Anti-Emperyalist Mücadeleden Ne Anlıyoruz?

DB Ve STÖ’ler; “Orta Sınıf” Ve “Üçüncü Yol” Tezleri;

İçindekiler

DB Ve STÖ’ler; “Orta Sınıf” Ve “Üçüncü Yol” Tezleri;

Örnek olması açısından, Dünya Bankası’nın (DB) bu doğrultudaki girişimlerine kısa bir göz atmakta fayda var. STÖ’lere ilişkin acaba DB’nin bir çalışması var mıdır? DB, emperyalist burjuva egemenliğinin daha güçlü tesisi için ekonomik, toplumsal, insan hakları ihlalleri, demokrasi, çevre, borç… vb önemli konularda faaliyet yürüten binlerce STÖ’ler ile yakın ilişki içerisindedir. Bu ilişkileri kendi bünyesinde “diyalog” ve “danışma” birimleri adı altında oluşturduğu özel birimler aracılığıyla yürütüyor. Biz bu yazımızda sadece, bu özel birimlerden bir kaçına değinmekle yetineceğiz.

STÖ’ler ile güçlü ilişkiler kuracak, onları “tehlike”, “karşıt” olmaktan çıkarıp “anlaşabilir”, “uzlaşabilir” bir noktaya getirmek ve DB’nin onların karşısında değil yanında olduğunu göstermek için oluşturduğu “iş-birliği” birimi. Bu birimi aktif ve sonuç alıcı hale getirmek için de DB’sı STÖ’ler ile yakın iş-birliğinde” diye özel program örgütlemekte. Bu program üzerinden sosyal tabanlı (kitleleri sınıf mücadelesinden saptıran) projelere “sosyal fon” adı altında finansman sağlıyor. Ayrıca kendi toplantılarına “yeni inisiyatif” adı altında STÖ’leri katarak, karşılarında değil yanında olduğunu göstermeye çalışıyor.

DB’nin ayrıca “ekonomik geliştirme enstitüsü” diye bir birimi var. Bu enstitünün önemli görevlerinden biri STÖ temsilcilerine, yönetici ve menejerlerine özel eğitim vermektir. Bu özel eğitim programları üzerinden hem kendi (neo-liberal) ideoloji ve siyasetini STÖ’lere iyi şekilde kavratmakta, hem de bu yöneticiler üzerinden çok sayıda STÖ’leri direkt yanına çekme, karşıt olmaktan çıkarma ve kontrol etme imkanına kavuşmaktadır. Örneğin, bu programlar üzerinden Brüksel’deki “uluslar arası açlık ve yoksulluk konferansı”na sponsorluk yaparak, masraflarını karşılayarak bin’in üzerinde STÖ, çeşitli baskı ve lobi gruplarını bir araya getirebilmiştir.

Yaşanan açlık ve yoksulluğun bir numaralı yaratıcılarından biri olan DB, bu sorunu “yaşayanlarla” nasıl “giderileceğini” tartışıyor!

DB’nin aynı zamanda “küresel çevre imkanları konseyi” denilen bir birimi var. Bu konseyin önemli görevlerinden biri, çevre ve benzeri sorunlarla ilgilenen STÖ’lerle ilişkiye geçmek, onlarla “dostane” bir diyalog kurmaktır. Aynı şekilde Asya, Afrika, Latin ve Orta Amerika’da “diyalog politikaları” adı altında STÖ’lere yönelik konferanslar örgütlüyor. Bu konferanslar ve finanssal yardımlar sayesinde önceleri karşısında olan yüzlerce STÖ’yü yanına çekebilmiş, karşıt olmaktan çıkarabilmiştir.

DB, STÖ’ler ile daha güçlü ve derin ilişkiler kurmak için, örneğin OXFAM yöneticilerinden J. Clark’ı “değişim” programı aracılığıyla kendine kiralamış ve bunu DB de “STÖ fon penceresi” olarak kullanmaktadır.

STÖ’leri neo-liberalizmin baş temcileri IMF ve DB neden sevmesin, neden istemesin? DB ve IMF gibi kurumların daha çok özel sektörün “ekonomik” cephesiyle ilgilendiğini, çok sayıda STÖ’lerin ise ağırlıklı olarak özel sektörün “sosyal” cephesiyle alakalı olduğunu söylediğimizde ciddi bir yanlışa düşmüyoruz. Aslında kamu ve özel sektörün yanında STÖ’lerin üçüncü bir sektör olduğu olgusu, yanılsamadan öte bir şey değildir. O neo-liberalizmin, özel sektörün kitleler arasındaki temsilcisi durumundadır.

Sivil toplumcu anlayış aynı zamanda ne burjuvazi ne proletarya; “orta sınıf” diyor. Buraya kadar yazdıklarımız ve verdiğimiz örnekler sivil toplumcu anlayışın ne denli burjuvaziye, onun sınıf egemenliğine ve gerici sistemine karşı olduğunu fazlasıyla göstermiştir. Bu nedenle onun “burjuvaziye karşıyım” demesi, bilinçli bir yanıltma ve hedef şaşırtmadan başka bir şey değildir. “Orta-sınıf” tezine sarılmasının esas nedeni de, işçi sınıfın tarihsel devrimci rolünü “yitirmiş” olduğu yönündeki karşı-devrimci teorinin kabul görmesi içindir. Bu tezin amacı işçi sınıfının örgütlü gücünü zayıflatmak ve atomlarına kadar sınıfsal-ideolojik-politik olmayan kimliklerle birliğini parçalamaktır.

Burjuva ideologlar ancak “orta sınıf” tezine dayanarak, burjuvazi ile proletaryayı “uzlaştırabilir”. Bunu da ancak toplumun ara tabakaları üzerin-de yaşama geçirebilirler. Yukarıda ki açıklamalarımızdan da görüleceği gibi, gerici sınıfların finansman sağladığı yer, zaten toplumun ara tabakalarıdır.

Peki kimdir bu ara tabakalar? Bu sosyal tabakalar toplumsal gelişmeye bağlı olarak belli farklılıklar gösterir. Fakat her halükarda toplumsal üretime damgasını vuran sınıf veya sınıflar değildirler. Bunlar temel sosyal sınıflara (burjuvazi-proletarya) yakın ilişkide olup eklentileri durumundadır. Akışkan ve değişkendirler. Örneğin küçük-burjuvazi, memurlar, aydınlar, teknisyenler, serbest meslek sahipleri, küçük işletmeciler…birer sosyal katmandır.

“Orta sınıf” tezi, hizmet sektörünün sanayi ve tarım sektörüne kıyasla daha fazla sayıda iş-gücünü barındırması veya başka bir söylemle emekçilerin en fazla bu sektörde çalışması üzerinde inşa ediliyor. Ki, zaten STÖ’lerin ezici çoğunluğu, değişik kimlik grupları, baskı grupları, lobiler… esas olarak ara-tabakalar, katmanlar üzerinden örgütlenmiştir. Dolaysıyla en büyük finansman da buraya yapılıyor. Buradan hareketle STÖ’ler, “orta-sınıf”ın örgütlü gücü haline getirilerek, en başta işçi-sınıfının toplumsal üretimdeki rolü, tarihsel devrimci rolü en masumane söylemle zayıflatılmak, silikleştirilmek isteniyor.

STÖ’ler aynı zamanda yeni dönemin “üçüncü yolu”dur. Artık sınıf uzlaşmazlığı yerine sınıf-işbirliği geçmişti. Sosyalizm-komünizm ölmüş, kapitalizm ise gelişebilirliğini ortaya koymuştu. Sınıfa (burjuvazi ve proletarya) dayalı ayırım ve bunun ideoloji ve siyaseti sonucunda toplumda büyük çelişkiler ve sorunlar yaşanmıştı. Artık kapitalizm ile sosyalizm arasında mücadele sona ermiş, yerine demokrasi ile totaliter rejimler arasındaki mücadele geçmişti. Sivil toplumcu siyaset ve oluşumlar demokrasiyi derinleştirecek, özgürlüğü getirecekti. Birey ancak sivil toplum siyasetiyle politikada aktifleşecekti. Piyasa ve üretim ancak sivil toplumcu siyasetle canlanacaktı…

Bu ideolojik manipülasyonlar ile, sınıflı toplumlarda egemen sınıf diktatörlüğünün sadece bir biçimi olan demokrasi oyunuyla kapitalist sistem ve burjuva egemenliği kutsanmakta, emekçi yığınların önüne “demokrasinin demokratikleştirilmesi” görevi konulmaya çalışılmaktadır. Böylelikle işçinin patronla ve ezenin ezilen ile çelişkisi yerine, demokrasi ile totaliter rejimler (serbest piyasaya sorun çıkaranlar) arasındaki çelişki esas hale getirilmek isteniyor.

Çelişkiler sınıfsal zeminin dışına çıkarılıp teknik bir olgu haline getiril-mekte, değişik kimlikler arası çelişkiler (Kürt-Türk, Alevi-Suni, erkekçi-kadıncı, laikçi-anti laikçi, şehirli-köylü, doğulu-batılı, Karslı-Artvinli, çevreci-çevre karşıtı, hayvan sever-hayvan karşıtı, savaşçı-barışçı…) öne çıkarılarak, sömürülen ve ezilen kitlelerin sınıf mücadelesinden saptırılması amaçlanmaktadır. Böylece işçinin patronla ve işçinin patronun devletiyle olan ilişkisi üzerine sis perdesi çekilecek ve bununla sınıf bilincinde ciddi kırılmaların yaşanmasına ortam yaratılacaktır.

Çünkü sınıf bilinci denilen olgunun en önemli öğesi, işçi sınıfının kendi toplumsal rolünün bilincinde olarak gerçek düşmanlarını tanıması ve ona karşı iktidar hedefli sınıf mücadelesi yürütmesidir.

Sivil toplumcu anlayışın ne olduğunu DSF’ ye katılan bazı önde gelen katılımcılara bakarak da örneklemek mümkün. Örneğin, Brezilya’nın yeni başkan Lula ilkin kendi ülkesindeki yoksulların “küreselleşme karşıtı” Dünya Sosyal Forumuna, hemen bir gün sonrasında emperyalist küreselleşmenin en varlıklı paşaları ise iş-birlikçilerinin yer aldığı İsviçre Davos’taki Dünya Ekonomik Forumuna katılmıştır. Aynı şekilde DSF’nin ağır ve “seçkin” topları arasında BM ve Dünya Bankası temsilcileri, Fransa Sosyalist Partisi ve Brezilya İşçi Partisinin üst yetkilileri (liberaller),  ATTAC yöneticileri ve çok sayıda neo-liberalizmin paralı ideologları yer aldı.

Yoksa Sosyal Forum ve benzeri oluşumlar, teşhir olmuş neo-liberal ideolojinin sosyal-demokrasi aracılığıyla makyajlandırılıp yığınlara yeniden pazarlanması ve emperyalizmin işçi sınıfı ve ezilen dünya halklarını yeniden teslim alma operasyonu olmasın!

Ve sakın Dünya Sosyal Forumu, Dünya Ekonomik Forumun kitleler arasındaki uzantısı  olmasın?