süren direnişin bayrağını taşıyor.
En son eylemler ve direnişlerin en kitlesel olması önemlidir. Barselona’daki (16.03.02) küreselleşme karşıtı son gösterilerin ilk kez yarım milyonu aşması, İtalyan işçi sınıfının (23.03.02) iki milyonu aşkın bir güç oluşturması, ABD caddelerini (21.04.02) dolduran Filistin’e destek göstericilerinin yüzbinlerle ifade edilmesi, “kıyamet” in asıl belirtileridir.
1 MAYIS 2002’yi böyle bir dünyada, böylesi bir atmosferde karşılıyoruz. Umudumuz ve inancımız her zamankinden daha güçlüdür. Marksizm-Leninizm-Maoizm ile silahlanmış olmanın büyük avantajını kullanıyoruz. Tarihsel birikimin billurlaşmış ifadesi olan MLM bilimiyle yüklenmenin tayin edici sonuçlar elde edeceğinin bilincindeyiz. Sosyalist iktidar ve ülke deneylerinden; demokratik, proleter ve kültür devrimleri süreçlerinden; muazzam halk savaşı pratiklerinden ve sınıf mücadelesinin çok çeşitli sayısız muharebelerinden edindiğimiz büyük bir birikime sahibiz. Maoizmin, üzerinde yükseldiği ML temelden günümüze kazandırdığı öğretiyi esas alarak ilerliyoruz.
Küreselleşme sürecinin merkezileştirmeyi/entegrasyonu daha da arttırması, emperyalist haydutluğun ulaştığı aşama, tek tek ülkelerdeki devrim süreçlerini birbiriyle daha fazla ilişkilendirmiştir. Bu diyalektik ilişki doğru kavranmalı ve öncelikli görev, yani kendi ülkesindeki devrimi zafere ulaştırmanın yanı sıra enternasyonal dayanışma da eskiye göre daha ciddi ve sıkı ele alınmak zorundadır. Çünkü gerek tek tek ülkelerdeki süreç gerekse de proleter dünya devrimi süreci birbiriyle yakın bağ içindedir.
Her 1 MAYIS, ezilenlerin mücadelelerine daha bir hız verip canlılık saçarken, tüm zalimlerin ve sömürücü sınıfların korkularının doruğa tırmandığı gündür. 1 MAYIS, bir asrı aşkın bir süre boyunca dünya proletaryası ve ezilen halkların, baskı, sömürü ve zulme karşı direnişlerinde ve komünizme doğru attıkları her adımda bir coşku girdabıdır.
1 MAYIS, emperyalistlere, faşistlere ve gericilere karşı girişilen bütün eylemlerin, elde edilen bütün zaferlerin kutlandığı, yenileri için and içildiği gündür.
1 MAYIS, enternasyonalist ruhun benlikleri daha güçlü bir biçimde sardığı, mücadeledeki birlik ve dayanışmanın daha etkileyici biçimde kendini hissettirdiği bir coşku, bir büyük heyecandır.
Her 1 MAYIS’ta meydanlara dolan, alanlardan taşan; omuz omuza, kol kola türkülerle marşlarla coşan; özgürlük şarkıları söyleyen; öfkesini, kinini ve haklılığını haykıran; güçlülüğünü duyuran; sevgi, barış ve kardeşliğe olan hasretini, sömürüsüz, baskısız ve zulümsüz bir dünyaya duyduğu özlemi dile getiren; ama daima ve daima kazanacağını ve kazanacağına inancının tam olduğunu vurgulamayı ihmal etmeyen işçi sınıfı ve emekçi halklar bir şölen yaşar, bir bayram yaşatırlar.
1 MAYIS’ın alanlarda kutlanma geleneğini yaşatmalıyız. 1 MAYIS’ların bayram havasıyla, egemenlere baş kaldırma ve meydan okuma tavrıyla, iktidara yürüme coşkusuyla, birlik ve dayanışma ruhuyla kutlanması, meydanların devrimci sloganlarla zapt edilmesinde hayat bulmaktadır. 1 MAYIS, sınıf mücadelesine ivme kazandırma günüdür.
2. Enternasyonal’in 1 MAYIS için yaktığı ateşi daha da körüklemek, çektiği bayrağı daha da yukarılara yükseltmek için ileri !

1 MAYIS, KOMÜNİZM ATEŞİNİN SÖNMEZ MEŞALESİDİR !
YAŞASIN İŞÇİ SINIFI VE EZİLEN HALKLARIN
BİRLİK, DAYANIŞMA VE MÜCADELE GÜNÜ 1 MAYIS !
KAHROLSUN EMPERYALİZM, FAŞİZM VE HER TÜRDEN GERİCİLİK !
YAŞASIN FİLİSTİN DİRENİŞİMİZ ! YAŞASIN HALK SAVAŞI !
YAŞASIN PROLETARYA ENTERNASYONALİZMİ !
REHBERİMİZ MARKSİZM-LENİNİZM-MAOİZM !

TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ / MARKSİST LENİNİST
Merkez Komite-Siyasi Büro
22.04.2002