Umut İl
Ölümsüzleştiği tarih: 25 Nisan 2000
Umut İl yoldaş, 1975 yılında Dersim’in Pertek ilçesine bağlı Pınarlar köyünde doğdu. TKP-ML ile örgütsel ilişkiye Eskişehir Anadolu Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde okuduğu süreçte geçti. TMLGB’nin Eskişehir örgütlenmesinde yer aldı.
TMLGB’nin çağrısıyla gerilla alanında örgütlendi ve gerillanın “Doktor”u oldu. Ese Yurdu‘nda yoldaşlarını kurtarmak için düşman çemberlerine dalan Doğan Altun’un yanıbaşında Doktor da vardır. Almus’ta kayıplar verilen bir çatışmada birlikten bir ay gibi bir süre uzak kalıp çeşitli güçlüklerle karşılaşmasına rağmen inanç ve sabırla yoluna devam etmiş, yöre halkının yüreğine taht kurarak adeta efsaneleşmiştir.
Umut İl yoldaş, 25 Nisan 2000 tarihinde Dersim/Ovacık’ın Mercan Vadisinde düşmanla yaşanan çatışmada Yusuf Ayata, Hasan Akyol, Fehiman Bozgurt, Fikret Vural, Zeynel Erdoğan ve Mustafa Toptaş yoldaşla birlikte ölümsüzleşti.
Umut İl yoldaş ölümsüzleştiğinde TKP-ML’nin Aday Üyesi, TİKKO’nun alt düzeyde komutanlarındandı.
Umut İl yoldaş
*******
Muharrem Yiğitsoy yoldaşın kaleminden:
“Komsomol’un fedakar, başeğmez komünisti M. Ali ve yeni tarzın ölümsüzleşen gerillası doktor, Muzaffer’’in anısına…
Onların çağrısına, onlar gibi yanıt verelim
Başkan Mao’nun “ölümler vardır Tay Dağı kadar yüce; ölümler vardır kuş tüyü kadar hafif” sözünün anlamının büyüklüğünü herbir canımızın, bir parçamızın toprağa serpilişinde iyi görmekteyiz. Bu yönelim Maoistlerin hepsinde aynıdır. Bugün Nepal Komünist Partisi’nden ve HKP (ML) Halk Savaşı’ndan üst düzey yöneticilerin egemenler tarafından katledilmesinden duyduğumuz etkileşim örnektir. Bu ölümler halk sevgisidir, Parti sevgisidir, altınçağa ulaşmanın yol açıcılarıdır.
Kendim örgütlülüğe gençlik saflarında başladığım bir dönemde Komsomol militanları Hasan Demir’lerin, ardından da Emre’nin şehit düşüşü bende derin bir etkileşim yaratmıştı. Bilinç düzeyindeki geriliğim ile bu etkileşimin duygusallık yönü ağır basıyordu. İnsan geliştikçe şehitlerin anlam ve önemini daha iyi kavrıyor, kendini sorgulama cesaretine girebiliyor. Sonra Komsomol’un kuruluşunda kat be kat emeği olan İsmail Oral’ımızın haince katledilişi ve sen ey yüce insan, Komsomol’un başeğmez savaşçısı M.Ali Çakıroğlu.
İnsanda, yoldaşlarımızdan şehit düşenleri içinde tanıdığımız olduğu zaman yoğunlaşma derecesi artıyor. Onlarla yaşadığın pratikler göz önüne geliyor. Gözlerin doluyor. Kahrediyorsun. Bu kahrediş çaresizlikten değildir, düşmana olan kindir. Yoldaşımıza, yoldaşlarımıza olan yüce sevgidir.
Temmuz sıcağı, her taraf sıcaktan kavruluyor. Televizyonlar efendilerine uşaklığı ile bas bas bağırarak haberi veriyor. “Fikirtepe’de bir evde bombanın patlamasıyla bir terörist öldü” diye. Ertesi gün öğreniyorum ki bu Komsomol’un ateşli komünisti M. Ali Çakıroğlu. Hani şu her alındığında Ankara’da, İstanbul’da işkencehanelerde taviz vermeyen, Komünist M.Ali Çakıroğlu. Ve bende yine bir kahrediş ve hesap sorma bilinci.
Mehmet Ali ile ilk tanışmam sorumlu yoldaşın onunla bir evde tanıştırması ile olmuştu. Bizler hakkında bilgisi olduğu için hemen sarılıp, tanıştıktan sonra koyu sohbetlere dalmıştık. Ve sonraları bu fedakâr, alçakgönüllü, herkesi derinden etkileyen can yoldaşın verdiği randevu günlerini bekler olduk. Oturuşu, gülümseyişi, kısacası duruşu ile herkeste bir elektriklenme yaratıyordu. Bu durum sadece bende değil onu tanıyan herkeste oluyordu. Onun gelmesiyle büyük bir canlanma olmuştu. Hatırlıyorum da bir gün gençlerin Kızılırmak’ın konserinde slogan atalım mı, atmayalım mı tartışmasına denk gelmiştin. Okulu bitirmesine 1 yıl kalan birkaç kişi gözaltına alınırsak okul hayatımız biter anlayışını değişik boyutlarda dile getirerek slogan atmayalım diyorlarken, diğerleri parçalara göre anlamına uygun slogan atılabilir anlayışını savunuyordu. Biraz dinledikten sonra senin o etkileyici duruşunla, açıklayıcı bir konuşma yapmanla, okul kaygısı olanların renkleri nasıl değişmişti. Gençler sana hemen ısınmıştı. Can yoldaş biraz yaşlı gösteren görünümü ile herkesin ağabeyi olmuştu. Gençler hep soruyordu o abi kim, bir daha gelir mi diye. Randevularını hiç aksatmıyordu. Arasıra habersiz geldiğin de oluyordu. Her gelişinde hemen derin sohbetlere dalıp, sorular soruyorduk. Her konuşmanda tane tane anlatışın bizlerin uykusunu açmaya çalışman, çaba sarfetmen çok güzeldi.
Yine yoğun bir tartışmanın üzerine gelmiştin. Bu kezki tartışma konusu Milli Burjuvazi idi. Doktor Muzaffer inatçı tavrıyla bir tarafta, Sidar ve birkaç yoldaş bir tarafta. Doktor’a hayli yüklendikleri bir zamanda Doktor’u kurtarmıştın. Saatlerce süren tartışmada Doktor’un görüşleri doğruydu. Sabah saat 4:00 olmuştu. Senin ise 6:00’da gitmen gerekiyordu. İki saat uyuyup, 6:00’da kalkıp gitmen bizi hem şaşırtmış, hem de ilkeli bir yoldaşımızın bu tavrı sevindirmişti. Can yoldaşım o dönemlerde işiniz hayli yoğundu, her tarafa gidiyordunuz. Sizin çabalarınızla Komsomol gittikçe güçleniyordu. Güçlendikçe Partiye, Halk Ordusu’na kan taşıyordu. GB içindeki hizip sürecini hatırlıyorum da, hizipçilerin bizim alanda gereken cevabı aldıklarında gelen hizipçinin sürekli küfürbaz tarz konuşmasıyla ilgili olarak bir yürüyüşümüzde sana dert yanmıştım. Böyle insanları nasıl alıyorsunuz diye. Verdiğin yanıtla düşünüş tarzımın yanlışlığına vurgu yaparak beni yine susturmuştun. O dönemler ben de hep sitemkardım. Herşeyi eleştiriyordum. Zorlukların verdiği psikolojinin beni bu duruma ittiğini, zorluklardan kaçmanın yolu olduğunu sonradan kavrayarak anladım. Bu sitemlerin karşısında senin o sözlerin beni hayli etkilemişti. “Bu zorluklar ne ki sen mücadele içerisinde geliştikçe, Partinin üst konumlarına doğru geldikçe zorlukları daha iyi göreceksin, sitem etme, mücadeleye sıkı sarıl, gerileme” demiştin.
Halk Ordusu’nun, işkenceci Başkomiseri cezalandırması sonucu her tarafın çevrilip 2 erkek bir bayan aradıklarından sizin de tesadüfen taksi dolmuşta iki erkek bir bayan olmanızdan dolayı şüphelendiğinde, soğukkanlılıkla komiseri ikna edip, yola devam edişinizi nasıl o güzel gülümseyişinle anlatmıştın. Soğukkanlılığın önemi üzerine durmuştun. Son gidişin hayli uzun olmuştu. Gelmiyordun. Nerde kaldı diyorduk. Şehit oluşundan sonra öğrendik ki konferansa gitmişsin. Kırda kalmayı çok istiyordun. Partin seni yine şehirde görevlendirdi. Şehirde sana ihtiyaç vardı. Biz seni yanımıza beklerken ölüm haberini öğrendik. Senden sonra bizle ilişkiye geçen yoldaştan gelişmeler hakkında bilgi aldık. Onlar da senin konferansa gittiğini bildiği için, seni dört gözle beklediklerini, geldiğinde senle nasıl kucaklaştıklarını anlattı. İçlerinde sevgilin, çok sevdiğin bayan yoldaş da ordaymış. Gelişmeleri aktarıp hemen kalkıp gitmene biraz bayan yoldaş sitem etmiş. Ve gittikten sonra bombanın evde patlaması, senin işkencede yaralı iken katledilmen. Konferansı selamlayacaktın. Hesap soruculuğu patron-ağalara gösterecektin. Olmadı. Şehit oluşunun o yoldaşı da nasıl etkilediği, anlatışının derinliğinden belli oluyordu. Senden sonraki yoldaşa da çabuk ısındık. Seni çok seviyordu. Senle, Tombulla geçen anılarını anlatırdı.
Can yoldaşım dediğim gibi senden sonra hep o yoldaşla görüştük. Aramızda dökülenler olduğu gibi sınıf savaşımını boyutlandıranlar da çıktı. Dökülenlerden bahsetmeye gerek yok. Sınıf savaşımını boyutlandıranlardan biri de M.Ali, O, inatçı, soru sorulduğunda duraksayıp, geç cevap veren çocuksu Doktor Muzaffer’dir. Sizlerin emeği ile başka insanlarımız da çıktı bu alandan. Evet güzel insan, Doktor Muzaffer de 25 Nisan’da şehit düştü. Hatırlarsın bir gün paraya çok ihtiyacın vardı. Bizde olsa olsa Doktor’da olur diye oraya gitmiştik. Para lazım dediğimizde, yine duraksayıp şey 20 bin lira var demesi bizi ne kadar güldürmüştü. Sana çok para lazımdı. Durumu anlayınca gidip bankadan çekip vermişti. İşte Doktorumuz. Yeni tarz gerilla olarak şehit düştü. Artık birlik döneminde o kamp için gittiğinde gördüğün gerilla tarzı yok. Yeni tarzla, zorlu zirveleri hedefleyen yürüyüş gerçekleştiriliyor. Bunun en açık, sıcak pratiği Dersim’e tarihsel yürüyüşü gerçekleştiren yoldaşlarımızdan şehit düşen 7’sinin de gelişimi, duruşu, yürüyüşü örnektir. İçin rahat olsun güzel insan o güvendiğin, sımsıkı sarıldığın Partin, Partimiz darbeyle ilkeleri ayaklar altına alındıysa da ayağa doğruldu ve şimdi zirveleri hedefleyen zorlu yürüyüşteler.
O çocuksu Doktorumuzun gerilla saflarında gelişimi, ilerleyişi, 1 ay kadar düşmanla çatışma sonucu birliğinden, Partisi’nden ayrı kalmasına rağmen ısrarla, sebatla umudunu yitirmeden köylerle de ilişkiye geçip, sonradan birliği ile buluşmasını senin de görmeni isterdim. Can yoldaşım kavga sizlerle büyüyor, şehitlerimize verilmiş sözü unutmuyoruz. Ne seni liselilerin başkanı, bizlerin abisi, fedakâr, alçakgönüllü, sevecen halk savaşçısı can yoldaşımızı, ne de yeni tarzın Partileşen gerillası Doktor Muzaffer’i unutmayacağız.
And olsun ki sizlerin ve tüm Parti şehitlerinin kanı yerde kalmayacak. Savaş naralarımız Altınçağ mücadelesinde hiç susmayacak. Savaşıyoruz, savaştıkça hatalarımızı da görerek Halk Savaşını daha üst boyutlara sıçratıyoruz. Hoşçakal sevgi dolu insan, hoşçakal umudumuzun genç komünisti, hoşçakal Kürt halkının bağrından çıkmış yüce insan, hoşçakal, hoşçakal…
Bir kez daha seni ve tüm şehitlerimizi bu ölüm yıldönümünde anıyoruz.
Mehmet Zeki”
*****
Umut İl yoldaşa… “Eylemin şairine!”
“Yürek deniz, dil dalgadır. Deniz çırpınmaya başladı mı, o denizde ne varsa dalga getirip onu kıyıya bırakır.” (R. Fiş, Ben de Halimce Bedreddinem, s. 213-214)
Uzun zaman oldu seni tanıyalı ve bilincimin bir köşesine mıhlayalı. Şimdi… Şimdi ise paylaşmalıyım diyorum bunları. Bilmeli dostlar ve yoldaşlar; halkım tanımalı seni… Yüreğim çırpınıyor bu günlerde. Sadece seninle ilgili değil tabi ki. Diğer can parçaları…. Dağ yürekliler… Evet, bu çırpınma şimdi ne varsa dilimde, dalga oluyor; alıp getiriyor bu yazıya.
İsminin altına tereddütsüzce kellemizi koyduğumuz, zirveleri hedefledikçe, silkelenip güneşe yürüdükçe, bağrındaki değerleri, güzellikleri, her biri cihan parçası olan yürekleri alıp getiriyor önümüze. Görün diyor, ben buyum, bunlarla ayağa dikiliyorum… Seninle ilk karşılaşmamızı hatırlıyorum da. Ne kadar farklıydı. Bir o kadar da normal. Çelişki gibi görünse de, senin ve senin bulunduğun faaliyet bölgelerinde o dönemin özgün koşullarında farklı bir siyasetten biri gibi çıkmıştım karşına.
O şehir ki sizi bozkırın kuru bir ayazı ile karşılar. Hüzün de vardır bunda elbet. İşte, o, bir yanı eskiye kesmiş bu bozkır şehrinde, Eskişehir’de ilk karşılaşmamız bir öğrenci evinin bilinen yoksulluğunda olmuştu. Eskişehir’in bozkır ayazının dağıtan hararetli bir tartışmaya girmiştik… Her şeyi yeni baştan yaratmaya çalışıyorduk. Var olan örgütlülüğümüz engellemeler sonucu dağılmıştı. Kolektif henüz yaşamı bağrında yeni çiçeklendiriyordu. Seninle birlikte birçok sempatizan da vardı. Bizi bir araya getiren arkadaşların söylemiyle sen “dağınık konuşan adam”dın. Bu tam anlamıyla kod adın gibi kullanılıyordu. Ve onlara göre sen bu “özelliğinle” hiçbir işe yaramazdın. Hatta dinlemeye ve tartışmaya çalışmak zaman kaybı olurdu. Çünkü sen fazla bir umut vaad etmeyen “dağınık konuşan adam”dın.
Ama ben ısrarlı bir şekilde seninle tanışmak ve tartışmak istemiştim. Ve bu yüzden isteğim üzerine beni farklı bir siyasetin sempatizanı olarak tanıtmışlardı sana. Tartışmaya başlamıştık, Halk Savaşı, sosyo-ekonomik yapı, öğrenci gençliğin örgütlenmesi vb. üzerine… Yaz kış her zaman hissedebileceğiniz bozkırın kuru ayazı dağılıyordu. Öğrenci evinin ıssızlığı dağılıyordu. Yoksulluğumuz zenginleşiyordu. Senin hızına yetişemiyordum, gerçekten dağınık konuşuyordun. Beni ikna etmek ve “örgütlemek” için bilincinde ne varsa döküyordun ortaya. Tartışmamız bittiğinde beynimdeki silinmez yerini almıştın. Ve senin de komitede olman için ısrarcı olmuştum.
Sonraki görüşmelerimiz de seni daha iyi tanıma fırsatım olmuştu. Kitlelerle diyaloğun oldukça iyiydi. Seni neredeyse bütün üniversite ve hatta şehir tanıyordu. Canla başla bir şeyler yapmaya çalışıyordun. Dernek, tiyatro çalışması gibi… Koşturuyordun…
Ama en önemli eksikliğin, “kod adına” yansıdığı gibi dağınık konuşmandı. Düşüncelerinin sistemli ifade edemeyişindi. Bu bir yanıyla doğaldı aslında. Çünkü örgüt bilincinin eksikliği, esnaf çalışma tarzı ve çabuk sonuç almak isteyişin buna yol açıyordu. Ve elbette ki kişiliğinin özgün yanları. Ama asla ‘leyla leyla’ değildin! Özgün kişilik özelliklerin bu koşulları ile birleştiğinde. Öyle görünüyordun. Öte yandan tutarlılık, samimiyet, partiye ve parti değerlerine bağlılık, bulunduğun koşullar içerisinde gerçekten çok iyiydi.
Bağlılığın tam da bu nokta da seni “dağınık konuşan adam” yapıyordu. Çünkü; sürekli bir şeyler yapmak istemen, partiyi kitlelere taşımaya, ikna etmeye, örgütlemeye ve bunun bir anda yapmaya çalışman verili koşullara ile birleştiğinde bu sonuca yol açıyordu. O yüzden ilk önce; örgüt ve örgüt bilinci üzerinde durmuştuk seninle. Uzun erimli ve sabırlı bir çalışmayla, kitlelerin dağınık düşüncelerini ancak böylesi bir araçla sistemli hale getirip, yeniden kitleleri gidebilirdik. Sonra çalışma tarzı üzerinde, özellikle bulunduğumuz alanlarda nasıl çalışacağımız, düşmanın yoğun baskısı altında, legal çalışmayla illegal çalışmayı nasıl eşgüdümlü bir biçimde yürüteceğimiz?
Ancak o dönem partinin yönelimiyle birlikte gerilla bölgelerinde, doktor ve sağlıkçı yoldaşlara ihtiyaç duyulduğunu ve GB’mizden de böylesi bir talepte bulunulduğunda, aklımıza gelen yoldaşlardan birisiydin. Eyüp Güllen (Sidar) yoldaşın izinden gitmek sürekli dillendirdiğin bir istekti. Ancak yeni örgütlenmen ve var olan eksikliklerin bizi düşündürtmüyor değildi. Partiye bağlılığın, samimi ve açık oluşun gibi olumlu yönlerini ön plana çıkartmak ve bu olumluluklarını ileriye taşınmayı seçmiştik. Gerilla bölgesinin ve savaş koşullarının üzerinde uzunca sohbet etmiştik. Olabildiğince objektif olmaya çalışmıştım. Şimdi senin gerillaya katılışının hazırlıklarını yaptığımızda ve “mekap”landırdığımızdaki halin gözümün önüne geliyor. Ardından gerillaya katıldıktan uzunca bir süre sonra yoldaşlara soruşum; durumu nasıl diye?
Şehit düştüğünde, aday üye olduğunu öğrendim. Ve yaşadığın zorluklar karşısındaki kararlı tavrını. Gururlandım. Partiye ve halka bağlılığın, önderliğin ideolojik-siyasal şekillendirmesine cevapsız kalmayışın. Dersim’e yürüyen ve “buzu kırıp yolu açan”ların içinde oluşun. Omuzuna, omuzumuza yeni görevler yüklüyor. Tıpkı diğer yoldaşlar gibi…
Ve kuşkusuz ki yüreğim sızlıyor. Bir yerlerde okumuştum, gerillalara “eylemin şairleri” diyordu. İçinden geçtiğimiz böylesi bir dönemde savaş çağrılarıyla şehit düşüşünüz, yazdığınız şiiri daha bir anlamlandırıyor. Bu yürek sızısıyla şiirinizi yazmaya ve anlamlandırmaya devam edeceğiz.
And olsun ki bu Küçük Asya ülkesinde Yeni Demokratik İktidarı var edeceğiz.
Bir yoldaşı