Anti-Emperyalist Mücadeleden Ne Anlıyoruz?

Yeni Dönemde Görevler Ve Yapmamız Gerekenler;

Yeni Dönemde Görevler Ve Yapmamız Gerekenler;

Şuraya kadar emperyalist burjuvazinin saldırılarını, sivil toplumcu anlayış üzerinden hazırladığı tuzakları ve karşı karşıya olduğumuz tehlikeleri ele aldık. Anti-emperyalist mücadeleden ne anladığımızı, STÖ’lerin faaliyetlerini ve kitleleri sınıf perspektifinden uzaklaştırma yönlü eylemlerini ortaya koymaya, ideolojik-siyasal uyanıklığın önemine vurgular yaptık. Kısacası, karşı-devrimin bu alandaki projelerini, amaç ve hedeflerini ve bu “köprü”ler üzerinden nereye varmak istediğini yazı süresinde deşifre etmeye çalıştık.

Şimdi sıra, sınıf perspektifi doğrultusunda bizlerin neler yapacağıdır. STÖ’lere ve bazı demokratik-ilerici kurumlara yaklaşımımız ne olacak ve anti-emperyalist demokratik mücadelede görevlerimiz nelerdir? On-binlerin, yüz-binlerin reformist taleplerle de olsa, emperyalist saldırılara ve kurumlara karşı öfkelerini sokaklara döktüğü bir durumda bizler ne yapacağız?

Bizler her şart altında her sorunu ve gelişmeyi sınıf perspektif doğrultusunda, devrimci sınıf mücadelemizi ilerletecek, emperyalist-kapitalist dünya sistemini yıkacak ve onun ülkemizdeki halkasını parçalayacak strateji (halk savaşı) doğrultusunda ele alıyoruz. Ki bu stratejik-ideolojik-sınıfsal hattı yazı içerisinde burjuvazinin tuzak ve senaryolarını deşifre ederken göstermeye çalıştık.

İlk önce her STÖ’nün, her Demokratik Kitle Örgütünün (DKÖ), her yöre ve köy derneğinin, her sendikanın, her mesleki örgütlenmenin otomatikman sivil toplumcu anlayışı savunduğunu ve bu anlayış doğrultusunda faaliyet yürüttüğünü düşünemeyiz, söyleyemeyiz. Çünkü sivil toplum örgütleri kapsamı çok geniş ve karmaşıktır. Örneğin bir iş-verenler örgütü, bir sendika, bir çevre ve yöre derneği, İHD, demokratik ve ilerici dernekler, vakıf ve camiler, Alevi dernekleri, futbol kulüpleri, gerici-faşist dernekler… bunların tümü STÖ kapsamına girer. Bu nedenle her bir kurumu somut olarak ele almalı ve yaklaşımımızı da bu somutluk üzerinden belirlemeliyiz. Her STÖ, eşittir sivil toplumcu anlayış demek değildir.

Ancak biz, sivil toplumcu anlayışlara her şart altında -savunusu kimler tarafından yapılırsa yapılsın- kesinlikle karşı çıkarız.

Bir çok STÖ karşı-devrimin direkt uzantısı durumunda olup, sivil toplumcu anlayışı bilinçli ve örgütlü şekilde savunmakta ve uygulamaktadır. Bunlara açıktan karşı çıkıyoruz. Bazı STÖ’ler ise halk ve devrim saflarında oldukları halde, gerici sınıfların sivil toplumcu anlayış üzerinden neyi hedeflediğini yeterince kavrayamadıkları için pratikte ciddi yanlışlara (tek tek kimlikleri sınıf mücadelesinin önüne çıkarma eğilimi) düşmekteler. Bunlara yönelik politikamız yapıcı ve kazanıcı yaklaşmak, eğitip dönüştürmektir. Bazı Alevi ve yöre dernekleri… bu kapsama girmektedir.

STÖ kapsamındaki kimi demokratik örgütlenmeler ise sınıf mücadelesini ilerleten tarzda ekonomik-toplumsal sorunları ele almaktadır. Zira biz bu kurumların varlığını somut pratik ve yaklaşımlarından biliyoruz. Geniş yığınları sınıf perspektifi doğrultusunda sorunları etrafında örgütleyen ve bu yolla siyasal iktidar mücadelesine katkılar sunan bu tür demokratik kurumları, tek tek oluşumları destekler ve geliştiririz.

Emperyalist neo-liberal saldırılar toplumun geniş kesimlerini büyük yoksulluğa ve sefalete itti. Şu an buna tepki boyutuyla da olsa hem emperyalist-kapitalist ülkelerde hem de, yarı-sömürge yarı-feodal ülkelerde büyük toplumsal protestolar, on-bin, yüz-binlerin katıldığı eylemler oluyor. Bu eylemler daha çok emperyalist küreselleşme saldırılarına ve bu saldırıların sonucunda ortaya çıkan yıkım ve sefalete tepki mahiyetinde gelişiyor.

Bu güne kadar eylemlere katılanların ezici bölümü gerçek anlamda ne anti-emperyalist, ne de anti-kapitalisttir. Eylemlere damgasını vuran çizgi ise kendiliğindenci, burjuva-pasifist çizgidir. Komünist ve devrimci hareketin zayıf olması ve bu protestolara etkin şekilde katılarak doğru siyasal önderlik edememesi nedeniyle, bu güne kadar geniş toplumsal kesimlerin katıldığı bu eylemlerden sınıf mücadelesini ilerletme, devrimci mücadeleyi geliştirme fırsatını yeterince kullanamadık.

Şu ana kadarki eylemlere belli düzeyde damgasını vuran güçler daha çok Anarşistler ile Troçkistler oldu. Her ikisi de MLM’nin ve işçi sınıfının düşmanı olan akımlardır. Anarşizm proletarya diktatörlüğü de dahil olmak üzere, her tür otoriteye karşıdır. Birey merkezlidir. Kitlelerin toplumsal kurtuluşunu ancak bireyin kurtuluşuyla ele alır. Tek ülkede sosyalizmin kurulabileceğine karşıdır. Proletaryanın devrimdeki öncülüğüne ve işçi-köylü ittifakının karşısındadır. UKH ile işçi sınıfı hareketinin birliğini parçalayan “sol” görünümlü küçük-burjuva oportünisttir ama, Sovyet pratiğinde de görüldüğü gibi, özünde karşı-devrimci bir akımdır.

Evet, yüz-binlerin katıldığı bu eylemlerde atılan sloganlar ve haykırılan taleplerin ezici bölümü reformisttir. Eylemlerin çoğu kendiliğindencidir. Evet, şu ana kadar düzenlenen eylemliliklerin esası sorunların kaynağına yönelmiyor, emperyalist-kapitalist sistemi hedeflemiyor ve siyasal iktidar mücadelesini merkeze koymuyor. Evet, önderlik edenler komünist ve devrimciler değil, burjuva-pasifistler ile sivil toplumcu anlayışlardır.

Peki bu manzara karşısında biz ne yapacağız? Evlerimizde, derneklerimizde, küçük birimlerimizde oturup yüz-binlerin protestolarını seyrederek mi önderlik edeceğiz! Yoksa “nasıl olsa gidecekleri yeri biliyoruz” diyerek, devrimci lafazanlık mı yapacağız! Hayır, biz bunların hiçbirini yapmayacağız, yapamayız.

MLM rehberliğinde devrimci mücadeleyi geliştiren, stratejimizi besleyen ve geniş yığınların ekonomik-sosyal-siyasal… sorunlarını ele alan anti-emperyalist demokratik mücadeleyi hem ülke hem de uluslar arası alanda geliştirmek durumdayız. Ezilen halklar başta olmak üzere, emperyalizmin dünya  halklarına pervasızca saldırması devrimci mayalanmayı artıracaktır.

Emperyalist burjuvazinin neo-liberal saldırıları, ekonomik krizler, özelleştirmeler, “11 Eylül” sonrası ABD saldırganlığı, Afganistan ve Irak işgali… tüm bunlar, geniş yığınların siyasallaşmasına ve devrimci olmalarına güçlü zeminler yaratıyor. Komünistler olarak yığınların toplumsal enerjisini, devrimci potansiyelini sınıf mücadelesini ilerletecek ve gerici sınıfların egemenliğini parçalayacak kanallara yönlendirme göreviyle karşı karşıyayız.

Bunu başarmak için ilk önce yığınların sorunlara duyarlı ve ilgili olmak lazım. Yığınların ekonomik-toplumsal sorunlarına halk savaşını güçlendire-cek tarzda herkesten çok sahip çıkmak ve onlar arasında büyük bir azimle devrimci çalışma yürütmek olmazsa olmaz görevimizdir. Olduğumuz her alanda en kitlesel şekilde düzenlenen eylemlerin merkeziden, kitlelerin önünde olmalıyız. Yığınlara doğru ve ileri hedefler göstermeli, devrimci militanlık, proleter bilinç taşımalıyız. Bunu yapmayan biri, Lenin yoldaşın söylemiyle;

her türlü genel demokratik sorunların gündeme getirilmesinde, öne çıkarılmasında ve çözülmesinde herkesten önde olma yükümlülüğünü pratikte unutan biri sosyal-demokrat değildir.”

Sivil toplumcu anlayışları mahkum eden, emperyalist güdümlü STÖ’ler ile arasına kalın hatlar çeken; geniş yığınların çok yönlü sorun ve taleplerini gündemine alan, öfke ve tepkilerini sınıf perspektifi doğrultusunda örgütlemeyi hedefleyen ve anti-emperyalist demokratik çizgide azimle mücadelesini büyüten bir kurumun, Halkların Uluslar arası Mücadele Ligi’nin (ILPS) varlığı, tüm anti-emperyalist demokratik güçler için ciddi bir imkandır.

Dışımızda oluşan ama genel demokrasi mücadelesinde halka yararlı hizmetlerde bulunacağını düşündüğümüz ve yığınların öfke ve duygularına anti-emperyalist nitelikte yanıt olacağını tahmin ettiğimiz ILPS, bir STÖ olsa da, bir DSF niteliğinde değildir. Gündemine aldığı sorunlar, en geniş toplumsal kesimlerin, halkın sorunlarıdır. Faaliyet alanı DSF’den daha geniş ve esas olarak niteliği DSF ile kıyaslanamayacak kadar farklıdır.

Çünkü ILPS, her şeyden önce emperyalizme ve her türden gericiliğe karşıdır. Emperyalizme ve gerici güçlere karşı verilen sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelelerini desteklemektedir. Zaten onu anti-emperyalist demokratik bir kurum yapan ve diğer binlerce STÖ’ler den ayıran yön, bu özdür. Biz bu öze sahip çıkıyor ve destekliyoruz.

Dünyada ve ülkemizde başta işçi sınıfı olmak üzere, tüm halkların yaşadığı sorunlara ILPS’in sahip çıkmasını ve dünya gericiliği karşısında halkın örgütlü anti-emperyalist demokratik gücü olmasını diliyoruz. Emperyalizme ve gericiliğe karşı olan tüm ilerici-demokratik-yurtsever güçleri ILPS çatısı altında örgütlenmeye, güçlerini birleştirmeye çağırıyoruz.

İdeolojik gıdasını işçi sınıfının bilimi MLM’den alan tüm demokratik-ilerici kurumların her alanda, yığınların ekonomik-demokratik-toplumsal-kültürel-akademik sorunlarını ILPS ve onun ülkeler düzeyindeki ulusal seksiyonları üzerinden ele almaya çağırıyoruz. Zira ILPS, dünya halklarının sorunlarını sınıf perspektifi doğrultusunda ele alıyor.

Tüm demokratik-ilerici güçlerin bu alandaki birinci görevi, ILPS’yi her alanda özellikle sömürülen ve ezilen yığınlar arasında, yoksul ve işsizler arasında, kadınlar ve gençler arasında, aydınlar ve öğrenciler arasında, haksızlığa ve eşitsizliğe uğramış, hor görülmüş, mağdur bırakılmış yığınlar… arasında güçlü örgütlülüğe kavuşturmak, ajitasyon ve propagandasını geniş şekilde yapmak olmalıdır.

Böylesi nitelikte bir STÖ varken, emperyalist güdümlü sivil toplumcu STÖ’lere kan ve can taşınmamalıdır. Taşımamamız gerekir. Ancak bu, faaliyetlerin çakışması durumunda (ILPS’nin), diğer STÖ’ler ile birlikte olunmayacağı ve bazı kampanyaların ortak örgütlenmeyeceği anlamına da gelmemelidir. Eğer zaman ve koşullar var ise diğer STÖ’lerin, örneğin Sosyal Forumun açık toplantılarına, konferanslarına katılarak anti-emperyalist demokratik çizgiyle sivil toplumcu anlayışları mahkum ederek, diğer demokratik güçlerin siyasal uyanıklığını artırmaya çalışılmalıdır.

Anti-emperyalist demokratik mücadelenin önemi hem ulusal hem de uluslar arası alanda daha da artacaktır. Çünkü geniş yığınların bu sömürü ve zulüm düzenine karşı isyanı, başkaldırısı, öfke ve tepkileri artacaktır.  Şimdiden bu toplumsal enerjiyi kucaklayacak, örgütleyecek ve daha ileri mevzilere taşıyacak güçlü kampanyaların organize edilmesi için ittifaklar, siyasal taktikler, planlar üzerinde yoğunlaşmalıyız. Dünya çapında büyük protestolara yol açacak sorunların bazılarını iki genel başlık altında toparlamak mümkün.

Birincisi, özellikle “11 Eylül” sonrası ABD emperyalizminin önderliğinde başlatılan “terörizmle mücadele” maskesiyle emperyalist saldırganlıkların, bölgesel savaşların ve toplumsal muhalefet üzerinde estirilen yoğun terörün, baskı ve zulmün daha da artırılmasıdır. Burjuva demokrasisi anlamında ülkelerin ulusal egemenlik hakları, uluslararası yasalar, hukuk daha fazla çiğnenecek, en temel insani haklar fütursuzca ayaklar altına alınacaktır. Emperyalizm ve uşaklarının caniliği daha geniş toplumsal kesimlerin öfke ve tepkisini alacak, farklı çapta değişik isyanlara, toplumsal başkaldırılara yol açacaktır.

Özellikle ABD emperyalizminin işgal ve saldırganlığına karşı geniş güçlerle somut ama çok yönlü “savaş karşıtı” kampanyalar yürütmeye, sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin terörizm olmadığı, ABD emperyalizmin bir numaralı terörist ve tüm ezilenlerin düşmanı olduğu yönündeki kampanyalara… hazırlanmalıyız.

İkincisi, zaten birinci başlıkta ele aldığımız sorunların temelidir. Dünya emperyalist-kapitalist sisteminin derin bir kriz içinde olmasıdır. Kar oranla-rının düşmesi, üretimin durma noktasına gelmesi ve spekülatif sermayenin duvara toslamasıdır. Bu gerici savaş ve saldırganlığın, yıkım ve soygunculuğun nedenleri arasında büyük karlar elde etmek, üretimi canlandırmak ve sermayenin ihraç edileceği yeni alanlar bulmak değil midir?

Neo-liberal ekonomik-toplumsal saldırılar daha da artacak ve bu, açlık ve sefaletin, yoksulluk, iflaslar ve yıkımların daha da çoğalmasına neden olacaktır. IMF-DB-MAI’yın yıkım ve imha plan ve projeleri sonucunda özellikle yarı-sömürge yarı-feodal ülkelerde yoksul ve orta köylülük büyük yıkımlar yaşayacak, tarım ve hayvancılık büyük oranda imha edilecek, küçük ve orta düzeyli işletmeler daha fazla iflas edecek, özelleştirme artacaktır, işsizlik çığ gibi büyüyecek… burada sadece bir kaçını saydığımız bu geniş toplumsal sorunları ele alacak kampanyalara şimdiden hazırlıklı olmalıyız.

Tabi ki her ülkenin komünistleri, çeşitli ekonomik-toplumsal-siyasal sorunları ele alan bu eylemleri devrim stratejileri doğrultusunda ele alacak ve esas mücadele biçimine kanalize etmeye özel çaba göstereceklerdir. Ülke somutunda partimiz, bu gelişmeyi Yeni Demokratik Devrim mücadelesi ve halk savaşı stratejisi doğrultusunda, onu destekleyen, besleyen, geliştiren tarzda bilinçli ve planlı ele alacaktır. Fakat bunu belirlemeci tarzda sadece “yaşasın halk savaşı”, “yaşasın yeni demokratik devrim” sloganlarını haykırarak ve bunları sürekli tekrarlayarak yapmayacaktır.

Partimiz stratejisini, ideoloji ve teorisini güncele uyarlayarak, sürece denk düşen politikalar üreterek ve bunu kitlelerin somut sorunlarıyla bütünleştirip yaratıcı şekilde pratiğe uygulayarak başarı sağlayacaktır. İşte ancak o zaman işçi sınıfının bilimi MLM, yeni demokratik devrim, halk savaşı, … kitleler arasında birer gerçek ve maddi güç haline gelebilir. Zaten 7. konferansımızın kararları bize bunu emrediyor.

Biz, “kitleler yürüyorsa biz de yürüyelim”, “kitlelerin attığı sloganların bütününü biz de atalım”… vb anlayışları savunmuyoruz. Çünkü bunu savunmak demek, her şeyden önce kitle kuyrukçuluğunu savunmak, partinin kitlelerin önünde değil arkasında gitmesini istemek, kitlelerin siyasal bilincini yükseltmeyi değil, aksine partinin bilinç seviyesini kitlelerin bilinç seviyesine indirmeyi istemek demektir. Bu kitle kuyrukçusu kendiliğin-denci anlayışlar, işçi sınıfının komünist hareketine düşmandır. Bu gibi anlayışların kesin olarak karşısındayız.

Burjuva-pasifist ve kendiliğindenci hareketin burjuvazi ve onun gerici düzeni için bir tehlike oluşturmadığı aksine, en az direnme çizgisinde yer alması ve sadece bir takım ekonomik-demokratik haklar için mücadele etmesi, onun, burjuvazinin ideolojik-sınıfsal egemenliğini daha da pekiştir-diğini bilmek durumdayız.

Anti-emperyalist mücadelenin ne olup olmadığını önceki sayfalarda işledik. ABD-İngiliz emperyalistlerinin Irak saldırgan savaşına, işgaline karşı tavrımız bilindiği için, bir kez daha değinme ihtiyacı görmüyoruz. Esas belirteceğimiz olgu, geniş toplumsal kesimlerin bu saldırganlık karşısındaki duyarlılıkları ve politize olma durumlarıdır. Biz, bu sorunu ve eylemleri ne kitle kuyrukçusu sağ liberal ve ne de kitleden kopuk sol-sekter bir yaklaşımla ele alabiliriz. Stratejik genel hattımızı dünyanın, bölgenin ve ülkemizin somut konjektürüne yaratıcı şekilde uygulamak durumdayız.

Örneğin Irak sorununda, bu şartlarda emperyalist güçler arasında ABD ve İngiliz emperyalistlerini özel olarak öne çıkarmak ve diğerlerini unutmadan mücadeleyi bu iki emperyalist güce yöneltmek esastır. Karşı-devrimci sınıfın temsilcisi olsa da, bu mevcut şartlarda Saddam’ı öne çıkarmak yanlıştır. Şu an Irak Kürdistan’ında ezilen Kürt ulusunun siyasal temsilcileri olsalar da, işgalci ABD-İngiliz güçleriyle iş-birliğinde bulunan Kürt gruplarını desteklemek yanlıştır.

Saldırıya maruz kalan ve saldırıdan etkilenen bu denli toplumsal kesimler ve soruna duyarlı (farklı nedenlerle de olsa) bu kadar geniş insanlar topluluğu varken, üstelik olağanüstü gibi bir süreçten geçerken ve de devrimci mücadelede ciddi sıçrama yaratma fırsatları varken siyasetimiz, olağan koşullardaki gibi olamaz. Bir siyaset üretirken bu değişiklikleri kesin olarak dikkate almak, bu farklılığı göz önünde bulundurmak zorundayız. Çünkü siyaset özgüldür. Aslolan da stratejiyi taktiğe, geneli özgüle, önderliği kitlelere bütünleştirmektir. Değişiklikler konusunda Lenin,

“… zafere daha emin ve sağlam biçimde ilerlememiz için tek bir şey eksik: bütün ülkelerde bütün komünistlerin, taktiklerinde son derece esnek olmaları gerektiğini gayet berrak şekilde görmeleri. … pratikte diyalektikçi olmadıklarını, hızlı biçim değişikliklerini ve eski biçimlerin hızla yeni içerikle dolmasını uygun biçimde değerlendirmeyi bilmeyerek… nesnel koşulların kaçınılmaz hale getirdiği ani değişikliği görmekten korkmaları…”

Büyük usta Lenin yoldaşın dedikleri bize çok uygun düşüyor. Ancak bize uygun olmayan bir yan var bu alıntıda. O da, eksikliklerimizin bir değil, birden fazla olmasıdır.

Irak işgali sorununda cepheyi geniş, hedefi dar tutmalıyız. Bu eylemlerde sadece nihai amaçlarımızı ve yalnızca bizlerin haykıracağı “radikal” sloganlardan çok, geniş kesimlerin bu sorundaki tepkilerini örgütleyen ve onların bilinç seviyesini bir ileri aşamaya taşımayı hedefleyen sloganlara ağırlık vermeliyiz. Bu konuda Lenin yoldaş,

“… komünistlerin tüm görevi, icat edilmiş, çocukça “radikal” şiarlarla kendini geri kalmışlardan tecrit etmek değil, onları inandırmak, onlar arasında çalışmaktır.”  diyor.

Bu eylemlere sadece kendimizi ve devrimci güçleri değil, aynı şekilde emperyalist işgale karşı çıkan en geniş kesimleri katmaya büyük özen göstermeliyiz. Eylem birliklerini de sadece devrimci güçler arasında değil, aksine içinde devrimci güçlerin de olduğu ama soruna duyarlı en geniş toplumsal kesimlerin yer aldığı birlikler, platformlar örgütlemeliyiz.

Böylesi eylem birliklerini örgütlemeye mevcut kurumlarımız ve bu güne kadar kullandığımız isimler sürece ve bu sürecin somut taktiğine yanıt mı vermiyor? Hemen yenilerini devreye sokalım. Yeni alternatifler bulmaktan korkmayalım. Çünkü tüm bunlar sürece yanıt olma hedefini taşıyan taktiksel sorunlardır. Taktiklerde alışkanlıklara ve sürece yanıt olmayan belirlemelere yer yoktur. Gene Lenin yoldaş bu konuda;

çok çeşitli adlar altında legal basın organları ve legal örgütler kurulmalı ve gerektiğinde bu adlar sık sık değiştirilmelidir.” diyor.

Aslolan genel hat ve stratejik hedeflerimizden şaşmadan kitlelerin içinde ama önünde yer alarak, fakat uzağına da düşmeden devrimci pratiğimizle kitlelere güven ve umut aşılayarak, sorunların kaynağını ve daha ileri hedefler göstererek bıkmadan usanmadan çalışmaktır.

Emperyalizme karşı mücadeleyi, salt “nasıl olsa yeni demokratik devrimi gerçekleştirdiğimizde emperyalizmi de ülkeden kovacağız, NATO’dan çıkacağız…” tarzında mı ele alacağız? Bu günden kitlelerin emperyalizme ve onun belli kurumlarına karşı duyduğu öfkeyi, dile getirdikleri taleplere sahip çıkmayacak mıyız? Veya biz bu talepleri gündeme getirip kitlelerin sahip çıkmasını istemeyecek miyiz? Şimdiden kitlelerin emperyalizme karşı yurtseverlik duygularını devrimci bilinçle uyandırıp, emperyalizme karşı mücadelede harekete geçirmeyecek miyiz?

Örneğin ülkemizin NATO’dan ve gümrük birliğinden çıkması, ülkemiz-deki ABD ve NATO üslerinin kapatılması, ABD-İsrail-Türkiye arasındaki stratejik anlaşmanın iptal edilmesi, … vb reformları ifade eden taleplerde bulunmayacak mıyız? Bu tür reform taleplerinde bulunmak sınıf mücadelesinin, stratejik hattımızın, halk savaşı mücadelemizin karşısında mı yer alıyor? Hayır, kesinlikle!

Böyle düşünenler, devrim ve reform arasındaki diyalektiği zerrece kavramayanlar ve strateji ile taktiği karıştıranlardır. Bunlar karayoluyla Ağrı’dan İstanbul’a doğru yola çıktıklarında yoldaki tabelaların, başından itibaren sürekli İstanbul’u gösterdiğini zannederler. Ama öyle değil! Eğer bu yolda İstanbul strateji ise, bu stratejik amaç ve hedefe doğru yol alırken bir çok şehirleri, kasabaları geçmek zorundayız. Aslolan reformları bir reformist gibi değil, komünist gibi ele almaktır. Devrimci mücadeleyi ilerletecek tarzda değerlendirmektir. Ve aslolan Lenin yoldaşın söylemiyle;

“…bunları sadece proletaryanın devrimci sınıf mücadelesinin yan ürünü olarak görmek” tir. Bizim özel olarak dikkat göstereceğimiz nokta burasıdır.

Veya, “nasıl olsa yeni demokratik devrimle ülkemizin emperyalizme olan ekonomik-siyasal bağımlılığına son verip IMF, DB ve DTÖ’den çıkacağız ve önceden alınan hiç bir borcu kabul etmeyeceğiz…” diyerek, “stand-by” ve “yapısal uyum programları” sonucu büyük bir sefalet, yoksulluk ve yıkım yaşayan, işini kaybeden işçi ve emekçilerin, toprağını süremeyen gübreyi alamayan köylülerin, aldığı borçları ödeyemeyip iflas eden binlerce küçük işletmecilerin… IMF ve DB’sına karşı geliştirdiği protestolara ve bu yönlü taleplerine sessiz mi kalacağız?

Biz bu emperyalist kurumlar ve saldırıları nezdinde emperyalist-kapitalizmi ve gerici sistemini hedef tahtasına oturtup, kitleleri bu eylemlilikler içine çekerek, eğiterek halk savaşı stratejisi doğrultusunda devrimci enerjilerini açığa çıkarıp örgütlemeyecek miyiz?  Örneğin, “stand-by” ve “yapısal uyum programları”nın kabul edilmemesi, borçların iptal edilmesi, IMF ve DB’sına hayır kampanyası, özelleştirmenin ve esnek çalışmanın durdurulması, serbest bölgelerin kapatılması… vb. sorunları ele almayacak mıyız?

Evet bunların hepsi reformcu taleplerdir, taktik sorunlardır. Ama bunlar aynı zamanda bir reformist gibi değil komünist gibi ele alındığında, devrimci mücadelemizi besleyen ve stratejimizi yığınlar arasında ete-kemiğe büründüren taleplerdir. Gene Lenin yoldaşın deyimiyle;

Her şey, bu taktiği, proleter sınıf bilincinin, devrimci ruhun, savaş ve zafer yeteneğinin genel seviyesini düşürmek için değil, yükseltmek için kullanmayı bilmeye bağlıdır.”

İşçi sınıfının komünist hareketi, kitlelerin önünde olması gerekir derken uzağında mı kalacak? Yığınların bugün yaşadığı sorunlara ve bu doğrultuda dile getirdiği ekonomik-demokratik taleplere ilgisiz mi kalacak? Kitleler ile kendi arasına, onların sorunlarıyla kendi sorunları arasına duvarlar mı örecek? Hep nihai amaç ve hedefleri mi gösterecek? Veya bu devrim katarının istasyondan önce durakları yok mudur?

Emperyalist-kapitalizmin çok yönlü saldırıları sonucu yaşanan yabancılaşma ve kimliksizleştirme politikasına bir tepki olarak ortaya çıkan sorunlar ve bu sorunları gündeme alan örgütlenmeler üzerinde, devrimci mücadeleyi somut geliştirecek tarzda nasıl ele alabiliriz kaygısıyla kafa yormadan,“nasıl olsa sosyalist perspektifli yeni demokratik devrimimiz, sosyalizm, komünizm her çeşit yabancılaşma ve kimliksizleşmeyi ortadan kaldıracak, toplumla birlikte bireyler özgürleşecek, tüm sorunlar çözülecek” mi diyeceğiz?

Bu sorunların nedenlerinin emperyalist-kapitalist sistemde olduğu bilinciyle ama, tüm görevleri de nihai çözüme bırakmadan işçi sınıfı perspektifi doğrultusunda şimdiden somut olarak ele alıp, siyasal iktidar mücadelesine kanalize etmeyecek miyiz? Emperyalist burjuvazinin her alanda yönelttiği (cinsiyetçi, metalaştırıcı, yabancılaştırıcı, yoksullaştırıcı, parçalayıcı, ırkçı,…) saldırılar sonucu giderek genişleyen ve çeşitlilik kazanan ezilenler yelpazesine ulaşacak somut politikalar üretmeyecek miyiz?

Somut politikalar üretmeden ve somut pratikler sergilemeden kestirmeden “her şey sınıf mücadelesine tabidir”, “her şeyi devrim çözecektir” diyerek mi kitleleri kazanacağız?

Kapitalizmin insanları yabancılaştırıcı ve kimliksizleştirici saldırıları sonucu bireylerin, kendilerini ideolojik-politik kimliklerinin yanı sıra, giderek değişik kimliklerle de (cinsiyetçi, çevreci, ulusalcı, etnikçi, mezhepçi, yerelci…) ifade etme ihtiyacı ve psikolojilerini, daha doğrusu emperyalist burjuvazinin sivil toplumcu anlayış doğrultusunda kitleleri bu düzeye getirmesi karşısında bizler, sınıf perspektifi doğrultusunda bir şeyler yapmayacak mıyız?

Örneğin, ciddi düzeyde devrimci-ilerici potansiyeli taşıyan Alevilere, baskı ve zulüm altında tutulan ezilen Kürt ulusuna ve çok sayıda azınlıklara, sadece sömüren ve zulmeden değil aynı zamanda “erkekçi” olan bu gerici düzenden fazlasıyla çeken kadınlara, dünyanın-doğanın tahribatına karşı duyarlı olanlara, kimliksizleşme ve yok olma kaygısıyla giderek çoğalan yerelleşmeye (yöre dernekleri)… ve burada sıralamadığımız onlarca alana, sivil toplumculuğun sınıf mücadelesine tuzaklar kurduğu bu alanlara yönelik somut alternatif politikalar üretmeyecek miyiz?

Tüm “alt-kimlikleri”, ideolojik-politik “üst-kimlik” altında bir araya getirip örgütleyerek, devrimci enerjilerini sınıf mücadelesine, devrimci iktidar mücadelesine bilinçli ve örgütlü şekilde kanalize etmeyecek miyiz?

eğer mevcut hoşnutsuzluğun bütün belirtilerinden yararlanma, rüşeym halinde de olsa mevcut bütün protesto tohumlarını bir araya toplama ve işleme görevimizin bilincinde olmazsak, ancak lafta “politikacı” ve “sosyal-demokrat” oluruz.” (Lenin)

Partimiz, 7. konferans kararları ışığında genel olarak sınıf mücadelesine önderlik etme ve özel olarak da halk savaşını somut politikalarla ileri aşamalara sıçratma göreviyle karşı karşıyadır.

Tüm parti bir bütün olarak, önderliği ve en alt kademedeki militanıyla Marksizm-Leninizm-Maoizm rehberliğinde, halk savaşı stratejisinde belirlediği hedeflere yoğunlaşmak ve gerçekleştirmek için, komünist bilinç ve devrimci militan bir çalışmayla geniş kitlelere seferber olmak ve onlarla birliğini pekiştirmek zorundadır.

Komünist, sayı: 45, Nisan 2003