5. Sosyal Yaşamda Değişim
İçindekiler
5.Sosyal Yaşamda Değişim
Türkiye işçi sınıfı ve halkının halihazırda içinde bulunduğu duruma ve özellikle sosyal yaşamına dair aşağıda aktaracağımız veriler, kamuoyu araştırma şirketi Konda’nın yayımladığı “10 Yılda Ne Değişti?” değişim araştırmasına dayanmaktadır. (Kaynak: https://interaktif.konda.com.tr/tr/HayatTarzlari2018/#secondPag)
Araştırmada 2008’den 2018’e Türkiye’de genel hayat şartları bakımından kendini mutlu hissedenlerin azaldığı ama gelecekten umudu olanların arttığı ifade edilmektedir. “Mutluyum” ve “çok mutluyum” diyenlerin oranının yüzde 57’den 52’ye düştüğü ama Türkiye’de genel hayat şartlarının 5 yıl sonra daha iyi olacağına inananların yüzde 25’ten yüzde 38’e çıktığı belirtilmektedir.
Konda’nın yayımladığı “10 Yılda Ne Değişti?” araştırmasında son on yıllık süre içinde büyükşehirlerde yaşayanların oranının yüzde 42’den 48’e, şehirlerde yaşayanların oranının yüzde 24’ten 35’e çıktığı ifade edilmektedir. Aynı araştırmanın meslek grupları bölümünde de bulmak mümkün. Bu bölümde çiftçilerin işçilerin oranının yüzde 10’dan 8’e düştüğü ifade edilmektedir. Esnafın yüzde 9’dan 10’a, özel sektör çalışanlarının yüzde 5’ten 6’ya ve devlet memurlarının yüzde 5’ten 6’ya yükseldiği belirtilmektedir. Hanelerin yarısından fazlasında (2008 ve 2018’de yüzde 52) yalnızca bir kişinin çalıştığı belirtilmekte, iki kişinin çalıştığı hanelerin oranı yüzde 25 olarak ifade edilmektedir.
Son on yılda Türkiye toplumunun geçinmek için esnaflığa ya da “devlet kapısı”na yöneldiğine tanık olmaktayız. Bu durum son bu yıllarda hükümet olan AKP ve Türk hakim sınıflarının uygulamaya koyduğu ekonomik politikalara uygun bir özellik göstermektedir. Ve yine araştırmada ifade edildiği üzere Türkiye toplumunda hanelerin yarısından fazlasında (% 52) sadece bir kişinin çalışması, iki kişinin çalıştığı hanelerin oranının sadece % 25 olması bize, hanelerin gelir durumu ve geçim sıkıntısı hakkında belli bir fikir vermektedir. Bu, TÜİK’in son olarak açıkladığı “Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması” (2017) verileriyle paralellik arz etmektedir.
Araştırma, enflasyon dikkate alınarak hesaplandığında kişi başı ortalama gelirin 432 TL, hane başı ortalama gelirin 1.400 TL olarak ifade edilmesi; yoksulluk sınırının 6.745 TL, açlık sınırının 1.950 TL olduğu koşullarda, (Birleşik Metal-İş Araştırma Merkezi’nin 2018 Aralık) Türkiye toplumunun büyük çoğunluğunun borçla ve taksitle yaşamını devam ettirmeye çalıştığını göstermektedir. Bu durum doğrudan devletin TÜİK verilerinde (2017) açıkladığı Türkiye nüfusunun konut alımı ve konut masrafları dışında taksit ödemeleri veya borçları olanların oranı olan % 69.2 verisiyle uyumludur. Türkiye halkının büyük çoğunluğu açlık ve yoksulluk sınırının çok altında bir gelirle, borç ve taksitle yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır.
Diğer yandan AKP iktidarının ideolojik yapısına ve toplumsal formasyonuna tezat bir şekilde toplumsal yapıda kimi değişiklikler yaşanmakta. Konda’nın araştırmasında dikkat çekici noktalardan birisi Türkiye toplumunun dini yapısında büyük bir değişiklik olmadığı ancak “dindar muhafazakârlar”ın azaldığı, “geleneksel muhafazakârlar”ın arttığı vurgusudur. Son on yıl içinde kendini “geleneksel muhafazakâr” olarak tanımlayanların oranı yüzde 37’den 45’e çıkarken; “dindar muhafazakâr” olarak tanımlayanların oranı yüzde 32’den 25’e düşmüştür. Kendini “modern” olarak tanımlayanların oranı on yılda yüzde 32’den 29’a düşmüş; “dindar” olarak tanımlayanların oranı yüzde 55’ten 51’e düşerken “inançlı” olarak tanımlayanların oranı da yüzde 31’den 34’e çıkmıştır. Bir erkekle kadının birlikte yaşamaları için dini nikah gerektiğine inanların oranı yüzde 79’dan 74’e düşmüş, kendini ateist olarak tanımlayanların oranı yüzde 1’den 3’e, inançsız olarak tanımlayanların oranı da yüzde 1’den 2’ye çıkmıştır.
Bu veriler son on yıllık süre içinde Türk hakim sınıfları arasında yaşanan klik dalaşında özellikle “laik” gündemli tartışmalara dair de belli bir vermektedir. Türk hakim sınıflarının “laiklik” üzerinden birbirleriyle çatışması ya da Türkiye’nin İslamcı faşist AKP eliyle “İslamlaştırıldığı” retoriği karşılık bulmamış gibi görünmektedir. Türkiye toplumu kendisini “geleneksel muhazafakar” ya da “inançlı” olarak tanımlamaktadır. Burada özellikle dikkat çeken husus; Türk hakim sınıflarının AKP tarafından temsil edilen kliğinin bütün çabalarına rağmen, Türkiye toplumunun hayatın olağan akışı içinde yoluna devam ettiğidir. Diğer bir ifadeyle sınıflar ve sınıf mücadelesi, toplumu şekillendirmeye devam etmekte, din bir üst yapı kurumu olarak her ne kadar toplumu etkilemeye ve hakim sınıflar elinde onu “uyutmaya” yarar bir silah olarak kullanılmaya devam etse de üretici güçlerin ve üretim ilişkilerinin gelişimiyle birlikte toplumsal gelişime paralel bir seyir izlediği görülmektedir. Hatta denilebilir ki, AKP hükümetlerinin İslamcılık adına uygulamaya koyduğu politikalar, hırsızlık, yolsuzluk vb. toplumun belli bir kesiminde tepkiye yol açmış ve kendisini ateist ya da inançsız olarak tanımlayanların sayısında artış yaşanmıştır.
Yapılan araştırmada Türkiye toplumunda toplumsal cinsiyet rollerinin sürdüğü de anlaşılmaktadır. Toplumun yarısından fazlası ayrımcılık yaptığını belirtmektedir. Ancak çocuklarının farklı etnik köken, mezhep ya da dinden biriyle evlenebileceğini söyleyenlerin oranı artmış görünmektedir. Katılımcıların yarısından fazlası kadının çalışmak için eşinden izin alması gerektiğine inanmaktadır ama bu önermeye inananların oranı on yılda 69’dan yüzde 55’e düşmüştür. Evde gıda alışverişini yaptığını belirten erkek oranının değişmediği (yüzde 53), ancak evde yemek yaptığını belirten erkeklerin oranının yüzde 10’dan yüzde 17’ye çıktığı ifade edilmektedir. Araştırmada çocuğunun “farklı cinsel yönelimleri” olabileceğini kabul edenlerin oranı 2008’de yüzde 10’ken, 2018’de ise yüzde 14’e çıkmıştır.
Bu veriler bize Türkiye toplumunda toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin tüm hızıyla sürdüğünü göstermesinin yanında, devletin tüm ataerkil yapısına ve AKP politkalarının toplumsal cinsiyet rollerini sağlamlaştırma yönelimine rağmen toplumsal yapının kadın ve LGBTİ+ hareketinin toplumda bir karşılık bulduğunu göstermektedir. Ancak toplumun en köklü yapısının hala ataerkillik üzerinden şekillendiği gerçeğini değiştirmemektedir bu durum.
Araştırma son on yıllık süre içinde Türkiye toplumunda insanların daha az ve geç evlendiği ve bekar insan sayısının arttığını da ifade etmektedir. Bekarların oranı ve evlilik yaşı artmış görünmektedir. 2008’de katılımcıların yüzde 71’i evliyken, 2018’de evlilerin oranı yüzde 65’e düşmüştür. Evlilerin ortalama yaşı yüzde 38’den 40’a çıkmış (kadınlarda yüzde 38’den 40’a, erkeklerde 45’ten 48’e çıktı); gençler arasında karşılıklı anlaşarak evlenme artmış ancak görücü usulü evlenenler hala çoğunluktadır. Rapora göre “yüzde 51 görücü usulü, yüzde 43 karşılıklı anlaşarak” evlenmektedir. 32 yaş altı grubunda ise karşılıklı anlaşarak evlenenlerin oranı yüzde 52’den 64’e çıkmıştır.
Bu durum bize Türkiye toplumunda evlenmenin ekonomik maliyetine ve toplumun geçim sıkıntısına dair bir gösterge sunmasının yanında, sosyal ilişkilerde muhafazakarlığın gücünü koruduğunu göstermektedir.
Araştırmada ortaya çıkan sonuçlardan bir başkası da toplumsal yaşamda da rahatlıkla gözlemleneceği üzere başta cep/akıllı telefonlar olmak üzere teknolojik araçlarla sosyal medyanın kullanımının artmış olmasıdır. Buna paralel olarak gazete okuma ve haberleri televizyonlardan izleme oranı ise azalmıştır. Toplumun yüzde 94’ü cep telefonu ve akıllı telefon sahibidir, 2008’de bu oran yüzde 83’tü. Hanesinde bulaşık makinesi olanların oranı yüzde 36’dan 72’ye, bilgisayar sahibi olanların oranı yüzde 37’den 55’e çıkmıştır. Sosyal medya kullananların oranı yüzde 38’den 72’ye, internetten alışveriş yapanların oranı 2012’de yüzde 16’yken 2018’de yüzde 52’ye ulaşmıştır. Gazete okuyanların okumayanlara oranı yüzde 61’den 26’ya düşmüş, haberleri televizyondan izleyenlerin oranı ise 2010’dan beri yüzde 98’den 84’e düşüş göstermiştir.
Bu veriler bize Türkiye toplumunun son 10 yıllık süre içinde teknolojiyi yoğun olarak kullandığını göstermesinin yanında, özellikle sosyal medyanın kullanımının bu denli artmış olması, halkın kendi “alternatif medya”sını yaratma eğilimi içinde olduğunu işaret etmektedir. Kuşkusuz ki, hakim sınıflar da sosyal medyayı kendi çıkarları için kullanmaktadır. Ancak bu verilerin toplamı kitle iletişim araçlarında yaşanan değişime dair çarpıcı bir tablo sunmaktadır. Dolayısıyla devrimci komünist hareketin önümüzdeki süreçte kitlelerle ilişkilenmesinde en genel anlamıyla “sosyal medya” kullanımını önemsemesi gerektiği görülmektedir.
Örgütlenme ve Dernekleşme
Toplumun örgütlenmeye yaklaşımı ve somut duruşunu incelemek, Türkiye toplumu arasında örgütlenme faaliyeti içinde olan devrimci ve komünistler açısından önemlidir. Toplumun şu veya bu gerekçeyle örgütlü hareket etmesinin bir aracı da kimi çevrelerin “sivil toplum örgütleri” dediği kitle örgütleri ya da derneklerdir.
Aşağıdaki tabloda Türkiye’de yıllara göre dernek sayısı ve bunun nüfusa göre payı aktarılmıştır. Tabloda görünen en çarpıcı olgu, dernek üye sayılarındaki düşüş dönemlerinin askeri darbe süreçleri olmasıdır. Bu bir yanıyla anlaşılırdır.
Türk hakim sınıfları tarafından günümüze kadar toplamda 180 bin 257 derneğin feshedilmiş olması, hakim sınıfların örgütlü topluma yaklaşımına dair önemli bir veridir.
Günümüzde Türkiye’de 114 bin 551 faal dernek bulunduğu belirtilmekte; bu derneklerin ise 11 milyon 114 bin 918 üyesi bulunduğu ifade edilmektedir. Derneklerde örgütlü olan kitlenin beşte birini kadınlar oluştururken, erkek üye sayısı 8 milyon 805 bin 791’dir.
Son dönemdeki dernek üye sayılarına baktığımızda, 2016 Temmuz öncesinde kesintili olsa da üye artışından söz etmek mümkündür. 2004’te Dernekler Yasası’nın değişmesi sonrası dernek sayısı azalırken aynı dönemde dernek üye sayılarının hızla arttığı (yüzde 30.34) gözlenmektedir. 2006-2010 arası gözlenen durağanlığın ardından 2010’lu yıllarda halkın örgütlenme yönünde belli bir ilgi içerisine girdiğine tanık olmaktayız.
Yaşanan durağanlığın ardından dernekleşmede bir yükseliş göze çarpmaktadır. Özellikle Gezi Parkı protestolarıyla başlayan, isyana dönüşen süreç ve toplumsal muhalefetin yükselişiyle karakterize olan iki yılda dernek üye sayılarının 1.5 milyon birden artması dikkat çekicidir. Bu önemli bir noktadır.
Aşağıdaki tablo bu veriyi göstermektedir.
7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında faşizmin saldırısıyla birlikte, Kürt illerindeki katliam saldırıları, Suruç ve Ankara katliamları gibi saldırılar sonrasında Türkiye toplumunun örgütlülüklerden hızla uzaklaştığına tanık oluyoruz. Özellikle darbe girişiminin yaşandığı 2016 yılından 2017 yılına artış hızının ciddi şekilde düştüğü (yüzde 2.09) görülmektedir.