Muharrem Yiğitsoy
Ölümsüzleştiği tarih: 2 Kasım 2004
Muharrem Yiğitsoy yoldaş, 1970 yılında Yozgat ili Şefaatli ilçesi Arife köyünde, Türk ulusundan, Alevi mezhebine mensup, orta halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir.
Devrimcilere uzak olmayan bir ailede büyümüş, Partimizle üniversite yıllarında tanışmıştır. Bu dönemde TMLGB saflarında örgütlenmiştir. Partimiz saflarında örgütlenmesindeki temel neden silahlı mücadeleye sempati duymasıydı.
Üniversite yıllarında TMLGB içinde faaliyet yürütmüştür. Mezun olduktan sonra da Partinin militanı olarak mücadelesini sürdürmüş, verilen her görevi yerine getirmiştir.
Uzun bir dönem demokratik alanda görev yaptıktan sonra İstanbul’da işçi faaliyetinde görevlendirilmiştir. Burada belirli bir dönem faaliyet yürüttükten sonra kendisinin de isteğini değerlendiren Partimiz, 2002 baharında Karadeniz gerilla alanında görevlendirmiştir. 2004 bahar aylarına kadar bu alanda faaliyet yürütmüş, 2004 yazında partimizin kararı doğrultusunda Dersim’e çıkarmış olduğu ilk gerilla grubu içinde yer almıştır.
Yoldaşın da içinde bulunduğu gerilla grubumuz 2 Kasım 2004 günü, saat 18:00’de Dersim merkez Çiçekli Nahiyesi Turüşmek (Aktuluk) Köyü Robaik Mezrasında düşmanla karşılaşmış, dört buçuk saat süren bu çatışmada Aşkın Günel ve Cafer Kara yoldaşlar yaralanmış, Muharrem Yiğitsoy yoldaş ise ölümsüzleşmiştir.
Parti adı “Deniz” ve “Ahmet” olan Muharrem Yiğitsoy yoldaş ölümsüzleştiğinde TKP-ML üyesiydi.
****
BELGELER
*****
TKP/ML MİLİTANLARINDAN EYLEMLER
İŞÇİ-KÖYLÜ KURTULUŞU, NOS, Ocak 2005, Sayfa 24
[2 Kasım 2004 Dersim-Çiçekli- Turüşmek (Aktuluk) Köyü’nde ölümsüzleşen Muharrem Yiğitsoy Aşkın Günel ve Cafer Kara yoldaşlar için yapılan eylem haberleri]
*****
Muharrem Yiğitsoy yoldaş hakkında basında çıkan haber yorum ve makale:
“EUROGOLD TÜRKİYE’DEN DEFEDİLECEK
“İstanbul- Burjuva basında eylemleriyle magazin haber olan Bergama halkı, bölgelerinde siyanürlü altın arama işlemlerine karşı başlattıkları mücadele ve kararlı direnişleriyle; görünmeyen gerçeklerin ortaya çıkmasına ve anti-emperyalist mücadeleyi de gündeme getirdi.
Yaşam hakkını savunmayla başlayan Bergama halkının direnişi Eurogold gibi emperyalist şirketlerin ülke içinde ne kadar rahat davrandığını ve yarı-sömürge ülkelerin bağımlı oldukları emperyalizmin ülke içinde, koruculuğunu nasıl yaptığını gösteriyor. Eurogold’u koruyan ve önlerine barikat kurup işkence yapanların TC askerinin olması Bergama halkını önceleri şaşırtırken, artık devletin Eurogold’dan yani emperyalizmden yana olduğunu biliyorlar ve yeri geldiğinde hiçe de sayıyorlar. Köylüler bu mücadelede hem öğrendiler hem de öğrettiler. Onların 9 yıllık mücadelesi son yıllarda güncellik kazanırken, esasta emperyalizme karşı bir mücadele başlattıklarını gördüler ve gözleri korkmadı “kağıttan kaplan”dan.
Kendisine en uygun yerde yani en karlı yerde çalışmayı seçen emperyalist tekeller kendilerini en iyi koruduklarını düşündükleri yerde bile emekçilerin gazabına uğruyorlar. Daha fazla zarara uğramamak ve ömürlerini uzatmak için uluslararası anlaşmalar düzenleyerek rahat nefes almaya çalışıyorlar.
Son günlerde gündemde olan ve toplantıları gizli sürdürülen MAI ve MIGA emperyalist tekellerin kendilerini garanti altına almak için yaptıkları bir çalışma.
Birbirleriyle direk bağlantılı olan bu iki konuda faturalar her zaman emekçilerin cebinden ve canından kesiliyor. Şu anda devletin kendi yasalarını da çiğneyerek koruduğu Eurogold’un bekçiliğini yapan jandarmanın elindeki silah, kurşun ve cop Bergama halkının ödediği vergilerdendir.
Bu birbirlerine bağlı, birbirini etkileyen sorunu gündemde tutmak, tartışmak, gerçekleri daha iyi görerek pratiğimize yön vermesi için Tohum Kültür Merkezi’nde bir panel düzenlendi. 21 Haziran’da düzenlenen “Bergama Sorunu ve MAI” konulu panele Bergama halkının yiğit direnişçi kadınlarından Sebahat Gökçüoğlu, Metalurji Mühendisi Cemalettin Küçük ve gazetemizden Maden Mühendisi Muharrem Yiğitsoy katıldı.
EUROGOLD’UN JANDARMASI TC ASKERLERİ
Bergama’da yaşananları anlatan, konuyla ilgili profesörlerin, köylülerin görüşlerine yer veren belgeselin yer aldığı bir video gösteriminin ardından paneli yöneten Tohum Kültür Merkezi’nden Sevim Kalman Bergama’da yaşananların kısa bir tarihçesini anlatarak, Bergama halkından Sebahat Abla’ya sözü verdi.
Bergama’dan siyanürsüz selamlar getiren Sebahat Abla 9 yıllık mücadelenin tecrübesiyle konuştu. İlk olarak bölgelerinde altın aranacağı söylendiğinde sevindiklerini, fakat altının arkasında yaşanan gerçekleri öğrendiklerinde sefalet, ölüm getirdiğini o yöreyi gerileteceğini düşündüklerini ifade eden Sebahat Abla; Eurogold firmasının insanların kimisini tehdit ederek, kimisini kandırarak, kimisini de topraklarından hissesini alıp onlara dava açıp zorla ellerinden alarak yani düzenbazlıkla oraya oturduğunu belirtirken Eurogold’un daha önce başka ülkelerde altın aradığını, orada sabıkalandığını ve Türkiye’de işinin erbabı bir şekilde işlerini yürüttüğünü anlattı. Sebahat Abla; Eurogold’un Bergama’da İzmir’de mahkemeleri kandırdığını, birtakım yetkilileri satın aldığını, bunun üstüne devlet yetkililerinin Eurogold firmasının esiriymiş gibi şirkete çok yardımcı olduklarına değinirken “O kadar yardımcı oldular ki Eurogold firmasına, önümüze güvenlik güçlerini yönelterek tartaklattılar, baskı kullandılar, zulmettiler, işkence yaptılar. Hiçbir yetkili burası nasıldır deyip bizim halimizi, hatırımızı sormadı. Ayaklarını Bergama topraklarına soksalardı, adeta o kurumuş olan beyin damarları yeşerirdi” dedi. Her baskıya rağmen direndiklerini, çoğaldıklarını gururla anlatan Sebahat Abla, Bergama yöre halkının Afrika halkı gibi paraya ve çikolataya kanacak bir halk olmadığını vurguladı. Eğer Bergama’da siyanürle altın arama işlemleri başlarsa Türkiye’nin başka 560 yerinde de başlayacağını söyleyen Sabahat Abla, bir “aferin”e yabancılara toprakları peşkeş çekmeye kararlı bir yönetimle karşı karşıya olmalarını bilmelerine rağmen gerekirse 9 yıl daha mücadele etmeye kararlı olduklarını, eylemlerini anlatarak gösterdi.
“Of be/Ulan öldürdüler bizi bu pezevenkler/Bir tek günümüz geçmiyor ahsız ofsuz/Bir tek günümüz geçmiyor borçsuz harçsız/Bir tek günümüz be yahu/Bir tek günümüz/Oh diyesiye/Ulan öldürdüler bizi bu pezevenkler/Yahu kimin bu topraklar/Yahu kimin bu denizler/Yahu kimin bu ormanlar/Bu trenler bu gemiler bu uçaklar/Bu madenler kimin yahu/Kıydılar alımıza, morumuza bu pezevenkler/Kıydılar yazımıza, baharımıza/İşimiz gücümüz mayın taramak/İşimiz gücümüz ölü toplamak/Ulan öldürdüler bizi bu pezevenkler…”
Hasan Hüseyin’in bu dizeleriyle sözlerine başlayan TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Cemalettin Küçük TMMOB’a bağlı 23 odadan sadece birkaç odanın yöneticilerinden olan bazı mühendisler dışında siyanürle altın aranmasına tavır alınmadığını, TMMOB olarak ülkedeki yabancı sermayenin siyanürle altın arama işletmesine karşı tavır alınması gerektiği ve bu konuda gerekli verilerin ellerinde var olduğunu, bundan sonraki görevlerinin Bergama halkının mücadelesini Türkiye’nin 560 yerine taşımak ve Bergama halkının mücadelesini daha da ilerletmek olduğunu vurguladı. Küçük; hocası olan İTÜ Metalurji Anabilim Dalı Başkanı İsmail Duman’ın yabancı sermayeyi çekirge sürüsüne benzeterek, bu çekirge sürüsünün Anadolu’ya yayıldığını ifade eden sözlerine yer vererek, siyanürlü altın arama konusunda Türkiye’de bir ilki yaşayan Edremit’in Havran yöresindeki siyanürlü altın arama örneğini verdi. Havran halkının bilgisizliğinden dolayı herhangi bir şey yapmadıklarını, ama bunun olumsuzluklarını yaşadıklarını belirtirken, Eurogold’u hiçbir kaza olmadığı yönlü açıklamalarına rağmen yaşanılan kazaların Eurogold’u yalanladığını açıkladı. Türkiye’nin madencilik sorunlarının 1970’li yıllarda yabancı sermayenin girmesiyle ve bor madenleri üzerinde çalışmasıyla başladığına değinen Küçük; “Susurluk’da bulunan bor madeni dünyadaki bor madenlerinin 3/4’ünü kapsar. 1970’de yine yabancı sermaye ve yerli işbirlikçileri ülkemize gelip bor madeninin işletilmesinde ön işletmeyi yapıp rafine işlemini yurtdışında yapmak gibi bir çalışma içine girmişler. Yapılan mücadeleyle birlikte 1978 yılında bor madeni devletleştirilmiş, fakat bugün gelinen süreçte yeniden kapatılma durumuna gelmiş” diyerek süreci anlattı. Eurogold şirketinin Avrupa’da yatırım yapmamasının nedeninin çalıştığı bölge için ödeyeceği çevre vergisinin 160 milyon dolar olduğunu söyleyen küçük, Eurogold’un söylediklerinin aksine, daha fazla altın işlettiğini ifade etti.
İŞÇİLER, KÖYLÜLER, EMEKÇİLER
ANTİ-EMPERYALİST MÜCADELEYE
Gazetemiz çalışanı Maden Mühendisi Muharrem Yiğitsoy Bergama köylüsünün mücadelesinin neler öğrettiğini sıralayarak başladı sözlerine. Emperyalizmin kuklaları komprador burjuvazi ve büyük toprak ağalarının efendilerine nasıl yaranmaya çalıştıklarını, emperyalizmin insanlık ve doğa düşmanı olduğunu, anti-emperyalist mücadelede köylülüğün ve bunun içinde de özellikle kadının mücadeledeki önemini sıralayan Yiğitsoy; emperyalizmin gittiği yerlerde senaryolarıyla halkları kandırmaya çalıştığını, fakat Bergama halkının bu yalanlara kanmadığını ve 17 köyün birleşik mücadelesinin Eurogold şirketine geri adım attırdığını vurguladı. Devletin Bergama köylülerinin eylemlerine yaklaşımını değerlendiren Yiğitsoy, köylülerin karşısına komando birliklerinin çıkarıldığını, köylülere işkence yapılıp üzerlerinde baskı kurulmaya çalışıldığını, hatta bunun son örneklerinden birinin de bu mücadelede ön saflarda yer alan 31 Mart’dan bu yana kayıp olan Metin Andaç’ın akıbetinin hala bilinmiyor olması olduğunu vurguladı.
Özünde emperyalizme karşı verilen bu mücadelede Eurogold şirketinin İzmir bürosunun TKP/ML TİKKO tarafından bombalanmasını örnek vererek Bergama halkının anti-emperyalist mücadelesinin desteklenmesi gerektiğine değinen Muharrem Yiğitsoy, ülkemizde birçok Eurogold’un varolduğunu, bunların birbirleriyle bağlantılı olarak Türkiye’nin 58 bin km2’lik alanını kapladığını belirtti.
Yiğitsoy, emperyalizmin, kendini güvenliğe almak için yaptığı anlaşmalardan MAI (Çok Taraflı Yatırım Anlaşması) ve MIGA (Çok Taraflı Yatırım Garanti Ajansı) konularına önemli ve Eurogold ile bağlantılı olmasından dolayı geniş bir şekilde değindi. Yiğitsoy konuya ilişkin olarak şunları söyledi; “Emperyalist sermaye artık gittiği ülkede hiçbir sorun çıkmaması için uğraşıyor. Saldırgan politikalarına şimdi de MAI ile devam ediyor. 1995’de başlattıkları bu toplantılar, emperyalizmin kendi içindeki dalaşlarından dolayı başlıyor. ‘98’de gündeme gelen MAI’nin hükümlerinden biri; MAI’ye bağlı üye ülkeler gittiği ülkede MAI hükümlerine bağlı kurallar neyse o uygulanıyor. En az 5 yıl o anlaşmadan vazgeçmeme şartı var. Daha sonra da çıkılsa bile 15 yıl mecburi uyma süresi var bunun. Ki bu konuda yaşanan bir örnek olarak, NAFTA (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması)ya üye olan Kanada olayında görülmüştür. Kanada’da çalışan bir Amerikan şirketi MMT adında zehirli bir benzin üretiyor. Kanada hükümeti bunu öğrendiğinde karşı çıkıyor ve halkı bu konuda uyarıyor. Tabi NAFTA’ya bağlı olduğundan dolayı Amerikan şirketi bunu uluslararası mahkemeye götürüyor ve 251 milyon dolar tazminat alıyor Kanada hükümetinden. Yani bu anlaşmaya girdiyseniz emperyalizm ne derse o olacak.
Yine MAI’nin hükümlerinden biri de; emperyalist sermaye, yarı-sömürge ülkelere girdiklerinde hükümet değişikliklerinden etkilenmeyecek, etkilendiğinde de zararı o ülke ödeyecek. Farklı bir boyutuyla, yabancı sermayenin sömürüsünden kaynaklı grev, kitle hareketleri gibi onları rahatsız edecek problemler çıktığında buradan aldığı zararı da o ülke karşılayacak. Bu da şu anlama gelecektir ki; emekçi halklara daha fazla işkence, zam, zulüm. MAI’nin bir uzantısı var, MIGA. Türkiye’nin de üye olduğu MIGA’nın amacı kitle hareketleri, para transfer riski, kamulaştırma ve sözleşmenin iptalinden doğan zararlardan yabancı sermayeyi korumak, güvence altına almak. Türkiye’nin de gizli katıldığı, toplantılarının da gizli tutulduğu bu ajansa Türkiye tonlarca para yatırırken, hayat pahalılığından sözediyor”.
Yiğitsoy’un geniş açıklamasının ardından paneli izleyenler görüşlerini belirterek panelistlere sorularını yönelttiler. Soruların çoğu Sebahat Gökçoğlu’naydı. Eylemlerinin, direnişlerinin, Eurogold’un gitmesiyle bitip bitmeyeceği, Türkiye’da başka konularda yaşanan sorunlara, örneğin Türkiye Kürdistanı’nda yaşanan haksız savaş, zorla göçettirmeler gibi sorunlara nasıl yaklaşacaklarını, kayıp olan Metin Andaç için ne yapmayı düşündüklerini, TKP/ML TİKKO’nun bombalama eylemini nasıl değerlendirdiklerini, demokratik eylemlerle nereye kadar mücadele edeceklerinin sorulması üzerine Sebahat Abla’nın soruları cevaplandırması da uzun süre aldı.
Nükteli konuşmalarıyla hem konuşmalarını çekici hale getiren, hem de panelin canlılığını koruyan Sebahat Abla izleyicilerin en çok soru sorduğu panelist oldu.
Mücadelelerinin Eurogold’un Bergama’dan gitmesiyle bitmeyeceğini, Türkiye’deki Eurogoldlar’ın gitmesi gerektiğini, Güneydoğu’da yaşanan sorunların yaşanmasını istemediklerini, anaların ağlamasını istemediklerini belirten Sebahat Abla, Metin Andaç’ın tutuklu olduğunu bildiklerini, kesin olmamakla beraber elbette birşeyler yapacaklarını söyledi.
Dinleyicilerin, demokrasi olmayan bir ülkede demokratik yollarla pek fazla bir yere varılamayacağını, ayrıca Bergama halkının yaptığı şantiye işgali ve sayım vermeme eylemlerinin de TC hukuku çerçevesi içinde yasal olmadığı şeklinde gösterilmeye çalışıldığını belirtmesi üzerine, Sebahat Abla “Önce demokratik yollar kullanılır. Yani basamakları bir bir çıkmak varken merdivenden atlamak olmaz. Basamakların bittiği yerde merdivenden atlarız. Bundan da devlet sorumludur” dedi.
Soruların ardından panelistler, Sevim Kalman’ın “Bundan sonra anti-demokratik uygulamalara ilişkin tavrınız ne olacak?” sorusuna verdikleri cevaplarla son sözlerini söylediler.
Cemalettin Küçük, demokratik yollarla elbette çözüm aranacağını ve tavırlarının karşıdaki güçlerin alacağı tavırlara göre de değişeceğini ifadelendirerek, her zaman Bergama halkının yanında olacaklarını söyledi.
Sebahat Abla; kadın-erkek bu mücedeleyi birlikte yürüttüklerini, yılgınlığa, bezginliğe kapılmadan mücadelelerine devam edeceklerini, büyük bir kararlılıkla söyleyerek konuşmasını “Türkiye Afrika olmayacak!” sloganıyla bitirdi.
Anti-demokratik uygulamaların karşısında örgütlenmek gerektiği, anti-emperyalist mücadelenin geliştirilmesi üzerinde duran Muharrem Yiğitsoy yapılacak demokratik eylemlerin radikal kitle eylemleriyle birleştirilmesi gerektiğini söyledi.
Yaklaşık 4 saat süren ve oldukça canlı tartışmaların yaşandığı panelde izleyiciler “Bergama halkı yanlız değildir!”, “Türkiye Afrika olmayacak!” sloganlarını Tohum’dan Bergama’ya ulaştırdılar.”
Kaynak: 26 Haziran-9 Temmuz 1998, Özgür Gelecek 121 Sayfa 6-7
****
*******
Muharrem Yiğitsoy yoldaşın kaleminden:
“Sidar Yoldaş (Eyüp Güllen) Seni anmak Parti önderliğinde sebatla yürümektir
Can yoldaşım, dağların yiğit Partizanı. Seninle ‘91’deki bir görüşmeden sonra tanışmıştım. Daha sonra beraber çalışmaya başladık. O genç yaşta planlı, programlı çalışman, azmin, Parti’ye bağlılığın seni o kadar geliştirmişti ki seni örgütleyen mücadele kaçkınları bile şaşırıyordu. Sen artık bir TMLGB militanıydın. Dağlara sevdalıydın. Her konuşmanda buradaki örgütlülüğü oturttuktan sonra, “Parti kabul ederse Halk Ordusu’na katılacağım, patron-ağa devletine kan kusturacağım” derdin. TMLGB saflarında verilen her görevi layıkıyla yerine getirmek için yoğun çaba harcardın. Ailenin tek erkek çocuğuydun. Tek erkek çocuğu olmandan dolayı ailenin sana olan aşırı bağlılıklarına karşı her zaman şu yanıtı verdin: “Benim sizlere layık bir evlat olmam için bu pislik düzene karşı mücadele etmem gerekir.” Seninle ikinci görüşmemizde ise Mehmet Demirdağ yoldaş ile gelmiştin (Şehit düştükten sonra Mehmet Demirdağ olduğunu öğrendim). Süreç içerisinde Mehmet Demirdağ yoldaşın sabırlı, kararlı çalışması seni öyle etkilemişti ki “İşte gerçek komünist” diyordun. O’nun “Durumumuz iyidir, önemli olan Parti’ye bağlılıktır. Parti ilkelerini sahiplenmektir” sözlerini her zaman örnek alarak, kendi alt birimlerindekilere anlatıp Parti bilinci ile donanmaları için çaba sarfederdin. Görev değişikliğinden sonra M. Ali Çakıroğlu ile çalışmaya başladın. Ondan da çok şey öğrendin. “Emmioğlu” derdik Çakıroğlu’na. Hep derdin yoldaş “Emmioğlumuz geliyor, güzel bir yemek hazırla” diye. Yemeği hazırlardık. Sonra Emmioğlumuzla başlardı sohbet. Emmioğlumuzun o sakin duruşu, olayları kavrayışı, bizleri Parti hakkında bilgilendirmesi bizlerde çok derin etkiler bıraktı.
Sen hep derdin, “Bu yoldaşlar bu kadar mükemmel ise, acaba Parti üyeleri nasıldır?” diye. Sonraki süreçte ise TMLGB içinde hizip çıkmıştı. Ve hemen bölgendeki yoldaşların da bu mücadele kaçkını hizipçilere karşı hizip elebaşlarının birinin seninle görüşmesinde verdiğin yanıt şu olmuştu: “Bizler sizler gibi mücadele kaçkınlığını savunmuyoruz. Parti nerede görev verirse o görevi yaparız. Kıra gitmemiz gerekiyorsa, kıra gideriz.” Sonra hizipçi elebaşların sorgulandığı süreçte sen de oradaydın. Yoldaşların hizipçileri nasıl mahkum ettiklerini bizlere sen anlatmıştın yoldaş. Birlikten sonra ise kıra gidiyordun. Seninle son kez vedalaştıktan sonra ise kıra gitmiştin. Senin hakkında yoldaşlarla görüşmelerde ancak bilgi alabiliyordum. Kırda da o doğanın zor koşullarına rağmen kısa sürede uyum sağladığını, yine azimli ve sabırlı çalışmanla Parti’ye layık bir halk savaşçısı olduğunu öğrendim. Yoldaş, biliyorsun sen şehit düşmeden önce M. Ali Çakıroğlu, Emmioğlumuz şehit düşmüştü. Şimdi ise Komünist Önderimiz, Yeniden İnşa’nın Mimarı Mehmet Demirdağ şehit düştü. Evet Sidar yoldaş. Bize sabrı, planlı-programlı çalışmayı, Parti’ye bağlılığı kavratan, hizip elebaşlarını dize getiren Önderimiz Mehmet Demirdağ, Partimizin Genel Sekreteri olarak şehit düştü. Yoldaş, Önderimiz Mehmet Demirdağ birlikten sonra Parti’ye içten ve dıştan yapılan darbelere karşı Parti’yi yeniden ayakları üzerine dikti, Yeniden İnşa sürecini başlattı. Sen de Önderimiz gibi 1 No’lu Gerilla Bölgesi’nde ilk tavrı alanlardan oldun. Darbeciliğe tavır aldın. Zor durumlarda kaldığınız dönemlerde Parti’ye bağlılığını hiç yitirmedin. Senin şehit düştüğünü ise bir iş için görüştüğüm yoldaştan öğrendim. O söz üzerine duraksadım. İçime bir sızı düştü. Sen de şehit düşmüştün M. Ali’den sonra. Yoldaş senin nasıl şehit düştüğünü anlattıktan sonra, senin kırdaki bir yoldaşla konuşmanı anlattı. Gençliğin kimin yanında tavır alabileceği yönlü konuşmalarınızda, “Gençlik ısrarla, kesinlikle bizden yana tavır alır” demenden sonra espri yaparak “Bu konuda iddiaya bile girerim” demenin yoldaşlarını neşelendirdiğini söyledi. Bir de kendi çalıştığın bölgenin kimden yana tavır alacağını da merak etmişsin. Sidar yoldaş, senin bıraktığın mücadele tohumu Parti’ye hiç ihanet eder mi? Mehmet Demirdağ’dan, M. Ali Çakıroğlu’ndan öğrendiğini Parti’ye bağlılığını sen de bölgendeki yoldaşlarına kavrattın. Evet yoldaş, seni anmak Parti’ye bağlılıktır. Seni anmak savaşmaktır. Parti önderliğinde Demokratik Halk İktidarı perspektifiyle ilerlemektir.
Kaynak: Yeni Demokrasi Yolunda Özgür Gelecek, 1-14 Mayıs 98 Sayı 117-Sayfa 31
******
Muharrem Yiğitsoy yoldaşın kaleminden:
“Komsomol’un fedakar, başeğmez komünisti M. Ali ve yeni tarzın ölümsüzleşen gerillası doktor, Muzaffer’in anısına…
Onların çağrısına, onlar gibi yanıt verelim
Başkan Mao’nun “ölümler vardır Tay Dağı kadar yüce; ölümler vardır kuş tüyü kadar hafif” sözünün anlamının büyüklüğünü herbir canımızın, bir parçamızın toprağa serpilişinde iyi görmekteyiz. Bu yönelim Maoistlerin hepsinde aynıdır. Bugün Nepal Komünist Partisi’nden ve HKP (ML) Halk Savaşı’ndan üst düzey yöneticilerin egemenler tarafından katledilmesinden duyduğumuz etkileşim örnektir. Bu ölümler halk sevgisidir, Parti sevgisidir, altınçağa ulaşmanın yol açıcılarıdır.
Kendim örgütlülüğe gençlik saflarında başladığım bir dönemde Komsomol militanları Hasan Demir’lerin, ardından da Emre’nin şehit düşüşü bende derin bir etkileşim yaratmıştı. Bilinç düzeyindeki geriliğim ile bu etkileşimin duygusallık yönü ağır basıyordu. İnsan geliştikçe şehitlerin anlam ve önemini daha iyi kavrıyor, kendini sorgulama cesaretine girebiliyor. Sonra Komsomol’un kuruluşunda kat be kat emeği olan İsmail Oral’ımızın haince katledilişi ve sen ey yüce insan, Komsomol’un başeğmez savaşçısı M.Ali Çakıroğlu.
İnsanda, yoldaşlarımızdan şehit düşenleri içinde tanıdığımız olduğu zaman yoğunlaşma derecesi artıyor. Onlarla yaşadığın pratikler göz önüne geliyor. Gözlerin doluyor. Kahrediyorsun. Bu kahrediş çaresizlikten değildir, düşmana olan kindir. Yoldaşımıza, yoldaşlarımıza olan yüce sevgidir.
Temmuz sıcağı, her taraf sıcaktan kavruluyor. Televizyonlar efendilerine uşaklığı ile bas bas bağırarak haberi veriyor. “Fikirtepe’de bir evde bombanın patlamasıyla bir terörist öldü” diye. Ertesi gün öğreniyorum ki bu Komsomol’un ateşli komünisti M. Ali Çakıroğlu. Hani şu her alındığında Ankara’da, İstanbul’da işkencehanelerde taviz vermeyen, Komünist M.Ali Çakıroğlu. Ve bende yine bir kahrediş ve hesap sorma bilinci.
Mehmet Ali ile ilk tanışmam sorumlu yoldaşın onunla bir evde tanıştırması ile olmuştu. Bizler hakkında bilgisi olduğu için hemen sarılıp, tanıştıktan sonra koyu sohbetlere dalmıştık. Ve sonraları bu fedakâr, alçakgönüllü, herkesi derinden etkileyen can yoldaşın verdiği randevu günlerini bekler olduk. Oturuşu, gülümseyişi, kısacası duruşu ile herkeste bir elektriklenme yaratıyordu. Bu durum sadece bende değil onu tanıyan herkeste oluyordu. Onun gelmesiyle büyük bir canlanma olmuştu. Hatırlıyorum da bir gün gençlerin Kızılırmak’ın konserinde slogan atalım mı, atmayalım mı tartışmasına denk gelmiştin. Okulu bitirmesine 1 yıl kalan birkaç kişi gözaltına alınırsak okul hayatımız biter anlayışını değişik boyutlarda dile getirerek slogan atmayalım diyorlarken, diğerleri parçalara göre anlamına uygun slogan atılabilir anlayışını savunuyordu. Biraz dinledikten sonra senin o etkileyici duruşunla, açıklayıcı bir konuşma yapmanla, okul kaygısı olanların renkleri nasıl değişmişti. Gençler sana hemen ısınmıştı. Can yoldaş biraz yaşlı gösteren görünümü ile herkesin ağabeyi olmuştu. Gençler hep soruyordu o abi kim, bir daha gelir mi diye. Randevularını hiç aksatmıyordu. Arasıra habersiz geldiğin de oluyordu. Her gelişinde hemen derin sohbetlere dalıp, sorular soruyorduk. Her konuşmanda tane tane anlatışın bizlerin uykusunu açmaya çalışman, çaba sarfetmen çok güzeldi.
Yine yoğun bir tartışmanın üzerine gelmiştin. Bu kezki tartışma konusu Milli Burjuvazi idi. Doktor Muzaffer inatçı tavrıyla bir tarafta, Sidar ve birkaç yoldaş bir tarafta. Doktor’a hayli yüklendikleri bir zamanda Doktor’u kurtarmıştın. Saatlerce süren tartışmada Doktor’un görüşleri doğruydu. Sabah saat 4:00 olmuştu. Senin ise 6:00’da gitmen gerekiyordu. İki saat uyuyup, 6:00’da kalkıp gitmen bizi hem şaşırtmış, hem de ilkeli bir yoldaşımızın bu tavrı sevindirmişti. Can yoldaşım o dönemlerde işiniz hayli yoğundu, her tarafa gidiyordunuz. Sizin çabalarınızla Komsomol gittikçe güçleniyordu. Güçlendikçe Partiye, Halk Ordusu’na kan taşıyordu. GB içindeki hizip sürecini hatırlıyorum da, hizipçilerin bizim alanda gereken cevabı aldıklarında gelen hizipçinin sürekli küfürbaz tarz konuşmasıyla ilgili olarak bir yürüyüşümüzde sana dert yanmıştım. Böyle insanları nasıl alıyorsunuz diye. Verdiğin yanıtla düşünüş tarzımın yanlışlığına vurgu yaparak beni yine susturmuştun. O dönemler ben de hep sitemkardım. Herşeyi eleştiriyordum. Zorlukların verdiği psikolojinin beni bu duruma ittiğini, zorluklardan kaçmanın yolu olduğunu sonradan kavrayarak anladım. Bu sitemlerin karşısında senin o sözlerin beni hayli etkilemişti. “Bu zorluklar ne ki sen mücadele içerisinde geliştikçe, Partinin üst konumlarına doğru geldikçe zorlukları daha iyi göreceksin, sitem etme, mücadeleye sıkı sarıl, gerileme” demiştin.
Halk Ordusu’nun, işkenceci Başkomiseri cezalandırması sonucu her tarafın çevrilip 2 erkek bir bayan aradıklarından sizin de tesadüfen taksi dolmuşta iki erkek bir bayan olmanızdan dolayı şüphelendiğinde, soğukkanlılıkla komiseri ikna edip, yola devam edişinizi nasıl o güzel gülümseyişinle anlatmıştın. Soğukkanlılığın önemi üzerine durmuştun. Son gidişin hayli uzun olmuştu. Gelmiyordun. Nerde kaldı diyorduk. Şehit oluşundan sonra öğrendik ki konferansa gitmişsin. Kırda kalmayı çok istiyordun. Partin seni yine şehirde görevlendirdi. Şehirde sana ihtiyaç vardı. Biz seni yanımıza beklerken ölüm haberini öğrendik. Senden sonra bizle ilişkiye geçen yoldaştan gelişmeler hakkında bilgi aldık. Onlar da senin konferansa gittiğini bildiği için, seni dört gözle beklediklerini, geldiğinde senle nasıl kucaklaştıklarını anlattı. İçlerinde sevgilin, çok sevdiğin bayan yoldaş da ordaymış. Gelişmeleri aktarıp hemen kalkıp gitmene biraz bayan yoldaş sitem etmiş. Ve gittikten sonra bombanın evde patlaması, senin işkencede yaralı iken katledilmen. Konferansı selamlayacaktın. Hesap soruculuğu patron-ağalara gösterecektin. Olmadı. Şehit oluşunun o yoldaşı da nasıl etkilediği, anlatışının derinliğinden belli oluyordu. Senden sonraki yoldaşa da çabuk ısındık. Seni çok seviyordu. Senle, Tombulla geçen anılarını anlatırdı.
Can yoldaşım dediğim gibi senden sonra hep o yoldaşla görüştük. Aramızda dökülenler olduğu gibi sınıf savaşımını boyutlandıranlar da çıktı. Dökülenlerden bahsetmeye gerek yok. Sınıf savaşımını boyutlandıranlardan biri de M.Ali, O, inatçı, soru sorulduğunda duraksayıp, geç cevap veren çocuksu Doktor Muzafferdir. Sizlerin emeği ile başka insanlarımız da çıktı bu alandan. Evet güzel insan, Doktor Muzaffer de 25 Nisan’da şehit düştü. Hatırlarsın bir gün paraya çok ihtiyacın vardı. Bizde olsa olsa Doktor’da olur diye oraya gitmiştik. Para lazım dediğimizde, yine duraksayıp şey 20 bin lira var demesi bizi ne kadar güldürmüştü. Sana çok para lazımdı. Durumu anlayınca gidip bankadan çekip vermişti. İşte Doktorumuz. Yeni tarz gerilla olarak şehit düştü. Artık birlik döneminde o kamp için gittiğinde gördüğün gerilla tarzı yok. Yeni tarzla, zorlu zirveleri hedefleyen yürüyüş gerçekleştiriliyor. Bunun en açık, sıcak pratiği Dersim’e tarihsel yürüyüşü gerçekleştiren yoldaşlarımızdan şehit düşen 7’sinin de gelişimi, duruşu, yürüyüşü örnektir. İçin rahat olsun güzel insan o güvendiğin, sımsıkı sarıldığın Partin, Partimiz darbeyle ilkeleri ayaklar altına alındıysa da ayağa doğruldu ve şimdi zirveleri hedefleyen zorlu yürüyüşteler.
O çocuksu Doktorumuzun gerilla saflarında gelişimi, ilerleyişi, 1 ay kadar düşmanla çatışma sonucu birliğinden, Partisi’nden ayrı kalmasına rağmen ısrarla, sebatla umudunu yitirmeden köylerle de ilişkiye geçip, sonradan birliği ile buluşmasını senin de görmeni isterdim. Can yoldaşım kavga sizlerle büyüyor, şehitlerimize verilmiş sözü unutmuyoruz. Ne seni liselilerin başkanı, bizlerin abisi, fedakâr, alçakgönüllü, sevecen halk savaşçısı can yoldaşımızı, ne de yeni tarzın Partileşen gerillası Doktor Muzaffer’i unutmayacağız.
And olsun ki sizlerin ve tüm Parti şehitlerinin kanı yerde kalmayacak. Savaş naralarımız Altınçağ mücadelesinde hiç susmayacak. Savaşıyoruz, savaştıkça hatalarımızı da görerek Halk Savaşını daha üst boyutlara sıçratıyoruz. Hoşçakal sevgi dolu insan, hoşçakal umudumuzun genç komünisti, hoşçakal Kürt halkının bağrından çıkmış yüce insan, hoşçakal, hoşçakal…
Bir kez daha seni ve tüm şehitlerimizi bu ölüm yıldönümünde anıyoruz.
Mehmet Zeki”
Kaynak: Yeni Demokrasi Yolunda Özgür Gelecek, 7-20 Temmuz 2000, Sayı 18”