Komünist 72’den: Dünyada ve Türkiye’de Durum – II. BÖLÜM

11- Demokratik Halk Devrimi Günceldir!

11- Demokratik Halk Devrimi Günceldir!

Mevcut kriz gerçekliği sürekli olarak emperyalist sermayeye yönelik artan dış borcun nasıl ödeneceği sorununu gündeme taşımaktadır. Bu noktada devreye, işçi sınıfı ve halkın sırtına bindirilen vergiler girmektedir. Türkiye’de hem doğrudan hem de dolaylı vergilerin yüksekliği bununla ilgilidir. Halihazırda yaşanan ekonomik kriz nedeniyle reel ücretlerde yaşanan düşüş, işsizliğin sürekli biçimde artması, enflasyonun yükselmesi ve yıllardır tüketim kredileriyle oluşturulan borçlar nedeniyle işçi sınıfı ve emekçi halkın yoksulluğu giderek artmaktadır. Her şey bir yana 2019 yılı için belirlenen asgari ücretin durumu bu gerçeği özetlemektedir. 2019 yılı için 2.220 TL olarak belirlenen asgari ücret, dolar 5 lira 30 kuruş iken 381 dolara karşılık gelmektedir. Asgari ücret, 2013 yılında ise 637 dolara karşılık gelmekteydi. Bu rakamlar, asgari ücretin 2013 yılına göre % 40 azaldığını göstermektedir. Yani asgari ücrette bir artıştan değil neredeyse yarı yarıya bir düşüşten bahsediyoruz. Bu, yoksullaşmanın en çarpıcı göstergelerinden biridir. Öte yandan diğer bir çarpıcı veri de asgari ücretlilerin bir önceki yıla göre daha fazla vergi ödeyeceği gerçeğidir. Ki bu durum genel olarak krizin yükünün işçi sınıfına ve emekçi halka fatura edileceğinin önemli bir göstergesidir.

Türk hakim sınıfları “aynı gemideyiz” propagandasıyla yaşanan ekonomik krizin faturasını işçi sınıfı ve halka yıkarken, kendileri ise en başta “gemiyi terk etmekte”dirler. Yukarıda da işaret ettiğimiz üzere, 2016-2017 yılları arasında Türkiye ekonomisinin en varlıklı diliminin % 12’sine karşılık gelen kesiminin 12 bin dolar tutarındaki servetini yurtdışına/kaçırdığı anlaşılmaktadır. Örneğin Sabancı ailesi, Malta vatandaşlığına geçmiştir. Yine Kurukahveci Mehmet Efendi olarak bilinen Akyürek Pazarlama’nın sahipleri de Malta vatandaşlığını “satın almış”lardır. (4.01.2019, Y. Yaşam)

Türkiye ekonomisinde bir başarı hikayesi olarak sunulan inşaat alanında yapılan yatırımlarda da artık yolun sonuna gelinmiştir. Mücahitlikten müteahhitliğe uzanan çizgide Türk hakim sınıfları, bu sektörü zenginleşmenin, servet biriktirmenin aracı olarak kullanıp, palazlanmışlardır. Ancak ekonomik kriz nedeniyle bu alanda da çok ciddi sorunların olduğu anlaşılmaktadır. Son açıklanan verilere göre, Türkiye’de 25 milyon konut stoku bulunmaktadır. Türkiye’de yılda en fazla 500 bin konut satıldığı dikkate alındığında, beş yıllık bir konut stoğunun var olduğu anlaşılmaktadır. Bu da önemli bir kriz potansiyeline işaret etmektedir. Nitekim Türkiye İnşaat Malzemeleri Sanayicileri Derneği’nin Aralık 2018 raporunda inşaat sektörünün mali sıkıntı yaşadığı, talep ve satışlarda gerileme olduğu ifade edilmektedir. Bu sektör, 2018’in üçüncü çeyreğinde yüzde 5.3 küçülmüştür. Yani son on beş yılda büyümeyi sağlayan konut balonu da patlamış durumdadır. (K. Yıldırım, age)

Böylesi bir ekonomik tabloda ve ekonomik kriz halinde, iflas eden şirketlerin olması kaçınılmazdır. 2018 sonu itibariyle iflas eden şirket sayısının 979 olduğu açıklansa da bu sayının daha fazla olduğu açıktır. Nitekim 2018’de kepenk indiren esnaf sayısı, bir önceki yıla göre yüzde 10’luk yükselişle 106 bin 167’ye yükselmiştir. Son 5 yılda ise batan esnaf sayısı, yarım milyonu geçerek 516 bin 137’yi bulmuş durumdadır. İnşaat Müteahhitleri Konfederasyonu Başkanı (İMKON) Tahir Tellioğlu, önlem alınmadığı takdirde 100 bin müteahhitin batabileceği ve 700 bin kişinin işsiz kalabileceği uyarısında bulunmaktadır. Son olarak 2019 yılı için konkordato ilan edecek firma sayısının 16 bin 200 olacağı ifade edilmektedir.

Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu durum emperyalist kapitalist sermayeye bağımlılığı ve ekonomik krizin boyutu beraberinde Türk hakim sınıflarının politik alanda “başkanlık rejimi”ni hayata geçirmelerini doğurmuş durumdadır. R.T. Erdoğan ve AKP eliyle Türk hakim sınıflarının devlet yönetiminde atmış oldukları bu adım, emperyalist sermayeye göbekten bağımlılıkla, Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu durumla ve elbette ki hem dünyada hem de bölgede yaşanan güncel politik gelişmelerle ilgilidir. Politik, ekonomik, bürokratik ve daha bir dizi açıdan başkanlık rejimi, Türk hakim sınıflarının hakim sınıf kliği açısından tercih edilmiş durumdadır. Yürütme ve yasama alanlarında (ki buna atamalar ve talimatlar nedeniyle yargıyı da dahil edebiliriz!) pek çok kurum “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” değişikliği ile doğrudan doğruya R.T. Erdoğan’a bağlanmıştır. Devlet Denetleme Kurumu’ndan, Ekonomik ve Sosyal Konsey’e, Asgari Ücret Komisyonu’ndan, Türkiye Varlık Fonu’na kadar bir dizi kurum doğrudan “başkan”a bağladır. Çıkarılan KHK’larla göstermelik de olsa var olan yürütme organının bypass edildiği, bürokrasideki tüm atamaların, görevden almaların yanısıra atama ve görevlere son vermeye ilişkin usullerin düzenlenmesinin de “başkan”a bağlandığı bir sisteme geçilmiştir. Uygulamaya konulan bu rejimin, iktidarda olan hakim sınıf kliği açısından nasıl kullanıldığını, rantın, yağmanın ve sömürünün bu yöntemle rakip hakim sınıf kliğini dıştalayarak nasıl pay edildiğini inşaat sektöründe yaşanan örneklerle yukarıda ifade etmiştik.

Hakim sınıflar açısından son derece “kullanışlı” olan bu sistemin, kendilerini bağlayacak hiçbir “hukuki” engel olmadan ve hatta ortaya çıkan pratik durumu, “bürokratik” işlemleri anında çıkarılan yasalarla aşan bu rejimin hakim sınıfların özellikle ekonomik kriz dönemlerinde işine yaradığına kuşku yoktur. Tek bir emirle grevler yasaklanmakta, bir kanun hükmünde kararnameyle yeni rant alanları açılmakta ya da teşvik ve krediler verilmektedir. Ancak bu “yeni rejim”in hakim sınıfların krizini çözmekten ziyade “idare ettiğini” ifade etmek gerekir. Bu bir yanıyla Türk hakim sınıflarının emperyalist sermayeye göbekten bağımlılığıyla ilgili olduğu kadar, hakim sınıf kliklerinin kendi aralarındaki dalaşla da ilgilidir. Devlet aygıtından kendi sömürüsü için yeterince nemalanamayan “muhalif” hakim sınıf kliği, her fırsatta “başkanlık rejimi”ni eleştirmekte ve “parlamenter sisteme” geri dönüşü önermektedir. Ancak bilinmektedir ki; bu hakim sınıf kliğinin kendisi de kendisi için “başkanlık rejimi”ni uygulamak isteyecektir.

Hakim sınıf klikleri içinde süregelen bu “iktidar mücadelesi” halk kitlelerinin kendiliğinden de olsa eylemliliklerinin, düzene karşı tepkilerinin, hakim sınıf kliklerinin birinin ardında yedeklenme tehlikesini doğurmaktadır. Türkiye tarihi incelendiği ve özellikle de hakim sınıf kliklerin “devlet yönetme tecrübesi” gözönüne alındığında, bu tehlike yabana atılır değildir. Nitekim kitlelerin AKP karşıtlığı adı altında, bir diğer faşist düzen partisi olan CHP’nin arkasında yedeklenmeye çalışılması bu politikanın hayata geçirilmeye çalışılmasından ibarettir. Bu politikanın yabana atılmaması, 31 Mart 2019 yerel seçimlerde Kürt Ulusal Hareketi’nin “Batı”da AKP’yi geriletme adı altında CHP adaylarını destekleme politikasından da rahatlıkla anlaşılır.

Bununla birlikte gerek emperyalist sermayenin ve gerekse de Türk hakim sınıflarının içinde bulundukları krizi yönetme adına çeşitli taktik politikalara başvurdukları bilinmiyor değildir. Her şeyden önce hakim sınıflar krizin faturasını doğrudan ya da dolaylı olarak halka yıkacaklardır. Bunun yanında rejim, krizi atlatmak daha doğrusu idare etmek için uygulamaya koyduğu ve özellikle kitlelerin geri yanlarına hitap eden politikalar üretme yeteneğine sahiptir. Rejim, kitlelerin içine düşürüldükleri duruma yönelik tepkilerini şovenizme, milliyetçiliğe yöneltmekte ve buradan yüklenerek işçi sınıfı ve halk kitlelerinin tepkilerini kontrol altında tutmaya çalışmaktadır.

Bunun bir nedeni de devlet aygıtını elinde tutan hakim sınıf kliği başta olmak üzere, hakim sınıf kliklerinin her iki kanadının da kendiliğinden de olsa kitle hareketlerinin gerçekleşebileceği kaygısıdır. Türk hakim sınıflarının ve özellikle de R.T. Erdoğan’ın gündeminde sürekli Gezi’nin güncel olması bu nedenledir. Önümüzdeki süreçte kitle hareketindeki geri çekilmeye rağmen, bu türden kendiliğinden de olsa lokal düzeyde kitle hareketlerinin gerçekleşme olasılığı yüksektir. Kitle hareketinin dibe çekildiği, dipte güç biriktirdiği ve koşulları oluştuğunda dalga dalga tekrar yüzeye vuracağı gerçeğinden hareketle, en “dipte” kitlelerle temas etmek, stratejik yönelimimiz doğrultusunda bir çalışma sürdürmek devrimci tutumdur.