Komünist 72’den: Dünyada ve Türkiye’de Durum – II. BÖLÜM

10. Türkiye’de Yaşanan Kriz Yapısaldır!

10. Türkiye’de Yaşanan Kriz Yapısaldır!

Partimizin 8. Konferans’ını gerçekleştirdiği 2007’den günümüze Türkiye toplumunda sosyal ve ekonomik anlamda yaşanan değişimler vb. özetle yukarıda ifade edilmeye çalışıldığı gibidir. Bu 10 yıllık süre zarfında Türkiye toplumu, Türk hakim sınıflarının devletinin emperyalizme ve emperyalist sömürü ağlarına bağımlılığını daha da artırmasına paralel olarak, ekonomik anlamda giderek daha fazla yoksullaşmış durumdadır. Türk devletinin dış borcu Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar yükselerek rekor seviyeye ulaşmıştır. Bunun anlamı, Türk hakim sınıflarının emperyalistlerle bağımlılık ilişkisi içinde bu borcun geriye ödenmesinin faturasını işçi ve emekçi halkın üzerine yıkacağıdır.

Ekonomik krizin boyutuna bağlı olarak Türk hakim sınıflarının işçi sınıfına ve emekçi halka yönelik saldırıları daha da artmıştır. Emperyalist politikaların uygulanması ve yaşanan ekonomik krizin politik alandaki ifadesi, “Türk usülü başkanlık rejimi”ne geçiş olmuştur. Kemalist faşizmin yerini İslamcı faşizm almış, TC devletinin kurucu ideolojisi olan Kemalizm’in aksayan kimi yönleri törpülenerek yeniden üretilmiştir. Kemalist faşizmin halk kitlelerine “aydınlanmacı” bir yaklaşımla uygulamaya koyduğu politikaların yerini, bu kez İslamcı politikalar almıştır. Ancak başta emperyalizme bağımlılık, halk düşmanlığı, Kürt, Alevi, kadın düşmanlığı özünü korumaya devam etmektedir. Özcesi Türk hakim sınıfları, emperyalist kapitalist sermayenin içinde bulunduğu duruma uygun olarak devlet aygıtını yeniden örgütlemiştir.

TC devletinin şu an içinde bulunduğu durum, yaşanan ekonomik kriz hali kuşkusuz emperyalist politikalardan bağımsız değildir. Bu gerçeği yok saymak ya da gözardı etmek yanıltıcı sonuçlara yol açacaktır. Her şeyden önce emperyalist kapitalist sistemin krizinin, yarı sömürge ülkelere havale etmesi beraberinde aralarında Türkiye’nin de olduğu bu ülkelerde, krizin ekonomik, politik, kültürel, çevresel vb. olarak daha ağır hissedilmesine yol açmaktadır.

Bu krize bağlı olarak uygulamaya konulan neo-liberal politikaların ilk adımı 24 Ocak 1980 kararları ile atılmış, ardından 12 Eylül faşist darbesi ile başta halk muhalefetinin ezilmesi olmak üzere devletin emperyalist sermayenin yeni yönelimine uygun olarak yeniden örgütlenmesinin yolu açılmıştır. Bu süreç içinde emperyalist neo-liberal politikalar olan özelleştirme, kuralsızlaştırma ve serbestleştirmenin çeşitli hukuki dayanakları yaratılmıştır. Bu politikaların uygulanmaya konulması sonrasında ise Türkiye ekonomisinde 1994, 2001, 2009 ve şu an yaşanmakta olanla birlikte dört büyük ekonomik-mali kriz yaşanmıştır/yaşanmaktadır.

2001 krizi, Türkiye ekonomisinin emperyalist neo-liberal politikalara eklemlenmesinde bir dönüm noktası olmuştur. Denilebilir ki Türkiye ekonomisinin bugün geldiği durumun alt yapısı, bu krizle birlikte atılmıştır. Politik olarak AKP de bu krizin üzerinden yükselmiştir. 2001 ekonomik krizi, bankaların aşırı borçlanması ile kendisini göstermiş, sayısı 20’nin üzerinde olan bu bankaların borçları, halkın vergileriyle kurtarılmıştı. Krizden çıkış yolu olarak bu adımlar atılırken, öte yandan çok sayıda fon ve BDDK, TMSF gibi kurumlar, emperyalist sermayenin doğrudan denetimine sokulmuş, böylelikle emperyalist sermayenin doğrudan piyasayı ve devlet aygıtını denetlemesinin önü açılmıştır. Bu adımların hukuki alt yapısı “15 günde 15 yasa”nın çıkartılmasıyla atılmıştır. Kemal Derviş’le anılan bu dönemin esas uygulayıcısı ise AKP hükümetleri olmuştur.

“Sıcak para akışını sağla, tüketimi besle ve ekonomiyi büyüt” olarak tanımlayabileceğimiz bu sürecin yürüyebilmesi ancak ve ancak emperyalist sermayenin ülkeye girmesiyle mümkündü. Bunun için de faizlerin yüksek olması gerekiyordu. Günümüzde Türkiye’nin % 24 faiz oranıyla dünya sıralamasında 3. olmasının anlamı budur. Uygulanan bu politika sonucunda, yukarıda da değindiğimiz üzere 2001 yılında 122 milyar dolar olan Türkiye’nin dış borcu 2018’e gelindiğinde 448.4 milyar dolara yükselmiştir. Kısa vadeli olarak ödenmesi gereken toplam dış borç, 221 milyar doları bulmuştur. Yine toplam tüketici kredilerinin miktarı 2012 Aralık ayından 2018 Haziran’ına kadar yaklaşık 73 kat artarak 513 milyar TL’ye ulaşmıştır. Öte yandan özelleştirme politikasının tüm hızıyla sürdürülmesi sonucunda Cumhuriyet tarihinde 2002 yılına kadar yapılan özelleştirme rakamlarını aşan bir sonuçla 60 milyar dolar elde edilmiştir. Diğer bir ifadeyle eldeki tüm varlıkların satılması söz konusu olmuş ve sıra suya, ormanlara, zeytinliklere vb. gelmiştir.

Türkiye ekonomisi hane halkından özel şirketlere ve devlete kadar sürekli olarak emperyalist sermayeye bağımlı büyüyen bir borç sarmalı içinde bulunmaktadır. Emperyalist merkezlerden ülkeye gelen mali sermaye ya finansal piyasalarda türev araçlarına yatırım yaparak rantla, kuponlarla sömürüsünü gerçekleştirmiş ve tekrar geriye dönmüş (emperyalist sermayenin kâr ve faiz transferleri 2018 sonunda 124.4 milyar doları bulmuştur) ya da inşaat ve altyapı gibi artı-değer üretmeyen sektörlere yatırılmıştır. Bu sektörlerde de esas olarak kazanan kendisini AKP’de temsil eden hakim sınıf kliği olmuştur.

Her kriz döneminde ortaya çıkan “esrarengiz” öğe bu durumda da devreye girmiş, kayıtdışı olarak adlandırılan sermaye adeta bir can simidi gibi hükümetin imdadına yetişmiştir. Öyle ki kayıtdışı sermaye girişlerindeki rakam, 6.9 milyar dolara ulaşmıştır.

Türkiye sanayisinin ithalata bağımlı ve komprador yapısının yanısıra doğrudan üretim araçlarına yatırım yapılmaması da reel sektörün sürekli küçülmesine yol açmıştır. 2000’lerin ortalarına kadar Türkiye’ye doğrudan sermaye yatırım girişinin % 70’i imalat sektörüne olurken, bu oran 2012’de % 42’ye, 2017’de ise % 18’e düşmüştür.