Anti-Emperyalist Mücadeleden Ne Anlıyoruz?

DSF Ve STÖ’lerin Finansman Sorunu;

DB Ve STÖ’ler; “Orta Sınıf” Ve “Üçüncü Yol” Tezleri;

Özellikle son birkaç yılda STÖ’lerin bir kısmı “sosyal forum” adında uluslar arası bir örgütlülüğe gittiler. Dünya Sosyal Forumu (DSF) Ocak 2001’de Brezilya Porto Alegre’de,  Avrupa Sosyal Forumu da (ASF) Mart 2002’de Belçika Brüksel’de kuruldu. Çok yakın gelecekte sırasıyla Asya, Latin ve kuzey Amerika, Afrika Sosyal Forumları kurulacaktır. Sosyal Forum sadece kıta veya bölgeler düzeyinde değil, aynı şekilde tek tek ülkeler bazında da örgütlenmeyi hedefliyor. Örneğin Türkiye’de “İstanbul Sosyal Formu” kurma çalışmaları ve bunu ülke çapına yayma görevleri devam ediyor.

Bilindiği gibi DSF’yi oluşturanların başında ATTAC (mali piyasaların ve kurumların demokratik denetimi için uluslar arası hareket) geliyor. Bu örgüt 1998’de Fransa’da kuruldu. Özellikle Internet ağları üzerinden ilişkilerini geliştirerek kısa sürede dünyaya yayıldı. Neo-liberalizmin aşırılıklarına karşı daha “ılımlı”, “hümanist” ve “denetlenebilen” kapitalizmi istiyor. İdeologları daha çok Le Monde Diplomatique çevresinde kümelenmiştir. Fransız devletiyle, değişik tekeller ve fon kurumlarıyla yakın diyalog içindedir.

Şimdi, “Dünya Sosyal Forumu”nun 2. toplantısından sonra yayınladığı bildirgeden, ne için mücadele ettiklerini açıklayan bölüme yer vereceğiz. Çünkü bu bildirge sivil toplumcu anlayışı ve genel taleplerini büyük oranda yansıtır özelliktedir.

Şunlar için mücadele ediyoruz:

Demokrasi: insanların kendi hükümetlerinin kararlarını, özellikle de uluslararası kurumlarla ilişkilerdeki kararlarını bilme ve eleştirme hakkı vardır. Hükümetler nihai olarak kendi halklarına karşı hesap vermek durumundadır. Dünya çapında seçime dayanan ve katılımcı demokrasilerin kurulmasını desteklerken, devletlerin ve toplumların demokratikleştirilmesi ihtiyacını ve diktatörlüklere karşı mücadeleleri vurguluyoruz.

Dış borç ve tazminatların iptali.

Spekülatif faaliyetlere karşı: Tobin vergisi gibi özel vergilerin koyulmasını ve vergi cennetlerinin ortadan kaldırılmasını talep ediyoruz.

Bilgi hakkı.

Kadın hakları, şiddet, sömürü ve yoksulluktan kurtuluş.

Savaş ve militarizme karşı, yabancı askeri üs ve müdahalelere karşı, şiddetin sistematik olarak arttırılmasına karşı; müzakerelere ve şiddet içermeyen çözüm yöntemlerine ayrıcalık tanıyoruz. Bütün insanların, sivil toplumdan bağımsız aktörlerin katıldığı uluslararası uzlaştırıcı talep etme hakkını tanıyoruz.

Gençlerin hakları, parasız eğitim ve sosyal özerklik haklarını ve zorunlu askeri hizmetin kaldırılmasını.

Bütün halkların özellikle yerli halk/toplumların kendi kaderini tayin etme hakkı.

Uğruna mücadele ettikleri yukarıdaki amaçlardan ve istemlerden hangisi, emperyalist-kapitalist sistemi hedefliyor? Büyük ve gösterişli propaganda ve eylemler yapan bu forum, on binlerin öfke ve tepkilerini nereye taşıyor? Sınıf mücadelesini ilerletme yönünde ne yapıyor? Nasıl bir dünya, nasıl bir düzen istiyor? Yüz milyonlarca emekçi ve ezilenin karşı karşıya kaldığı sömürü ve zulmün, açlık ve sefaletin kaynağını nerede arıyor?

Bu soruları sorarken hiçbir komünistin DSF’nin, sınıf mücadelesine önderlik etme ve taleplerini de bu temelde belirtmesi gerektiği yönündeki uçuk bir düşünceye kapılmıyor. Bunu açıkça belirtelim. Sorduğumuz şey şudur.

Bahsi edilen yüz-milyonlarca insanın sorunlarını (ekonomik-sosyal-siyasal-demokratik-akademik-ekolojik-azınlık-kadın-çocuk-borç-savaş-barış …) hangi dünya bakış açısı çerçevesinde ele aldıkları, çözümlerini hangi ekonomik-toplumsal sistemde aradıkları, hangi temel sosyal sınıftan ve düzenden yana oldukları ve bu sorunları sınıf mücadelesini ilerletme perspektifinde ele alıp almadıklarıdır. Sorduğumuz sorularda aradığımız düzey sadece budur. Yoksa, kimse onlara neden iktidar mücadelesi vermiyorlar, neden devrimci mücadele yürütmüyorlar… gibi sorular sormuyor ve cevapları da bu eksende beklemiyor.

DSF veya genel anlamda Sosyal Forum, STÖ’lerin tipik ve bir üst örneği olduğundan, sınırlıda olsa bu örgüte ve bazı yaklaşımlarına değinmekte yarar var. DSF toplantılarını şu ana kadar (üç kez) Brezilya’nın Rio Grande do Sul eyaletinin (ülkenin güney-doğusunda) başkenti Porto Allegre’de yaptı. Toplantı yeri öylesine gelişi-güzel tespit edilmemiştir. Burası sivil toplumcu anlayışın en güçlü olduğu yerlerden biridir.

Daha önceki sayfalarda “merkezi yönetimle yakın diyaloga girilmeli, yerel yönetimin karar mekanizmasına etkide bulunulmalıdır.” anlayışının yaşam bulduğu ve “katılımcı bütçe”nin olduğu yerdir Rio Grande do Sul eyaleti. Ve bu özelliğiyle “küreselleşme karşıtı” teorisyenlerin de laboratuarı özelliğindedir. Nasıl mı? Bu eyalette Brezilya İşçi Partisi iktidarda iken, eyalet bütçesinin % 10’nun nasıl ve nerede kullanılacağına dair kararı oylama yoluyla kitleler veriyor(du).

Buna rağmen kitlelerin % 10 katılım yetkisi çoğu zaman budandı, uygulanamadı. Eyalet yönetimi merkezi hükümetin, daha doğrusu kompradorların ve emperyalist babaların dediğini yapmak zorundaydı. Çünkü ekonomik ve siyasal güç onlardaydı. Ve tabi ki onların dediği olacaktı. Fakat buna rağmen bu proje, emekçileri iktidar perspektifli sınıf mücadelesinden saptırıp, sorunların çözümünü gerici düzen içerisinde aramaya yöneltme görevinde kısmi başarı sağlamaya devam ediyor.

Sınıf mücadelesinin iktidar hedefli siyasetinin karşısında diktirilen “yerelcilik”, “yerel yönetimcilik”, “belediyecilik”… gibi oluşumlar, sivil toplumcu anlayışın bir başka tuzağıdır. Bunlar, sınıf mücadelesinin karşısına konulduğu ve iktidar perspektifinden uzaklaştırdığı için tuzaktır diyoruz. Yoksa, sınıf mücadelesini ilerletme perspektifiyle ele alındığında bu kurumlar devrimci mücadelenin gelişimine katkılar sunar. Bugün ülkemizde, bunu tuzak örneğinde ele alan ve bunun önderliğini çekenlerin başında KADEK-DEHAP ve ÖDP geliyor.

DSF toplantılarını organize etmek çok büyük bir finansmanı gerektiriyor. Peki bu finansman nereden geliyor? Sömürü ve zulüm üzerine kurulu bu gerici sistemi yıkmayı değil de “onarmayı” ve “geliştirmeyi” önüne görev koyan bu projeyi hangi gerici güç desteklemez ki! Biz DSF’nin 2003’te ki toplantısının finansmanını sağlayan çok sayıda gerici güç içerisinde sadece ikisinin (ulusal ve uluslararası düzeyde) ismini vermekle yetineceğiz. Biri Brezilya devletine ait büyük petrol şirketi PETROBRAS diğeri, dünyanın en büyük ikinci otomotiv tekeli FORD Vakfı.

Birleşmiş Milletler, AB, emperyalist tekeller ve bunların kurduğu vakıflar, istihbarat örgütleri, Dünya Bankası, Uluslar arası Para Fonu, tek tek gerici devletler… sivil toplumcu anlayışların sınıf mücadelesinin içini boşaltma ve devrimci mücadeleyi yolundan saptırmak için yaygınlaşması ve güçlenmesi için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar.

Örneğin günümüzde İsviçre devleti, “geliştirme amaçlı” verdiği dış yardımın % 30’nu, ABD ise en az % 40’nı STÖ’ler üzerinden yapıyor. Dolaysıyla STÖ’lerin büyük çoğunluğunun finansmanı üyelerinden değil, yukarıda sıraladığımız emperyalist ve gerici kuruluşlardan geliyor. Artık bir yılda STÖ’lere akan paranın toplamı yüz-milyon dolarlarla değil, milyar dolarla ifade ediliyor. Bu pastadan en büyük payı (yılda 50 ila 500 milyon dolar) kapan STÖ’lerin başında World Vision, Foster Parent Plan, Misereor, Oxfam, Medecins Sans Frontiers, Care… geliyor.

Birleşmiş Milletlerin danışmanı statüsünde ki STÖ’lerin sayısı iki-bin-beş-yüz’ü aşıyor. IMF, DB ve Dünya Ticaret Örgütü’ne taleplerini iletme tarzında danışmanlık yapanların sayısı ise gene yüzlercedir. Emperyalist kurumlarla ilişkide olan Uluslar arası STÖ’lerin sayısı 20 binin üzerinde. Ve bunların da en az 500 bin ulusal/yerel STÖ’ler ile ilişkileri var.

Neo-liberalizmin özellikle 1980’ler sonrası yoğun ve pervasızca saldırıları sonucu işçi sınıfı, halklar ve ezilen uluslar büyük yıkımlara maruz kaldı. Ve hiç kuşku yoktur ki, bu yıkımların en büyüğünü de yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerin ezilen halkları yaşadı. Sömürü, zulüm, yoksulluk, açlık ve sefalet neo-liberalizmin “serbest piyasa”, “KİT’lerin tasfiyesi” ve “özelleştirme”… saldırılarıyla çok daha arttı. Buna paralel yığınların öfke ve tepkileri, düzen dışı arayışları da artmaktaydı. Emperyalist burjuvazi bu yıkım sonucu büyük bir sorunla, devrimci direniş ve mücadeleyle karşı karşıya kalacağını biliyordu.

İşte emperyalist burjuvazi devrimci mücadelenin ivmesini düşürmek, örgütlü gücünü zayıflatmak ve toplumsal enerjiyi sınıf mücadelesinden saptırıp kendi kanallarına akıtmak, yada kontrol ve denetim altında tutmak için, sivil toplumcu anlayışları daha güçlü şekilde örgütleyerek devreye soktu. Eskilerine ek olarak kısa sürede toplumu atomlarına kadar parçala-yarak yeni faaliyetler, yeni alanlar, yeni sorunlar, yeni kimlikler keşfedip, projeler şeklinde STÖ’lerin önlerine koydular. Bununla hem işçi sınıfının örgütlü gücünü parçalamakta hem de, kendilerini “alt-kimlik”lerle ifade edenler üzerinden yeni pazar-meta alanları yaratmaktadır.

Bir ülke veya bölgede devrimci mücadele mi gelişiyor? Diğer oluşum ve örgütlenmelerin yanında, hemen “kültür ve eğlence”, “sağlık ve spor”, “sosyal hizmetler”, “din ve mezhep”… üzerine proje yapan, “gönüllü” hizmetler sunan çok sayıda STÖ’ler devreye girer. Bunlar üzerinden devrimci mücadeleyi geriletmek ve kitleleri bu mücadeleden uzaklaştırmak için yeni uğraş ve ilgi alanları yaratılır.

Bir ülkeye saldırı mı düzenlenecek, işgal mi edilecek yada darbe mi yapılacak? Önceden “ekonomik geliştirme ve alt-yapı”, “insan hakları ve demokrasi”, “sağlık ve sosyal hizmetler”, “eğitim ve bilimsel araştırma”… üzerine faaliyetleri olan “fedakar” STÖ’ler devreye girer. En önemli ve zor görevi bunlar alır. Bazı durumlarda da “öncü grup” misyonunu üstlenirler.

“Kutsal” göreve çağrılan bu “gönüllü”, “fedakar” ve “kendi halince” olan STÖ’ler içerisinde kimler olmaz ki! İstihbarat görevlisi ve ajanlar mı dersin, yoksa ordu ve polis gücüyle çalışanlar mı, ya da devletler ve tekeller adına özel araştırma yapanlar mı dersin… kim yok ki! Sadece Yugoslavya ve Afganistan işgalleri ve bugün yaşanmakta olan Irak işgali göz önüne alınırsa, bu tür örgütlenmelerin faaliyetlerini anlamakta zorluk çekmeyiz. Amaçları doğrultusunda kamuoyu oluşturmak, dez-enformasyon yaratmak, manipülasyon yapmak mı gerekiyor, hiç sorun değil. Zira “iletişim çağı”nda yaşıyoruz.

STÖ’ler görünürde devletlerden ve özel sektör (tekeller)den bağımsız, kendi halince kitleler arasında öz-verice faaliyet yürüten, yığınların toplumsal enerjisini “profesyonelce” harekete geçirerek “yararlı” projeler üreten ve “iş-bilir”, “zeki” menejerleri sayesinde de projeleri için yukarıdan veya dışarıdan finanssal kaynak bulabilen “yaratıcı” örgütlerdir. Günümüzde öyle bir düzeye geldiler ki, binlerce projeye “imza” atmakta ve “iş bilir” menejerleri sayesinde büyük neo-liberal ekonomik güçler ile, yerel serbest piyasa arasında “aracılık” yapan etkin kurumlar oldular.

STÖ’lerin büyük çoğunluğu hem neo-liberalizmin kitleler arasındaki destekçisi, hem de “anti-devletçi” özelliğiyle liberal ideolojinin IMF, DB ve tekellerin KİT’lerin özelleştirilmesini, devletin küçültülmesi ve sermayeye özgürlük isteyen talepleriyle bütünleşerek, neo-liberalizmin yığınlar arasındaki güçlü temeli haline geldiler. “Yararlı” yaygın toplumsal projeleri (ekonomik-sosyal-kültürel-sportif…tek tek kimlikler) sayesinde geniş kitleleri cezp etmekte ve böylece yığınların toplumsal enerjisini sınıf mücadelesinin kulvarından çıkarıp tek tek sosyal-ekonomik meselelere çevirmekteler.

Bu yolla neo-liberal politikaların saldırısı ve sosyal-devletin tasfiyesi sonucunca büyük yıkım yaşayan ve bunun bir sonucu olarak siyasallaşma potansiyeli taşıyan işçi sınıfı ve emekçileri siyasetten, siyasal iktidar mücadelesinden uzaklaştırılması amaçlanmaktadır. Bu yolla devrimci mücadeleye darbe vurulacak ve emperyalist-kapitalist sistem yığınlar arasında, STÖ’ler üzerinden güçlü bir ayağa kavuşmuş olacaktır.