“SOSYALİZM VE SOSYALİZMDEN GERİYE DÖNÜŞ SORUNLARI” ÜZERİNE

SOSYALİZMDE SINIFLAR VE SINIF MÜCADELESİ

Arkadaşlarımız, sosyalizmin sınıfsız bir toplum olduğunu ve uzlaşmaz sınıfların kaldırıldığı ve artık proletarya diktatörlüğünün burjuvazi üzerindeki diktatörlüğü anlamına gelmeyeceğini, sosyalizme geçme ile birlikte proletarya diktatörlüğünün bir nitelik değişikliğine uğradığını ileri sürmektedirler. Bu konular üzerinde durmadan önce, sosyalizm hakkında genel bilgileri aktaralım. Lenin şöyle söyler:

“Ama sosyalizm ile komünizm arasında bilimsel bir ayrım açıktır. Genel olarak sosyalizm diye adlandırılan şeyi, Marks, komünist toplumun “birinci”, ya da alt evresi diye deyimlendirmiştir. Üretim araçları ortak mülkiyet haline geldiğine göre, “komünizm” sözcüğü burada da kullanılabilir, ancak bunun tam komünizm olmadığını akıldan çıkarmamamız kaydıyla. Marks’ın açıklamalarının büyük önemi şu ki, burada da o, tutarlı bir biçimde materyalist diyalektiğin gelişme teorisini uygulamakta ve komünizmi kapitalizmden gelişen bir şey olarak ele almaktadır. (Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü, Sf. 115)

Açıklamaya gerek yoktur ki, sosyalizm, üretim araçlarının özel mülkiyetinin her alanda kaldırılmasından sonra başlamaz. Başka bir ifadeyle sosyalizm, gelişmiş olgun şekliyle olduğu gibi gelemez. Üretim araçlarına toplum adına el koyma eylemiyle, büyük topraklara, fabrikalara, anonim şirketler, bankalar, maden işletmeleri, demir yolları, posta işletmesi vb. sosyalist üretim için olgunlaşmış büyük işletmelere proletaryanın el koyması ve bunların mülkiyetini ortak mülkiyete dönüştürmesiyle sosyalizm başlar; Lenin’in tanımlamasıyla kapitalizmden itibaren başlar.

Ama henüz ilk başlarda her yönden zayıftır, cılızdır ve kapitalist üretimle yan yana bulunur. Ancak, tüm güçsüzlüğüne rağmen, tarihi olarak kapitalist üretimden üstündür, bu yüzden de gelişen ve yükselen aynı zamanda hakim üretim biçimidir. Yeni topluma “sosyalist” damgasının vurulması, onun sosyalist niteliğinin hakim olmasından gelir. Kapitalist üretim henüz tamamen kaldırılmamış olmasına rağmen, yönetici olmaktan çıkmış ve hızlı bir yok oluş içine girmiştir. Bundan dolayı, sosyalist toplumun daha başları ile küçük üreticilerin elindeki üretim araçlarının tamamen kollektifleştirildiği daha ileri dönemi arasında nitelik bakımdan fark yoktur. Köklü bir değişikliğe uğrayan köylü üretimi açısından bu değişiklik bir nitelik değişikliği olmasına rağmen, bir bütün olarak toplum için bir nitelik değişikliğini ifade etmez. Küçük üretimin sosyalist dönüşümünün tamamlanmasından sonra toplum bir nitelik değiştirmez, tersine bu, sosyalizmin ileriye doğru evriminin sayısal bir gelişmesi, onun nicelik gelişmesinin ifadesidir.

Tartışmayı açan görüşlerde ise, küçük üretim dönüşümünün tamamlanması, bütün toplumun bir nitelik değiştirmesi olarak savunuluyor; sosyalist toplumun daha yeni kurulduğu havasını yaratıyor. Halbuki bu görüş, ustaların görüşlerine terstir ve saçmadır. Toplumun nitelik değiştirmesi, proletarya diktatörlüğünün kurulması döneminde olur, kapitalist toplum sosyalist topluma dönüşmüştür. Bundan sonraki gelişme sosyalist toplumun nicelik gelişmesini ve komünizme nitel dönüşümünü oluşturur.

Sosyalizm (komünizmin ilk evresi), kapitalizmden doğar ve kaçınılmaz olarak içinden çıktığı toplumun izlerini taşır. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti kaldırarak insanın insan tarafından sömürülmesine son verir. Fakat toplum üyeleri arasında ekonomik eşitsizliği üyeler arasındaki zenginlik farkını ortadan kaldıramaz. Her üye, “eşit hak”a sahiptir ve ihtiyacı olanı değil, ancak harcadığı emek oranında tüketim maddelerini alır. Bu ise insanlar arasında kaçınılmaz doğal eşitsizliği onaylama ve herkesin kendi emeğinin sahibi olmasını bir hak olarak korumayı sağlar.

“Ama bir birey, fizik ya da moral bakımından bir başkasından üstün olabilir, o zaman aynı zaman içinde daha fazla emek sarf etmiş olabilir ya da daha uzun süre çalışabilir ve emeğin bir ölçü hizmetini yerine getirebilmesi için, süresi ve yoğunluğu saptanılmalıdır, yoksa bir birim olmaktan çıkar. Bu eşit hak, eşit olmayan bir emek için eşit olmayan bir haktır. Hiçbir sınıf farkı tanımaz, çünkü her insan bir diğeri gibi bir emekçidir; ama bireylerin yeteneklerinin eşitliğini açıkça tanır ve verim kapasitesini doğal bir ayrıcalık olarak kabul eder. Demek ki bu, özünde hak gibi eşitsizliğe dayanan bir haktır… Öte yandan bir işçi evlidir, öteki değildir; birinin ötekinden daha çok çocuğu vardır. vb. vb…. Bu durumda eşit emek sarf ettikleri halde ve dolayısıyla toplumsal tüketim fonundan eşit ölçüde yararlanma olanağına sahip bulundukları halde, biri gerçekten ötekinden çok almaktadır, biri ötekinden daha zengindir vb… Bütün bu sakıncılardan uzak durabilmek için, hak eşit olmalıydı.” (GEPE, Sf. 30)

“Ve böylece, komünist toplumun bir evresinde (genellikle sosyalizm denir) ‘burjuva hukuku’ tümüyle ortadan kaldırılamaz, yalnızca kısmen, yalnızca o güne dek erişilmiş olan iktisadi devrimle orantılı olarak, yani yalnızca üretim araçları yönünden ortadan kaldırılmış olur. ‘Burjuva hukuku’, üretim araçlarını, bireylerin özel mülkiyeti olarak kabul eder. Sosyalizm, bunları ortak mülkiyete dönüştürür. Bu ölçüde -ve bir tek bu ölçüde- ‘burjuva hukuku’ ortadan kaybolur.

“Ama, öteki bölümleri ilgilendirdiği kadarıyla burjuva hukuku yerinde kalır; ürünlerin dağılımında ve emeğin toplumun üyeleri arasında paylaşımında düzenleyici yetisinde (belirleyici etmen oluşunda) yerinde kalır. ‘Çalışmayan yemeyecektir’ sosyalist ilkesi şimdi gerçekleştirilmiştir. Ama daha bu komünizm değildir ve eşit olmayan bireylere eşit olmayan (gerçekten de eşit olmayan) emek miktarına karşılık olarak eşit miktarda ürün veren ‘burjuva hukuku’ henüz ortadan kalkmış değildir.” (Lenin age, Sf. 110)

Üretim araçlarının özel mülkiyeti ölçüsündeki burjuva hukukunu kaldırırken, emek üzerindeki bireysel mülkiyet hakkını (burjuva hakkını) korumasıyla sosyalist toplum, ekonomik alanda burjuva hakkını yarı yarıya tasfiye etmiş olur; diğer yarısının tasfiyesi ise tam komünizmde olur. “Herkese emeğine göre” veren burjuva hukuku, sosyalizmde henüz varlıklarını devam ettiren kapitalizm kalıntılarının ve sınıf farklılıklarının temelini oluşturur, onları besler, yeni burjuvaziyi yaratan kaynaktır; sosyalizmden geriye dönüşe hayat verende yine bu kaynaktır. Bu temel varlığını sürdürdüğü müddetçe sınıflar varlıklarını devam ettirecek ve proletarya diktatörlüğü zorunluluğunu sürdürecektir. Sınıfların ve devletin tamamen ortadan kaldırılabilmesi için tam komünizme yani, “burjuva hukukunun dar ufku” aşılarak “herkesten gücüne göre herkese ihtiyacına göre” ilkesinin uygulandığı gerçek eşitliğe ulaşması gereklidir.

Lenin’in ifadesiyle “sınıfların kaldırılması sosyalizmin nihai amacıdır.” Ve devletten devletsizliğe geçiş sürecidir bu sosyalizm.

Şimdi yoldaşlarımızın görüşlerinin tartışmasına geçelim.

Şöyle söylüyorlar: “Sosyalizm, komünizmin ilk aşamasıdır. Bu aşamada, üretim araçlarının ortak mülkiyeti sağlanmış, toplumun üyeleri arasında üretim araçlarına olan ilişkileri açısından farklılık kalmamış yani sınıflar yok edilmiştir. Temel üretim ilişkisi olan üretim araçlarına olan ilişki açısından sosyalizm ile komünizm ortak temele sahiptir. (abç) Zaten Marks’ın sosyalist aşamaya komünizmin ilk aşaması demesinin nedeni de budur. Sosyalizmin henüz tam komünizm olmasını engelleyen, tüketim maddelerinin dağıtımında kapitalizmin izlerini taşımasıdır. Bu dağıtımda hala “herkese emeğine göre” şiarı hakimdir; bu alanda burjuva hakkı varlığını sürdürür. Ayrıca bireylerin faaliyetlere dağılımında da (yani iş bölümünde de) kapitalizmin izleri kafa emeği ile kol emeği ve kent-kır çelişkileri biçiminde sürer. Sosyalizmin görevi iktisadi ve toplumsal alandaki bu izleri silmek ve burjuva ideolojisinin kalıntılarını yok etmektir.” (Sf. 11)

Demek ki, arkadaşlarımıza göre sosyalizmde:

1-         Üretim araçlarıyla olan ilişkileri açısından farklılık kalmamış ve sınıflar yok edilmiştir.

2-         Temel üretim ilişkisi açısından sosyalizm ile komünizm ortak temele sahiptir.

3-         Zaten Marks, sosyalizme komünizm derken bundan hareket etmiştir.

4-         Sosyalizmin tam komünizm olmasını engelleyen, dağıtımdaki kapitalizmin izleridir ve burjuva ideolojisinin kalıntılarını yok etmektir.

5-         Sosyalizmin görevi, iktisadi ve toplumsal alandaki kapitalizmin izlerini silmek ve burjuva ideolojisinin kalıntılarını yok etmek.

Maddeleştirdiğimiz bu görüşlerin beş maddesi de hem yanlıştır ve hem de yeteri derecede kavranamadığından eksiktirler. Bunu biz de aynı sırayı izleyerek açıklayacağız.

İlk olarak, sosyalizm, üretim araçlarını ortak mülkiyete dönüştürür ve topluluğun üyeleri açısından bu konuda tam bir eşitlik sağlar. Fakat üretim araçlarının ortak mülkiyeti, tek başına üretim ilişkisini tayin edemez, bunun için şuna da bakmak gereklidir. Herkesin gerçek anlamda eşit oranda sahip olduğu üretim araçlarından yine gerçek anlamda eşit şekilde yararlanabiliyor mu? Sosyalizm şartlarında buna verilecek cevap “hayır”dır. Ortak mülkiyet olan üretim araçlarından yararlanma, herkesin emeğine göre olmaktadır ve farklı kişilerin farklı oranda emek sarf etmesinden dolayı üretim araçlarından yararlanma eşit olmamakta “burjuva hakkı” ile sınırlı kalmaktadır. Böylece hukuki alanda tam bir eşitlikle, tüm üyelerin sahip olduğu üretim araçları, pratikte, herkesin gücüne göre mülk edinmesi şeklinde burjuva ölçüleriyle gölgelenir. Üretim araçları, topluluk üyelerine farklı zenginlikler üretmenin tüketim maddelerine eşit olmayan bir biçimde üretmenin aracı durumundadırlar. Bunun temelinde yatan şey, üretim araçlarının bir parçasını oluşturan “emeğin” özel mülkiyetinin halen bulunmasıdır, emek de ne zaman üretim araçları gibi, kişiye ait olmaktan çıkıp tüm toplumun malı durumuna gelirse, bu çelişki ortadan kalkacak ve “üretim araçları ile olan ilişki”de tüm toplum üyeleri aralarında gerçekten eşit durumda olacak ve sınıflar o zaman bütünüyle tarihe gömüleceklerdir. Burjuva hukuku sadece üretim araçları özel mülkiyeti ölçüsünde değil, tüketim araçlarının dağılımı ölçüsünde de kalkacaktır ve üretim araçlarıyla olan ilişki açısından en tam eşitlik o zaman sağlanacaktır.

Sonuç olarak; “toplumun üyeleri arasında üretim araçlarına olan ilişkileri açısından farklılıklar kalmamıştır” ‘yani “sınıflar yok edilmiştir”) görüşü yüzeysel olduğu kadar yanlıştır.

İkinci olarak, “üretim araçlarına olan ilişki açısından sosyalizm ile komünizm ortak temele sahip” olduğu görüşü de yanlıştır. Üretim araçlarının ortak mülkiyetine ve bundan yararlanmanın bireyselliği arasındaki çelişkiye yukarda değindik. Komünün üyeleri arasında üretim ilişkilerinde henüz hakim olan, düzenleyici rol oynayan “burjuva hukuku” ölçüleri (herkese emeğine göre)dir. “Bu bir kusurdur”, diyor Marks, ama komünizmin ilk evresinde önüne geçilemez bir şeydir, çünkü eğer hayalciliğe kapılmıyorsak, kapitalizmi alaşağı edince halkın bir anda herhangi bir hukuk ölçüsü olmaksızın toplum için çalışmayı öğreneceğini düşünmemiz gerekir.” (Lenin) Topluluk üyelerinin, üretim araçlarıyla aralarındaki ilişkide mevcut farklılıklar komünizmin üst evresinde kalacak ve artık üretim araçlarından yararlanma emek oranına göre değil, ihtiyaca göre belirlenecek ve tam eşitlik sağlanacaktır.

Sonuçta, komünizm ile sosyalizm üretim araçlarına olan ilişkileri açısından ortak temele sahip değildirler. Bunlar ancak üretim araçlarının ortak mülkiyeti açısından (pratik anlamda değil, hukuksal haliyle) bir ortak özellik taşırlar.

Üçüncü olarak, zaten Marks, sosyalizmi komünizmin ilk evresi olarak nitelerken, arkadaşların iddia ettikleri gibi, bunu “üretim araçlarına olan ilişki açısından” ortak özelliklere sahip olduklarından değil, üretim araçlarının ortak mülkiyetinin her iki evrede ortak temeli oluşturmasından ötürüdür. Yukarda Lenin’den yaptığımız alıntıda sosyalizme komünizm denmesini şöyle açıkladığını yeniden hatırlatalım: “… üretim araçları ortak mülkiyet haline geldiğine göre, “komünizm” sözcüğü burada da kullanılabilir, ancak bunun tam komünizm olmadığını akıldan çıkarmamamız kaydıyla…” Açıktır ki, üretim araçlarının ortak mülkiyeti ile “üretim araçlarına olan ilişki” birbirinden farklıdır. İkincisi birincisini kapsamakla kalmaz, aynı zamanda bu üretim araçlarından yararlanmayı da kapsar. İkincisinin anlamını daraltarak birincisiyle denkleştirmek yoldaşları yanlış sonuçlara götürür ve götürmüş…

Dördüncü olarak, sosyalizmin henüz tam komünizm olmasını engelleyen dağıtımdaki kapitalizmin izleridir, bunu söylerken arkadaşlar doğruyu söylüyorlar. Ama kapitalizmin izlerini böylece sadece dağıtımla sınırlamış olmakla da hataya düşüyorlar. Dağıtımdaki eşitsizliği üretim tarzının dışında ayrı bir şeymiş gibi ele alıyorlar. Marks daha Gotha Programı’nı Eleştirirken dağıtımla ilgili şunları söylüyor: “Bütün çağlarda, tüketim maddelerinin dağıtımı, bizzat üretim koşullarının dağılış tarzının bir sonucundan başka bir şey değildir. Ama bu dağıtılış, üretim tarzının kendisinin bir niteliğidir.” (abç) Ve eğer komünizmin alt evresinde dağıtımda bir eşitsizlik varsa, zenginlik farkı varsa, bu “üretim tarzının kendisinden” kaynaklanmaktadır, üretim araçlarıyla olan ilişkinin eşitsiz ve dengesizliğinden kaynaklanmaktadır. Başka ifade ile bu şu demektir: Eğer dağıtımdaki eşitsizlik, burjuva hukuku kaldırılmak isteniyorsa, “üretim koşullarının dağılış” biçimindeki burjuva kalıntısını silmek üretim araçlarıyla olan ilişkide gerçek eşitliği sağlamak gereklidir.

Beşinci olarak, “sosyalizmin görevi” ekonomik ve toplumsal alandaki burjuva kalıntıları silmek olarak belirlerken yine bir gerçeği dile getiriyorlar. Ama “burjuva kalıntılarından” sınıfların (burjuvazinin) varlığının dışında şeyleri kastederek yanılgıya düşüyorlar. Elbette her burjuva kalıntısı burjuva sınıfının varlığı sayılamaz; ama sosyalizm şartlarında burjuvazi sınıf olarak ancak kalıntı şeklinde olabilir. Burjuvaziyi kapitalist toplumdaki şekliyle ve toplumsal yerleriyle aramak metafizik bir yaklaşımdır. Proletarya diktatörlüğü altında her sınıf değişikliğe uğrar ve hem proletarya ve hem de burjuvazi sınıfsal varlıklarını kalıntı şeklinde sürdürürler. Proletarya burjuvaziyi ne kadar kalıntı durumuna düşürürse aynı oranda kendisini de kalıntı durumuna sokar. Sözün kısası, “sosyalizmin görevi” -arkadaşların anladığı anlamda- sırf burjuva kalıntılarını yok etmek değil, daha genel ifadesiyle sınıfları yok etmektir.

İkinci olarak burada, şu sonuç da çıkmaktadır ki, bu arkadaşların yanlış görüşlerinin ürünü olan bir çelişkidir. Sosyalizmin görevi burjuva kalıntılarını yok etmek ise, bu demektir ki, sosyalizm hala bir geçiş toplumudur. Tam komünizme varmak için ekonomik, toplumsal alandaki kalıntıları silmek ve burjuva ideolojisini yok etmek göreviyle, sosyalizmi, kendiliğinden bir geçiş toplumu biçiminde çiziyorlar. Böylece arkadaşların görüşlerinden “kapitalizmden komünizme geçmek için” iki geçiş aşamasına ihtiyaç vardır: birincisi, kapitalizmden sosyalizme geçiş, ki bunun görevi sınıfları ortadan kaldırmakmış; ikincisi, “sosyalizme geçiş” aşamasından tam komünizme geçiş noktası olarak sosyalizm, ki bunun görevi de “ekonomik toplumsal ve ideolojik” alandaki burjuva kalıntılarını kaldırmak imiş… Yoldaşlarımız gerçekten de gülünç duruma düşme pahasına da olsa, Marksizm-Leninizmin “eksiklerini” tamamlama “çabasındadırlar!” Ama biz, bunu yapacaklarına, Marksizme bağlı kalmalarını kendilerine önerdik. Marksizmde, kapitalizm ile komünizm arasında, sınıfları tamamen ortadan kaldıran ve bunlarla birlikte diğer bütün kalıntıları, gelenekleri, her türden eski alışkanlıkları, bunlardan doğan her türlü düşünceleri ortadan kaldıran ve proletarya diktatörlüğünün üst yapısına tekabül ettiği bir geçiş toplumu vardır. Marks’ın ‘Fransa’da Sınıf Mücadeleleri’nde söylediği sözleri yazımızın hemen başında aktardık. “Bu sosyalizm, genel olarak sınıf farklılıklarının ortadan kaldırılması sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılması, bu üretim ilişkilerine uygun düşen bütün toplumsal bağıntıların ortadan kaldırılması, bu toplumsal bağıntılardan doğan bütün düşüncelerin alt-üst edilmesine varmak üzere devrimin sürekliliğinin ilanıdır, zorunlu bir geçiş noktası olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğüdür. (Sf. 142) Bir kez daha aktarmak zorunda kaldığımız bu görüşlerde, sosyalizmin görevi, arkadaşların anlayışının tersine “genel olarak bütün sınıf farklılıklarını ortadan kaldırmak”tır. Ve bunlar “iki” geçiş aşaması şeklinde değil de, bir tek ve uzun, değişerek ve yenileşerek sürecek geçiş sürecinde olacak şeylerdir.

Yoldaşlarımızın sosyalizmde sınıfların kalktığına ilişkin sözlerine gelelim. Her şeyden önce sınıf nedir? Ve bu kavramla ne ifade edilmektedir? Bu konuda yoldaşlarımızın anlayışı üzerinde durmamız gerekecek.

Şöyle deniliyor:

“… sınıf kavramı üzerinde kısaca duralım. Lenin, sınıfları genel olarak ‘biri diğerinin emeğini mülk edinebilen insan grupları’ diye tanımlar… Bu tanım, sınıflı toplumlar genelinde doğrudur. Zaten toplumun uzlaşmaz çelişki içindeki sınıfları bölünmüşlüğünün temelinde yatan da bir kesimin diğerinin emeğini mülk edinebilmesidir.” (Sf. 21)

“Stalin, Sovyet toplumunun bağrında ‘artık uzlaşmaz sınıflar yoktur’ derken haklıydı; çünkü 1930’larda zengin köylülerin (kulakların) ve mülksüzleştirilmesiyle burjuvazi artık sınıf olarak yok edilmişti. (abç) Küçük köylü üretimin kollektifleştirilmesiyle her an, her saat burjuvaziyi doğuran küçük-burjuvazinin varlığına da son verilmiş ve böylece sosyalizme geçiş döneminin görevleri tamamlanmıştır.” (Sf. 16)

“… sonuç olarak, ÇKP’nin bu yaklaşımı (yani ÇKP’nin sosyalizmde sınıfların varlığını sürdüreceği görüşü) sınıfların tanımını üretim araçlarına olan ilişkiden koparmaya hizmet etmektedir. Tarımın kollektifleştirilmesinden sonra dahi burjuvazinin sınıf olarak varlığını sürdüreceğini ileri sürerek sosyalizmin inşa sürecindeki nitelik dönüşümü noktasının önemini gölgelemektedir.” (abç)

“… üretim araçlarının bütün özel mülkiyeti ortadan kaldırılır ve burjuvazinin iktisadi varlığı son bulur…” (Sf. 16)

Yine aynı yerde, ÇKP’nin sosyalizmde sınıfların varlığını söyleyerek ilkesel hataya düştüğü söyleniyor.

Lenin’in “biri diğerinin emeğini mülk edinebilen insan grupları”nı sınıflar olarak tanımlamasını aktaran arkadaşların daha sonra, sosyalist devrimde, emeğin mülk edinmesinin ortadan kaldırıldığı ama “artı-emeğin mülk edinildiği şartları bir hamlede atamadığı”nı ve bu şartların (yani küçük üreticilerin halen üretim araçlarının özel mülkiyetini ellerinde bulundurmasının) varlığını sürdürdüğü müddet zarfında sınıfların kaçınılmaz olarak olacağını açıklamışlardır. Devamla ancak küçük mülk sahiplerinin de mülksüzleştirilmesiyle bu şartın ortadan kalkacağını ve böylelikle uzlaşmaz sınıfların ortadan kalkacağını söylüyorlar.

Sonuç olarak; sınıfların tanımı, arkadaşlar tarafından üretim araçlarının özel mülkiyetine bağlanmaktadır. Arkadaşların anlayışına göre, sınıfların var olabilmesi için “biri diğerinin emeğini mülk edinebilmesi” şart değildir; ama başka birinin emeğini mülk etme aracı (üretim araçları)nın özel mülkiyeti gereklidir. Bu anlayış sonucudur ki, ÇKP’nin sınıfların varlığını üretim araçlarının özel mülkiyetine “bağlanmış olması”na ilkesel hata olarak bakıyorlar.

Arkadaşların bu anlayışı Lenin’in anlayışına terstir ve bu anlayış sahiplerinin, sınıfların varlığını üretim araçlarının özel mülkiyetine bağlayarak, burjuvaziye ne derece büyük bir hizmette bulunduklarının farkında mıdırlar acaba?

Lenin sınıfları en kısa tanımı ile arkadaşların da aktardığı gibi, “biri diğerinin emeğini mülk edinebilen insan grupları” olarak tanımlar. Bu tanımlamayı yaparken hiç kuşkusuz içinde bulunulan şartlarda ve tarihsel gelişmesini göz önüne alarak hareket etmiştir. Tarihsel gelişmenin her döneminde, sınıflar farklı biçimlerde olmalarına rağmen, ortak temel özelliklere de sahiptirler. İşte Lenin’in belirttiği bu tanım, tarihin bütün dönemlerindeki sınıfların ortak, değişmeyen en temel özelliğinden başka bir şey değildir. Kuşkusuz bu özellikler sadece ekonomik alanla sınırlı değildir, aynı zamanda siyasi ve ideolojik alanda da ortak temel özellikler mevcuttur. “Biri diğerinin emeğini mülk edinebilen insan grupları” özelliğini belirtirken Lenin, bununla birinin diğerinin emeğini mülk edinmiş olması haliyle sınırlamaz, aynı şekilde, biri diğerinin emeğini mülk edinmeyi düşünmesi, tasarlaması ve bu amaca yönelik çalışmayı da içerir. Bir burjuvanın, burjuva sayılabilmesi için mutlaka artı-emeği sömürmesi gerekmez, artı-emek sömürmeyi istemesi ve bu konuda bilinçli ya da bilinçsiz çaba harcaması, davranış göstermesi yeterlidir. Bu aynı zamanda şu anlama gelir: burjuvazinin varlığı sadece üretim araçlarının mülkiyetiyle sınırlandırılamaz, üretim araçlarına sahip olmayan ve herhangi bir sömürüyü gerçekleştiremeyen ama bunu yapmak isteyen, burjuva dünya görüşüne (burjuva ideolojisine), özlemlere sahip olan ve burjuva gibi düşünüp hareket edenler de fiiliyatta burjuva unsurlar olarak görülmelidir.

Bugün biz sınıflı toplumda yaşıyoruz ve bugünkü sınıfların işgal ettikleri toplumsal yerden ve bundan kaynaklanan birtakım özellikleri vardır. Bu özelliklerin en temel ve belli başlı olanlarını şöyle sıralayabiliriz: sömürücü sınıflar, üretim araçlarının mülkiyetini ellerinde tutuyorlar ve devlet aracılığıyla hakim sınıflar olarak örgütlenmiş ve sömürülerinin sürekliliğini güvence altına almış durumdadırlar. Emekçi sınıflar üzerinde sınırsız bir sömürü ve baskı imkanına sahiptirler. Fakat emekçiler ayağa kalktıklarında ve iktidarı söküp aldıklarında durum değişir; hakim sınıf durumunda olan komprador burjuvazi ve feodaller, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetleri kaldırıldı diye hemen sınıf olarak ortadan kalkmazlar, eski düzeni getirmek için mücadelelerini bırakmaz, tersine daha amansız daha sert ve her metodu deneyerek kaybettikleri cennetlerini kurmak isterler. Yani bu demektir ki, onlar ekonomik olarak yok edilmiş olmalarına rağmen halen siyasi olarak yok edilememişlerdir, ideolojik olarak varlıkları son bulmamış ve bundan dolayıdır ki, sadece ekonomik olarak “yok” etmek onların sınıf olarak yok edildikleri anlamına gelmez. Büyük Ekim Devrimi’nden sonra da Sovyetler Birliği’nde böyle olmuştur. Lenin mülksüzleştirilen büyük burjuva ve toprak ağalarının yok edilmediklerini ve bunların sert direnişinden birçok yerde bahsetmekte, bunlara ilişkin proletarya diktatörlüğünün görevlerine işaret etmektedir.

Lenin sosyalist devrimden sonra Rusya’nın ekonomik sistemini incelerken şunları belirtir:

“Proletarya diktatörlüğü döneminde Rusya’nın ekonomik sistemi tek bir geniş devlet çapında, komünist ilkeler üzerinde birleşmiş ve ilk adımlarını atan emeğin savaşımının -küçük meta üretimine ve hala direnen kapitalizme karşı ve küçük meta temeli üzerinde yeniden ortaya çıkmakta olan kapitalizme (abç) karşı savaşımı- temsil eder.” (Burjuva Demokrasisi ve P. Diktatörlüğü Sf. 206)

Demek ki, sosyalist devrimden sonra ekonomik sistemi temsil eden komünist ilkeler üzerinde birleşmiş bir ekonomik sistemdir; ama bu sistem (yani komünist sistem) daha ilk adımlarını atmakta ve 1)- Yıkılan ama hala direnen kapitalizme karşı, 2)- Küçük meta üretimine ve 3)- Küçük meta üretiminin doğurduğu yeni kapitalizme karşı mücadele görevleriyle karşı karşıya bulunmaktadır.

Burada önemle belirtmek istediğimiz sonuç, mülksüzleştirilmiş ve devrilmiş olan burjuvazinin yok edilmemiş olması ve komünizme karşı hala direnmesidir. Arkadaşlar da yayınladıkları yazıda bunu kabul ediyorlar ve şöyle söylüyorlar: “sosyalizme geçiş dönemi … mülksüzleştirilmiş olan burjuvaziyi sınıf olarak yok ederek (abç), zorla mülksüzleştirilmesi imkansız ve yanlış olan küçük-burjuvaziyi ise emek yoluyla eğitip değiştirerek…” (Sf. 21)

“Mülksüzleştirilmiş olan burjuvaziyi sınıf olarak yok etmek”!! Bu ne çelişki arkadaşlar? Hani siz ÇKP’nin yaptığı gibi (!) “sınıfların tanımını üretim araçlarına olan ilişkiden koparma”ya şiddetle karşı çıkıyordunuz ve buna “ilkesel hata” diyordunuz? (Bak. Sf. 21) Peki bu sözlerinizin hemen ardından, üç-dört sayfa ardında nasıl oluyor da, tamamen mülksüzleştirilmiş, bütün üretim araçları elinden alınmış ve proletarya diktatörlüğünün denetim ve gözetimi altına alınan burjuvazinin “sınıf olarak” ortadan kaldırılmasından söz edebiliyorsunuz? Peki bu mülksüzleştirilmiş burjuvaziyi burjuva yapan ne gibi özellikleridir? Ve bu burjuvaziyi yok etmek ne demektir, bunu yok etmek için neyi yok etmek gereklidir? Bir okuyucu olarak bu çelişkileri işaret ediyor ve bu soruları soruyoruz. Şöyle cevap verilmiş:

“Sosyalist devrim burjuvaziyi alaşağı ederek onu proletaryanın emeğini mülk edinebilen bir sınıf olmaktan çıkarır. Proletaryayı ise kaybedecek zincirlerinden başka bir şeyi olmayan sınıf durumundan kurtararak yönetici sınıf haline getirir. Fakat sosyalist devrim, bir darbede, burjuvazinin tüm servetine, örgütsel-kültürel-toplumsal ilişkilerine son vermez. (abç) Dolayısıyla, üretim araçları üzerindeki siyasal mülkiyetini yitirmiş olmakla birlikte, sosyalizme geçiş aşamasında sömürücüler sınıfı hala baskı altında tutulması, proletarya demokrasisinin dışında bırakılması gereken bir zümredir.” (Sf. 21)

“Burjuvazi sınıf olarak ancak, tamamen mülksüzleştirildiği, tüm servetinden ve kendi arasındaki örgütlenme ağından yoksun bırakıldığı, iktisaden yok edildiği zaman etkileyebileceği ve her an yeni burjuva unsurlar doğuran küçük üreticiler sınıfı yeniden kalıba döküldüğü zaman…” (Sf. 14- abç) ortadan kalktığı söyleniyor.

Yine “üretim araçların bütün özel mülkiyeti ortadan kaldırılır ve burjuvazinin iktisadi varlığı son bulur.” (Sf. 16) diyorsunuz.

Burada, devrilmiş ve mülksüzleştirilmiş burjuvazinin varlık şartı olarak, bunların hala paralarının olduğu ve aralarında örgütlenme ağının bulunması gösteriliyor. Ama bu gerekçe o kadar yanlış ve sakat ki, düştükleri çelişkiden onları kurtarmak yerine yeni çelişkiler doğuruyor. Çünkü arkadaşların iddia ettikleri gibi bu özellikler “mülksüzleştirilmiş burjuvazi”nin kaynağı değil, onun varlığının bir sonucudurlar. Devrilen burjuvazinin tümü paralarını kaçıramaz, bu fırsatı bulamaz; ayrıca proletarya iktidarı aldıktan sonra para üzerinde yapacağı değişikliklerle, alacağı sıkı denetleme tedbirleriyle bunun vereceği zarar azaltılabilir, en önemlisi ise bu servet artık üretim aracı olmaktan çıkmıştır. Ve bu servete sahip olan burjuvalar eski sermayeleri gibi kullanamazlar. “Örgütlenme ağlarına” gelince bu da burjuvazinin varlık şartı değildir. Yani proletarya diktatörlüğüne karşı örgütlendiği için burjuvazi değil, tersine, burjuva olduğu için sosyalizme karşı örgütlenmektedirler. Proletarya burjuvazinin bu örgütlenme ağını parçaladığı zaman burjuvaziyi sınıf olarak yok edemez ve burjuvazi yok edilmediği sürece örgütlenme ağını defalarca yeniden kuracaktır. Üstelik burjuvazinin bütün, proletarya diktatörlüğü altında örgütlü bulunamazlar ama onların sınıf güdüleri, alışkanlık ve düşünceleri, farklı yerlerde de olsalar kendiliğinden ortak bir davranış birliği içine girmelerine yol açar.

Diğer yandan, üretim araçlarının özel mülkiyetinin kaldırılması daha devrimin ilk günlerinde tamamlanmış, devrilmiş büyük burjuvazinin ortadan kaldırılmasını küçük üreticilerin özel mülkiyetinin tasfiyesine bağlıyorlar. Böyle bir yaklaşım asıl yanlış olan değil midir? Devrilmiş ve mülksüzleştirilmiş burjuvazi, küçük üreticiler içinde kendisini destekleyen bir çevre yaratabilir ve onlardan güç alabilir; ama onun varlığını belirleyen sadece küçük üretimde üretim araçlarının özel mülkiyeti değildir. Ve dolayısıyla küçük üretim kaldırıldığı zaman bu burjuvazinin kendisine taban yaratabileceği ve güç alabileceği bir ortam ortadan kaldırılabilir ama küçük mülk sahipliğine son vermekle, burjuvazi sınıf olarak yok edilmiş olmaz. Çünkü, onlar zaten mülksüzleştirileli uzun yıllar oluyor. İkinci olarak arkadaşlar daha başında düştükleri çelişkiyi devam ettiriyorlar. Bir yandan burjuvazinin yok edilebilmesi için bütün üretim araçlarının özel mülkiyetinin kaldırılmasını şart koşarak, sınıfları üretim araçlarının özel mülkiyetine bağlıyorlar diğer yandan, “mülksüz burjuvazi”nin varlığından söz ediyorlar. Bu kendi hatalarının doğurduğu bir çelişkidir. Eğer sınıfların varlığını belirleyen üretim araçları özel mülkiyeti ise, o zaman mülksüzleştirilmiş burjuvaziden bahsedilemez. Çünkü onu burjuva sayacak tek ölçü de artık çoktan yok olmuştur. Sizin yanlış mantığınızın sonucu bu değil mi?

Sonuç olarak, yoldaşlar bir yandan burjuvazinin varlığını tayin eden şeyin onun üretim araçları üzerindeki milliyeti olduğunu söylerken diğer yandan mülksüzleştirilmiş burjuvazinin varlığını kabul ederek kendilerini çürütmüş oluyorlar.

Burjuvazi ve diğer sınıflar sırf bir ekonomik olgu değildirler, aynı zamanda siyasi ve ideolojik nitelikleriyle varlık kazanan sosyal bir güçtürler. Bunları ekonomik olarak kaldırmak, sadece kısmen kaldırmak anlamına gelir; bütün kaldırmak anlamına gelmemektedir. Sosyalist devrim ile mülksüzleştirilen burjuvazi sınıf olarak varlığını sürdürür. Çünkü, bunlar yenilmiş ama hala eski düzeni özleyen ve onun geri getirilmesini düşünen ve bu imkanı yeniden yaratmak isteyen bir insan grubu olmaya devam ediyorlar. Burjuvazi işçilerin emeğini mülk edinme imkanlarından yoksun bırakıldığı zaman burjuvazi olarak kalmaya devam eder, çünkü, burjuvazinin ekonomik temelini kaldırmak (ki bu ekonomik temelin kalkması özel mülkiyet ile sınırlıdır, aslında ekonomik temel “burjuva hakkı” şeklinde varlığını devam ettirmektedir), onu, sömürüsünü yeniden sürdürme isteğinden ve bu istek doğrultusunda hareketten alıkoyamaz. Daha bilimsel ifadelerle, yani, siyasi ve ideolojik olarak henüz yok edilememiştir ve bu yüzden burjuvazi varlığını devam ettirir. Burjuvazinin bütünüyle yok edilmesi onun ideolojik ve siyasi olarak da yok edilmesidir. Yoksa sırf ekonomik olarak yok edilmesi burjuvazinin sınıf olarak kaldırıldığı anlamına gelmez. Arkadaşları çelişkiye düşüren ve çıkmaza sokan da bunu anlamamalarıdır.

Diğer yandan, sosyalizmde, burjuvazinin sınıf olarak ortadan kaldırıldığını söyleyen yoldaşlar, proletaryanın sınıf olarak varlığından bahsederek bu iki sınıf arasındaki karşılıklı bağımlılığı görememektedirler. Proletarya burjuvazi varsa vardır ve proletaryanın burjuvaziyi mülksüzleştirip ekonomik olarak ortadan kaldırdığı zaman kendisinin de ekonomik olarak ortadan kaldırmaktadır. İşçiler kapitalist toplumda işgüçlerini satmaktan başka üretim araçlarına sahip olmamakla belinlenir, ama sosyalist devrimden sonra büyük burjuva toprak sahiplerini mülksüzleştiren proletarya, kollektif bir tarzda, üretim araçlarının sahibi oluyor. Burjuvazi nasıl üretim araçları özel mülkiyetini kaybetmekle burjuva olmaktan çıkmıyorsa, proletarya da üretim araçlarının kollektif mülkiyetini ele geçirmekle (mülk sahibi olmakla) proletarya olmaktan çıkmaz ve sınıfsal özelliklerini devam ettirir. Burjuvazi kalıntılaştığı oranda proletarya da ona paralel olarak kalıntı durumuna düşer.

Engels Anti-Dühring’de şunları söyler:

“Proletarya devlet iktidarını ele geçirir ve üretim araçlarını önce devlet mülkiyeti haline dönüştürür. Ama bunu yapmakla, proletarya olarak kendi kendini ortadan kaldırır.” (abç) Lenin’in devlet ve Devrim’de Engels’in bu sözlerini açar ve tüm açıklığa kavuşturur. Burada Engels’in bahsettiği şey, kapitalist toplumdaki şekilleriyle sınıfların ortadan kalkmasıdır. Ama bu sınıflar yeni biçimlerle varlıklarını devam ettirirler. Ekonomik olarak “yok” olmalarına rağmen siyasi ve ideolojik bakımdan halen varlıklarını sürdürürler ve bir bütün olarak proletarya diktatörlüğü dönemi bu sınıfların ortadan kaldırılması dönemidir. Bu kaçınılmaz olarak tam komünizme kadar sürer.

Bizim yoldaşlar, burjuvazinin iktisadi varlığına son vermenin onun sınıf olarak yok edilmesi olarak sayarken proletaryayı halen yaşayan bir sınıf olarak düşünmektedirler.

Lenin, sosyalizmde “sınıflar durmaktadır ama proletarya diktatörlüğü döneminde her sınıf bir değişikliğe uğramıştır ve sınıflar arasındaki ilişkiler de değişmiştir. Proletarya diktatörlüğü altında sınıf savaşımı ortadan kalkmaz, yalnızca farklı biçimlere bürünür.” (Lenin, age, Sf. 213) demekte ve proletaryanın ve burjuvazinin geçirdiği değişikliklere uzunca değinmektedir.

Lenin, sosyalizmde “sınıflar durmaktadır ama proletarya diktatörlüğü döneminde her sınıf bir değişikliğe uğramıştır ve sınıflar arasındaki ilişkiler de değişmiştir. Proletarya diktatörlüğü altında sınıf savaşımı ortadan kalkmaz, yalnızca farklı biçimlere bürünür.” (Lenin, age, Sf. 213) demekte ve proletaryanın ve burjuvazinin geçirdiği değişikliklere uzunca değinmektedir.

Lenin, her kelimesinin ayrı bir öneme sahip olduğu bu sözleri üzerinde değişik açılardan yeniden duracağız. “Her sınıf bir değişikliğe uğramıştır” demek ki, proletarya diktatörlüğü altında sınıflar, eski biçimleriyle, yani burjuvazinin iktidarda olduğu biçimiyle artık yokturlar, burjuvalar ve toprak ağaları eski halleriyle yokturlar. Proletarya iktidarı daha alır almaz sınıfların bu biçimine son verir ama onları yok edemez. Sınıflar yeni bir biçimde varlıklarını sürdürmektedirler. Ve yine bu demektir ki, proletarya diktatörlüğü ne ölçüde ilerlerse sınıfların değişmeleri de o ölçüde değişir ve çeşitlilik gösterir; kapitalist toplumdaki şekilleriyle sınıfları sosyalist toplumda da görmeye çalışmak halen burjuvaziyi, üretim araçları özel mülkiyeti ölçülerine göre aramak, metafizik bir anlayışın, kapitalizmin dar kalıplarıyla şartlanmış beyinlerin ileriyi “görmeye” çalışması olur. Böyle bir yaklaşım doğru sonuç verdiğini ise tarih daha örnek göstermedi, göstermeyecek de.

(Sözümüzün başından beri, burjuvaziyi “iktisadi olarak” yok etmekten bahsettik. Meselenin eksiksiz anlaşılabilmesi için, bu terimle burjuvaziyi sadece üretim araçları “özel mülkiyeti” açısından ortadan kaldırıldığını kastediyoruz. Hiç şüphesiz ki bu, burjuvazinin iktisadi temelinin bütünü değildir. İktisadi alanda “eşit hak” burjuva ilkesinin yaşadığı bir temel vardır. Sosyalizmde sınıflar bu temel üzerinde hayat bulurlar. Burjuvazinin “iktisadi” olarak gerçek anlamda yok edilmesi ancak “herkese ihtiyacına göre” ilkesinin uygulanmasıyla, yani tam komünizme geçme ile mümkündür.)

Arkadaşlar, sosyalizmde uzlaşmaz sınıfların ortadan kalktığını söylerken aynı zamanda sosyalizmde burjuva kalıntıların sonucu “sınıf çatışmaları”nı kabul ediyor, kapitalist yol ile sosyalist yol arasındaki mücadelenin sürdüğünü, kısaca “sınıf çatışmalarının sona ermediği”ni (Sf. 15-16) söylüyorlar ve hemen devamında Mao Zedung önderliğindeki ÇKP’de Stalin’in tersi yönde hataya düşmekte ve uzlaşmaz sınıf çatışmalarının varlığı için uzlaşmaz sınıfların varlığını şart görme yanılgısını geliştirmektedirler” (Sf. 16) diyerek, uzlaşmaz sınıfların kalktığını ama uzlaşmaz sınıf çatışmalarının devam ettiğini vurguluyorlar.

İlk önce burada da açıkça anlaşılacağı gibi, sosyalizmde uzlaşmaz sınıfların yok olduğunu söylerken arkadaşların hareket noktalarını, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılmasıdır. Burjuvazi eşittir özel mülkiyet. İdeolojik, siyasi varlık, ekonomik kalıntıları ayakta tuttuğu burjuva yaşama tarzı ve özlemleri alışkanlıkları ve bunları gerçekleştirme istekleri, sosyalizmden nefret etmeleri ve kapitalizmi istemeleri vb. bütün bu özellikleri taşıyan unsurların sosyalizmde de varlıklarını sürdüreceğini yoldaşlar kabul ediyor ama bunlar burjuva olarak görülmüyor. Çünkü sosyalizmde kollektif mülkiyet kurularak nitelik değişikliği “sağlanmıştır.” İyi ama yoldaşlar, “mülksüzleştirilmiş burjuvazinin” yok edilmesinden söz ediyordunuz. Burjuvazinin ideolojik ve siyasi varlığı, sizin devrilmiş ama yok edilmemiş burjuvazinin nitelikleri olarak saydığınız (“örgütsel, kültürel, toplumsal tüm ilişkileri”) özelliklerinin kaynağıdır. Sosyalist devleti yıkmak için mücadele etmesi ve örgütlenmesi burjuvazinin siyasi olarak varlığı demektir. Zaten burjuvazinin siyasi alanda varlığı tartışılırken onun kendi siyasetini gerçekleştirme ve yürütme mücadelesi anlaşılır. Sizler, sosyalizmde burjuva ideolojisinin ve siyasetinin varlığını söylerken bunun ne anlama geldiğini gerçekten kavrayamıyorsunuz. Proletarya diktatörlüğü altında her sınıfın değiştiğini Lenin’de olduğu için söylüyorsunuz ama bunun ne olduğunu kavrayamıyorsunuz ya da kavramak istemiyorsunuz. “Kapitalist yol” için mücadele edenler var ama bunlar burjuva değildirler, burjuva sayılabilmemeleri için sosyalizmi yıkmaları lazım! Öyle ya, sosyalizmi yıkmadan üretim araçları özel mülkiyetini alabilirler mi?

İkinci olarak burada, “sınıf çatışmalarının varlığı için sınıfların olmasına gerek yoktur” denilerek saçmalıkların zirvesine varıyorlar. “Sınıfların çatışması” siyasi bir sorundur ve kesinlikle sınıfların varlığından kaynaklanır. Eğer sınıflar yoksa, o halde bu sınıflar adına “vekalet” çıkartıp mücadele veren ama hiçbir sınıfa mensup olmayıp sınıflar üstü kimselerdir. Burjuva idealist bir kafayla Marksizm ve revizyonizm birleştirmeye çalışılıyor burada. Sosyalizmde sınıf mücadelesini, kapitalist yol ile sosyalist yol arasındaki mücadelenin varlığını ve geriye dönüşü kabul ederek Marksist görüşleri, diğer yandan sosyalizmde sınıfların kalktığını ve proletarya diktatörlüğünün bir sınıf üzerinde uygulanan sistemli bir zor olmaktan çıktığını söyleyerek revizyonizmden alınmış görüşleri birleştirmeye çabalamaktadırlar. Bu görüşleri, burada yaptığınız gibi peş peşe ekleyebilirsiniz ama bunları birbiriyle bağdaştıramaz, kaynaştıramazsınız, bu mümkün değil.

Sınıflar ve sınıf mücadelesini birbirinden koparamazsınız. Eğer sınıflar kalkmışsa sınıf mücadelesi son bulmuş demektir, başka deyişle sınıfların mücadelesi varsa bu sınıfların da var olması demektir. Nasıl mı? Hangi biçimde mi? Bunu sizin de anlamadan sayfalarınıza aktardığınız Lenin’in sözlerinde görebiliriz; elbette kapitalist toplumdaki şekilleriyle değil yeni bir tarzda, farklı biçimlere bürünerek…