“SOSYALİZM VE SOSYALİZMDEN GERİYE DÖNÜŞ SORUNLARI” ÜZERİNE

DENG SİAO-PİNG’İN, DAHA DOĞRUSU KOMPRADOR BURJUVAZİNİN EKONOMİK TASLAĞI ÜZERİNE: Geo Lu ve Çang Go

Kapitalist yoldaki bir numaralı iflah olmaz parti iktidar sahibi Deng Siao-ping, ekonomik inşa üzerine çok şeyler zırvaladı. Onun ekonomiye ilişkin görüşleri özünde komprador burjuvazinin tipik düşünceleridir. Deng Siao-ping burjuvazinin temsilcisi olarak ülke içinde yönetimi proletaryanın elinden alarak Çin’in sosyalist ekonomisini tekelci bürokrat kapitalist ekonomiye dönüştürmek istiyordu. Onun dış ülkelere olan ilişkiler karşısındaki tutumu bir teslimiyet ve ihanet tutumuydu; o, Çin’i emperyalizm ve sosyal-emperyalizmin bir sömürge ve yarı-sömürgesi durumuna getirmek istiyordu.

“İŞLETMELERİN SIRF YETKİLİ BAKANLIKÇA DOĞRUDAN KONTROLÜ” SİSTEMİNİN YENİDEN ISITILMASI:

Deng Siao-ping görev başına döndükten sonra başında Başkan Mao’nun bulunduğu Merkez Komitenin onayı olmaksızın işletmelerin idaresinde “sırf yetkili bakanlıkça doğrudan kontrol” sistemini uygulamaya başladı. Bu, yetkili merkezi bakanlıklardaki birkaç yöneticinin ülkenin tüm bölgesindeki işletmelere emir ve onlar hakkında karar vermeleri anlamına geliyordu. Aynı meslek kolundaki işletmeler tek bir sistemde toplanarak bu kişilerin keyiflerine göre at oynatabilecekleri duruma getirildiler. Bu, Merkez Komitenin ve yöresel parti komitelerinin ekonomiye ilişkin kumandasının tasfiye edilmesine ve çeşitli düzeylerdeki parti komitelerinin ortak yönetimini ortadan kaldırmaya götüren yoldu.

Daha 1956 yılında Başkan Mao, proletarya diktatörlüğünü sağlamlaştırmak, sosyalizmin ekonomik temelini güçlendirmek ve güçlü bir sosyalist ülke inşa etmek için merkezi ve yöresel kurumlar arasındaki ilişkilerin doğru ele alınmasının ve “yöresel organların merkezi yönetimin ortak planlanması altında daha fazla çaba sarf etmelerinin zorunlu olduğunu açıklamıştı. Böyle bir şey gerek merkezi gerekse de bölgesel inisiyatifi geliştirecekti. Ne var ki Liu Şao-şi ve Deng Şiao-ping uzun zaman bu ilkeyi hayata geçirmek yerine emperyalist tröstleri göklere çıkardılar.

Büyük Proleter Kültür Devrimi, Liu Şao-şi ile Lin Piao’nun iki büyük burjuva karargahını yerle bir etti. Kitleler ve devrimci kadrolar “işletmelerin sırf yetkili bakanlıkça doğrudan kontrolü” sistemine karşı ayağa kalktılar ve başkan Mao’nun doğru çizgisini uyguladılar. Çin’de artık güneyden kuzeye tahıl ve kuzeyden güneye kömür nakli yapılmıyordu. Çin’in güneyinde yeni yeni kömür, petrol ve doğal gaz yatakları bulundu. Ufak demir çelik tesisleri, suni gübre, çimento ve makina fabrikaları ile santrallar mantar gibi fışkırıyor ve verim birkaç misline çıkıyordu. Birçok küçük ve orta büyüklükteki şehirlerden yeni yeni sanayi merkezleri doğuyordu. Bütün bunlar Başkan Mao’nun “iki yönlü faaliyet tek yönlü faaliyetten çok daha iyidir” direktifinin tamamen doğru olduğunu gösteriyor. Bu, ekonominin “daha çok, daha çabuk, daha iyi ve daha ekonomik” ilkesine uygun olarak gelişmesi açısından hayati öneme sahiptir.

Deng Siao-ping ise daha görevinin başına döner dönmez eski alışkanlığının esiri oldu. “Merkezileştirilmiş ortak” yönetim bahanesi altında “tüm ülkeye hizmet eden ve ülke çapında örgütlü koordinasyonu gereken kilit işletmeler” dediği şeyleri “daha yüksek kurumlar”a devretmek istiyordu. Bu siyaset izlenseydi büyük işletmeler ve onlarla birlikte çalışan orta büyüklükteki ve ufak işletmelerin çoğu “devredilmiş” olurdu. Bu da kaçınılmaz olarak bölgesel gerekse de halk kitlelerinin inisiyatifinin boğulmasına ve bir bütün olarak sosyalist inşanın baltalanmasına neden olurdu. Deng’in niyeti açıktır. Başkan Mao’nun çizdiği yolu her halükarda baltalamak, kültür devriminin doğru değerlendirmesini değiştirmek, revizyonist çizgiyi yerleştirmek ve emperyalist tröstlerin bataklığa götüren yolundan yürümek.

“İşletmelerin sırf yetkili bakanlıkça doğrudan kontrolü” sistemi, partinin ortak yönetimine tamamen aykırıdır. Bu, bölücülük ve parti Merkez Komitesine muhalefet eden ‘çok merkez’ doktrininin uygulanması demektir. Bu, zorbalık ve bölgesel kurumlar ile halk kitleleri üzerinde burjuva diktatörlüğü uygulamak demektir. Bu sistemin Deng Siao-ping tarafından yeniden yerleştirilmesi sosyalist ekonomimizin tasfiyesini amaçlıyordu. Onun isteğine göre hareket edilmiş olsaydı, tüm halkın mülkiyetine dayanan sosyalist ekonomi kaçınılmaz olarak tek tek branşların bağımsız “özel mülkiyeti”ne parçalanmış olurdu. Bu durumun doğuracağı gereğinden fazla bir iş bölümü de çalışmayı ciddi bir şekilde engeller ve karşılıklı ilişkilerde kapitalist rekabet ilişkisine dönüşürdü.

“İşletmelerin sırf yetkili bakanlıkça doğrudan kontrolü” çeşitli dallardaki dengeyi göz önüne almadığından ekonomide rasyonal iş yeri dağılımı uzun sürede yok olur, kaynakların çok yönlü kullanımı ve yaygın sosyalist işbirliği engellenir.

Deng Siao-ping’in işletmelerin yalnızca merkezi kurumlara tabi kılınması şeklindeki “düzeltme”si, üretimin kapitalist konsantrasyonu ve tekelleşmeyi amaçlıyordu. O, aynı zamanda revizyonist uygulamaların hakim kılınmasına da yardımcı olmak istiyordu. İşletmelerde uzmanlara dayanılmalı, kar işletmenin en önemli hedefi olmalı, maddi teşvik yürürlüğe sokulmalı, üretim her şeyden önce gelmeli ve teknik her şeyin üzerinde durmalıdır. Böylece Başkan Mao’nun sosyalist devrim ve sosyalist inşaya ilişkin çizgi ve siyaseti bir yana fırlatılacak, burjuva hakkı genişletilip güçlendirilecek, sosyalist yön ve işletmelerimizin sosyalist yolu tersine çevrilerek sosyalist ekonomi tekelci bürokrat kapitalist bir ekonomiye dönüştürülecekti.

SOVYET REVİZYONİSTLERİNE HAS BİR İŞLETME YÖNETİMİ:

Deng Siao-ping iki yönden tekelci bürokrat kapitalizmi inşa etmeye çalıştı: idari açıdan yukarıda anlatılan sistemi körüklüyor; işletme yeri ise, işçiler üzerinde burjuvazinin diktatörlüğünü gerçekleştirmek için Sovyet revizyonist işletme yönetim tipini savunuyordu. Başkan Mao daha 1964 de şunları söylüyordu: “İdarenin bizzat kendisi sosyalist eğitimin konusudur. Eğer idarede çalışanlar işçilerin arasına atölyelere gitmez, onlarla birlikte çalışmaz, öğrenmez ve yaşamazlarsa, alçak gönüllülükle onlardan bir veya birkaç ustalık öğrenmezlerse o zaman hayatları boyunca işçi sınıfı ile keskin bir sınıf mücadelesi içinde bulunacaklar ve sonuçta işçi sınıfı tarafından burjuvazi olarak devrileceklerdir.” Deng Siao-ping ise her zaman Başkan Mao’nun “tüm yürekten işçi sınıfına dayanın” direktifine karşı gelmiş ve inatla işçi sınıfına düşman revizyonist bir çizgi izlemiştir. O açıkça, “işçi-köylü ve askerlere dayanmak izafidir” diyerek işçi sınıfı, yoksul ve aşağı orta köylüleri devletin efendileri olarak görmeyi kesin bir şekilde reddetmiş ve onların ekonomiye damgalarını vurma hakkına sahip olduklarını inkar etmiştir. İşçi sınıfının kültür devrimi sırasında işletme idaresindeki kapitalist ve revizyonist ilke ve kuralları eleştirmek gibi devrimci eylemleri Deng Siao-ping’i öfkeden deliye çevirmiştir. O tekrar görev başına geldiği andan itibaren tereddütsüz intikam almak üzere karşı saldırıya girişti. Yalnızca işçi sınıfını “denetleme, dizginleme ve sindirme”ye hizmet eden bütün bu kuralların “mümkün olduğu kadar sıkı” ele alınmasını da savundu. Bu, gerçekte onun Başkan Mao’nun şiddetle mahkum ettiği “işçi sınıfının kanını emen burjuva unsurlar”ın baş temsilcisi olduğunu açıkça göstermektedir.

Hangi çizginin izleneceği, hangi sınıfın bir işletmede yönetime sahip olduğu gibi, faktörler, hangi sınıfın gerçekte söz konusu işletmenin sahibi olduğunu belirleyen faktörlerdir. Deng Siao-ping’in revizyonist çizgisine uyacak olursak kapitalist yoldaki parti iktidar sahipleri, parti içindeki burjuvazi, işletmelerdeki yönetimi ele geçireceklerdir. Onlar, bu işletmeleri işçi sınıfının yarattığı zenginlikleri gasp ve çarçur etmek ve işçilerin sırtından rahat hayat sürmek için kullanacaklardır. Bu ise işletmelerin sadece lafta sosyalist işletmeler olduğu, gerçekte ise tekelci bürokrat kapitalist işletmelere dönüşmeleri demektir.

Deng Siao-ping’in gerçekleştirmeye çalıştığı şey, Kruşçev ve Brejnellerin şu “ekonomik reformları”nın bir tekrarından başka bir şey değildir. Sovyet revizyonistleri, tekelci bürokrat kapitalizmi geliştirmek için çekirdeğini maddi teşvik ve karın oluşturduğu “yeni ekonomik sistem” dedikleri şeyi uygulamaya soktular. Bu sistemde teknik ve uzmanlık her şeyin üzerindedir; işlemleri yalnızca “uzmanlar” yönetir. Tekelci bürokrat burjuvazi proletaryanın ekonomideki yönetim ve iktidarını tamamen gasp etmiştir. İşletme yasalarında müdürlerin “kendi” işletmelerinin üretim araçlarını sınırsız satma, transfer etme veya kiralama, kendi takdirlerine göre işçi alma ve çıkarma hakkına sahip oldukları belirtilmiştir. Bu şekilde onlar işçilere karşı istedikleri tedbiri alabilmekte ve onları burjuvazinin diktatörlüğüne tabi kılabilmektedirler. Sovyet revizyonist işletme yönetimi yukarıdan aşağı olmak üzere düşey bir yapıya sahiptir. Burada iki sistem söz konusudur: (düzeylerini yetkili bakanlık ve kombina işletmesinin oluşturduğu) iki basamaklı bir sistem ile (düzeylerini bakanlık, sanayi kombinası, kombina işletmesinin oluşturduğu) üç basamaklı bir sistem. Dev ölçüdeki bu şirketlerin merkezlerinde esasen işletmelerin bütün idari işlevleri toplanmıştır. Bu “yeni ekonomik sistem”in uygulamaya sokulmasıyla Sovyet revizyonist dönek kliği ülkenin tüm işletmeleri üzerindeki tekelini ve hakimiyetini güçlendirmiştir.

Sovyetler Birliği’ndeki gerçek sosyalist ekonomi tekelci bürokrat kapitalist bir ekonomiye dönüştüğünde emekçi kitlelerin üzerine nasıl bir felaketin çöktüğünü açık bir şekilde gösteren bir aynadır. Siyasi hakları ellerinden alınan ve iktisaden sömürülen emekçi kitleler bugünün Sovyetler Birliği’ndeki sıkıntı ve sefalet içinde hayatlarını sürdürmektedirler. Diğer bir adı “refah planı” olan dokuzuncu beş yıllık plan başarısızlığa uğramıştır; sanayinin gelişimi yıldan yıla yavaşlamakta ve tarım tam bir kargaşa arz etmektedir. Ekonominin çeşitli dalları arasındaki eşitsizlik daha da büyümekte, işçiler ve köylüler ile bir avuç tekelci bürokrat kapitalist arasındaki çelişki giderek derinleşmektedir. Bu, Sovyet sosyal-emperyalizminin siyasi ve ekonomik krizini sürekli derinleştirmektedir. Deng Siao-ping ile beraber Sovyet revizyonistlerinin izinden gitmek demek, sosyalist üretim ilişkilerinin, sosyalist üst yapının ciddi bir şekilde tahrip edilmesi ve Çin’in sosyalist ekonomisinin yıkılması demektir.

“BÜYÜK ÇAPTA” TESLİMİYET VE ÜLKEYE İHANET “SİYASETİ”

Başkan Mao’nun tespit ettiği gibi, Çin’in tarihi şartlarında inatla kapitalist yoldan yürümek isteyenler “pratikte emperyalizme, feodalizme ve bürokrat sermayeye teslim olmaya hazır olanlardır.’ İşte Deng Siao-ping, böyle bir durum içerisindedir. Onun gözünde Çin’liler ekonomiyi inşa edemezler ve (tarım, sanayi, ülke savunması, bilim ve teknikte) dört modernleştirmeyi gerçekleştirebilecek durumda değildirler. Ona göre bunların gerçekleştirilmesinde sosyalist sistem de bir işe yaramamaktadır. O halde tek imkan “sanayide teknik dönüşümü hızlandırmak ve iş verimini arttırmak” için “dışarıdan teknoloji ve tesis ithal etmek”tir. Onun formüle ettiği ve Çin’in “dış ülkelerle uzun vadeli anlaşmalar” yapmasını öngören “büyük atılım siyaseti” de bu amaca hizmet ediyordu. Çin’e “en modern ve yüksek kalitede tesisler” veren yabancı kapitalistler bunun “karşılığı” olarak modern ürünleri alacaklardır. Bu düşünce her türlü yabancı şeye tapmak ve gerçekte teslimiyet ve ülkeye ihanet demek değil de nedir?

Ekonominin inşasında kendi halkının gücüne dayanma veya yabancı olan her şeyin önünde dize gelip dış ülkelere bağlanma -bu iki düşünce birbirine tamamen zıt iki çizgiyi ifade etmektedir. Başkan Mao’nun bize öğrettiği gibi “her şeyden önce kendi gücüne güvenmek, dışarıdan buna destek yardım elde etmek, batıl ön yargılardan kurtulmak, bağımsız bir şekilde kendi başına sanayi ve tarımı işletmek, teknik ve kültür devrimini yapmak, köle zihniyetini yıkmak, dogmatizmi mezara gömmek, titizlikle başka ülkelerin olumlu tecrübelerinden öğrenmek ve mutlak surette olumsuz tecrübelerini de incelemek ve bunlardan düstur olarak yararlanmak: İşte bizim çizgimiz budur.” Deng Siao-ping Başkan Mao’nun bu çizgisine ihanet etmiştir. Onun “büyük atılım siyaseti” gerçekte Çin’in ekonomik inşasında Çin halkının gücüne dayanılmasına karşı geliyor, bunun yerine “dışarıdan teknoloji ve tesis ithal edilmesi”ni öneriyordu.

Bağımsızlık ve kendi gücüne güven siyasetinde sebat edilip edilmeyeceği sadece ekonomik bir sorun değil, fakat aynı zamanda her şeyden önce siyasi bir sorundur. Diğer ülkelerin gelişmesini kontrol altında tutma ve böylece onlara şantaj yapabilmek, onların içine sızmak ve yayılmak için ileri teknoloji ve modern üretim tesislerini tekelleştirmek, ekonomik güçten yararlanmak, diğer ülkelerin kontrolü ve yağmalanmasında emperyalizmin ve sosyal-emperyalizmin elinde önemli birer araçlardır. Günümüzde ekonomik yönden bağımsız olmayan ve kendi gücüne dayanmayan bir devlet siyasi olarak da gerçek bağımsızlığına sahip değildir veya siyasi bağımsızlığını pekiştiremez ve şu veya bu süper devletin ağına yakalanma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Devletimiz Çin’de sosyalist devrim ve sosyalist inşanın ihtiyaçlarına uygun olarak eşitlik ve karşılıklı yarar ilkeleri ile uyum içerisinde yabancı teknoloji ve tesislerin ithal edilmesi zorunluluğunu inkar etmemektedir; ne var ki bu, bağımsızlık ve kendi gücüne güven gibi ışık tutucu ilkelerin bir kenara fırlatılması şeklinde yapılmamalıdır. Çin halkı dört modernleştirmeyi asla ithal yolu ile gerçekleştirmeyi düşünmemelidir. Esas olarak kendi öz gücümüze güvenme yerine Deng Siao-ping’in arzuladığı şekilde sadece yabancı teknolojiye bel bağlar, yabancı konstrüksiyonları taklit edersek işte o zaman kendimizi ebediyen dış ülkelerin arkasından topallamaya mahkum etmiş oluruz. Bunun sonucu olarak da teknik gelişme ve tüm ekonomi tekelci yabancı sermayenin denetimine girer.

Tekelci burjuvazinin iktisatçıları, sanayide geri olan ülkelerin sadece emperyalizmin tekniğine dayanarak “ilerleyebilecekleri” safsatasını ortaya attılar. Deng Siao-ping gibi kendisine komünist diyen bir adamın bu iki yüzlü lakırdıyı tekrarlaması gerçektende olacak bir şey değil. Bu bir tesadüf olmayıp Deng Siao-ping’in ekonomik taslağının her bakımdan emperyalizmin ihtiyaçlarına uygun olduğunu göstermektedir.

Sovyet revizyonistlerinin borazanı “Pravda”, yabancı tecrübe ve sermayeyi getirtmek amacıyla Sovyetler Birliği’nin madenlerini terhin etmek gibi düşünceleri uzun uzadıya yazmıştır. Gerçekleştirilecek projelerin ürünlerinin bir bölümü bu plana göre gelecekte borçların geri ödenmesinde kullanılacaktır. Deng Siao-ping’in “büyük atılım siyaseti”de böyle bir şeydir. Özünde bu siyaset Çin’in doğal zenginlikleri ve devlet egemenliğinin yabancı kredilere peşkeş çekilmesini öngörmektedir.

O, utanmadan kendi siyasetinin “yararlar”ını şöyle sıralamıştır: 1)- İhracatın desteklenmesi, 2)- Teknik dönüşümün ilerletilmesi, 3)- İşgücünün kullanılması. Hangi tür “yararlar”dan bahsediliyor? Bunlar Çin’in doğal zenginliklerini yağmalaması ve Çin halkının kanını emebilmesi için emperyalizme kapıların ardına kadar açılması demektir; bu alışverişte yabancı tekelci kapitalistler para ve materyal, Çin ise işgücünü temin edecektir. Çin halkı kurtuluştan önce bu “yaralar”dan yeteri kadar tatmıştır. Deng Siao-ping’in teslimiyetçi “büyük atılım siyaseti’ne uyulacak olursa ülkemiz, adım adım emperyalizm ve sosyal-emperyalizmin hammadde kaynağı, yatırım ve pazarlama alanı durumuna düşecektir. Böylelikle sadece sosyalist devrimin kazançlarını yitirmekle kalmayacağız, fakat aynı zamanda demokratik devrimin ürünleri de yok edilmiş olacaktır. Bütün bunlar açık bir şekilde Deng Siao-ping’in yabancı büyük burjuvazinin çıkarlarını temsil ettiğini göstermekte ve onun emperyalizmin kompradoru olan tabiatını ortaya çıkarmaktadır.

DİKKATE DEĞER TARİHİ TECRÜBELER:

Son yüzyılın tecrübeleri bize emperyalizmin tekniğine ve kredilerine bağımlılık sayesinde Çin ekonomisinin gelişip serpilebileceğine inanmanın sadece bir hayal olduğunu öğretmektedir. 19. yüzyılın ikinci yarısında Çing hanedanının sonuna doğru “batıya yaslanma hareketi”nin savunucuları “ülkenin gelişmesi için kredi alınması” düşüncesini vaaz ediyorlardı. Onlar, Çin’in biricik “ilerleme şansı” ve “yaşayabilme yolu”nun emperyalist ülkelerden alınacak yüksek miktarda borçlara karşı ülkenin doğal zenginliklerinin kullanılması ve sanayinin inşası için yabancı tekniğin “kopya” edilmesi olduğunu söylüyorlardı. Ancak sonuç beklenilenin tam tersi oldu. Bu teslimiyetçi düşünceler tamda emperyalistlerin artık mallarını pazarlamak, Çin’e ihraç etmek ve Çin’i aralarında paylaşmak için ihtiyaç duydukları bir şeydi. “Batıya yaslanma hareketi” Çin’in gelir kaynaklarını günden güne tüketti ve milli krizi derinleştirdi.

Yarı-feodal, yarı-sömürge Çin’de bazıları coşkuyla “sanayileşme yolu ile ülkeyi kurtarma”yı savundular. Onlar Çin’in yoksulluğu ve geri kalmışlığının temel nedeni olarak gelişmemiş sanayiyi görüyorlar ve sanat ve ticaretin büyük çapta gelişmesi ile Çin’in yoksulluk ve zayıflık güçlülük ve refaha dönüşebileceğini söylüyorlardı. Onlar emperyalizme ve feodalizme karşı kapsamlı bir mücadele vermeye cesaret edemiyor ve emperyalist hakimiyeti devirmeden kapitalist bir sanayinin geliştirilebileceği hayalini güdüyorlardı. Emperyalistlerin ve uşaklarının çift baskısı altında “sanayileşme yolu ile ülkenin kurtuluşu”nu savunanların sonu da önceden belli olmuştu: Ya başarısızlığa uğrayarak hayalleri bir sabun köpüğü gibi sönmüş, ya da kendilerini emperyalistlerin kollarına atarak komprador burjuvazinin yolunu tutmuşlardı. Deng Siao-ping gençliğinde “sanayileşme yolu ile ülkenin kurtulması” düşüncesine çok düşkündü. Daha sonraki yıllarda burjuva bakış açısı ve burjuva dünya görüşü biraz olsun değişmedi. Devrimin derinleşmesi ile gerici burjuva tabiatı daha da açığa çıktı. Sosyalist devrime karşı direnen, restorasyon ve gerilemeyi amaçlayan ve teslimiyet ve vatana ihanetle komprador burjuvazinin mirasını devralan birisi olan Deng Siao-ping’in sonu da Çin tarihindeki bütün kompradorlar gibi rezil bir son oldu.

Başkan Mao’nun “Çin’i yalnızca sosyalizm kurtarabilir” şeklindeki ateşli sözleri Çin halkının uzun süren devrimci savaşlar sonunda ulaştığı tarihi sonucu dile getirmektedir. Başkan Mao’nun devrimci çizgisi, proletarya diktatörlüğü ve sosyalist yol olmadan Çin’in bağımsızlığı, gelişme, Çin halkının özgürlüğü ve mutluluğu boş bir rüya olurdu. Devrim, köklü değişikliktir ve yalnızca devrim her şeyi değiştirebilir. Azimle Başkan Mao’nun devrimci çizgisini izlemeye devam eder, sınıf mücadelesini esas halka alır, bağımsızlık ve kendi gücüne güven ilkelerine sarılırsak, şimdiye kadar olduğu gibi kararlılıkla halk kitlelerine dayanır, onların inisiyatif ve yaratıcı güçlerini geliştirmelerini sağlarsak, işte o zaman Çin’in bu yüzyıl içerisinde modern tarım, sanayi, ülke savunması, bilim ve tekniğe sahip güçlü sosyalist bir ülke olarak inşa edebilecek ve yüce hedef olan komünizme doğru ilerleyebileceğiz.

“Pekin Rundschau”

31 Ağustos 76, Sayı: 35