Komünist 72’den: Dünyada ve Türkiye’de Durum – II. BÖLÜM

6. Kadınlar ataerkil tahakküm altında, eziliyor, sömürülüyor ve katlediliyor!

6. Kadınlar ataerkil tahakküm altında, eziliyor, sömürülüyor ve katlediliyor!

Kadınların bin yılların ezilmişliğini, yok sayılmışlığını sömürüsünü, katledilmesini elbette son on yılına biriktirip buradan tek başına bir analiz yapmak doğru olmaz. Ancak bir de özellikle AKP’nin uyguladığı İslamcı faşist politikaların derinleştirdiği bir gerçeklik mevcuttur. Dolayısıyla genel durumdan biraz daha özelleştirerek söylemek gerekirse, son on yıl kadınlar için sömürünün, şiddetin, yoksulluğun, işsizliğin, baskının katbekat artışını ifade etmektedir. Bu artış geniş bir skalada değerlendirilmelidir kuşkusuz ve bu skalanın en görünür yerinde kadına yönelik şiddet, daha özelde ise kadın cinayetleri mevcuttur.

Kadınların artık rahatlıkla “cins kırımı” olarak adlandırabileceğimiz bir boyutta, her türden şiddete maruz kaldığı gerçeği, kadın mücadelesinin çabasıyla gündemleşmektedir. Bu gündemleşme hali konuya ilişkin duyarlılığı artırsa da sıradan bir gazete taraması ile elde edilebilecek rakamlar bile şiddetin sürekli artış halindeki tablosunu gözler önüne sermektedir. Bu, ülkemiz açısından genel olarak sorunun ne denli ağır olduğunu gösterdiği ve bir AKP gerçeğine işaret ettiği kadar, aynı zamanda meselenin sistemle bütünleşmiş olma gerçeğine de işaret etmektedir. Kuşku yok ki, bu sistemden kaynaklanma halinin kökeninde ataerkil sistemin kendisi vardır. Ataerkil sistem, bugüne kadar kimi değişimler göstermiş olmakla birlikte özü aynı kalmış ve kadınların ezilmesinin esas unsuru olarak tüm sömürücü sistemlerle iç içe girerek bu sistemlerin temellerinden biri olagelmiştir.

Aileden devlete kadar uzanan ve tüm toplumsal düzenlemelerde kendini yeniden ve yeniden üreten, kadını emeği ve bedeniyle baskı altına almayı amaçlayan ataerkil yapının korunması ve sistemin temel dayanaklarından biri olarak sürekliliğinin sağlanması hakim sınıflar açısından kritik derecede önemlidir. Bu yapıyı korumanın en önemli aracı ise kadınlar üzerindeki baskı-zor-şiddetin süreklileştirilmesi ve katmerlenmesidir.

Süregiden Cinskırımı…

Kadına Yönelik Cinayetleri Durduracağız Platformu’nun rakamlarında göre son 11 yılda toplam 2.777 kadın erkekler tarafından öldürülmüştür. Yıllara göre rakamlar ise şöyledir; 2008/80; 2009/109; 2010/180; 2011/121; 2012/201; 2013/237; 2014/294; 2015/303; 2016/328; 2017/409; 2018/440. Son 10 yıl içinde yaşanan bu kademeli artış, vahşetin boyutunu da gözler önüne sermektedir. Ancak bir yandan da bu verilerin dahi yaşananı yansıtmakta eksik kaldığı gerçeğini unutmamalıyız. Aslında bugüne kadar işlenen kadın cinayetlerinin tam olarak verisini kimsenin bilmediği söylenebilir. Çünkü çeşitli araştırmaların açıklanan sonuçları, özellikle konuya odaklanmış kadın kurumları ya da konu üzerine araştırma yapan kimi demokratik kitle örgütlerinin çalışmalarını içeriyor. Kadınlara yönelik şiddet ve istismar dosyalarının kayıtlarının tutulmaması dahi devletin konuya yaklaşımını özetler niteliktedir. Ancak her şeye rağmen bu raporların sonuçları, kadına yönelik şiddet meselesinin bireysel değil toplumsal, adli değil politik bir mesele olduğunu özetlemektedir.

Başka bir araştırmanın sonuçlarına göre de (Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu) Türkiye’de kadına yönelik şiddet son 10 yılda 3 kat artmış durumdadır. Yine aynı araştırma, kadın cinayetlerindeki artışı göstermesinin yanında buna bağlı olarak şiddetin boyutundaki değişimi de ortaya koymaktadır. Araştırmaya göre şiddetin boyutu son 10 yıl içinde yaralamalardan öldürme eylemine doğru kaymış durumdadır. Raporun dikkat çektiği bir başka başlık da kadına yönelik şiddetle paralellik taşıyan çocuklara dönük şiddettir. Erkek şiddetinin kadına karşı beslediği kin ve intikam duygusu, bu 10 yıllık zaman zarfında çocuk ölümlerine de neden olmaya başlamış; kadına yönelik şiddet, taciz, istismar olayları çocukları öldürerek, kaçırarak, şiddet uygulayarak kadına ders verme yöntemine dönüşmüştür.

Kadına dönük şiddetin daha görünür hale gelmesi, esasta yürütülen mücadele sayesindedir ama işin diğer yanında da kırıma varan boyutuyla da ilişkisi vardır. Kamuoyunda tartışılan noktalardan biri de bu mücadele ve görünürlük halinin saldırıları önleyici ya da azaltıcı bir sonuç elde etmesinin zorluğudur. Bu zorluğu tarifleyen yanlardan biri; yukarıda da altını çizdiğimiz gibi ataerkinin tüm sistemlerle iç içe geçmiş sistematikliği ve kökleşmiş bir yapıtaşı olmasından ötürüdür. Bu temel taşlarda en ufak bir oynamaya dahi tahammülü olmayan devlet, tam da bu yüzden her vesile ile gelişen mücadeleye var gücüyle saldırmakta ve kadınları hedef tahtasına oturtmaktadır.

İkinci yan ise sistemin bütün kurumlarıyla yöneldiği direnişine halk sınıflarından erkeklerin de eklemlenmesiyle ortaya çıkan barikatın kendisidir. Bu eklemlenmeye en somut örnek, Özgecan Aslan’ın katledilmesine tepki olarak “Bunu yapanların derisi yüzülmeli” şeklinde twit atan bir otobüs şoförünün sevgilisini bıçaklamaktan 11 yıl 8 ay hüküm giymiş olmasıdır.

Kadına yönelik şiddetin artışında sömürü sistemi ve bu sistem üzerinden inşa edilmiş politikalar esas noktamızı oluşturmakla birlikte, diğer yandan özellikle katledilen kadınların ortak özelliklerine bakıldığında bu kadınların yaklaşık yüzde 70’inin boşanma ya da ayrılma sürecinde eski sevgili, nişanlı, eş tarafından katledilmiş oldukları gerçeğiyle karşılaşırız. Bu, çok net bir şekilde kadınların eskisi gibi yaşamak istemediklerinin, toplumsal yapının bir adım daha ilerisinde yürüdüklerinin kanıtıdır. Kadınların önemli bir kısmı artık eski “uysal”, “hanım hanımcık” rolleri taşımak istememektedir. Bunda da kuşkusuz kadın örgütlenmelerinin payı oldukça büyüktür.

Kadın istihdamı artıyor ama…

Araştırmaların başka bir boyutu da -bir süredir tartışılan ekonomik krizle birlikte- iş yaşamındaki tabloya dairdir. Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi raporuna göre Türkiye’de 11 milyondan fazla kadın, ev ve bakım hizmetleri nedeniyle çalışma yaşamına katılamamaktadır. Sistemin güncel ihtiyaçlarına göre dönem dönem artan ya da azalan bu rakam aynı zamanda Türkiye’de ataerkinin ve bunun sonucunda toplumsal iş bölümünün etki gücünü de göstermektedir. Sistem kadınları esas olarak bakım ve ev işi hizmeti vermeye uygun görmekte ve böylece işgücüne katılımlarını engellemektedir. Aynı rapora göre iş yaşamından en fazla çekilenler de büyük oranda 25-34 yaş grubundaki genç kadınlardır ve her yüz genç kadından 14’ü işgücü dışında kalırken bu rakam erkeklerde yüzde 1’i bile bulmamaktadır. Genç kadınların yüzde 71’i ev işleri, çocuk, hasta ve yaşlı bakımı nedeniyle iş yaşamının “zorunlu” olarak dışına çıkmakta; erkeklere göre daha güvencesiz işlerde ve kötü koşullarda çalışmakta; kadınların yüzde 23.8’i taşeron çalışma, özel istihdam büroları aracılığıyla çalışma ve ücretli düzensiz istihdam biçimlerinde yer almaktadır.

Daha önceki yıllarda yapılmış kriz konulu çalışmalar ekonomik krizin nedeni ne olursa olsun kriz sırasında ve sonrasında, kadınların iş yükünün erkeklere kıyasla çok daha eşitsiz bir biçimde arttığını gösteriyor. Örneğin konu ile ilgili araştırmaların gösterdiğine göre, son kriz döneminde ilk işten çıkarılanlar erkekler olmasına rağmen kadınlar, düşen hane halkı gelirini tamamlayabilmek için iş gücüne katılım sağlamış durumdalar. Ama bu, kadınların ev içi “görev ve sorumluluklarını” paylaştıkları anlamına gelmiyor. Dolayısıyla toplam iş yükü (hane içi ve iş yaşamı) göz önüne alındığında eşitsiz iş yükü ile karşı karşıya kalanlar kadınlar olmuştur. Kriz nedeniyle artan işsizlik sonucunda piyasa ve piyasa dışındaki çalışma zamanındaki artış üzerine yapılan hesaplamalar, kadınların toplam iş yükündeki artış oranının % 5, erkeklerinkinin % 1 olduğunu ortaya koymaktadır. Arada 5 katlık bir fark vardır.

2015 yılı itibarıyla Türkiye’de işini en çok kaybetme riskiyle karşı karşıya olanların kadınlar, kadınlar arasında da özellikle sanayi sektöründe çalışan kadınlar olduğu da önemli bir veridir. Öyle ki, sanayide çalışan her 4 kadından biri işsiz kalma riskiyle karşı karşıyadır. Yine güvencesiz çalışma kadınlarda çok daha yaygındır. Özellikle de tarımda -ki Türkiye açısından bakıldığında tarım hala kadın emeği açısından çok önemli bir sektördür- kadınların neredeyse tamamı, yüzde 94.3’ü güvencesiz çalışmaktadır.

Her şeye rağmen -AKP iktidarının da diğer başlıklardan ayırarak dönem dönem kullandığı bir argüman olarak- kadın istihdamının arttığı da görülmektedir. Ama son yılda artan bu istihdamın yarısı, sermayenin ihtiyaç duyduğu şekilde kayıtdışı, yarı zamanlı ve güvencesiz iş kollarında gerçekleşmiştir.

Müstesna ülke: Türkiye!

Devletin erkek şiddetindeki fotoğrafı bizzat suçu işleyen erkekte somutlanan bir tablonun yanı sıra, fiilen bir ortaklıkla da kendini göstermektedir. Araştırmalar kendisine yönelik şiddeti şikayet eden ve koruma talebiyle polise veya savcılığa başvuran kadınlarla ilgili büyük oranda önlem alınmadığını, koruma sağlanmadığını ortaya koymaktadır. Faşizm, göstermelik adımlar atmayı bile zül görmekte ve tam tersine kadın hareketini yalnızlaştırmaya, hedef haline getirmeye, gericiliğin hedefine oturtarak buradan nemalanmaya çalışmaktadır. “Denetimli Serbestlik Yasası” ile suç türünün “anlaşılabilirliği” nedeniyle kadınlara yönelik her türlü şiddet eyleminde ceza almış birçok kişinin serbest bırakılmasından istismara maruz bırakılmış “küçüğün rızası” tartışmalarına; nafakanın tekrar gündemleştirilmesinden 8 Mart’ta alanlara akan kadınların hedeflenmesine kadar amaç budur.

Kimi farklılıklarla birlikte genel anlamda dünya genelindeki durum da esas olarak Türkiye’den farklı değildir. BM’nin 2015 yılında hazırladığı rapora göre dünya çapında kayıtsız ekonomide çalışan ve kamu hizmetlerine ulaşamayan kadın sayısı 740 milyondur. Hayatında en az 1 kez fiziksel veya cinsel şiddet yaşayan kadınların oranı 3’te 1; okuma yazma bilmeyen kadın oranı % 60; sünnet edilen kız çocuklarının sayısı 133 milyon; kadınlara oy verme, mülk sahibi olma, eğitim vb. hakları vermeyen ülke sayısı ise 60’dır. Ayrıca 83 ülkede yapılan araştırmaya göre kadınlar erkeklere kıyasla % 10 ile 30 daha az kazanmaktadırlar.

Ama yine de Türkiye’nin kadının durumu açısından da müstesna bir yerde durduğu kabul etmeliyiz. Öyle ki, Dünya Ekonomik Forumu’nun 2018 raporuna göre Türkiye, cinsiyet eşitsizliğinde 149 ülke arasında ipi ilk göğüsleyenlerden: 130. sırada. Aynı rapora göre, Türkiye kadınların ekonomik hayata katılımı başlığında 131., eğitimde 106., sağlıkta 67. ve politik katılımda 113. sıradadır.

2019 yılı da bu başlıklarda “hızlı” başladı. Sadece Ocak ayı içinde 43 ardından da Şubat’ta 31 kadın katledildi. Cinsel istismar ve kadın cinayetlerinden erkek şiddetinin meşrulaştırılması ve cezasızlığa, nafaka hakkını hedef alan yasa tasarıları ve artan kadın düşmanı politikalara, yaşamın her alanında artan cinsiyetçilik ve kayyumlara, işten atma ve güvencesizliğe kadar, her alanda kadınların sesi kısılmaya çalışsa da kadın mücadelesi toplumsal muhalefetin öne çıkan yanı olmaya devam ediyor.