“SOSYALİZM VE SOSYALİZMDEN GERİYE DÖNÜŞ SORUNLARI” ÜZERİNE

“BÜTÜN HALKIN DEVLETİ” ANLAYIŞI

Yoldaşlarımızın Marksizmi hatalı yorumlamaları diğer şeylerin yanında, onları, devlet konusunda da modern revizyonist ve Troçkist bir çizgiye kadar, Kruşçev’in kötü ünlü “bütün halkın devleti” teorisini savunmaya kadar götürüyor.

Yukarda, sosyalizmin “dar anlamı-geniş anlamı” şeklinde bir sakat yorumlamanın üzerinde durmuştuk. Ancak bu sakat anlayışın esas önemli yanı proletarya diktatörlüğü konusunda kendisini gösteriyor. Arkadaşlar şöyle açıklamışlar:

“… Stalin, proletarya diktatörlüğünün ‘Lenin tarafından yapılmış en genel tanımı” olarak şunu veriyor:

“Proletarya diktatörlüğü, sınıf mücadelesinin sonu değildir; onun yeni biçimler altında devamıdır. Proletarya diktatörlüğü, siyasal iktidarı eline almış olan proletaryanın, yenilmiş ama yok olmamış, ortadan kalkmamış olan, direnmekten vazgeçmeyen tersine direncini artıran burjuvaziye karşı sınıf mücalesidir.” (Lenin’den aktaran St. LS. Sf. 145-146)

“Burada Lenin, proletarya diktatörlüğünü dar anlamda, yani sosyalizme geçiş döneminin üst yapısı anlamında kullanmaktadır.” (abç)

“Fakat Lenin aynı zamanda, proletarya diktatörlüğünü, daha geniş anlamda da, yani, ML siyasetinin kumandasında, emeğin tam özgürlüğüne yönelmiş bütün sınıf savaşı aşaması olarak kullandı. Mesela 1919’da şöyle yazıyordu:” (abç)

“‘Latince kökenli, bilimsel, tarihi ve felsefi bir terim olan “proletarya diktatörlüğü” daha basit bir biçimde dilimize çevrilirse şu anlama gelir: sermaye boyunduruğunu devirmek için yapılan mücadelede ve devrim sırasında, kazanılan zaferi sürdürmek ve güçlendirmek, yani, sosyalist toplum düzeni yaratmakta; sınıfları tamamıyla ortadan kaldırmak için yapılacak mücadele, emekçiler ve sömürülenler kitlesini yönetebilecek tek sınıf şehirlerdeki işçiler, genellikle fabrika işçileri, yani sanayi işçileri sınıfıdır… Proletarya diktatörlüğü… de, sınıflar büsbütün ortadan kalkmadığı sürece kaçınılmaz olan sermayenin devrilmesinden hemen sonra özellikle daha amansız ve kendine özgü bir hale gelecek olan sınıf savaşının aşamalarından biri(dir), siyasi iktidarı ele geçiren proletarya, sınıf savaşını bırakmaz; sınıflar ortadan kaldırılana kadar başka koşullar altında ve başka biçimlerde, başka yollardan bu savaşı sürdürür.’ (L-PK. Sf. 30-40)” (Tartışma Metni, I. Böl. Sf. 13)

Burada varılan sonuç daha vahimdir. Proletarya diktatörlüğünün anlamını daraltarak onu özünde, sadece “sosyalizme geçiş” döneminin üst yapısına indirgeyerek reddediyorlar.

Lenin’in görüşleri üzerinde yaptıkları bu ayrım yanlıştır. Yapılan her iki alıntıda Lenin aynı şeyi söylemektedir. İlk alıntıda yapılan “proletarya diktatörlüğü” tanımı, belirtildiği gibi, Stalin tarafından “en genel tanım” olarak nitelenmiştir. “En genel” olan şey en dar anlamına gelmez, tersine “en genel” olan, o sürecin başından sonuna kadarki bütün bir dönemde ortak, değişmeyen ve onun karakterini oluşturan özelliğidir; başka deyişle “en genel” en geniş anlamına gelir.

İkinci olarak; burada daha önce gösterdiğimiz gibi meseleye ön yargı ile yaklaşma söz konusudur. Proletarya diktatörlüğünün, yenilmiş ama yok olmamış, inatla direnen burjuvaziye karşı yürütülen sınıf mücadelesi olduğuna ilişkin Lenin’in sözlerinde “burjuvazi” kelimesini görünce, bunu yine “sosyalizme geçiş” şeklinde anlamaktadırlar. Çünkü kafalarında oluşmuş olan peşin bir yargıyla, sosyalizmde sınıfların bulunmadığı yargısıyla hareket etmektedirler. Lenin, proletarya diktatörlüğünü “burjuvaziye karşı” sınıf mücadelesi alarak mı nitelendiriyor? O zaman sosyalizmde burjuvazi olmadığına göre, -diye düşünmekte arkadaşlar-, buradaki “proletarya diktatörlüğü” burjuvazinin halen varlığını sürdürdüğü “sosyalizme geçiş” döneminin üst yapısı olarak kullanılmıştır!… Ve arkadaşlar, Lenin’in sözleri arasına suni bir ayrım sokmaya iten mantık işte böyle bir mantıktır. Bu mantık daha öncede belirttiğimiz gibi Lenin’i kavramak yerine, onu kendi mantıklarının dar sınırlarına uydurmak istemekten ileriye gidememektedir. Lenin’in “dar anlamda kullanılmıştır” denen görüşleri, proletarya diktatörlüğünün bütün tarihi süreci için geçerli olan ve proletarya diktatörlüğünün özlü bir açıklamasıdır.

Burada belirtilen proletarya diktatörlüğü “sosyalizme geçiş” aşaması için değil, bir bütün olarak sosyalizmin kapitalizmden komünizme geçiş aşaması için geçerlidir. Yine Lenin’in bu sözlerinden, burjuvazinin varlığının sadece “sosyalizme geçiş” dönemi boyunca devam edeceği ve proletarya diktatörlüğünün buna karşı mücadele olduğu sonucu çıkar.

Arkadaşların güya bu anlayıştan farklı olarak, Lenin’in bir de “geniş anlamda” proletarya diktatörlüğünü kullandığını söyleyerek yaptıkları alıntı, arkadaşların bu sakat mantığını çürütmekten başka bir şey yapmamaktadır. Bu iki alıntıya bakıp, bundan iki farklı sonuç çıkarmak büyük bir maharettir ve arkadaşlarımızın bu mahareti göstermelerine bakıp şaşmamak mümkün değildir. Lenin daha ikinci alıntının başında proletarya diktatörlüğünün şu anlama geldiğini söylemektedir; “sermaye boyunduruğunu devirmek için yapılan mücadele emekçiler ve sömürülenler kitlesini yönetebilecek tek sınıf … sanayii işçileri sınıfıdır.”

Burada belirtilen, ilk alıntıda belirtilenin değişik bir ifadesidir. Proletaryanın devrimden önce, devrim sırasında ve devrimden sonraki komünizme kadar olan dönemde verilen mücadelenin “proletaryanın yönetimi altında” olmasıdır. Burada “kime karşı mücadele söz konusu ediliyor?” sorusu sorulursa, hedefin burjuvazi olduğu kendiliğinden anlaşılır. Devrimden önce, devrim sırasında kime karşı mücadele söz konusuysa daha sonraki dönemde aynı mücadelenin değişik şekillerde devamı söz konusu ediliyor.

Şunu belirtelim ki, Lenin’de proletarya diktatörlüğünün “dar anlamı-geniş anlamı” şeklinde bir ayrım yoktur; ama Lenin yazılarında, yazının konusuna bağlı olarak proletarya diktatörlüğünün farklı yönlerini dile getirmekte, bir ve aynı şeyi farklı yönlerden birine ağırlık vererek açıklamasına girmektedir. Mesela, proletarya diktatörlüğünü bir yerde, “kendine özgü bir kırbaç, fazlası değil” diye açıklarken diğer bir yerde, “proletarya diktatörlüğü, yalnızca sömürücülere karşı kuvvet kullanılması değil, ve hatta esas olarak kuvvet kullanılması değildir.” demektedir; diğer bir yerde “proletarya diktatörlüğü … devrilmiş ama çok olmamış burjuvaziye karşı sınıf mücadelesidir” deniliyor ve başka bir makalesinde “tüm emekçilerin, burjuvaziye karşı örgütlenmesi ve seferber edilmesi” olarak değerlendirilir, başka başka yerlerde, proletarya diktatörlüğünün “sıkı bir denetim”, “emekçi sınıfların eğitimi ve kalıba dökülmesi”, “yönetici güç olarak proletaryanın örgütlenmesi” vb. olduğunu söylemektedir.

Lenin’de bulunan proletarya diktatörlüğünün bu monotonluktan uzak, zengin “farklı” tanımları, bir tek şeyin, proletarya diktatörlüğünün, farklı ve zengin özelliklerinin tam ve net kavranması için, yerine göre bir yanının ön plana çıkarılarak anlatılmasıdır. Yoksa bayağı bir mantıkla, bazılarının “dar anlamı-geniş anlamı”, küçük anlamı, orta anlamı, en büyük anlamı vb.… saçma sonuçlar çıkarılmamalıdır… Bu özelliklerin öne çıkarılarak anlatılmasından yukarda arkadaşların iki farklı sonuç çıkardıkları iki alıntıda da Lenin bir ve aynı şeyin, devrimden öncesinden tam komünizme kadar sürecek olan proletarya diktatörlüğünü ifade ediyor. Ama bunu yaparken farklı yönlerini ön plana çıkarıyor: ilkinde, burjuvaziye karşı mücadele yönünü, ikincisinde, bu mücadele yöneticilik rolünü…

Lenin’den yapılan ikinci alıntının da son bölümünde yine arkadaşları çürütecek niteliktedir; “proletarya diktatörlüğü sınıflar büsbütün ortadan kalkmadığı sürece kaçınılmaz olan, sermayenin devrilmesinden hemen sonra özellikle daha amansız ve kendine özgü bir hale gelecek olan sınıf savaşının aşamalarından biridir. “İşte alıntıda arkadaşlara göre, birinci alıntıdakilerden farklı şeyler söylenmiş. Hayır yoldaşlar, Lenin’in bu sözleriyle (meseleyi çekmek istediğiniz gibi) burjuvaziye karşı mücadeleyi dışarda bırakan ya da buradaki mücadeleden burjuvaziye karşı mücadeleyi kastetmeyen şeyler söylemiş oluyor. Eğer siz bu sözlerle proletarya diktatörlüğünün burjuvaziye karşı bir mücadele olmadığını iddia ediyorsanız, Lenin’i açıkça tahrif etmiş oluyorsunuz.

“Karaman’ın koyunu”nda oyunun sonradan çıkması gibi, arkadaşlarımızın burada yaptıklarının sonucu daha sonraları ortaya çıkıyor. “Geniş anlamıyla” proletarya diktatörlüğünün burjuvaziye karşı mücadele olmadığı, ML siyasetinin barışçı bir kumandası olduğu ve devletin “herkesin emeğine göre almasını” sağlayan, dost sınıflar arasında hakemlik yapan bir uzlaştırma örgütü olduğu anlayışı yerleştirilmek isteniyor ve sosyalizm, devletin “bütün toplumu” kucaklayacak bir hale geldiği sonucuna varılıyor.

Şu görüşler savunuluyor:

“Stalin’in diğer önemli bir katkısı da, sosyalizm dönemlerinde proletarya diktatörlüğünün alacağı farklı biçimler konusunda açıklık getirmesidir: sömürücü azınlık üzerinde baskı aracı olarak devlet sosyalizme geçiş döneminin üst yapısıdır. Bu aşamada henüz devrilmiş olan burjuvazi demokrasinin dışında bırakılmalı ve zor yoluyla bastırılmalıdır. Burjuvazi, sınıf olarak ancak, tamamen mülksüzleştirildiği, tüm servetinden ve kendi arasındaki örgütlenme ağından yoksun edildiği zaman, etkileyebileceği ve her an yeni burjuva unsurlar doğuran küçük üreticiler sınıfı yeniden kalıba döküldüğü zaman “üretim araçlarında ortak mülkiyet esas olarak sağlandıktan, yani esas olarak sosyalizme geçildikten sonra, sosyalist devlet zor yoluyla bastırma işlevini geride bırakır. Artık esas görevi, üretim ilişkilerinden kapitalist izleri, burjuva ideolojisinin kalıntılarını temizlemektir. Burada katık azınlığa karşı bir çoğunluk demokrasisi gününü doldurmuş demokrasi bütün toplumu kucaklayacak hale gelmiştir.” (Sf. 14)

Bu görüşleri aktardıktan sonra şimdi, yukardaki aktardığımız proletarya diktatörlüğünün “dar anlamı-geniş anlamı” görüşünün savunulmasıyla neyin şartlarının hazırlandığı anlaşılıyor. Burada öz olarak şunlar söyleniyor:

a)- “Sömürücü azınlık üzerinde baskı aracı olarak devlet sosyalizme geçiş döneminin üst yapısıdır.”

b)- “Sosyalist devlet zor yoluyla bastırma işlevini geride bırakır.”

c)- “Burada artık azınlığa karşı bir çoğunluk demokrasisi gününü doldurmuş, demokrasi bütün toplumu kucaklayacak hale gelmiştir.”

Sömürücü azınlık üzerinde baskı uygulayan devletin “sosyalizme geçiş” evresinin üst yapısını oluşturmasıyla sınırlayan arkadaşlar, aslında ML’in devlet öğretisini reddetmektedirler. Eleştirimizin başında kapitalizmden komünizme geçiş aşaması üzerinde durmuş ve bunu çarpıtmanın hangi sonuçlar doğuracağına işaret etmiştik. Aynı bölümde Marks, Engels ve Lenin’in söz konusu ettikleri geçiş devletinin, kapitalizmden sosyalizme değil, kapitalizmden komünizme kadarki evreyi kapsadığını açıklamış ve bu ustalardan aktarmalar yapmıştık. Sömürücü sınıfların sadece “sosyalizme geçiş” dönemi içinde değil, sosyalizmde de var olduklarını ve proletarya diktatörlüğünün varlık sebebinin uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının bulunması olduğunu açıklamıştık. Bu konuda tekrar olacağından ötürü, yeniden bir şeyler söylemeye gerek olmadığını sanıyoruz.

Burada esas olarak üzerinde durmak istediğimiz, “bütün halkın devleti” anlayışıdır. Yoldaşlar, sosyalizmde “artık azınlığa karşı bir çoğunluk demokrasisi gününü doldurmuş, demokrasi bütün toplumu kucaklayacak hale gelmiştir.” derken tam da Kruşçevci tezi dile getiriyorlar. Hele şu sözlere bir bakın:

“Bu aşamada sosyalist devlet, artık hiçbir sınıfı bastırmakla görevli olmadığından, sosyalizme geçiş döneminde olduğundan da daha demokratiktir; tüm toplumun katılımını öngörür.” (Tartışma metni. Sf. 10- abç)

“Tüm toplumun katıldığı” devlet, “tüm toplumu kucaklayan” devlet işte “bütün halkın devleti” anlayışı budur. Kruşçev’in teorisiyle arasında sadece anlatım farklılığı vardır. Onlarda şöyle söylüyorlardı:

“Ülkemizde, Lenin’in yargısında altını çizdiği ilk iki safha artık aşılmıştır. Sovyet Rusya’da bütün halkın devleti -komünist devlet, yani komünizmin hiç durmaksızın gelişen birinci safhasının devleti (abç) doğmuştur.” (Aktaran ÇKP, Tarihi Dersler, Sf. 105)

“… Proletarya diktatörlüğü … SSCB’de artık gerekli değildir. Önce bir proletarya diktatörlüğü devleti olarak ortaya çıkan devlet, bugünkü safhada bütün halkın devleti haline dönüşmüştür.” (Aynı yerde, Sf. 101 – SBKP’nin Programı)

Burada Kruşçev revizyonizmi tarafından proletarya diktatörlüğü sosyalizme geçiş dönemi için geçerli görülmüş ve “komünizmin ilk evresi”nde baskı altında tutulacak herhangi bir sınıf kalmadığından, proletarya demokrasisi (devleti) yerine, bütün toplumun katıldığı bir devleti geçirmiştir.

Bu devletin varlık sebebi de kollektif yaşamaya uyum sağlayamayan tek tek unsurların varlığı ile emperyalist tehlikenin varlığı gösterilmiştir. Proletarya diktatörlüğü yerini bütün halkın diktatörlüğüne bırakmıştır! Çünkü, üretim araçlarının kollektif mülkiyeti sağlanmıştır. Sömürücü sınıflar böylece ortadan kaldırılmıştır! İşte revizyonist çarpıtmanın dayandığı mantık budur.

Kruşçevci mantığa dikkatsizce bir bakıma bile bunun, yoldaşlarımız tarafından kabul etmemiz için bize önerilen görüşlerin mantığıyla aynı olduğunu gösterecektir. Kruşçev, kapitalizmden komünizme geçiş evresini, kapitalizmden sosyalizme geçiş evresi olarak yorumluyor; yoldaşlarımızda bu konuda aynı şekilde düşünüyorlar. Buna bağlı olarak Kruşçevci anlayış, sömürücü sınıflara karşı uygulanan proletarya diktatörlüğünü, sosyalizme geçiş aşamasının üst yapısı olarak değerlendiriyor ve sosyalizmde (alt evre) proletarya diktatörlüğünün yerini tüm toplumun diktatörlüğüne (halkın diktatörlüğüne) dönüştüğünü söylüyorlar. Yoldaşlarımızın sayfalar boyunca dillerinden düşürmedikleri de bu nakaratlardı.

Kruşçev revizyonizmi, sosyalizmin sınıfsız bir toplum olduğunu ve özellikle uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının kalmadığını söylemektedirler; bizdekiler ise, sosyalizmi “sınıflı-sınıfsız” diye iki evreye ayırmakta ve uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının sosyalizmde kalktığını söyleyerek revizyonizmle tamamen birleşmekte, dost sınıfların (proletarya ve kollektif köylülük) sosyalizmde bir müddet varlıklarının kaçınılmaz olarak olacağından söz ederek kısmen ayrılmaktadırlar.

ÇKP tarihinde de Liu Şao-şi revizyonizminin sınıf mücadelesini çarpıtan görüşleri de yoldaşlarımızın görüşlerine yakın akrabalık bağıyla bağlıdır. Karşı devrimci Çin yöneticilerinin görüşü şöyledir:

“Partinin II. Merkez Komitesi 5. Genişletilmiş toplantısının büyük bir Marksist-Leninist olan Liu Şao-şi yoldaşın itibarını geri vermesi Çin Komünist Partisi’nin, materyalizm ilkesine bağlı kalarak kendi hatasını cesaretle düzeltme tutumunu gösteriyor.”

“… Lin Piao ve Dörtlü Çete, anti-Marksist ve aşırı sol çizgi ileri sürdü ve kötü niyetli sözüm ona ‘Liu Şao-şi’nin karşı-devrimci revizyonist çizgisini’ eleştirdiler. Onlar Marksizm ve revizyonizmi birbirine karıştırarak partide her seviyedeki kadroyu baskı altına aldı ve bütün halka acı çektirdiler.”

“Peki, ‘Liu Şao-şi’nin karşı-devrimci çizgisi’ neydi? Birincisi, ‘sınıf mücadelesinin ortadan kalktığı teorisi’ ve ‘sadece üretici güçlere önem vermesi teorisi’nin bu çizginin temelini oluşturduğu söylendi. … “Bu açıklamalarda Liu Şao-şi yoldaş şöyle dedi: toprak ağası sınıf ortadan kaldırıldı ve burjuvazi de esas olarak ortadan kaldırıldı’, ‘ülke içinde sınıf mücadelesi esas olarak sona erdi’; ‘Ülkemizde sosyalizm mi? Yoksa kapitalizm mi kazanacak? Sorusu artık çözüldü. Bundan sonra devletin en önemli görevi toplumsal hayatı örgütlemektir’. ‘Partinin esas görevi mümkün olan en hızlı bir şekilde üretim güçlerini geliştirmektir’ vb.” (Aydınlık Gazetesi, 12 Mayıs 1980)

Çin’li revizyonistlerin bu “revizyonizm sayılarak reddedilen Marksist görüşleri”, Kruşçev revizyonizmiyle aynısıdır. Her iki revizyonist de sosyalizmde proletaryanın burjuvaziye karşı diktatörlüğünü yıkmak ve gerçekte burjuva diktatörlüğü için zemin hazırlamaktadır. Proletarya diktatörlüğü, sınıf mücadelesinin başka araçlarla devamıdır; sınıf mücadelesinin reddi proletarya diktatörlüğünün reddinden geçer. Çin’li revizyonistlerin bu görüşleri, arkadaşlarımızın reddinden geçer. Çin’li revizyonistlerin bu görüşleri, arkadaşlarımızın, proletarya diktatörlüğünün artık bir sınıf üzerinde diktatörlük aracı (zor aracı) olmaktan çıkması, yani sınıf mücadelesi aracı olmaktan çıkması görüşlerine yakındır, hatta aynısıdır.

Sosyalizmde, proletarya diktatörlüğü altında devrimin sürdürülmesi sorunu, revizyonizmle Marksizm arasında denek taşıdır. Bu önemli konu üzerinde Kruşçev ve Üç dünyacı revizyonistler sınıf mücadelesini reddeden görüşlerini açıkça söylerken, bizim yoldaşlarımız tam da onlarla aynı paralelde olan görüşlerini daha değişik biçimde savunmaktadırlar. Arkadaşlarımız, sosyalizmde “devlet”in zorunluluğunu kabul ederken, bu proletarya “devleti”, sosyalizme geçiş devletinden nitelik bakımından ayırıyorlar ve tırnak içinde bahsediyorlar ve bu devletin, “azınlığa karşı bir çoğunluk diktatörlüğü” olmaktan çıktığını ve zorla bastırma işlevini esas olarak kaybettiğini, barışçı bir nitelik kazandığını, “bütün toplumu” kapsayan ve herkese emeğine göre” ilkesini uygulamasını sağlayan uzlaşır sınıflar arasında barışçı bir hakem, bir uzlaştırma aygıtı şeklinde sunmaktadırlar. Yani arkadaşlar, Kruşçevci literatürü kullanarak “bütün halkın devleti” deyimini kullanmıyorlar ama, onun teorisinin özünü kendi görüşleri olarak savunuyorlar.

Devlet konusu, sömürücü sınıfların en çok bulandırdığı ve anlaşılmaz hale soktuğu bir konudur. Sınıflar var oldukları müddetçe de, devam edecek olan bu çarpıtmalara karşı proletarya mücadeleyi elden bırakmayacaktır. Bu mücadelenin daha başında Marksizm, devletin uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının ürünü olarak ortaya çıktığını ve bir sınıfın diğer bir sınıf üzerinde bir baskı aracı olduğunu açıklayarak başlar.

Lenin, “Devlet ve Devrim”de devleti incelerken yine temelden başlar ve Engels’in devletin ortaya çıkışına ilişkin sözlerini aktardıktan sonra şöyle devam eder:

“Burada, Marksizmin, devletin tarihsel rolü ve anlamı üzerindeki temel düşünü tüm açıklığı ile dile getirilmiş bulunuyor. Devlet, sınıf çelişkilerinin uzlaşmaz (aç-L) olmaları olgusunun ürünü ve belirtisidir. Nerede sınıflar arasındaki çelişmelerin uzlaşması nesnel olarak olanaklı değilse, orada devlet ortaya çıkar. Ve tersine, devletin varlığı da sınıf çelişkilerinin uzlaşmaz olduklarını tanıtlar.” (abç) (Lenin, Devlet ve İhtilal, Sf. 12)

Ve hemen altında Lenin, “Marksizmin iki ana çizgiyi izleyen bozulması, işte bu en önemli ve temel nokta üzerinde başlar” diye sürdürmektedir.

Lenin’in uyarıda bulunduğu bu Marksizmin devlet konusunda temel anlayışı, yoldaşlarımız tarafından da, devletin uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının bir ürünü olduğu ve örgütlenmiş sistemli zor olduğunu unutarak, devleti, dost sınıflar arasında ve hatta bir sınıfın (proletaryanın) bireyleri arasında, tüketim maddelerinin emeğe göre dağılımını nezaret eden bağımsız hakem durumuna indirgeyerek, onu tahrif etmekten, ayaklar altına alınıp çiğnenmesinden çekinilmiyor….

Devletin sosyalizmde azınlık üzerindeki çoğunluk diktatörlüğü olmaktan çıktığını söyleyen arkadaşlar ona şu rolü ve görevleri yüklemektedirler:

“Sosyalizmin üst yapısına gelince, devlet, devlet olarak, yani herhangi bir sınıf üzerinde sistemli baskı uygulama aracı olarak yıkılmıştır. Yalnızca emeğin eşitliğine göre ödemenin eşitliğini, burjuva hakkını gözeten ve silahlanmış işçilerden oluşan bir tür ‘devlet’ vardır. Ancak, sosyalizme varıldığında artık kapitalizmin sınıfları (??? proletarya neyin sınıfı acaba?!) yok edildiğinden, toplumda demokrasinin dışında bırakılması gereken hiç kimse, sınıf anlamında hiç kimse yoktur.” (Sf. 25)

Burada devletin, uzlaşmaz sınıflar kalktıktan sonra, halen devam edeceği ve toplumun bütününü kucakladığı söyleniyor. İkincisi, devleti, örgütlenmiş zor olmaktan çıkan ve toplumun bireyleri arasında “emeğe göre ödeme yapılmasını gözeten” bir kurum olarak görmektedirler. Biz bu konuda Marksizmin temel görüşünü aktararak cevap verelim:

“… Marks’a göre, eğer sınıflar arası uzlaşma olanaklı olsaydı devlet ne ortaya çıkabilir ne de ayakta kalabilirdi. Bol bol Marks’dan söz eden dar kafalı küçük-burjuva profesör ve yazarlara göre, devletin rolü sınıfları uzlaştırmaktır. Devlet bir sınıf egemenliği (aç-L) örgütü, bir sınıfın bir başka sınıf üzerindeki baskı örgütüdür; sınıflar arasındaki çatışmayı hafifleterek bu baskıyı yasallaştırıp pekiştiren bir “düzen”in kurulmasıdır.” (Lenin age, Sf. 12)

“Devletin, kendi karşıtı ile (kendisine karşıt olan sınıfla) uzlaşması olanaksız (aç-L) belirli bir sınıfın, egemenlik örgütü olması, küçük-burjuva demokrasisinin asla anlayamadığı bir şeydir.” (Lenin, age, Sf. 13)

Marksizmde devlet, hiçbir zaman tartışma yazısında sunulduğu gibi, bir uzlaşma aracı ve bağımsız, sınıflar üstü bir hakemlik kurumu olarak gösterilmemiştir. Tersine bu tür görüşlere karşı uzun yıllar ısrarlı bir mücadele yürütmüşlerdir. Varlığı uzlaşmaz sınıfların varlığına dayanan devlet, her dönemde sınıf mücadelesinin önemli araçlarından biri olmuştur. Ve bu baskı aygıtı, sınıflar tamamen ortadan kaldırılıncaya kadar var olacaktır.

“Sınıflar ortadan kalkmasıyla devletin ortadan kalkması da gerçekleşecektir; Marksizmin her zaman öğrettiği şey budur.” (Lenin, age, Sf. 67)

“Ancak komünist toplumda, kapitalistlerin direnci kesin olarak karıldığı, kapitalistler ortadan kalktığı ve sınıflar yok olduğu (yani toplumsal üretim araçlarıyla ilişkileri bakımından toplum üyeleri arasındaki ayrım silindiği) zaman, ancak ve ancak o zaman, “devlet ortadan kalkar ve özgürlükten söz etmek olanaklı duruma gelir.” Ancak ve ancak o zaman gerçekten tam, gerçekten hiçbir istisna tanımayan bir demokrasi olanaklı duruma gelecek uygulanacaktır.” (Lenin age, Sf. 98)

Tüm toplum üyelerinin üretim araçlarıyla ilişkileri bakımından eşit olmaları -daha önce ayrıntılarıyla belirttiğimiz gibi- ancak komünizmin yüksek aşamasında mümkün olabilir. Komünizmin ilk aşamasında üretim araçlarının mülkiyeti açısından -hukuki olarak- tam eşitlik varken, bunlardan eşit oranda yararlanma ancak tam komünizmde mümkün olacaktır. Bu bakımdan, yukarda devletin kalkması söz konusu edilirken komünizmin alt evresi kastedilmemektedir. Kastedilen, “gerçekten tam gerçekten hiçbir istisna tanımayan demokrasi olan ve bu yüzden artık demokrasi olmaktan çıkan tam komünizm”dir.

Arkadaşlar, “proletarya diktatörlüğü”nü, sosyalizmde, sınıf mücadelesinin devamı olduğunu reddederken, daha önce söyledikleriyle de çelişkiye düşmektedirler. Yukarda proletarya diktatörlüğünü “dar anlamı-geniş anlamı” şeklinde ayırırken arkadaşlar, Lenin’den “proletarya diktatörlüğü, sınıflar büsbütün ortadan kalkmadığı sürece kaçınılmaz olan, sermayenin devrilmesinden hemen sonra özellikle daha amansız ve kendine özgü bir hale gelecek sınıf savaşının aşamalarından biridir…”

“Böylece Lenin, sınıf mücadelesinin ve kapitalizme geriye dönüş tehlikesinin yalnızca sosyalizme geçiş aşamasında değil, sosyalizm döneminde de süreceğini ortaya koymuş oluyor.”

Sınıf mücadelesinin sosyalizm şartlarında da devam edeceğini söyleyen arkadaşlar bir sayfa sonra (Sf. 14’te) sosyalizmde proletarya diktatörlüğünün sınıf mücadelesi olmaktan çıktığı anlamına gelen yukarda aktardığımız görüşlerini getiriyorlar. “Emeğine göre” ilkesinin uygulanmasına nezaret etmekle görevi büyük ölçüde sınırlandırılan ve artık zor uygulama aracı olmaktan çıkan ve tüm toplumu kucaklayan bir “diktatörlük”ten, sınıf mücadelesi aracı olma özelliğini halen koruyabileceği beklenebilir mi? Bütün Marksist bilim altüst edilmeden buna “evet” cevabı verilebilir mi? Burjuvazi yok olduysa, proletarya diktatörlüğe kime karşı uygulanacaktır? Hangi dost sınıfa (ya da “sosyalizm”in sınıfına??) karşı bir mücadele aracıdır? Ama arkadaşlarımızın böyle dertleri yok görünüyor. Onlar Marksist devlet öğretileri hazırlamaktan korkuyorlar: “Devlet, bir gücün özel örgütüdür; belirli bir sınıfın sırtını yere getirmeye yönelik bir zor örgütüdür. Peki, proletaryanın yenmek zorunda olduğu sınıf hangisidir? Emekçilerin, yalnızca sömürücülerin direncini bastırmak için devlet gereksinmeleri vardır.’” (abç) (Lenin, age, Sf. 30) Bundan sonra arkadaşlar halen devletin, sınıf mücadelesinin bir aracı olmadığını söylemeye devam edebilecekler mi?

Proletarya diktatörlüğü, proletarya ve emekçilerin, düşman bir sınıfa, burjuvaziye karşı mücadele aracıdır. Revizyonizmin ve burjuva gericilerinin sürekli olarak çarpıtmak istedikleri de işte bu temel Marksist öğretidir. Devlet, toplumun tüm üyelerini kapsadığı zaman, ve artık demokrasinin dışında bırakılacak hiçbir sınıf kalmadığı zaman devlet tamamen söner, siyasi devlet kurumları basit kamu yönetim kurumları niteliğini alır. Ancak bireysel aşırılıklar devletin tamamen sönmesinden sonra devam eder. Ne var ki, bunları baskı altına almak için sürekli bir baskı aygıtına gerek yoktur.

Bütün toplumu kapsayan demokrasi ve barışçı bir aygıt şeklindeki yoldaşların “devlet” tanımı Marksizme aykırıdır. Demokrasi gerçekten bütün toplumu kapsamaya başladığı zaman, o zaman demokrasi sönecektir. Arkadaşların da belirttiği gibi, demokrasi devlet biçimidir. Ve demokrasi demek herkesin özgürlük içinde olduğu, baskının olmadığı anlamına gelmez. Lenin şöyle söyler:

“Hayır, demokrasi ile azınlığın çoğunluğa boyun eğmesi özdeş şeyler değildir. Demokrasi azınlığın çoğunluğa boyun eğmesini kabul eden, tanıyan bir devlettir, başka bir deyişle, demokrasi bir sınıf tarafından bir başka sınıfa, nüfusun bir bölümü tarafından nüfusun başka bir bölümüne karşı sistemli zor uygulamasını sağlamaya yarayan bir örgüttür. (age, Sf. 80- abç)

O halde, sosyalizmde bir yandan devletin halen var olması zorunluluğu, diğer yandan bunun “zorla bastırma işlevini esas olarak yitireceği” görüşü, nasıl bir araya getirilebilmekte ve Marksizm ile bağdaştırılabilmektedir? Yoldaşlarımızın demokrasi anlayışının Marksist anlayışla bağdaşır yanı yoktur, tersine, demokrasinin herkesin örgütü olduğunu, baskının olmadığını ve bütün toplumu kapsadığını savunan Lassalcılığa, Kautskyciliğe uygundur. Özgürlük ve demokrasiyi özdeşleştiren bu oportünistlere karşı, Engels daha 1875’de şunları söylüyordu: “proletaryanın devlete gereksinmesi (aç-E) olduğu sürece, o, bunu, özgürlük için değil hasımlarını alt etmek için kullanacaktır. Ve özgürlükten söz edilmesi mümkün olduğu gün, devlet, devlet olarak ortadan kalkmış olacaktır.” (Gotha Erfurt Programlarının Eleştirisi, Sf. 136 – abç)

Bir de yoldaşlar, sosyalist devletin görevlerinin burjuva hukuku gözetmek olarak ve bunu, zor kullanılmadan yapılan bir şey olarak görmektedirler. Halbuki Lenin tam da bu “burjuva hukuku”nun gözetilmesini, zor olmadan mümkün olmadığını söylemektedir.” Kuşkusuz, burjuva hukuku, tüketim mallarının dağılımı yönünden kaçınılmaz olarak burjuva devletini öngörür, çünkü hukuk ölçülerinin uygulanması zorlama gücünde olan bir aygıt olmaksızın, bir hiçtir.” (Lenin BD ve PD. Sf. 136)

Komünizmin ilk evresinde burjuva hukukunun gözetilmesi ancak zor uygulanmasıyla mümkündür. Bunun için Lenin, yalnızca burjuva hukukunun değil, burjuvazisiz burjuva devletin de var olacağını söyler.

Son olarak; yoldaşlarımız proletarya diktatörlüğüne, burjuva ideolojisine ve siyasetine karşı mücadele ve restorasyonu engelleme görevi de yüklüyorlar. Ama zor olmayınca proletarya diktatörlüğünün bu görevleri barışçı metotlarla ve iknalarla başarabileceğini düşünmek tamamen hayallerle avunmadan ibarettir. Bu görevlerin proletarya diktatörlüğüne yüklenmeleri, eğer sorunu kavramamaktan kaynaklanıyorsa, “dostlar pazarda görsün” mantığının ürünü sayılmalıdır. Zor, siyasetin bir biçimidir ve eğer burjuvazi halen siyasi olarak mücadele ediyorsa, kendi içinde bu, zoru taşıyacaktır. Siz zora başvurmazsanız yasaklamalar kısıtlamalar, geriye dönüş tezgahlamalarını bozmaz ve bastıramazsınız dahi, o, zoru size karşı uygulayacaktır. Ve o, sizin zoru restorasyon gerçekleştirdikten sonraya erteleyen görüşlerinizden büyük bir memnunluk duyacak ve sizi bu tavrınızdan dolayı göklere çıkarmaktan geri durmayacaktır; aynı zamanda bu hatanızı nasıl istismar edeceğinizi sonunda mutlaka size gösterecektir. Bugün, Sovyetler’de, Çin’de ve diğerlerinde, komünistlerin hatalarını sömürerek zorun nasıl uygulandığından ders çıkarın bari…

Arkadaşlarımızın devlet konusundaki görüşleri hakkında söyleyeceklerimizi belirtmeden önce, uluslararası komünist hareketin bu konuda verdiği mücadeleye bakmakta fayda vardır. Kruşçev revizyonizmine karşı geçmişte verilen mücadele ÇKP şunları söylüyor:

“SBKP’nin 20. Kongresinde Kruşçev açıkça proletarya diktatörlüğüne muhalefet bayrağını açtı. Proletarya diktatörlüğü devleti yerine “bütün halkın devleti”nin konulmasını istedi. SBKP’nin programında şöyle deniliyor: “… Proletarya diktatörlüğü … SSCB’de artık gerekli değildir. Önce bir proletarya diktatörlüğü devleti olarak ortaya çıkan devlet, bugünkü safhada bütün halkın devleti haline dönüşmüştür.”

“Marksizm-Leninizmi biraz bilen biri, devletin bir sınıf kavramı olduğunu da bilir. Lenin şöyle der: ‘devletin ayırdedici özelliği, iktidarı ellerinde tutan kişilerden oluşan bir sınıfın varlığıdır’ (V.İ.Lenin, ‘Halkcılığın Ekonomik Muhtevası ve Struve’nin bu konuda kitabına yaptığı eleştiri’, Bütün Eserler, C.I.) Devlet sınıf mücadelesinde bir silahtır; bir sınıfın diğer bir sınıfa zulmetme aracıdır. Her devlet belli bir sınıfın diktatörlüğü devletidir. Devlet, sınıflar üstünde yer alamaz, bütün halka ait olamaz.”

“Proletarya ve partisi hiçbir zaman görüşlerini gizlemedi. Açık ve seçik bir şekilde sosyalist proleter devrimin zafere ulaşmasından sonra da, proletarya ve partisi, proletarya diktatörlüğünün tarihi görevlerinin yerine getirilmesi, bütün sınıfların ve sınıf farklılıklarının yok olması ve böylece giderek devletin ortadan kalkması için uğraşmalıdır. Yalnız burjuvazi ve partileri iktidarın sınıf karakterini ört-bas etmeye uğraşırlar. Denetimleri altındaki devlet cihazını ‘bütün halka’ aitmiş gibi gösterirler, devletin ‘sınıflar üstü olduğunu’ söylerler. Böylece kitleleri uyutmaya çalışırlar.

“Kruşçev, Sovyetler Birliği’nde proletarya diktatörlüğünün tasfiyesini ilan etti. Devletin ‘bütün halkın devleti haline geldiğini’ belirtti. Böylece Marksist-Leninist devlet öğretisi yerine burjuva aldatmacalarını savundu.

“Marksist-Leninistler bu saçmalıkları eleştirdi. Bunun üzerine, Kruşçev revizyonist kliği “bütün halkın devleti”nin teorisini yaparak kendini haklı çıkarmaya çalıştı. Kruşçev revizyonist kliği şimdi Marks ve Lenin’in sözünü ettikleri tarihi proletarya diktatörlüğü döneminin (Dikkat edin!!) yalnız kapitalizmden komünizmin birinci safhasına geçişi kapsadığını, ikinci safhayı kapsamadığını ileri sürüyor. Yine, ‘proletarya diktatörlüğünün daha devlet ortadan kalkmadan önce varlık sebebini yitirdiğini’ (‘Komünizmin İnşası Programı, Pravda Yazı Kurulu, 18 Ağustos 1961), proletarya diktatörlüğünden sonra bir safha daha bulunduğu, bunun da ‘bütün halkın devleti’ olduğunu söylüyor. (abç)” (age, Sf. 102)

Aktardığımız bu parçalarda, ÇKP tarafından eleştirilip mahkum edilen Kruşçevci görüşlerin arkadaşlarımızın görüşleriyle aynı olduğu görülmektedir. Yoldaşlarımız yazılarının ikinci bölümünde Kruşçev revizyonizmini incelerken, Kruşçev’in “bütün halkın devleti” görüşü konusunda şunları söylüyorlar:

“20. Kongrede proletarya diktatörlüğü devleti yerine ‘bütün halkın devleti’ tezi geçirilerek, devletin bir sınıfın baskı aracı olduğu şeklindeki Leninizmin en temel tezi ayaklar altına alındı.” (II. Böl. Sf. 28- abç)

“Devletin bir sınıfın baskı aracı olduğu şeklindeki Leninizmin en temel tezi ayaklar altına alındı”!!! Arkadaşlar Leninizmin “en temel tezi”ni burada, Kruşçev revizyonizmine karşı savunuyor gözüküyorlar. Daha önce söylediklerini unutmuş gözüküyorlar. Buna inanmak safdillik olur. Arkadaşlarımız, daha önce aktardığımız görüşlerinde hiç de yukarda Kruşçev’e yönelttikleri eleştiriye sadık kalmadıklarını, “devletin bir sınıfın baskı aracı olduğunu” savunmadıklarını ve baskı işlevini esas olarak yitirmiş ve “barışçı inşa”yı sağlayan ve “bütün toplumu kapsayan” bir devlet olduğunu savunduklarını görmüştük. Bir yandan bu görüşleri savunmak diğer yandan Kruşçev’in “bütün halkın devleti” anlayışına karşı çıkmak birbiriyle bağdaşmamaktadır. Bizim yoldaşların yaptığı, Kruşçevci devlet anlayışını geliştirmek ama buna “proletarya diktatörlüğü” adını takmak… Yapılanlar bundan ileri gidememektedir.