7. Azınlık Milliyet ve İnançlar Üzerinde Baskı Sürüyor!
İçindekiler
7. Azınlık Milliyet ve İnançlar Üzerinde Baskı Sürüyor!
Türkiye’de ulusal sorunun esasını Kürt ulusal sorunu oluştursa da bu sorunun bir yanında da çeşitli azınlık milliyetler bulunmaktadır. Türkiye coğrafyası üzerinde bir dönem ulus olma özelliği taşıyan Ermeni ve Rum ulusları, soykırım, mübadele ve pogromlara tabi tutularak, bu özellikleri ortadan kaldırılmış ve azınlık milliyet durumuna düşürülmüşlerdir. Benzer şekilde Süryani, Asuri, Keldani, Yahudi vb. topluluklar da kıyım ve katliamlara tabi tutulmuştur ve bugün azınlık milliyet ve topluluklar olarak varlıklarını devam ettirmektedirler.
Buna rağmen günümüz Türkiye’sinde bu azınlık milliyet ve toplulukların üyelerine, ibadet yerlerine saldırılar devam etmektedir. Son olarak Hrant Dink örneğinde olduğu gibi katledilmekte ya da kilise veya sinagogları ırkçı faşist saldırılara maruz kalmakta, devlet bu milliyet ve toplulukların dinsel iç işlerine doğrudan müdahale etmekte ve denetim altında tutmaya çalışmaktadır. Azınlık ve Müslüman olmayan milliyetlere yönelik bu politikanın nedeni, bu milliyetlerin Türk hakim sınıflarının düşmanı statüsünde değerlendirilmesidir. Bu milliyetler, Türk uluslaşması sürecinde düşman olarak ele alınmış, bu ise beraberinde onlara yönelik saldırganlığın tarihsel arka planıyla birlikte güncel olarak yeniden üretilmesini doğurmuştur. Ermeni, Rum, Süryani ve diğer Müslüman olmayan milliyetlere düşmanlık, TC’nin şovenizm ve Türk ırkçılığına dayanan faşist karakterinin önemli bir faktörü olmuştur.
Bu azınlık milliyetler, Türk hakim sınıflarınca kendi iktidarlarını korumak için Türkiye toplumuna esas düşman olarak benimsetilmeye çalışılmış, her fırsatta bunun propagandası yapılarak şovenizm, ırkçılık ve faşizm yeniden ve yeniden üretilmiştir. Ancak daha da önemlisi Türk şovenizmi ve ırkçılığının, ezen ulus Türk halkının ayağına bir pranga olarak vurulmasıdır. Bu “dış düşman” algısı ve propagandası, ezen ulusun halkının kendi sınıfsal çıkarlarını savunmasında, ilerlemesinde ve demokratik ilerici taleplerini dillendirmesinde ciddi bir barikat işlevi görmüştür ve görmektedir.
Ermeni, Rum ve Süryanilere uygulanan soykırım suçu, tarihsel bir haksızlık olmasının yanında, bu politika nedeniyle güncel olarak da yeniden ve yeniden üretilmesi, devrimden yana ortak çıkarları olan halk kitleleri arasında düşmanlığın sürgit devam etmesini doğurmaktadır. Bu ise sınıf mücadelesinin önüne çözmesi gereken güncel bir sorun koymaktadır. Bu nedenle komünistlerin Ermeni, Rum, Süryani ve Müslüman olmayan ulus, milliyet ve topluluklara yönelik gerçekleştirilmiş olan soykırımı tarihsel bir gerçek olarak kabul edip mahkum etmesinin yanında; bu soykırım ve kitle katliamlarıyla tarihsel olarak yüzleşme ve hesaplaşma meselesini, Türk hakim sınıflarının ırkçı, şovenist politikalarıyla mücadelede hareket noktalarından biri olarak görmesi gerekir. Bu düşmanlığın güncel olarak yeniden ve yeniden üretilmesine karşı mücadele etmek, bu tarihsel haksızlıkla yüzleşmek ve hesaplaşmayı güncel bir politik görev olarak ele almak gerekir.
Öte yandan günümüzde son yüzyılın bir dizi savaş, katliam ve zorla göç politikaları nedeniyle yaşadıkları topraklardan koparılarak, Türkiye coğrafyasına “bir devlet politikası olarak” yerleştirilmiş Müslüman milliyetler de vardır. Bu milliyetler arasında ön planda olanlar Çerkez, Boşnak ve Arnavut’lardır. Bunun dışında Türkiye coğrafyasının belli bölgelerinde yaşayan Laz, Gürcü, Hemşin ve Arap milliyetleri de vardır. Bu milliyetler, kültür ve dillerini belli oranda korumuş olsalar da esasen hakim ulusa entegrasyon sürecinden geçerek asimilasyona tabi tutulmuş durumdadırlar.
Bu milliyetler her türlü dil, kültür hakkından -ve Arap Alevileri bağlamında din- mahrum bir şekilde ve asimilasyona maruz bırakılarak varlıklarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Bu azınlık milliyetlerin Müslüman olanları Sünni Türk hakim ulusa mecburi bir entegrasyon ve asimilasyon süreci yaşamışlardır ve yaşamaktadırlar. Kendi milli özelliklerini büyük oranda kaybetmekle karşı karşıyadırlar. Bunda dini faktör etkili olsa da hakim sınıfın Türkleştirme politikası belirleyicidir. Bu milliyetler anadillerinde eğitim almaktan yoksun bırakılmış durumdadırlar. Kültürlerini hakim ulusun kültürüne entegre olarak belli oranda korumayı başarmakla birlikte, Türk hakim sınıflarının ırkçı faşist uygulama ve politikalarının saldırısı altında, öz kimliklerinden koparılarak ya da başkalaştırılarak bir varlık yokluk sorunu yaşamaktadırlar.
Bu milliyetler özellikle din olgusundan dolayı, Türk uluslaşmasının bir parçası oldukları müddetçe, Türk hakim sınıflarının düşman algısından uzak kalmışlardır. Ancak bu algıyı aşan bir talepte bulundukları anda “kardeşlik, vatan, millet, din” söylemiyle karşılaşmakta ve ezen ulusa tabi olmaya çağrılmaktadırlar. Bu milliyetlerin dil ve kimliklerine yönelik son yıllarda gelişen bir duyarlılık ve kısmi bir uyanış söz konusudur. Bunda Kürt Ulusal Hareketi’nin etkisi yadsınamaz. Bu milliyetlerin bu türden demokratik hak arayışları son derece haklı ve meşru taleplerdir. Bu talepleri sahiplenmek ve mücadele konusu yapmak komünistlerin görevidir.
Burada değinmemiz gereken bir başka önemli sorun ise Suriye’ye yönelik emperyalizm ve bölge gericiliği tarafından gerçekleştirilen müdahale ve iç savaş sonrasında, ülkelerinden göç etmek zorunda kalan Suriyeli mültecilerdir. Resmi verilere göre Türkiye’de 3 milyon 644 bin 342 Suriyeli yaşamaktadır. Bu rakamın gerçeği yansıtmadığı, daha fazla olduğu düşünülebilir. Bu mesele özellikle Suriyeli göçmenlere yönelik gerçekleştirilen şoven ve ırkçı saldırılar nedeniyle önemlidir. Suriyeli göçmenlerin önemli bir kısmının her türlü sosyal güvenceden yoksun, asgari ücretin çok altında çalıştırıldığı bir sır değildir. Özellikle ağır çalışma koşullarına sahip işlerde çalışan göçmenler bir yandan da hakim sınıfların işçi sınıfına yönelik böl ve yönet saldırılarıyla muhatap olmaktadır. Suriyeli göçmenlerin ucuz iş gücü olarak istihdam edilmesi, beraberinde sınıfın kendi içinde, birbirine yönelmesini doğurmuştur. Antep, İzmir, İstanbul vb. şehirlerde göçmen işçilere ve halka yönelik saldırın gerçekleştirilmiş olması, işçi sınıfı ve halk içinde şovenizm tehlikesinin varlığına işaret etmektedir. Elbette ki hakim sınıflar, bizzat kendi yarattıkları sorunların muhatabı olmamak ve biriken öfkeyi başka noktalara akıtmak için bu gerici silahı ustaca kullanmaktadırlar.
Bu anlamıyla şovenizmin işçi sınıfı ve halk içindeki şovenizm tehlikesi sadece Kürt ulusuna, azınlık milliyet ve inançlara yönelik değil başta Suriyeli göçmenler olmak üzere, ezilen milliyetler için de söz konusudur. Buna özellikle dikkat etmek gerekir. Toplamda bütün bu çelişkileri, merkezinde elbette Kürt ulusal sorununun olduğu, ezen ulusla ezilen ulus ve milliyetler arasındaki çelişme içinde ele almak ve değerlendirmek gerekir.
Türkiye sadece çok uluslu ve milliyetli bir toplum yapısına sahip değildir. Bunun yanında Türkiye toplumunda farklı inançlara mensup halkımız da bulunmaktadır. Türk hakim sınıflarının kendi devletlerini oluştururken temel referans noktalarından birisi genelde İslam özelde ise Sünni Hanefi inancı olmuştur. Türk hakim sınıfları bu inancın dışında kalan dinsel inançlara yönelik baskı, yok sayma, imha ve asimilasyon politikası izlemişlerdir. TC devleti, Hıristiyan, Alevi ve diğer inançlara, Sünni inancını sistematik bir şekilde dayatmış ve yoğun bir Sünnileştirme politikası uygulamıştır. Dönem dönem Maraş, Çorum ve Sivas’ta olduğu gibi kitle katliamlarına yönelmiştir. Devlet aygıtının baskıcı, asimilasyoncu ve katliamcı politikası beraberinde ezilen inanç sorununu demokratik devrim mücadelesinin bir dinamiği haline getirmiştir.
Bu noktada nüfusları oldukça az olan Hıristiyan inancına mensup halka yönelik sistematik saldırıların yanında, Türkiye toplumunda önemli bir nüfusu oluşturan Alevi inancına yönelik hem tarihsel hem de güncel olarak saldırılar mevcuttur. Örneğin 26-31 Ekim 2015 arasında hazırlanan “Alevilere Yönelik Güncel Hak İhlalleri” raporunda çok kısa bir zaman aralığında Alevi inancına mensup halka yönelik saldırıların fazlalığı dikkat çekicidir. Raporda 7 Haziran-1 Kasım tarihleri arasında Alevilere yönelik farklı illerde 25 ev işaretlenmesi, 11 mezar, 3 heykel saldırısı ve Alevi dernek yöneticilerine yönelik 4 silahlı saldırı gerçekleştirildiği ifade edilmektedir.
Halihazırda bu çalışmanın hazırlandığı zaman diliminde de Alevi inancına sahip halka yönelik saldırılar, İzmir Yamanlar’da evlerin işaretlenmesi, İstanbul Kartal’da Alevi inancına mensup bir kişinin arabasına yönelik ırkçı faşist yazılama yapılması şeklinde devam etmektedir. Dolayısıyla bu sorun, Türk hakim sınıflarının halka yönelik politikalarından bağımsız değildir. TC devleti kendi bekasını sürdürmek adına ezilen inançlara yönelik baskı, asimilasyon politikalarını tüm hızıyla sürdürmekte, ezen Sünni inanca mensup halkı kendi arkasında yedeklemeye çalışmaktadır. Ezen inançla ezilen inançlar arasındaki çelişme, Türkiye toplumunda belli başlı çelişmelerden biri olarak yaşanmaktadır. Burada önemli olan nokta, ezen inanca mensup halk arasında, bu türden gerici propagandanın, kendi sınıf çıkarları açısından bir barikat işlevi görmesidir. Dolayısıyla ezen inancın ezilen inançlara yönelik bu politikalarına karşı durmak, onların verdiği mücadeleyi desteklemek ve demokratik devrimin bir bağlaşığı olarak ele almak anın devrimci görevlerinden biri olarak görülmelidir.