ÇELİŞME, BAŞ ÇELİŞME, DÜŞMAN VE BAŞDÜŞMAN MESELESİ ÜZERİNE

Türkiye’de Çelişmeler Meselesi

Türkiye’de Çelişmeler Meselesi

Türkiye’de çelişmeler meselesini çözmek için, önce bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu; Türkiye’nin yapısını, bu yapının içindeki güçlerin niteliğini, doğru bir biçimde kavramak gereklidir.

Partimiz, Türkiye’nin yapısı konusunda, ülkemizin yarı-sömürge, yarı-feodal bir yapıya sahip olduğu görüşünü savunmaktadır. Nedir bu yapının özellikleri?

Türkiye yarı-sömürgedir. Türkiye lafta bağımsız, gerçekte ise her yönden emperyalizme bağımlı bir ülkedir. Türkiye ekonomik yönden emperyalizme bağımlıdır. Emperyalizm, Türkiye’ye girmesi ile birlikte, ülke ekonomisini kendine bağımlı hale getirmiş; kendi ihtiyaçlarına uygun bir ekonomik yapı yaratmıştır. Emperyalizme bağımlılık sonucu Türkiye’nin bağımsız gelişmesi engellenmiş; Türkiye geri bir tarım ülkesi olarak kalmıştır. Tarımda feodal ilişkiler geniş çapta varlığını sürdürmektedir. Türkiye yarattığı değerlere oranla dünyanın en borçlu ülkelerinden biri durumundadır. Türkiye’deki sanayii bütünüyle emperyalist devlet ve tekellerin kontrolünde olan bir sanayidir ve esas olarak montaj ve ambalaj sanayii niteliğindedir. Türkiye’de üretim araçları üreten sanayi yok denecek kadar azdır. Var olan ağır sanayii tesisleri, emperyalist sermaye ile ile kurulmuş; emperyalist devlet ve tekellerin denetiminde olan kuruluşlardır. Türkiye mali olarak emperyalist devlet ve tekellere bağlıdır. Türkiye ekonomisi, yabancı emperyalist sermayeye dayalı, o olmadan çökmeye mahkum bir yapıdadır. (Burada komprador burjuvazi ve toprak ağalarının hakim olduğu şartları göz önüne alıyoruz.)

Türkiye askeri yönden emperyalizme bağımlıdır. Türkiye NATO ve CENTO gibi saldırgan askeri paktlar içinde yer almaktadır. Ülke ekonomisinin kaldıramayacağı büyüklükte bir ordu beslemektedir. Bu ordu esas olarak bir iç savaş ordusudur; halkımızın bağımsızlık ve halk demokrasisi mücadelesinin bastırmak, Türk olmayan milliyetlerin milli hareketlerini ezmek amacıyla kurulmuştur. Bu ordu gerektiğinde NATO emrinde diğer halklara da saldıracak şekilde eğitilmektedir. Ordunun bütün araç-gereçleri emperyalist devletler (şimdiye dek özellikle Amerikan emperyalistleri, son dönemde ise Batı Alman emperyalistleri tarafından da) tarafından karşılanmaktadır. Ordu teknik olarak, emir-kumanda zinciri bakımından vs. emperyalizme bağımlıdır.

Türkiye siyasi yönden bağımlıdır. Türkiye, bir devlet olma, bağımlı olduğu emperyalist devletlerden ayrı bir devlet mekanizmasına sahip olma anlamında, siyasi olarak görünüşte bağımsızdır. Gerçekte ise Türkiye’de iktidarlar şimdiye kadar hep emperyalistler tarafından işbaşına getirilmiş veya devrilmiş; Türkiye’nin siyaseti her dönemde emperyalist devlet ve tekeller tarafından tayin edilmiştir. Hükümette olan partinin hangi emperyalistlerin, uşaklığını yaptığı meselesine bağlı olarak, diğer emperyalistlere karşı güya bağımsız bir siyaset izlenmiştir. Ülkemizde komprador burjuvazi ve toprak ağası sınıflarının iktidar şekli olan faşizm her dönemde uygulanmış; her dönemde faşizm emperyalist devlet ve tekellerin menfaatlerini bir bütün olarak savunmuştur.

Türkiye ideolojik ve kültürel yönden bağımlıdır. Türkiye’ye giren emperyalizm ideolojisi ve kültürünü de beraberinde getirmiştir. Emperyalizm Türkiye’de “hürriyet”, “eşitlik”, “kardeşlik” vs. gibi maskeler altında içi çoktan boşaltılmış burjuva demokrasisi maskesi altında faşist ideolojiyi getirmiştir. Her gün yayın organları, haberleşme araçları aracılığı ile beyinleri yıkamaktadır. Emperyalizmin yoz kültürü, emperyalist metropollerde yayılan en yoz modalar, kısa zamanda onun yarı-sömürge haline getirdiği ülkelere de yansımakta; ülkemizde emperyalist yoz kültür, feodal din kültürü ile iç içe, milyonlarca genç beyin zehirlenmektedir.

Ülkemiz bu yarı-sömürgelik durumunun bir ürünü olarak yarı-feodal bir sosyo-ekonomik yapıya sahiptir. Ekonomik alanda, ülkemizdeki üretim ilişkileri emperyalizme bağımlı montaj ve ambalaj sanayi ve ihracat-ithalat üzerine kurulu komprador tipte kapitalizm ile feodalizmin iç içe girdiği bir iktisadi yapı mevcuttur. Bu yapı içinde hakim unsurlar komprador burjuvazi ve toprak ağalarıdır.

Sosyal alanda bu ekonomik yapıya uygun bir yapı söz konusudur. Halk kelimenin tam anlamıyla sefalet içinde yaşarken, bir avuç para babası refah içinde yüzmektedir. Burjuva demokrasisi adına faşizm uygulanmaktadır. Halkın her türlü özgürlüğü geniş çapta kısıtlanmıştır. Üst yapıda feodal kendini alt yapıda olduğundan çok daha açık bir biçimde göstermektedir.

Bu durumda Türkiye halkının önündeki devrim aşaması nedir? Açıktır ki, böyle bir sosyo-ekonomik yapıya sahip olan ülkemizde devrimin önündeki ilk hedef, emperyalizme bağımlılık zincirini kırmak; komprador kapitalizmi ve feodalizmi tasfiye etmek, bağımsız ve halk demokrasinin hüküm sürdüğü Türkiye’yi gerçekleştirmek olmak zorundadır. Bunun gerçekleştirecek olan devrim Demokratik Hak Devrimidir. Demokratik Halk Devrimi önündeki esas hedefler emperyalizm, komprador kapitalizm ve feodalizmdir.

İşte Türkiye’deki temel çelişme de yani Türkiye devriminin içinde bulunduğumuz aşamasındaki gelişme sürecine damgasını vuran, bu çelişmenin niteliğini belirleyen çelişme de budur.

Çelişmenin bir yanında emperyalizm, komprador kapitalizm ve feodalizm vardır. Çelişmenin diğer yanında Türkiye’nin çeşitli milliyetlerinden halkı vardır.

Türkiye’de içinde bulunduğumuz, hedefi emperyalizme bağımlılık zincirini koparmak; komprador kapitalizmi ve feodalizmi tasfiye etmek, bağımsızlık ve halk demokrasisini gerçekleştirmek olan, demokratik halk devrimi aşamasında temel çelişme, emperyalizm, komprador kapitalizm ve feodalizm ile çeşitli milliyetlerden Türkiye halkı arasındaki çelişmedir.

Ülkemiz, emperyalizm ve onun uşaklığını yapan sınıflar eskinin; çeşitli sınıflardan ve tabakalardan, çeşitli milliyetlerden halk yığınları yeninin temsilcisidirler.

Bazı yoldaşlarımız, dünya çapında temel çelişme, Türkiye’de de temel çelişmedir. Bunun tersinin savunmak, Türkiye’yi dünya dışında görmektir şeklinde görüşler getiriyorlar. Meseleye böyle bir yaklaşım doğru değildir. Bu yaklaşım mekanik bir yaklaşımdır. Dünya çapında temel çelişmeyi tespit ederken içinde bulunduğumuz çağda, genel anlamda yeninin temsilcisi olan sınıfın dünya çapında proletarya olduğu görüşünden yola çıktık. Dünya çapında, içinde bulunduğumuz devrimci sürecin proleter dünya devrimi süreci olduğunu tespit ettik. Bu tespiti yaparken, dünyanın bir çok ülkesinde hala demokratik devrim aşamasının gündemde olduğunu; bunun dünya çapında devrimci sürecin niteliğini değiştirmediğini; çağımızda tipik olanın; çağımıza özgü olan, çağa damgasını vuran çelişmenin emek-sermaye çelişmesi olduğunu belirttik. Dünya çapında temel çelişmeyi tespit ederken; dünyadaki devrimci sürecin tespitinden yola çıktık. Bu süreç içinde eski ile yeninin temsilcisi olan güçleri temel çelişmenin iki kutbu olarak adlandırdık.

Dünya çapında olduğu gibi, tek tek ülkelerde de temel çelişme meselesine böyle yaklaşmalıyız. Herhangi bir toplumdaki temel çelişmeyi tespit ederken, o toplumun içinde bulunduğu durumdaki yapısının ne olduğunu; bu yapıyı değiştirmekten yana olan güçlerin hangi güçler olduğunu somut olarak tespit etmeliyiz. Toplumun gelişmesinin önündeki engeller, her toplumda, temel çelişmenin bir kutbunu; toplumun gelişmesinin önündeki engelleri kaldırmaya yönelen güçler çelişmenin öbür kutbunu oluşturur.

Ülkemizde temel çelişmeyi emek-sermaye çelişmesi olarak tespit etmek (bu tespit sınıfsal açıdan yaklaşıldığında proletarya-burjuvazi, şeklinde bir tespittir) ülkemizin içinde bulunduğu devrim aşamasının; demokratik halk devrimi aşaması olduğu, bu aşama içinde yoksul ve orta köylülüğün, şehir ve köy küçük burjuvazisinin ve milli burjuvazinin de devrimden menfaati olduğu gerçeğini göz ardı etmemiz anlamına gelir. Eğer, bu tespit böyle bir anlayış sonucu olarak yapılmıyor da işçi sınıfı, ile demokratik halk devrimi aşamasında devrimci bir niteliğe sahip olan diğer sınıf ve tabakalar arasındaki fark; işçi sınıfını sonuna dek devrimci tek sınıf olduğu; demokratik devrimde işçi sınıfının öncülüğünün gerçekleştirilmesinin, devrimin zaferi, ve kesintiye uğratılmadan sürdürülmesi için şart olduğunun belirtilmesi amacı ile yapılıyorsa; gereksizdir. Bütün bunlar, temel çelişme emek-sermaye çelişmesidir şeklinde bir tespit yapılmadan (ki böyle bir tespit eğer kendi yanlış bir anlayıştan kaynaklanmıyorsa, mutlaka yanlış anlayışlara yol açacaktır) bütün bu gerçekler; gerçekleri ile birlikte ortaya konabilir ve konmalıdır.

Ülkemizde, gerek hakim sınıflarla halkımız arasında; gerçek halkın kendi içinde, gerekse hakim sınıfların kendi içinde çok çeşitli çelişmeler vardır. Bugün ülkemizdeki gelişmeler, bu çelişmelerdeki zıtların mücadelesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Bugün Türkiye’de toplumun gelişmesinde yüzlerce çelişme içinde, hangi çelişmelerin birinci derecede rol oynadığını topluma kabaca bir baktığımızda görürüz.

Türkiye toplumuna baktığımızda, halk arasında önce “yabancı” olan her şeye karşı, derin bir kuşku ve nefret olduğunu görürüz. Bu kuşku ve nefret, çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının, “yabancı’larla olan kötü tecrübelerinden kaynaklanmaktadır. Türkiye 1920’lerde yabancı askerler tarafından işgal edilmek istenmiştir. Daha sonra ise, Türkiye’yi kalkındırmak adına Türkiye’ye yerleşen emperyalist sermaye; halkın yoksulluğunu arttırmaktan başka bir işe yaramamıştır. Halk ekonomik açıdan her geçen gün dünü aramak durumuna düşmüştür. Demokrasi vb. adına getirilen şey, halk için polis dayağının, jandarma dipçiğinin artması şeklinde görülmüştür. Bütün bu olaylar, halkın somut pratiğinde yaşadığı, halkı, yabancı olan her şeye karış (iyi de olsa) kuşkuyla bakmaya iten olgulardır. Halkın bu duyguları gerçekte çeşitli milliyetlerden Türkiye halkı ile emperyalizm arasındaki çelişmenin ilkel bir şekilde yansımasıdır. Komprador patronlar, toprak ağaları, milli burjuvazi ve küçük burjuvazi; halkın emperyalizme karşı duyduğu nefretin bilinçsiz ifadesi olan bu yabancı düşmanlığın potasında eritmeye çalışmaktadır.

Doğru bir önderlik altında olmasa bile, emperyalizme ve sosyal emperyalizme karşı düzenlenen eylemler, dün olduğu gibi bugünde, çok geniş halk kitlelerini seferber edebilmektedir.

Açıktır ki bugün Türkiye toplumunda; çeşitli milliyetlerden Türkiye halkı ile emperyalizm (ve sosyal emperyalizm) arasındaki çelişme, toplumun gelişmesini yakından etkileyen, ön önemli (başlıca) çelişmelerden biridir.

Ülkemizde feodalizm tasfiye edilememiştir. Eski feodal yapı, emperyalizmin hegemonyası ve ona göbekten bağlı komprador kapitalizmin gelişmesi ile acılı ve yavaş bir çözülme sürecine girmiştir. Fakat onu ayakta tutan emperyalist boyunduruk devrimle kırılmadıkça tasfiye olmayacaktır.

Feodal kalıntılar sosyal ve siyasi alanda olduğu gibi iktisadi yapıda da mevcudiyetini ve emperyalist hakimiyetin esas dayanağı olma görevini sürdürmektedir. Geniş yoksul ve orta köylü yığınları, toprak ağalığının, tefeciliğin ve mütegallibelerin sömürüsü ve baskısı altında inlemektedir. Komprador kapitalizme iç içe geçen feodalizm, faşist iktidarın ortağı durumundadır. Ülkemizde burjuvazinin önemli bir bölümü yarı-burjuva, yarı-feodal bir karakter taşımaktadır. Bütün bu feodal kalıntılar geniş halk yığınlarının devrim mücadelesinin önündeki ön önemli engellerden birini oluşturmakta; feodalizm ile geniş halk yığınları arasındaki çelişmeyi toplumumuzdaki başlıca çelişmelerden biri yapmaktadır. Yine bugünkü Türkiye toplumuna kabaca bir göz attığımızda görürüz ki, Türkiye’de nicel olarak zayıfta olsa, işçi sınıfının burjuvaziye karşı olan mücadelesi yükselmektedir. Emperyalizm ve komprador kapitalizm karşısında her geçen gün daha da yok olmak tehlikesi ile karşı karşıya bulunan milli burjuvazi, varlığını sürdürebilmek için işçileri daha azgınca sömürmekte, işçi sınıfının demokratik ve siyasi örgütlenmesine karşı çıkmaktadır.

İşçi sınıfının burjuvaziye karşı yürüttüğü iktisadi ve siyasi mücadelesi, açıktır ki, toplumumuzun gelişmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Dolayısıyla, toplumumuzda proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişme, başlıca çelişmelerden bir diğeridir.

Türkiye toplumunun gelişmesine baktığımızda dikkatimizi çekecek olan bir başka olay, hakim sınıfların kendi içlerindeki dalaşmalardır. Bunlar halkın gözü önünde birbirlerinin kirli çamaşırlarını yıkamakta, birbirlerini emperyalizmin uşaklığı ile, faşistlikle, namussuzlukla, şerefsizlikle, halk düşmanlığı ile, vatan satıcılığı ile vs. suçlamaktadırlar. Bazen bunlar arasındaki dalaşmadan ortalık toza dumana bulanmakta, göz gözü görmemektedir. Bunlar arasındaki dalaşmalar birbirlerini, bazen birbirlerinden adam çalarak, bazen askeri darbe ile hükümetten alaşağı etmeye kadar varmaktadır. Hatta bazen silahlı çatışmalara kadar dönüşmektedir. Mesela bugün MHP’li faşistler, faşist CHP hükümetini zayıflatıp alaşağı etmek için çeşitli silahlı eylemler yürütmektedirler. Bunlar birbirleri ile girdikleri iktidar dalaşmasında, halkı demagoji ile kendi yanlarına çekmeye çalışmaktadırlar.

Kolayca görülebilir ki, bu çelişme devrim düşmanı sınıflar arasında bir çelişme olmasına rağmen, Türkiye’de toplumun gelişme süreci üzerinde önemli çelişmelerden biridir. Bu çelişmelerin sertleşmesi ya da yumuşaması; devrimcilerin bu çelişmelerden doğru bir biçimde yararlanıp, yararlanmaması, devrimci sürecin gelişmesini etkilemektedir. Hakim sınıfların kendi içindeki çelişmeler de Türkiye toplumunun başlıca çelişmelerinden biridir. (5)