ÇELİŞME, BAŞ ÇELİŞME, DÜŞMAN VE BAŞDÜŞMAN MESELESİ ÜZERİNE

AÇIKLAMALAR

AÇIKLAMALAR

(1) Mao Zedung burada emperyalizm ile ülke arasındaki çelişme baş çelişme haline gelir derken, ülke kavramı içine hangi sınıfları kattığını “bir avuç millet haini dışında, tüm sınıflar” (yani ülkeyi işgal eden emperyalist güce uşaklık etmeyen tüm sınıflar) olarak belirliyor. Aslında böyle bir yaklaşım doğrudur. Çin´in devrimci pratiği göstermiştir ki; herhangi bir emperyalist güç herhangi bir ülkeye karşı doğrudan askeri işgale giriştiği zaman; halk sınıfları ile, halk düşmanı sınıfların bir bölümü arasında (yani komprador burjuvazi -Mao buna bürokrat burjuvazi diyor- ve toprak ağalarının bir bölümü arasında) -ki bu bölüm ülkeyi işgal eden emperyalistlere değil, başka emperyalistlere uşaklık eden bölümdür- ülkeyi işgal eden emperyalist güce ve uşaklarına karşı bir cephe içinde yer alan güçlerin bir bölümünün halk düşmanı niteliği ortadan kalkmaz. Halk sınıfları bunun bilincinde olarak hareket etmek zorundadır. Ülke kavramı, halk sınıfları ile halk düşmanı sınıfları içeren bir kavram olduğu için ve halk sınıfları ile halk düşmanı sınıflar arasındaki uzlaşmaz çelişmeyi gözlerden gizlediği için, biz bu kavramı kullanmıyoruz. Emperyalizmle/halk arasındaki çelişme olduğu şeklindeki ifadeyi doğru buluyoruz. Açıktır ki, halk kavramı içinde komprador burjuva ve toprak ağası sınıfları dahil değildir. Halk sınıfları, bunların işgalci-emperyalist güç ve uşaklarına karşı ittifaklar kurmaya, bir cephe oluşturmaya çalışır; ama bunlarında emperyalizme uşaklık ettiğini, yalnızca efendilerinin değişik olduğunu bir an bile unutmaz.

(2) Mao Zedung birçok yazılarında, Çin Devriminin önündeki esas engeller olarak Emperyalizm, Bürokrat kapitalizm ve feodalizm´i tespit ediyor. Çin´de sınıfları tahlil ederken, burjuvazinin komprador burjuvazi/milli burjuvazi şeklinde bölündüğünü, komprador burjuvazinin, bürokrat nitelikte olduğunu belirtiyor. Yani Mao Zedung birçok yazılarında bürokrat burjuvazi kavramını komprador burjuvazi anlamında kullanıyor.

Mao Zedung, yine birçok yazısında, bürokrat burjuva kavramını veya komprador burjuva kavramını kullanmıyor; bu kavramı genellikle emperyalizm kavramı içinde ele alıyor. Çin devriminin yöneldiği hedefleri emperyalizm ve feodalizm olarak belirliyor. Bu durumda komprador burjuvazi emperyalizmin bir parçası olarak görülebilmektedir. Açıktır ki, komprador burjuvazi, emperyalizmin uzantısıdır, ama emperyalizmin bir olgusudur. Emperyalizme uşaklık etmesi, onu salt bir dış olgu, ya da emperyalizmi bir iç olgu olarak görmemizi gerektirmez. Bugün tüm yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde, komprador burjuvazi ve toprak ağası sınıfları ortaklaşa olarak iktidardadır. Kompador burjuvaziyi, emperyalizm kavramı içinde ele almak; bu gerçeği göz ardı etmeyi beraberinde getirebilir. Bu noktaya özellikle dikkat etmek gerekir.

(3) Sosyalist ülkelerde de proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişme sürmektedir. Ama bu çelişme nitelik olarak kapitalist ülkelerdeki proletarya -burjuvazi çelişmesinden değişiktir. Bu çelişmede hakim yön; kapitalist ülkelerdekinin tersine proletaryadır.

(4) Burada, “madem ki, proleter dünya devrimi süreci, tek tek ülkelerdeki devrimlerden ayrı değildir- bunun için dünya çapında baş çelişme tespit etmiyoruz. O halde dünya çapında başlıca çelişmeleri ve temel çelişmeler tespiti arasında fark vardır. Başlıca çelişmeler, sürecin gelişmesine birinci derecede etki yapan çelişmeleri belirlemek; süreci ilerleten mücadeleleri kavramak için yapılır ve sürecin hangi güçlerin çatışması sonucu belirlediğini belirtir. Temel çelişme tespiti ise, sürecin esas gelişme yönünü, niteliğini belirlemek için yapılır.

Bunlar genel tespitlerdir. Dünya çapında ele alındığında başlıca çelişmeler (emperyalistler arası çelişmeler dışındakiler) dünyada tek tek ülkelerde var olan hangi devrimci akımların, proleter dünya devrimi hedefine yöneldiğini belirler. Temel çelişme ise, proleter dünya devriminin yöneldiği esas hedefi belirler. Baş çelişme tespiti, içinde bulunulan anda, var olan çelişkiler yumağı içinde diğerlerinin çözebilmek için, öncelikle çözmeye yönelmemiz gerekli olan çelişmeyi bulup çıkarmak için yapılan bir tespittir. Bu genel bir tespit değil, özel bir tespittir. Akademik kalması istenmiyorsa; yalnızca tek tek ülkelerde yapıldığı zaman bir anlamı vardır.

(5) Açıktır ki, bugün Türkiye’de milli meseleden kaynaklanan çelişmede Türkiye toplumunun gelişme sürecini yakından etkileyen bir çelişmedir.

Bugün Türkiye’nin özellikle Kürdistan bölgesinde (ama yalnızca orada değil) milli temelde olan çelişmeler keskinleşmekte; bu çelişmelerin keskinleşmesi ve sınıf çelişmelerinin önüne çıkması hakim sınıflar tarafından da körüklenmektedir. Son Malatya olayları buna açık bir örnektir. Bu durumda bu çelişmenin Türkiye’deki devrimci süreç açısından önemi açıkça ortaya çıkmaktadır. Partimiz bunun bilincindedir. Ve milli mesele konusunda da açık tavır takınmıştır.

Ancak partimiz içinde, henüz milli temeldeki çelişmenin, başlıca çelişmeler içinde ele alınıp alınamayacağı konusunda bir açıklık yoktur.

(6) Baş çelişme meselesinde üzerinde durulması gerekli bir başka mesele, çelişmenin devrim kutbunu oluşturan, halk yığınları kavramıdır.

Bu kavram, bugünkü aşamada, işçi sınıfını, yoksul ve orta köylülüğü; şehir ve köy küçük burjuvazisini ve milli burjuvazisinin sol kanadını içermektedir. Bu sınıflardan işçi sınıfı ile diğer sınıf ve tabakalar arasında, kökten bir farklılık vardır. Diğer tüm hak sınıf ve tabakaları demokratik devrim aşamasını nihai hedef olarak görürken; işçi sınıfı için demokratik devrim yalnızca bir aşama olma anlamını taşımaktadır. Açıktır ki, demokratik devrimi gerçekleştirmek için, halk sınıfları arasında bir ittifak gerçekleşecektir. Bu ittifak içinde yine açıktır ki, her sınıf ittifakı kendi sınıf menfaatleri doğrultusunda hareket ettirmeye çalışacaktır. İşçi sınıfı, komünistler, bunun bilincinde olarak, halk kavramını idealize etmemeli; halk kavramının çok çelişkili bir bütünü ifade ettiğini kavramalı; halkın içindeki işçi sınıfı dışındaki sınıfların devrimciliğinin demokratik devrimle sınırlı olduğunu kavramalı buna göre davranmalıdır. Komünist olmayanlardan, komünistler gibi davranmalarını beklemek hayalcilik olur; işçi sınıfı dışındaki devrimci sınıf ve tabakaların işçi sınıfı karşısında gerici, tutucu olduğunu kavramamak olur. Eğer, demokratik devrimin başarıya ulaşmasını; devrimin kesintiye uğramadan sürdürülmesini istiyorsak, halk yığınları içinde işçi sınıfının öncülüğünü kendi Partisi aracılığı ile mutlaka gerçekleştirmeliyiz.

(7) Bu dönemde Komüntern içinde bulunan bazı partiler, Alman-Japon-İtalyan faşistleri dışındaki güçleri, ‘demokratik güçler’ olarak nitelendirme, bunların emperyalist yüzünü yeterince teşhir etmememe hatasına düşmüşlerdir; ama bu Kominten’in o dönemki siyasetinin ana yönünü oluşturmamıştır.

(8) Bizi özellikle oportünist “üç dünya” teorisyenlerinden ayıran meselelerden biri de bugün içinde bulunduğumuz durumun değerlendirilmesi meselesidir. Oportünistler, her dönemde oportünistlerin yaptığı gibi, bugün var olan dünya savaşı tehlikesi karşısında, paniğe kapılıp; sanki yarın dünya savaşı çıkacakmış gibi yaygara kopartıyorlar. Biz, bugün dünyada savaş etmenlerinin yükseldiği ve ama esas akımın hala devrim olduğu tespitinin yapıyoruz. Buna uygun olarak, bugün bir emperyalist savaş tehlikesi bulunduğunu ve bunun esas kışkırtıcılarının Amerikan emperyalizmi ve Rus sosyal emperyalizmi olduğunu; bunların barışın esas düşmanları olduğunu söylüyoruz. Bu tespitin bizim siyasetimize yansıması; emperyalist savaş konusunda (ama yalnızca bu konuda) ABD emperyalistleri ile Rus sosyal emperyalistlerinin halk içinde teşhirini öne almamış; halka savaş tehlikesinin önemini kavratmaya çalışmamız ve ilerde savaş konusunda mümkün olabilecek bir ittifakın şartlarını hazırlamamız şeklinde yansır.

Savaş konusunda, biz komünistler için esas mesele; savaşı devrimlerle önlemeye çalışmaktır. Bunu yapamaz, savaşın çıkmasını devrimlerle önleyemezsek, o zaman siyasetimiz, savaştan devrim yapmak için, yararlanmak; savaşı devrim savaşına dönüştürmektir. İşte bizim emperyalist savaş karşısında tavrımız bu yüzden ‘ya devrim savaşı önler ya da savaş devrimi doğurur’ şeklinde ifade edilebilir.

(9) Bazı yoldaşlar baş düşman kavramını “iktidarda olan gücü” belirtmek anlamında kullanıyorlar. Böyle bir yaklaşım meseleyi basitleştirdiği halde—ve meseleye her devrimin temel sorunu olan iktidar sorunun açısından yaklaştığı halde; baş düşman sorunundaki karışıklığa (karışıklığı yaratan oportünistlerdir) bir çözüm getirmemektedir.

Önce, her dönemde iktidarda olan güç baş düşmandır tespiti; dünya çapında ele alınamaz ve savaş konusu ile proleter dünya devrimi arasındaki bu konudaki farkı belirleyemez.

Tek tek ülkelerde ele alındığında ise, (olağanüstü durumlar dışında—mesela yarı-sömürge ülkenin bir emperyalist güç tarafından doğrudan işgali–) devrimin düşmanlarının tümünü içerir; böyle bir tespit ise, baş düşman kavramının kendi mantığına ters düşer.

(Komünist, sayı 4, 1978)